Boyner

Ekonomix'in IMKB'nin fazla yukseldigi yonundeki gorusune katilmakla birlikte bunun tum hisseler icin gecerli oldugunu dusunmuyorum. Piyasanin geneli icin de yine O'na gore biraz daha iyimserim. Iceride kur 1.15'e inerken, disarida da petrol fiyatlari hizla dusuyor. Bu durumda enflasyon Merkez Bankası'nın revize tahmini olan %10.6'yi cok fazla asmayacaktir bana gore. Bugun Halkbank'larimi satip Boyner aldim. Niye derseniz...

Oncelikle Halkbank'i alirken 8 lirayi hedef olarak koymustum. Bekledigimden cok daha erken ulasti hedefime. Bu harekette Turkiye'ye giren yabancinin ilk is olarak gozu kapali bankalari almasi etkili oldu. Aslinda kazanan ati buldugunda, onu birakmamak gerekir ama bankalarda bir duzeltme hareketi olacak gibi. 5.7 liradan almistim, piyasa tabiriyle kar realizasyonu yaptim diyelim.

Neden Boyner aldin diye sorarsaniz, tuketici guveni sene basindan beri yerlerde surunuyor. Dolar patladi patlayacak, Parti kapatildi kapatilacak, Amerika batti batacak derken tuketimde buyume bir hayli yavasladi. Bugun ise bir yandan politik belirsizlikler ortadan kalkiyor, bir yandan YTL sahlaniyor. Tum bunlar insanlarin tekrar alisveris merkezlerine akin etmesi demek. Boyner sene basindan beri tum olumsuz gelismelerin etkisiyle fazlasiyla satilmis durumda. Yurtdisinda da perakendeciler kotu durumda ama bugun Turkiye hikayesi pazarlaniyorsa, 70 milyon'luk bu ulkenin en buyuk giyim magaza zincirinin degeri de 100 milyon dolar'in altinda olmamali. Tuketimin canlanmasi ve dusuk kur'dan Dogus Otomotiv gibi sirketler de olumlu etkilenecektir ama Otomotiv konusunda uzman olmadigim icin tercihimi Boyner'den yana kullaniyorum.

Not: Tum yazilarima Junior etiketini ekliyorum. Tek tik'la tum onceki Junior yazilari onunuzde.

Read More!

Borsa Abartti

Son gelismelerle ilgili yorumlarimi Turkish Economy blogunda yazdim. Bu arada elimdeki hisse senetlerinin %10'undan fazlasini bugun sattim, borsadaki (Borsa Yorumları) yukselis devam ederse daha fazla satmaya devam edecegim.

Bu konu ile diger alakali bir yazi ise Borsa Nasıl Oynanır? En Sağlam Tüyolar baslikli yazimizdir. Read More!

Hafiza-i Beser Nisyan ile Maluldur

Gunun tavsiyesi, onemli bir buyugumuzden geliyor.
Biz de asagidaki tavsiyelerin bir coguna katiliyor, cok okuyor ve blog tutuyoruz.
Yine de son cumleyi tam anlayamadik. Hatirladigimiz kadariyla o deyis daha farkliydi.

" - Gündemi efektif bir şekilde takip edebilme, olaylara geniş perspektifte bakabilme, yorumlayabilme ve ders çıkarma konusunda bizlere hangi tavsiyelerde bulu­nabilirsiniz?

- Bir kere, çok okuyun. Bulduğunuz her boş vakitte okuyun: ne okursanız okuyun. Bilginin hiçbir şekilde zararı olmaz. Kendinize ileride faydalı olabilece­ğine inandığınız notlar tutun, mümkünse günlük tutun. Bu okulda bizden çok büyüklerin yani bizim hocalarımızın ye­tişme şeklinde günlük mecburiyeti varmış, günlük tuttururlarmış. Bunun kıymetini çok sonra öğrendik. Bir kere, en basit faydası nesillerin devamında. Mesela ben oturup 1975 senesinde gemide II. Komutanlık hatıralarımı eğer bir kenara günlük olarak yazamamışsam hepsini hatırla­mam mümkün değil. Ama yazdıysam her hadiseyi baştan aşağıya hatırlarım ve bunları bir hatıra olarak yazdığım zaman sen okuyacaksın, herkes okuyacak ve herkes bir hatıradan bir olaydan kısmetini alacak ve göreceksiniz o senelerde insanlar nasıl yaşıyorlarmış, neler düşünüyor­larmış? Bu esasında insan evrimi içerisinde çok önemli bir olay. Kendi aranızda daima münakaşa edin, birbirinizin kafasına da sandalye vurmayın sakın. Türk Ulusu olarak tartışma usulünü bilmiyoruz. Yani fikri söylediğin kadar karşıdakinin fikrine de saygı duyarak, konuştuğun kadar susmasını bilerekten tartışın. Fikir mücadelesi en güzel şeydir. Bu size hem çeşitli fikirleri öğretecektir. Fikrinizi sonuna kadar savunun ama hiçbir zaman dogmatik olma­yın. Yani herşeyi ben biliyorum benden başka kimse bir şey bilmez şeklinde değil, en ufacık erden bile öğrenece­ğiniz çok şey vardır. Bunu unutmayın ve bilmediğiniz her şeyi muhakkak sorun, sormaktan çekinmeyin. Bilmemek çok ayıptır, size birisi bunu anlatacaktır. " Read More!

Deniz Gokce Dokturmus

Deniz Gokce'yi neden diger yazarlara kiyasla daha cok takdir ettigimi anlamaniz icin bugunku yazisini okumaniz gerekecek. Koca yazida katilmadigim tek bir cumle yok. Helal olsun. Read More!

Is Goldman Gone Crazy?

Goldman Sachs Turkiye hakkinda ucuk tahminlerde bulunmus. Buradan ulasabilirsiniz. Read More!

Bayburt

Turkish Economy blogu Bayburt'un koy mu yoksa sehir mi oldugunu soruyor. Ben bir ara Bilecik diye bir yerin var olup olmadigini merak ediyordum, ondan once Bayburt'u konusmamiz gerekiyormus!!! Read More!

Kursat Tuzmen Bizi Rusya'ya Gotur

Sonunda bu da oldu. Hukumet cari acik icin ozel komisyon kuracakmis. Kursat Tuzmen'den bir aktivist hareket daha. Her ne kadar yaptigi TC kanunlarina aykiri bir konusma olsa da, Merkez Bankasi'na doviz rezervi biriktirerek kuru yukseltmesi gerektigini de soylemis Igorcan'larin enistesi. Imam-Cemaat misali, Bakan boyle konusursa Junior ne yapar?

