TOBB'un gundeme getiridigi oneri gibi populist soylemlere tav olan okuyucularimiz bizi istihdam dusmani, issizligi umursamayan, gercek dunya gerceklerinden uzak, masa basindan ahkam kesen yazarlar olarak goruyor. Bundan bir rahatsızlığımız yok. Hatta bazı yerlerde adımız "sıcakçı" olarak anılıyor. Varsın anılsın, bundan da bir rahatsızlığımız yok. Sanırım bazılıarı da bizi "yuksek faiz-dusuk kur"cu olarak görüyor. Varsın görsünler, bundan da hiç bir gocunmamız yok.
Hisse Yorumları Küresel ısınma Karikatürleri Pesimist Nedir? Fraktal Nedir Borsa Nasıl Oynanır inovasyon nedir
TOBB'a aslında teşekkür etmemiz lazım. Bize bayağı malzeme çıkardı. (Not: Buradaki bayağı kelimesini istediğiniz anlamda anlayabilirsiniz) Aslına bakarsanız sadece işsizlik ve istihdam konusu bile daha çok su kaldırır. Söylenecek çok şey var.
Daha onceki bir yazımıza yorum yapan bir okuyucumuz "gonlumuzdeki" reel faiz oranını sorunca açıkladım. Hayalim, Turkiye'de enflasyonun yüzde 2'lere, reel faizlerin de yüzde 2-3'lere düştüğünü görebilmek. Hatta enflasyon yüzde iki, nominal faizler de yüzde 1 olsa tam super olacak. Yine aynı yorumda (özetle) Türkiye'nin en önemli probleminin işsizlik olduğu, dolayısıyla bu problemin kısa vadede çözümü için enflasyonu düşürmek gibi önceliklerden vazgeçmemiz gerektiği şeklinde bir argüman geliştirilmiş. Tolga bey'in yorumunun tamamını buraya alıyorum ki benim soylediklerim daha iyi anlaşılabilsin:
"Evet fazla uçmuşsunuz. Hayaller güzel ama bir de hayatın gerçekleri var. 100 metre koşusu yapar gibi maraton koşamazsınız. Enerjinizi daha dikkatli kullanmanız, daha yavaş hareket etmeniz gerekir. Yoksa daha 10 bin metreye ulaşmadan vücudunuz iflas eder. Enflasyonu üç yılda yüzde 70'lerden tek haneye düşürmek, 100 metre temposuyla maraton koşmak gibiydi. Eh, sonunda da yüzde 7-8'de takıldık kaldık. Enflasyonla büyüme arasında doğrusal olmayan bir ilişki vardır. (Ben demiyorum, bununla ilgili bir literatür var. İsterseniz kaynak da gösteririm). Ekonomi hızlı büyürken enflasyonu buraya kadar düşürmeyi başardık. Fakat daha aşağılara büyümeden fedakarlık etmeden inmemiz mümkün değil. Peki büyümeden fedakarlık edebilecek durumumuz var mı? Her yıl yaratılması gereken istihdam düzeyini ve gelişmiş ülkelere yakınsama hedefini göz önüne alırsanız yok. O zaman bundan sonra enflasyonu yavaş yavaş düşürmeye çalışmaktan başka çare yok. Yüzde 4'lük enflasyon hedefi bence çok iddialı ve de tutmayacak. Ha, ekonomide resesyon yaşanır da bu hedef tutarsa ona birşey diyemem. Fakat resesyon yaşanması pahasına enflasyonu düşürmek benim kabul edebileceğim birşey değil. "
Bu yorumda, öncelikle ekonomik büyüme ve enflasyonun birbirine alternatif olarak anlaşılması beni rahatsız etti. Enflasyonla büyüme arasında doğrusal olmayan bir ilişki vardır diyor Tolga bey. Nereden destek alarak yapıyor, büyümeden fedakarlık etmeden enflasyonu düşüremeyeceğimizi bilmiyorum. Sadece 2002-2005 arası dönem bile enflasyonun düşürülmesinin büyümeden fedakarlık etmeden yapılabildiğini göstermek için yeterli. Enflasyondaki düşüş istikrar olgusunu güçlendirdiği için büyümeye pozitif katkı bile yapmıştır. Bu konuda var dediği literatürle de sanırım "philips eğrisi" tartışmalarına atıf yapıyor. Tolga bey eğer literatürü iyi inceleseydi "philips eğrisi"nin aslında o kadar sağlam bir teori olmadığını, üstelik uzun dönemde bu eğrinin dik olduğunu öğrenebilirdi. Biz bu konuyu daha önce de işlemiştik. Hatta ekonomi dalında verilen son nobel ödülünün kime niçin verildiği araştırılırsa söylediklerimiz daha iyi anlaşılır. Uzun lafın kısası, enflasyonu düşürmek işsizliği artırmaz, enflasyonist politikalar da işsizliği düşürmez.