Ara sicak olarak birkac grafik cikardim, devami az sonra... (Juri'den sitenin tiklanma oranini artirdigim icin ek puan istiyorum)



Read More!

Erin Burnett'ten Turkiye Piyasalari

CNBC'nin yeni yildiz sunucusu Erin Burnett Turkiye'de bir kac gun gecirmis ve bir paket hazirlamis. Ilgilenenler Turkish Economy sitesinden yaziyi okuyabilirler. Read More!

Turkish Economy

Cogunlukla Turk ekonomisi uzerine olacak ingilizce yazacagim yazilari Turkish Economy blogunda yazacagim. Reklamini yapmis olayim.

Ilk yazdigim yaziyi NY Times'dan asirdim. Read More!

Komplo Teorisi ve Erke Donergeci

Varligi, Turk varligina armagan edilmis ERKE donergeci geri donuyor.

Insanlik tarihine yeniden yon verecek, bu muhtesem bulusu EkonomiTURK olarak sizlere takdim etmekten gurur duyariz.

Linkteki videoyu izlerken sesi acmayi unutmayin.
Tuylerinizi diken diken edecek Harbiye Marsini duyacaksiniz.

Ozellikle ERKE'nin calisma anindaki gorsel ve isitsel efektler buyuleyici.
Enjoy it! Read More!

Merkez Bankasi Enflasyon Tahmini

Hay Allah, Merkez Bankasi yil sonu icin enflasyon tahminini yine yukseltmis. Bu sefer %9.3'den %10.6'ya cikarmislar. 2009-2011 icin yaptiklari tahminlere hic deginmiyorum bile, Nasrettin Hoca'nin borcunu odemek icin uydurdugu masala dondu adamlarin tahminleri (calilar buyuyecek, koyunlar gecerken tuyleri takilacak, takilan tuylerden iplik yapilacak...)

Temmuz enflasyonu asagi yonde surpriz yapmisken niye birdenbire boyle enflasyon hedefini yukselttiler diye merak ettim dogrusu.

Megersem 2008 yilinin kalani icin petrol fiyatlari tahminlerini $105'dan $140'a guncellemisler. Anlayacaginiz her seyi bir adim geriden takip ediyorlar. Biz bundan 3 hafta once petrol fiyatlari $140 civarinda seyrederken petrol fiyatlari dusecek diye tahmin yapiyorduk, fiyatlar dusme egilimine girdi. Simdi Merkez Bankasi baskani cikmis senenin geri kalaninda petrol fiyatlari $140 ortalama fiyattan islem gorecek diye tahmin yapiyor. Adamlar her seyi 1-2 ay arkadan takip ediyor. Neyse bu sefer iki yanlis bir dogru yapti. Petrol fiyatlari onlarin bekledigi gibi gitmeyecek ama enflasyon da %10'un altinda gerceklesmeyecek.

Hazir elimi atmisken kisa vadeli oldukca spekulatif bir tahmin yapayim. Onumuzdeki 1.5 ay suresince faizler bir miktar yukselirken borsa da bugunku 39100 seviyesinin altina gerileyecek. Ben borsadaki agirligimi bir miktar azaltmayi planliyorum, azalttigim zaman haber veririm.
Read More!

Gorunmeyen El

Hayir, yanildiniz. A. Smith’in ‘gorunmeyen el’inden soz etmiyoruz. Bizim soz ettigimiz, Turkiye’den elini cekmeyen o hain gorunmeyen el.

Daha bir gun once “en iyi vatandas, olu vatandastir” anlayisini hicvederken, talihsizlige bakin ki; ayni saatlerde birileri de onlarca masum vatandasin canina kastetmek icin fitilin ucunu atesliyormis.

Daha cok televizyon ekranlarinda Bagdat’ta, Afganistan’da gormeye alistigimiz o feci sahneyi, Istanbul’un gobeginde gorunce yuregimize ates dustu. Hain el, hancerini cigerimize sapladi bu sefer. Teror!...

Hepimize gecmis olsun. Hepimize sabirlar diliyorum.

Konunun bir baska boyutuna deginecegiz simdi.

Olayla ilgili olarak bugunku gazete mansetleri (28 Temmuz 2008) dikkatimizi cekti.

Hurriyet’in manseti : PKK’dan Sivil Katliam

Sabah’in manseti : Katilleri Taniyoruz

Bugun Milliyet’in internet sitesindeki yer alan bir son dakika haberinde ise soyle deniyor :

' Kongra Gel Başkanı Zübeyir Aydar, İstanbul Güngören’de 17 kişinin ölümüne ve yaklaşık 150 kişinin yaralanmasına yol açan terör saldırısını kınadı. Aydar, PKK’nın olayla ilgisi olmadığını söyledi. '

Yaslaniyoruz galiba. Ben PKK’nin bir teror saldirisini, hem de ustlerine yikilan bir eylemi kinadigina ilk kez sahit oluyorum. Iyice yaslanip, onceki kinamalari (var ise eger) hatirlamiyor da olabiliriz. Yalanlamalari saymiyoruz tabi, burada apacik bir kinama var.

Sayin Turk de enteresan aciklamalarda bulunmus:

"(Kimden gelirse gelsin) demeyeceğim, bu olayı şiddetle ve nefretle kınıyoruz. Bunu barışa, sürece, geleceğe vurulan bir darbe olarak değerlendiriyoruz" diyen Türk patlamaların ülkede gerginliğin gelişmesine neden olacak çok boyutlu bir olay olduğunu ifade etti. Olayın bütün boyutlarıyla ele alınıp değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Türk, "Peşinen adresler göstererek gerginlik yaratmanın bize göre hiç bir anlamı yok" dedi.

Benim kafam iyice karismaya basladi.

Sabah gazetesi kendi adina konussun. Ben –kendi adima soyleyeyim- katilleri felan tanimiyorum.

Hurriyet’e gelince, yaptiniz yine yapacaginizi.

Olayi hic bir orgut ustlenmeden, failler hakkinda resmi bir aciklama gelmeden once, adres gosterdiginize gore sizin bir bildiginiz olmali.

Oysa daha bugun, Sabah’tan Nazli Ilicak kosesinde, Hurriyet’in garip yayincilik anlayisiyla ilgili olarak bakin ne yazmis:

“...Daha önce de, bazı konularda iyi imtihan vermedi bu gazete. Hem Ahmet Taner Kışlalı, hem de Necip Hablemitoğlu cinayetlerinin ilk değerlendirmesi "derin devletin" parmak izlerini gösteriyordu. Ama birkaç gün sonra Hürriyet, tam aksi istikamette yayın yaptı. Taraf'tan Alper Görmüş gibi, ben de sormak istiyorum: "Kışlalı öldürülünce, 'Yine o meçhul fail' diye olayı değerlendiren Hürriyet, neden daha sonra faili meçhul cinayet izlenimini silecek şekilde haber yapmıştı? Hablemitoğlu cinayetinde, ilk gün 'Derin suikast' manşetini atmışken, niçin 5 gün sonra Kubilay ile Necip Hablemitoğlu'nu aynı çizgide göstermişti?"

Beyler, bakin bunlar ciddi meseleler. Ne biliyorsaniz, soyleyin. Elinizde konuyla ilgili bilgi, belge var ise eger, Savcilik orada, Emniyet orada. Elinizdekileri paylasin da bu teror belasindan hep birlikte kurtulalim. Read More!

Bu Vatan Kimin?

"Bu vatan kimin?
Bu vatan topragin kara bagrinda sira daglar gibi duranlarindir."
Bunu bize daha ilkokul yillarinda ogretirler.
Peki ya devlet! Devlet kimindir?

Konuya kafadan girmeye karar verdik.
Bu ‘devlet’ kimleri sevmez?
Bir yandan parti kapatma davasi, bir yandan Ergenekon davasi, bir yandan da dogudan sehit ve catisma haberleri gelince, bizim kafamiz iyice karisti bugunlerde.

Yukaridaki edebi metinle bize anlatilmak istenen, bu vatanin gercek sahiplerinin sehitler oldugudur.
Askerde de kafamiza mih gibi cakilmaz mi?
‘Vatanini en cok seven,
Gorevini en iyi yapandir.’
Yani en iyi olen, gorevini en iyi yerine getirmis oluyor.
Tercume edecek olursak, “en iyi vatandas, olu vatandastir”.

Hatirlarsiniz, mes’um Daglica baskininda kacirilan askerleri, gorevlerini yerine getirmediler diye tutuklayip yargilamislardi. Ama sonradan ogrendik ki gorevini yerine getirmeyenler, yalnizca onlar degilmis.

Sahi ‘devlet’ kimleri sevmez?

Kisa bir liste yapmak istedik.
Boylece Milli Guvenlik derslerinde bize ogretilen ‘ic tehdit’ kavramina ufak bir katkida bulunmus bile olabiliriz.

Alfabetik siraya gore dizilmistir.

Aleviler - Cumhuriyet oncesinde de Devlet’in resmi din anlayisini tanimamaktaydilar. Hala bunda israr edip devletin resmi tapinaklari, camiler yerine cemevleri tesis etmek istemektedirler.

Basortululer - Devlet dusmanliginin bir numarali siyasi simgesini baslarina takarlar.

Dinciler - En buyuk Devrim dusmanlaridir. Ulkeyi geriye goturmek isterler.

Dinsizler - Hic bir ulusal ve kutsal degeri tanimazlar. Devleti icin olmek istemeyecekler bizden degildir.

Durust, rusvet kabul etmeyen, ihaleye fesat karistirmayan memurlar - Hic bir donemde sevilmezler. Zeka ozurlu yaratiklar oldugundan, kamuda yukselmeleri mutlaka onlenmelidir.

Ermeniler - En buyuk bas belalarindandir. Vilayati Sitte’den beri topraklarimizda gozleri var. Ne Tasnak’i, ne Asala’yi unutmadik.

Escinseller – Cinsel tercihleri yasa disi degil ama ahlak disidir. Bu nedenle, gozaltina alinirlarsa, yargilanamayacaklarindan oturu, en azindan mutlaka cinsel yolla munasebet kurulmalidir.

Hristiyanlar - Icerideki eskilerden sonra bir de bunlar cikti basimiza. Misyonerlik yoluyla, Turk cocuklarini Devlet dusmani yapmak, boylece ulkeyi ele gecirmek isterler.

Komunistler – Ulkeyi Rusya’ya baglamak isteyen hainlerdir. Goruldugu yerde baslari ezilmelidir. Zaten bu ulkeye komunizm gerekse onu da Devlet getirecektir.

Kurtler – Boluculerdir. “Ne mutlu Turkum!” demeyen herkes tehdittir.

Mini etekliler - Turk kadinina yakismayan bir giyim tarzidir. Resmi olarak yasaktir. Ama kamusal alanda giyilip giyilmeyecegi tartismali oldugundan, her zaman karisilmaz. Yine de basortululerin tezati gibi sunulduklarindan, arada bir tedip edilmelidirler.

Muslumanlar - Nufus cuzdaninda yazdigi kadariyla yetinirlerse sorun yok. Ancak ibadet gibi taleplerde bulunmaya baslarlarsa, Dinci sinifina girerler. Oysa ki bilmezler: Ataturk'u sevmek en buyuk ibadettir.

Rumlar - Kahpe Bizans kalintisi, icimizdeki hainler. Mubadele’de gitmeyip kaldiklarina gore, mutlaka yine hain planlari vardir.

Sabetayistler - Yahudi donmeleri, Israil isbirlikcileri. Osmanli’yi bunlar yiktilar zaten. Simdi de Turkiye’yi ele gecirmek, Israil’in kapikulu yapmak istemektedirler.

Suryaniler - Ulan bunlar ne Hristiyan’a, ne Musluman’a benziyor. Zaten Turk sayilmazlar.

Ulkuculer, Turkculer - Bir kere milliyetcilik anlayislari resmi milliyetcilik anlayisiyla bagdasmaz. 80’lerden sonra da Turk-Islam sentezi adi altinda gerici unsurlar agir basmaya baslamistir.

Vicdani Retciler - Hem Devlet adina ellerine silah almayi kabul etmezler hem de halki askerlikten sogutmak gibi en buyuk suclardan birini islerler.

Yahudiler - Buyuk Israil, yani Siyonist hareketin dogal uyeleridir. Ulkenin sermayesi ve ekonomisi onlardan sorulur. Her zaman icin tehdittirler.


Listeye sizler de kisa birer aciklamayla ekleme yapabilirsiniz.
Listeden cikarilmasini istediginiz var ise eger, onu da belirtebilirsiniz, tabi yine kisa bir aciklamayla.

Ornek:
Kemalistler in - Ataturk’u sevenler tek tek toplanip Kandira’da toplaniyor, Silivri’de yargilanacak.
Dinciler out - Zaten herifler devleti ele gecirdi… gibi. Read More!

Kurtlar Vadisi ve Ergenekon

Kurtlar Vadisi izleyicileri icin Ergenekon iddianamesindeki bilgiler cok surpriz olmadi. Iste Vadi'nin bu sene boyunca isledigi ve simdi herkesin konustugu olaylar.