İşsizlik sorunu önemli bir sorundur. Uzun süreçli bir çözümü vardır. Ancak öyle bir hap atalım geçsin tarzı bir çözümü yoktur. Bu tarz çözüm yaklaşımları (hiç de küçümsenmeyecek topluma olan maliyetini bir yana koyarsak) uzun dönemli çözümü geciktirmekten başka bir işe yaramaz. İşte bu yüzden TOBB'unki gibi teşvik, rüşvet bazlı yaklaşımları sert bir şekilde eleştiriyoruz.
İşsizliğin azaltılmasının makul yolu istihdamın artmasıdır. Makul olmayan yolu, işsiz nüfusu azaltmaktır. Örneğin savaş, bulaşıcı hastalık gibi durumlarda görülen yoğun ölümler çalışabilir nüfusu azaltacağı için işsizlik oranını düşürür. Ama bunu kimse arzu etmez. Örneğin, yarın "işsiz olanlar acilen er olarak askere alınacak, PKK ile savaşmaya göndereceğiz" şeklinde bir kanun çıkartılsa işsizlik oranının nasıl hızla düştüğünü görebilirsiniz. Demek ki tek başına işsizlik oranını düşürmek eksik bir amaçtır. (Okuduğunu anlamayanlara not: buradak politik bir söylemde bulunmuyoruz, örnek veriyoruz.)
İstihdamı kalıcı bir şekilde artırmanın bilinen en etkili yolu (ya da yolları) yatırım (mevcut kapasitenin artırılması) ve eğitim (işgücünün kalitesinin yükseltilmesi)dir. Mevcut kapasite artırılmadan "her şirket birer kişi daha işe alsa işsizlik sorunu çözülür", ya da "biz işe alalım ama maliyetini devlet ödesin" tarzı yaklaşımlar güdüktür, çözüm olmaktan uzaktır.
Yatırımların artması en temelde faiz oranlarının düşmesi ile mümkündür. Faizler artarsa yatırımlar düşer, faizler düşerse yatırımlar artar. Burada ben ve arkadaşlarım kaç kez yazdık: Faizleri düşürmek için bütçe açığının yok edilmesi gerekir. TOBB'un önerisi de bütçe açığını artıracağı için işsizliği düşürmek bir yana uzun dönemde işsizliğin düşmesine engel olacaktır.
Yatırımların arkasında diğer kuvvetli etken tasarruflardır. Tasarrufların en büyük düşmanı da enflasyondur. Enflasyon düşerse tasarruflar artar, yüksek enflasyonda ise tasarruflar azalır. Dillere pelesenk olan cari açığın tasarruflarla yatırımlar arasındaki farka eşit olduğunu hatırlarsak, cari açığı azaltmamız için de tasarrufu arttırmamız yani enflasyonu düşürmemiz gerektiği sonucuna ulaşabiliriz.
Türkiye'deki işsizlik konusu tartışılırken göz ardı edilen en önemli nokta iş arayan insanların özellikleri ile eleman arayan şirketlerin istediği vasıflar arasındaki uçurumdur. Yani yapısal işsizlik (structural unemployment). Türkiye'de yapısal işsizlikle ilgili herhangi bir çalışma, ya da resmi istatistik benim gözüme çarpmadı. Bir yanda "ne iş olsa yaparım abi" (yani benim öne çıkaracağım bir özelliğim yok, sen yeterki bana para ver) zihniyetinde kalabalık bir vasıfsızlar ordusu, diğer yanda uluslararası rekabet koşullarının doğrudan ve dolaylı etkileri nedeni ile "yetişmiş" eleman ihtiyacı içindeki özel kesim. Aradaki bu çarpıklığın giderilmesi ancak eğitimle mümkün olabilir. Ancak, hem eğitim politikaları ile ilgili düzenlemeler vakit almaktadır, hem de bu düzenlemelerin sonuç vermesi uzun zaman almaktadır. Kastettiğim eğitim bugünkü çarpık yaklaşımın sonucunda elinde diploma dolaşan vasıfsızlar ordusunun aldığı eğitim değildir. Yakın zamana kadar bilgisayar klavyesine dokunmadan bilgisayar bölümlerinden mezun ettiğimiz insanlar vardı. Dolayısı ile eğitimin kalite açısından yeniden elden geçmesi acil önceliklerimiz arasındadır. Bu da kamunun harcamalarının yeniden düzenlenmesini (diğer yerlere saçılan paralar azalacak ki eğitime kaynak aktarılabilsin) ve özel sektörün eğitim alanında daha aktif olmasını sağlamayı gerektirir. Bunun da ticaret odaları erbaplarına, çiftçilere, ihracatçılara verilen rüşvetlerle büyüyen
bütçe açığı ortamında gerçekleşmesini beklememiz biraz hayalcilik olur.