Once kisa bir ozet geceyim. Dizide basroldeki Polat karakterinin bu seneki bas dusmani olarak Iskender Buyuk ismi izleyicilerin karsisina cikartildiginda, Ergenekon sorusturmasi henuz yeni yeni medyaya yansiyordu. Iskender izleyicilere ilk olarak Polat'in derin devlet ile temasi sirasinda tanitildi. Bilindigi uzere Polat onceki senelerde ulkedeki mafyayi cokertmis, hatta Illuminati gibi derin dis guclerin baglantilarini ortaya cikartmisti. Gazini alamayip ABD'ye kadar giderek "kanli ellerinizi ulkemin uzerinden cekin" diyen Polat icin bu senenin basinda yeni bir hedef olmaliydi. Iste bu noktada kendilerini gelmis gecmis tum Turk devletlerinin kurucusu olarak gosteren gizli bir organizasyon ortaya cikti ve Polat'i aralarina aldi. Kaderin cilvesi, o koltukta gozu olan bir baskasi daha vardi: Iskender Buyuk. Devlet icin bircok derin gorevde bulunmus ve hatiri sayilir bir cevreye sahip emekli asker Iskender Buyuk-Ergenekon benzerliklerinden ana basliklar...

Ergenekon-PKK Baglantisi
Dizide Iskender PKK'yi silah ve uyusturucu ticaretinden haraca bagliyor, pis islerde kullaniyor, yeri geldiginde Kuzey Irak'a silah ve hatta Turkiye'deki holdinglerin birinden ilac gonderilmesini sagliyor (isim tahmini izleyiciye birakilmis)
Ugur Mumcu Cinayeti
Iskender'in basta PKK olmak uzere tum baglantilarini cozen gazetici, Iskender'in islamci orgutu tarafindan araci havaya ucurularak olduruluyor.
Gazi Mahallesi Olaylari
Yine Iskender'in adamlari karanlikta kalabaliga ates acip halki "Polis ates aciyor" diye galeyana getiriyor.
Danistay ve Hrant Dink
Bu saldirilar da yine Iskender tarafindan, biri islamci biri vatansever gruplarca yaptirilmis gibi gosteriliyor.

Diger yandan cok daha ince mesajlar da cikarmak mumkun Kurtlar Vadisi'nden. Ornegin dizide, bir isadaminin ulkedeki gerginligi azaltmak icin yaptigi "herkes uzerine duseni yapsin" aciklamasi ve bu isadaminin Iskender tarafindan Basbakanliga getirilmek istenmesiyle ne anlatilmak istendigi simdi cok daha net. Hatirlanacagi uzere Hisarciklioglu-Aygun ikilisi de "Herkes bir adim geri atsin" demislerdi.

Son olarak Iskender'in yakalanisi ve Polat-Iskender konusmalarinda da 28 Subat ve 2001 krizi arasinda baglanti kurulmustu. Krizde batan bankalardan hortumlanan paralarin Iskender'de oldugu ima edilmisti. Fakat bana gore Polat-Iskender konusmalarinda en can alici nokta Iskender'in "Onceden ABD dost idi, simdi onlar dusman Rusya dost" seklindeki sozleridir. Nitekim bana gore Ergenekon iste bu nedenle sadece bir tasfiye operasyonudur. Engin Ardic da son donemdeki tek ciddi yazisinda bu iddiayi dile getirmisti. Zaten yeni sezonda da ogrenecegimiz uzere "Iskender ve Kucuk" klasik ifadeyle buzdaginin sadece gorunen kisimlari. Yani ne Iskender yakalandi diye Kurtlar Vadisi biter, ne de Ergenekon davasiyla derin devlet temizlenir.

Diziyle ilgili kisisel notum: Kurtlar Vadisi bu bilgiler senaristlere birileri tarafindan sunuluyor olsa bile cok guzel isler cikariyor. Oyunculuklarini degerlendirecek kadar usta degilim fakat izleyenin heyecanla icerigi takip etmesini sagliyorlar. Bu ulkede basarili isler cok alkislanmaz. Tebrik ediyorum kendilerini.

Read More!

3. Ergenekon'da(n) Umdugunuzla Degil, Buldugunuzla...

Iddianame kamuoyuyla paylasildi, birileri biraz rahatlamisa benziyor.

Niye mi? Darbe gunluklerinde, medyayi kullanma amaciyla ciddi baglantilardan soz edilirken, iddianamede yasadisi yapilanmanin medya ayagiyla ilgili olarak sadece bir kac sivri isme yer verilmis.

Once gormezden gelen, sonrasinda muthis iddialari zayiflatmak icin elinden geleni yapan grubun yeni stratejisi de boylece belli oldu.

Bir yandan kafa bulacaksin, bir yandan da olayin ustune gidiyor goruneceksin. Denge politikasi diye buna denir iste. Hadi bakalim. Onlara “gozunuz aydin” diyelim o zaman.

Diger yandan ana muhalefet liderinin muhalifi Sarigul diyor ki:

“Ülkemizde beğensek de beğenmesek de bir hükümet var. Asıl eksik muhalefettir. Muhalefetin hükümeti beğenmemesi eleştirmesi normaldir. Ancak muhalefetin inandırıcı olması için ‘Ben daha iyisini yaparım. İşte politikalarım diyebilmesi lazım. Dört genel, dört yerel seçimde başarı gösteremeyen ama hâlâ koltuklarında oturmaya devam eden CHP yönetiminin başarılı olma şansı yoktur.

Adamcagiz ne dese hakli. Ulke icin politika uretmeyen Ana Muhalefet Lideri, daha iddialar aciklanmadan sazan gibi ziplamisti, hatirlarsiniz, “Ergenekon’un avukati benim” diye. Ancak agiz degistirmekte bir kisim medya kadar basarili degil. Simdilik yorum yapmamakla yetiniyor. Onun stratejisini de ilerleyen gunlerde gorecegiz. Ancak bir insan bu kadar geri zekali olabilir. Son bir kac senedir iktidar bu kadar siki markaj altindayken, “iktidara gelmek icin sen ne yaptin?” diye boyle sorarlar adama.

Yine sol cenahtan, ulusalci, -ama kendi kucuk dunyasinda ulusalci- biri ise soyle sormus: Baykal'ın Ergenekon'la ilişkisi mi var? Bu soruya biz cevap verelim. “Yok, Sayin Turk. Onunki geri zekaliliktan”. Bu arada soyadindan baska, kendisine “Turk” denmesinden rahatsiz olan bu zata, olur olmaz herkese ‘sayin’ diye hitap ettigi icin biz de bu yolu tercih ettik. Bunu da belirtmis olalim.

Hakikaten ortalama bir zekaya sahip olan –ki bir parti liderinden daha fazlasi beklenir- bir muhalefet lideri boyle bir ortamda, hazir ekonomik gelismeler durmus, veriler kotuye gidiyor, butce yonetiminde son 5 yilda pek gorulmemis odun vermeler baslamisken, saglam bir politika belirleyip secmenin karsisina cikmaliydi. Peki o ne yapti? “Komsuda piser, bize de duser”, anlayisiyla, cumhuriyet mitinglerinde felan boy gosterip, olusacak kaos ortamindan medet umdu. Sanki darbeciler mevcut hukumeti devirdikten sonra, iktidari gumus tepside ona sunacaklardi. Ortanin solundaki bir politikaci olarak kimi ornek aldigi anlasiliyor, Sayin Baykal’in. Keske oturdugu koltugun eski sahiplerinden, seleflerinden Inonu’yu degil de Ecevit’i ornek alsaydi. En azindan ulkeye biraz olsun katkisi olurdu.

Iddialara geri donelim. Eski tabiriyle muddei umuminin hazirladigi iddianamenin tam metni artik aciklandi. Gazeteler de beklendigi gibi yaklasik 2500 sayfalik metni kirpip kirpip, yorumlar esliginde haber yapiyorlar. Daha onceden bildigimiz gibi iddianamede, bu darbeci cetenin Danistay cinayetinin azmettirici oldugu iddiasina yer verilmis. Zaten olay ilk gerceklestigi zaman gelen aciklamalarda ulusalci teror suphesi agirlik basiyordu. Yani surpriz yok. Zaten tetikcinin olay esnasinda, yakin baglantilarinin da hemen akabinde kiskivrak yakalanmasindan bunun arkasinda derin gucler olmadigini anlamistik. Irtica mi? Aklimizdan gecmemisti bile! Ancak iddianamede, Mumcu, Kislali, Hablemitoglu, Esref Bitlis, Ersever ve benzer diger cinayetlerin olmadigini goruyoruz. Bu da bizim icin surpriz degil.

Detaylara daha fazla girmeden resmi ozetleyelim. Gelismelerden, Dhkp-c, ibda-c, hizbullah ve hatta pkk’li bir grubu taseron olarak zaman zaman kullanmis olan bu taseron orgutun de tasfiye edilmesi vaktinin geldigini anliyoruz. Ne olduydu 1997 Susurluk’ta? Hersey hurdaya donen bir mercedesle, bir tasfiye olayiyla gundeme gelmisti. Sonrasinda meclis arastirma komisyonu, sorusturmalar, basbakanlik teftis kurulu raporu, davalar, felan filan derken tasfiye vakti gelenler tasfiye edilmis, o donem dokunulmasi istenmeyenler ise baska maceralara yelken acmisti. Susurluk Operasyonu agirlikli olarak 97-98 doneminde gerceklesmisti. Ardindan 2001 yilinda genc bir gazeteciden ele gecirilen belgeler, video kayitlariyla alinan sok ifadeler ve iddialar o gun bir anlam ifade etmemisken, bunlar bugun 2008 Ergenekon’a isik tutmustur. Demek ki neymis?

Ergenekon sorusturmasindaki operasyonlari ucuncu, besinci dalga diye adlandirmalar bize gore yanlis. Susurluk birinciyse, Ergenekon ikinci dalgadir. Bu halde soyle sorular akliniza gelebilir. Peki ya Semdinli’yi resimde nereye koyacagiz? Ucuncu bir dalga gelecek mi, ne zaman? Bu sorulara cevap vermek bizim isimiz degil. Zaten biz ne muneccimiz, ne de istihbaratci. Sadece bu tur muthis olaylar, su fani dunyada bizim yasadigimiz kesite denk dustugu icin klavyemize usenmeden dokunuyoruz.

Ornegin yuz yil once yasasaydik, amacina ulasmayan Abdulhamit suikastindeki (Aktorler bolucu Ermenilerdir. 26 kisi olmustur) Jon Turk parmagini, 31 Mart’i, Babi Ali baskinini, dunya savasina duhul edilisimizin perde arkasini yazacak, tevil edecek, Ittihadcilarin, ‘Halaskar Zabitan’in ipligini pazara cikaracak miydik? Yine fikra muharrirligine soyunacak miydik, bilinmez. Hayir, buzuk korkusundan degil. Hurufat, kumpas, takatuka, tertip, tashih, matbuat, nesriyat… o zamanlar bunlar zor ve uzun isler. Ama bugun internet var. Biz de bunu kullaniyoruz. (Bu arada Taraf’tan Ayse Hur hanimefendi bu konulara deginiyor, merakini mucip olanlara siddetle tavsiye olunur.)

Hepsi bu kadar iste. Read More!

2. “Ergenekon Hep Vardi, Bundan Sonra da Olacak”

EkonomiTurk’un flas transferi Keynesian006 ile keyifli bir hafta sonu soylesisi yaptik.

- Efendim, malumunuz, ulke gundeminde ceteler var, devlet icinde Ergenekon diye illegal bir orgutlenme iddialarindan soze ediliyor.
- Oncelikle bu iddialar ilk degil, yeni seyler degil yani. Ucu kamu gorevlilerinde olan bu tur yasadisi orgutlenmeler hep olmustur ulkemizde. Yurt disinda da benzer ornekleri yasanmistir. Ancak bizdekilerin dogasi ve tarihsel gelisimleri digerlerinden farklilik arz eder.

- Nedir bizdekilerin farkliligi?
- Bir kere Turkiye halen tam anlamiyla bir hukuk devleti olma vasfina erisememistir. Bu nedenle zemin buna musait. Bir ulkede ne kadar cok adaletsizlikler, haksizliklar yasanirsa, birey devlet karsisinda kendini ifade edemiyorsa bu tur olusumlar zemin bulacaktir. Ben, ulkenin demokrasi kalitesi ve hukukun ustunlugune olan inanc arttikca, bu tur olusumlarin da azalacagini, en azindan etkilerinin en aza inecegine inaniyorum.

- Ama bahsettigimiz orgutler, mafia gibi yasadisi suc orgutleri veya bildigimiz anlamda teror orgutleri degil. Bizzat devletin en tepe isimlerinin icinde oldugu iddia edilen bir yapilanmadan sozediliyor.