Şimdi gelelim işsizlik ve istihdam üzerinde yüksek olduğu iddia edilen vergiler konusuna. Evet doğrudur, bu vergiler bugün işvereni bir fazla kişi istihdam etmek yerine, hali hazırda çalıştırdığı kişilerden daha fazla verim almaya itmektedir. Ancak bunun kötü bir şey olduğunu iddia etmek (kötü niyet yoksa) saflıktır. Bu durum verimliliği artırmaktadır ki ekonomik büyümenin sürdürülebilirliği açısından en önemli durum verimlilik artışıdır. Sürdürülebilir büyüme ihracat artışına bağlı büyümedir, ya da sanayi üretimine dayanan büyümedir, masallarına alışık olanlar bu konuyu kolay kolay anlayamazlar.
Verimlilik konusunun iyi anlaşılması için yazıyı uzatma pahasına bir kaç örnek vereceğim. Bundan bir süre öncesine kadar Boğaz köprüsü gişelerinde bir miktar insan istihdam ediliyordu. Bu insanların yaptığı iş, köprüden geçen insanlardan para almak, onlara para üstünü geri vermek ve para vermeyenlerin plakalarını not ederek gerekli yerlere bildirmekti. Yakın bir süre önce, Boğaz köprüsünden nakit geçişler kaldırıldı, OGS ve KGS denilen elektronik ortamda ücret alınmasına başlandı. Bu durum (20 gişe olsa, her gişede üç vardiyadan çalışsalar) en az 60 kişiyi işsiz bıraktı. Ama bu durumun kötü bir durum olduğunu iddia etmeden önce, OGS ve KGS sistemini yazan, sistemi kuran, elektronik devreleri yerleştiren bir grup "eğitimli" profesyonel de iş sahibi oldu. Bugün nakit geçişler 4 YTL iken, elektronik geçişler 3.2 YTL. Yani verimlilik artışı oldu, (vasıfsız, ya da az vasıflı) bir kısım insan işsiz kalırken, eğitimli insanlar iş sahibi oldular, tüketiciler de bundan karlı çıktı.
Rakam kullanmadan bir başka örnek vereyim. Bundan yüz yıl öncesine göre bugün tarım sektöründe daha az insan çalışıyor. Ama tarım üretimi bundan yüz sene öncesine göre daha fazla. Tarım sektöründe "azalan istihdama" karşılık, yüz sene önce henüz var bile olmayan sektörlerde milyonlarca kişi istihdam ediliyor. Hemen aklınız teknoloji-bilgi işlem-bilgisayar gibi şeylere gitmesin. Örneğin, yüz sene önce var olmayan "futbol sektöründe" bugün binlerce kişi istihdam ediliyor.
Sanayi devrimini yüz yıl önce ıskalayan Türkiye'nin önündeki en önemli öncelik hızla tarım ve sanayi sektörlerinin ağırlığını düşürüp nüfusunu verimi en yüksek olan hizmetler sektörüne kanalize etmesi gerekmektedir.
Tekrar istihdam üzerindeki vergiler konusuna dönersek, sorunun doğru analizi bizi doğru çözüme ulaştıracaktır. Bugün vergilerin yüksek olmasının sebebi, ülkemizde insanların vergi vermemesidir. Eğer insanlar vergi vermeye başlarsa, bu vergi oranları da düşecektir. İlişki ters yönlü değildir. Tekrar edelim: insanlar vergi oranı yüksek olduğu için vergi vermiyorlar anlayışı yanlıştır. Doğrusu, insanlar vergi vermediği için vergi oranları yüksektir. Ödül-ceza sistemine inanan birisi olarak, vergi vermeyen insanların ödüllendirilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Tam tersine cezalandırılmalı, denetimler artırılmalıdır. Çocuğunuz okuldaki derslerini asıyor gitmiyor sınıfta kalıyorsa, altına bir araba almazsınız. Okula gidip notlarını yükseltirse ona araba alacağını vaad edersiniz. Türkiye'de ikide bir gündeme gelen teşvik ve aflarla vergi veren insanlar cezalandırılmakta, vergi vermeyenler ödüllendirilmektedir. Bu sistem çarpıktır. Vergi verenleri cezalandırarak, vermeyenleri ödüllendirerek insanların vergi vermesini sağlayamazsınız. Bunu anlamak neden bu kadar zor, hayret ediyorum.