- Savcinin iddianamesinde -yanlis biliyorsam beni duzeltin- soz konusu muthis orgutun, mafya diye tabir edilen pek cok gruplari ve kisileri kullandigi, dhkp-c, ibda-c, hizbullah gibi ideolojileri tamamiyla birbirine zit teror gruplarini yonlendirdigi, hatta yakin zamanda meydana gelen pek cok siyasi cinayetin azmettiricisinin bizzat bu orgut oldugu seklinde iddialar oldugunu biliyorum. Bu demektir ki ‘Ergenekon’ diye tabir edilen bu orgut, gucunu bir yandan yoneticilerinin devlet icindeki gorev ve sorumluluklarindan alirken, diger yandan da kanunsuzluktan, gayri mesru zeminden besleniyor. Illegal orgutleri gorevlendiriyor ve hem onlara guc veriyor, hem de onlarin gucunu kullaniyor. Ama neye ve kime karsi? Bu da onemli bir noktadir. Gorevi aslinda bu tur teror orgutleriyle, organize suclarla mucadele etmek olan kamu gorevlileri, bunun aksine bu orgutleri besliyor ve kendi emelleri dogrultusunda bir gorevlendirme yapiyorlar. Demek ki, istense bu orgutlerin hepsinin kisa zamanda tasfiye edilmesi, tum halkin istedigi huzur ve guven ortaminin saglanmasi mumkun. 12 Eylul’u hatirlayin efendim. Terore her gun onlarca can verilirken, bir sabah nasil da bir anda her sey duruldu! Demek ki, birileri bu ulkede demokrasiyi istemiyorlar. Hukukun ustunlugu istenmiyor.

- Kimdir bunlar? “Kendi emelleri” dediniz. Nedir emelleri? Neden hukukun ustunlugune inanmak istemiyorlar?
- Konunun ozu tam da burasidir. Emelleri nedir derseniz, kendisini devletin gercek sahibi goren bir zumre var. Onlara gore, vatandas onlarin istedigi gibi giyinmeli, onlarin istedigi gibi konusmali, onlarin istedigi gibi yasamalidir. Kisacasi onlara tabi olunmalidir. Yani bu bizim pek de uzak olmadigimiz “teba” anlayisi. Yani hala cagdas anlamda vatandaslik kavramini kavrayamamislar. “Kimdir bunlar?” derseniz, gosteremem. Bu dava saniklariyla bunun pek de bir ilgisi yok zaten. Meselenin tarihsel gelisimine bakmak gerekecek. Osmanli’da durum boyleydi. ‘Vatandas’ yoktu, ‘teba’ vardi. Teba vergi verir, asker olur ya da verirdi, devletlulara tabi olurdu kisacasi. Agir vergiler altinda ezilen halk, hem bir yandan savaslara caniyla, maliyla destek olur, bir yandan da devlet nasil istiyorsa ona gore sekil alirdi. 19. yuzyildan soz ediyorum, efendim. Bu tebanin dini, dili, irki da farketmezdi. Birisi asker olup, canini veriyorsa, digeri de mutat vergilerinin yanisira istendiginde ilave finansman sagliyordu, kabaca soylemek gerekirse. 19. yy. bu tur cekismelerle gecmistir. Bu finansman kimi zaman devletin lehine, kimi zaman da toprak sahibi veya sermaye sahiplerinin lehine olmustur. Ancak finansmanin ozellikle o zaman duveli muazzama tabir edilen ulkelerden saglanmasiyla birlikte artan dis mudahalelere aciklikla, mali fayda, toprak ve sermaye sahiplerinin lehine olmustur. Multezimler de bunun icindedir. Ardindan konu Cumhuriyet doneminde, Varlik Vergisine kadar dayanmistir. Yakin donemde de kamu kesimi borclanma gereksinimi arttikca, iceride birileri buradan ciddi bir nema elde ederken, disariya olan bagimliligimiz ve dis mudahalelere acikligimiz da zirveye ulasmistir. Ardindan, bildiginiz gibi, pek cok bankaya el konmus, ancak asil nema sahiplerine ise dokunulamamistir bile. Bu donemde devlet kagitlarindan kim ne kadar kazanmis, hem de vergisiz, bakmak lazim. Zaten Perincek de oyle demiyor muydu (guluyor)... Bunlar ayri konular tabi. Ancak butun bu konulara birbirinden bagimsiz bakamayiz. Biz yine konumuza donecek olursak, devlet sozde, tebanin caninin, malinin, namusunun ve dininin teminatiydi yani koruyucusuydu, bu duzende. Bu nedenle, misal, “artik fes, setre pantolon giyeceksiniz” derse devlet, tebaya buna riayet etmek duserdi. Bu duzende hak yok, gorev vardir. Modern Turkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun “fikir babam” dedigi Ziya Gokalp soyle diyor: “Sakin hakkim var deme / Hak yok, vazife vardir” 19. yy.da her ne kadar anayasal duzene gecme tesebbusleri olsa da, genis halk kitlelerinden boyle bir talep, o donemde gelmemistir. Bizdeki 1876’daki ilk anayasa girisiminden tutun da Hurriyet’in gelmesi (II. Mesrutiyet)ve ardindan Cumhuriyet’in ilani ile kabul edilen anayasalara baktigimizda cok da ozgurlukcu bir yapidan, ozgurluklerin kutsanmasindan soz edemeyiz. Yani batili anlamda birey – devlet iliskilerini duzenleyen metinler degildir bunlar. Cunku tabandan, yani tebadan boyle bir talep yoktur. Boyle bir talep gelmeden, tamamiyla baska nedenler ve etkenler sonucunda anayasal duzen tesis edildiginden, anayasalar ve yasalar da haliyle vatandaslik haklarini koruyan ve kollayan duzenlemeler olmamistir. “Vatandas, Turkce konus!” gibi uygulamalar hep bunun tezahuru olmustur.

- Bir dakika efendim… konular uzerinden cok hizli geciyoruz. Gazetelerimizde ve cesitli koselerde benzer seyler yazildi.Yani siz simdi Ergenekon’un kokenini Jon Turklerle irtibatlandirmamiz gerektigi gorusunu mu savunuyorsunuz?
- (Gulumsuyor) Savcinin iddianamesini ben bilmiyorum. Ancak bize gelen bilgilere gore, 99 yilinda kurulmus bir yapidan soz ediliyor. Onun oncesinde de Susurluk’tan soz ediliyordu. 1970’lerde de bizzat donemin onemli ismi “Kontrgerilla var” demisti. Komando kamplarini hepimiz iyi hatirliyoruz. Demek ki Ergenekon hep vardi, bundan sonra da olacak.

- Yani bunlarin hepsiyle 1999’da kurulmus olan yasadisi yapilanma ayni cizgide midir?
- Bu soruyu Sayin Savci’ya ya da saniklara sormaniz gerekecek.

- Peki biz yine tarihsel perspektife devam edecek olursak, siz Mesrutiyet’in, Cumhuriyet’in kisacasi anayasal parlamenter duzene gecisin halkin talepleriyle gerceklesmedigini soyluyorsunuz. Yanlis anlamadiysam eger, butun bu gelismelerin, batıdaki ilerlemelerden sonra, ve yine batinin mudahaleleriyle birlikte, bizde de bazi kesimlerin guc mucadelesinin sonuclari olarak yasandigini soyluyorsunuz.
- Tarihsel gelisimi irdelerken ilk yapacagimiz sey o gunun sartlarini dogru ve yerinde degerlendirmek olmalidir. Yoksa “21. yy. en modern cagdir, insanlar bundan bir kac bin yil ya da bes bin yil once karanlik caglarda yasiyorlardi” gibi bir degerlendirme insan akli ve ahlakina en buyuk haksizlik olacaktir. Tarihciler bu tur metotlari kendi iclerinde tartisip farkli ekollere ayrilmislardir. Soyle diyelim, tarihin bir kesitinde hic bir yazili metin olmaksizin yonetilen bir kent veya toplumu, kanunsuzlugun, haksizliklarin veya barbarligin hukum surdugu bir cemiyet olarak degerlendirmemiz dogru mudur? Elbette ki hayir. Degerlendirmemizi yaparken o gunu bugune getirmek degil, bizim kalkip o doneme gitmemiz gerekecektir. Sosyal bilimlerin bizi en cok zorlayan yani da budur. Sosyal bilimlerde bir laboratuar ortami yaratmamiz mumkun olmadigindan, en cok basvurdugumuz sey vesikadir, belgedir yani. Ancak biz biliyoruz ki toplumsal iliskileri duzenleyen, yanlizca yazili metinler degildir. Yazisiz olan kurallar da vardir. Bunlarin mueyyideleri de toplumun yapisina gore yazili duzenlemeler kadar, bazen ondan bile daha etkili olabiliyor. Hele ki bizim gibi toplumlarda… Carpici bir kiyaslamayi nazariniza vereyim. Tamamiyla ser’i ve orfi bir idarenin egemen oldugu, Halil Inalcik hocanin arastirmalari sayesinde ornekleriyle cok sert bir hukumdar oldugunu bildigimiz II. Mehmet doneminin, hem de kilic zoruyla alinmis Istanbul’u mu, yoksa anayasal, laik, hukuk devletinin teminati altinda yasayan ve hatta pek cok uluslararasi anlasma ile haklari garanti altina alinmis bugunun Istanbullu gayrimuslimleri mi daha cok hak ve ozgurluklere sahiptir? Ozetle demek istedigimiz su ki; yazili metinlerle istediginiz kadar anayasal, parlamenter bir duzeni teminat altina almis olun. Ancak eger butun bu sistem, cereyan eden belirli kitlesel olaylar ile isin dogal akisi icerisinde zuhur etmediyse, bu konu yalnizca seckin bir kesimin meselesi olacaktir. Yine carpici bir misal verelim. Ozellikle son iki yildir, birileri “laiklik elden gidiyor” diye yeri gogu inletti. Bugun 70 milyonu asan halkimizin yuzde kacinin boyle bir sorunu, endisesi var derseniz, bunun cevabi bellidir.

- Yani sizce bu ulkeye demokrasi ve ozgurlukler, ornegin bir Fransa’daki gibi genis halk hareketleriyle gelmedigi icin mi hem birey hem de devlet tarafindan ozumsenmedi? Peki ya Ataturk devrimlerini nereye koyacagiz?
- Oncelikle durum tespiti yapalim. Ataturk hareketi, dunya tarihinin mustesna bir imparatorlugunun kullerinden modern bir ulus devlete giden surectir. Sadece bu tespit bile bir insan omrunun bu devrime yetmeyeceginin kanitidir. Ataturk devrimi, genel itibariyle bir uygarlik projesidir. Yani gercekten vatanini, milletini canindan daha aziz goren bir avuc insanin once bir ulkeyi isgalcilerden arindirip, ardindan bir daha boylesine bir maglubiyeti, zilleti yasamamak icin modernlesmek, muasir milletler seviyesini yakalamak icin ne gerekiyorsa yapilmasidir ozetle, devrimler. Zaten bu nedenle o gunlerin parolasi, tam istiklal, ilim, akil ve fendir. Yani bagimsizlik, ozgurluk, bilim ve tekniktir Ataturkculugun ozu. Klasik anlamda bir ideoloji diyemeyiz buna. Ataturk bunlara inaniyordu, sadece ve sadece aklin onderligine. Boylesi bir ozgurluk ve aydinlanma hareketini kayit altina alip, alti taneye umdeye indirgeyenler ona en buyuk ihaneti etmislerdir. Bu dinamik devrimleri boylece duraganlastirmislardir. Oysa ki rahmetli Ataturk, uygarlasma projesinin tamamlanmasi diye bir sey olamayacagini bildiginden hedefi acik bir sekilde gostermis, bunun yol haritasinin ise sadece akil oldugunu ve arkasinda hic bir dogma birakmadigini defalarca kez soylemistir. Ama bu, o kadar kolay degildir tabi. Hic bir monarch taninmamasi idealini benimseyen Ataturk devrimini, daha rahmetlinin sagliginda anlayamayanlar, Sultan’dan alinan monarch gucunu ona vermek istemislerdir. Altı yuz yillik “kul duzeni” yani... Yikmak o kadar kolay degil. Sonrasinda da hic bir hak ve ozgurlugun taninmadigi koyu bir milli sef donemi vardir, hepimizin bildigi gibi. Oyle ki bu feci donemden cikmak icin sadece “Yeter! Soz milletindir!” demeniz bile size yuzde elli kazandiriyordu. Ataturk cagdaslasma vizyonunu tam bagimsiz, ulusal bir devlet tanimi icinde belirlemistir. Ancak elbette ki bir de model gerekecektir. Bunun icin de batili cagdas cumhuriyetleri model almistir, o donem. Dogal olarak Fransiz aydinlanmaci hareketi uygun bir sablondur o donem icin. O sablon kullanilmistir. O gun icin cok sik gibi duran bu elbise, bugunku dunya kosullarinda fazlasiyla demode olmustur. Ama hala, dar gelen bu elbisede israr eden, azinlik da olsa, bir kesim var bu ulkede. Yani dusunsenize bir; o elbisenin ciktigi ulke bile kumasi, modeli degistirmis, siz hala yuz elli, iki yuz yil onceki demode kaliplarda israr ediyorsunuz. (Guluyor) Hakikaten de carsida, pazarda bu eski tufekleri kiyafetlerinden bile kolayca taniyabilirsiniz. Yuz senelik gardroplari var. Melankoliktirler yani. Aman! akil sagligi cok muhim!