Türkiye'de çarpık olan diğer bir konu, ticari faaliyette bulunan her türlü oluşumun kar etme güdüsü ile çalıştığını (ki bunda yanlış bir şey yoktur, öyle de olması gerekir) gizleme, örtbas etme, kendilerini daha kutsal amaçlar (biz ihracat yapıyoruz, biz istihdam sağlıyoruz gibi) için çalışıyor gösterme hastalığıdır. Kar maksimizasyonu nedense bu ülkede sürekli kötülenir. Eğer ekonomik olarak bir kişi fazla istihdam etmenin bir getirisi yoksa, topluma iyilik olsun diye bir kişiyi istihdam etmenin (ya da ediyor gözükmenin) bir anlamı yoktur. Yok, gerçekten elemana ihtiyaç duyuyor da bir fazla istihdamın getirisi olacağını düşünüyorsanız, bunu da zaten yaparsınız, devletten teşvik (rüşvet) almanıza gerek yoktur.
Meselenin önemli bir boyutunu da kayıtdışı sorunu oluşturuyor. Acaba diyorum, TOBB'un dediği "her ilave istihdam artışında, tüm sosyal güvenlik priminin, Fon kaynağından karşılanması" önerisinin arkasında hali hazırda kayıt dışı olarak çalıştırdığı kişileri kayıt içine alıp "istihdam artıyor süsü vermek" ve maliyeti Hazine'ye havale etmek "cin"liği var olabilir mi? Sonuç, sıfır istihdam artışı, elde var sıfır ile karşılaşabilir miyiz? Biliyoruz, TOBB başkanı kötü niyetli ve kurnaz değildir. Ama bizim aklımız da bu tür cinliklere pek ermez.
Bugün herkes biliyor ki, yeni eleman istihdam edecek şirketler bunu istedikleri anda, türlü formüllerle yapabiliyorlar. Yine herkes biliyor ki, yüksek ücret alan bir sürü kişi kayıtlarda asgari ücret üzerinden gözüküyor. Vergiler yüksek o yüzden böyle demeyin. Biz sizi vergiler düşükken de bilirdik. Sanki babam yükseltti o vergileri duduk yere! Ben size şıp diye bir istihdam artışı önerisi getireyim mi? Belirli bir komisyon karşılığında "vergi kaçıran şirketleri tespit etme" üzerine bir şirket kurulsun, bakın bakalım kaç kişi istihdam edecek. Siz denetleyemiyorsunuz, bari özel sektör yapsın bu işi.
Son olarak, "yapısal işsizlik" nedeniyle fazla olan işsiz nüfus, şirketlerin yüksek vergiler nedeni ile vasıfsız işçileri kolay işe almaması sonucu ile karşı karşıyadır. Bu da işsizleri kendi kalitelerini artırmak yönünde zorlayıcı bir durumdur. İnsani ve sosyal maliyeti olan bu geçiş, işgücü piyasasında rekabeti artırmakta, dolayısıyla toplam kalitesinin artışı sağlamaktadır. Ben eğitimin verilen bir şey değil, alınan bir şey olduğuna, hatta en pahalı ürün olduğuna inanırım. Yani sonuna kadar bireysel iradenin gücüne inanırım. Devletin vereceği teşviklere değil. İnsanların kendisini geliştirme isteği ve azmi her türlü olumsuz şartlarda dahi geçerli çözümlere ulaşmayı sağlar.
Biliyorum, çok uzun bir yazı oldu. Tekrar okuyup toparlamam gereken yerler olabilir. Ama bu hem daha çok zaman, hem de daha çok uğraş demek. Bu sitede para karşılığı yazsaydım muhtemelen daha derli toplu bir yazı okuyor olacaktınız. Ama şimdilik sunabildiğimiz bu. Olabilecek küçük hatalar için lütfen yangın çıkartmayın. TEPAV ve benzeri oluşumlar daha kapsamlı ve detaylı bir rapor isterse kendilerine ücreti karşılığında bunu da sağlayabiliriz.
Not: Yazıyı tekrar okuyunca farkettim. Konu çerçevesinde, asgari ücret ve işgücü piyasasındaki esneklik konusuna da değinmem gerekiyor. Bunu da bir sonraki yazıya bırakıyorum.
Read More!