- Aslinda ‘turban’ konusuna hic girmeyecektim, ama kiyafet konusuna siz girince sormadan edemeyecegim. Ulkede bir turban ya da kimilerine gore basortusu sorunu var midir? Bu konuya bir ozgurlukler meselesi olarak mi bakmamiz lazim sizce?
- Konuyu siyasilestirmek icin her iki kesim de elinden geleni yapiyor. Ancak ben sosyolojik bir cevap vereyim size. Bakin, benim ailemde bir basortusu sorunu yoktur. Neden? Cunku benim ailemde hic bir bayan, basortusu takmaz. Boylece sorun da cozulmus oluyor. Ulkede de sorunu boyle cozmeye calisan birileri var, ve yillardir bu yol deneniyor. Yani cozum su onlara gore: Kimse bu mereti takmazsa sorun kendiliginden cozulmus olur. Peki boyle giyinmek isteyenler var ise, ne olacak? “Onlara da hic bir sekilde bunun icin izin vermezseniz, zaman icinde bu giyim tarzi unutulup gider”. Sorunun boyle zaman icinde cozulecegine inaniyorlardi. Ama unutulmadi. Neden? Cunku din, bu tur bir giyim tarzini istiyordu, ya da oyle inaniliyordu. O zaman, dinde boyle bir giyim seklinin zorunlu olmadigi bu dinin muntesiplerine anlatilmaliydi. Bunu da denediler, biliyorsunuz. Hem de kimler? En basta, bir muhalefet partisi lideri ve hakim bir medya grubu. Hayatlarinda ellerine ilmihal dahi almamis olan, hatta aldiklari kultur ve terbiyede “Allah” inancini birakin, kelimesinin telaffuzunun dahi bir gerilik, akil disilik alameti olduguna inanan anli sanli yazarlar, koselerinde, gazetelerinde fetvalar verdiler, verdirdiler. Bu ikiyuzlu bir tutumdur. Kipa takmanin dini bir vecibe olup olmadigina nasil biz, birileri adina karar veremezsek, Islam dininde de ortunmenin olup olmadigina, o dinin cemaati, cemiyeti kendi icinde karar verecektir. Yani siz hem laik bir yasam tarzinin olabilegini savunurken, bir yandan da dinde basortusunun olmadigini birilerine anlatmak gibi bir misyon edinemezsiniz. Bu apacik ikiyuzluluktur. Velev ki, dinde basortme diye bir sey olmasin. Yine de birileri sosyal hayatta bu tarz bir giyimde israr ediyorsa, ne yapacaksiniz? Yani genis kesimlerden boyle bir talep geliyorsa buna duyarsiz kalamazsiniz, eger ki sosyal hukuk devleti oldugunuzu iddia ediyorsaniz. Ayni sey Kurt dilinde de yasandi, biliyorsunuz. Zamanla unuturlar, dendi. “Yok boyle bir dil, Turkce ile Farsca arasinda kalmis bir lehce” dendi. Olmadi, unutulmadi, aksine bir kesim bu taleplerinde daha da israrci oldu.

- Peki ya cozum?
- Cok kolay. Yuzde yuz demokrasi, yuzde yuz ozgurlukler… Hemen simdi. Yuzde doksan dokuz derseniz olmaz, o turden bir formul tutmaz. Simdiki hukumetin basarisizliklarinin arkasinda yatan da budur. Ona yaranayim, bunun tepkisini cekmeyeyim derseniz, aklinizca boyle bir siyaset yolunu benimserseniz, o formul tutmaz. Yuzde kirk yedi degil, yuzde doksan yedi alsaniz bile yine basarili olamazsiniz icraatinizde. En zayif yaninizdan yakalayip, bogarlar sizi. Ama bu konuda su an pek konusmak istemem dogrusu.

- Hocam cok keyifli bir sohbet oldu. Eklemek istediginiz bir sey var mi?
- Gazetenin biri Serif Mardin hocayla bir sohbet yapmisti, yakin zamanda, hatirlarsiniz. Hoca o kadar sey soyledi, kala kala akillarinda bir tek “mahalle baskisi” kalmis. Onu da anlamak istedikleri gibi almislardi. Ben de merak etmiyor degilim dogrusu, (gulerek) o kadar israfi kelam ettik, yayinlarken neyi on plana cikaracaksiniz diye.
- Merak etmeyiniz efendim. Soylesimiz bagimsiz, ozgur bir blogda yayinlanacak. Read More!

4. Mezara girsen askerden kaçamazsın!

75 yaşındaki oyuncu Erol Günaydın askere çağrılmış. 1960-1962 yılları arasında yedek subay olarak askerlik yaptığını belirten Günaydın “Kızım postadan bir zarf getirdi. Yoklama kaçağı olduğum yazılıydı. Askerlik şubesini aradım, vatani görevimi yaptığımı söyledim, belge istediler. Bize ispat edeceksiniz dediler. 75 yaşında olduğumu, belgeyi getiremezsem ne olacağını sordum. ‘1929 doğumlu birini doktor muayenesi ile askere aldık’ dediler. ‘Ölmüş olsam beni mezarlıktan mı alacaksınız’ dedim. Telefondaki kadın ‘evet’ cevabını verdi. Çok ciddi konuştu. Koca albayın da imzası var gönderilen kağıtta. Kağıt elime geçmese beni inzibatlar götürecekti” demiş.


Zavallım bir de çözüm arıyor :( “Aradan 50 sene geçmiş benden evrak istiyorlar. Eğer senin 50 senedir bununla ilgili evrakın yoksa ben ne yapayım. Türkiye acayip bir yer. Artık burada olan şeylere şaşırmakta güçlük çekiyorum. Türkiye’de artık anormal şeylere kimse şaşırmıyor. Benim kitaplarda, yaptığım röportajlarda hep askerlik yaptığım geçiyor. Yaşar Kemal’le röportajım var askerlikle ilgili. İki sene Ağrı’da Yukarı Biligan köyünde askerlik yaptım. Orada çocuklara kalemler, kitaplar taşıdım. Çocuklara meddahlık yaptım, İstanbul’u anlattım. Sivas’ta askerlik eğitimi gördüm. O dönemde Mehmet Üstünkaya da vardı. Ben şimdi askerlik yaptım diye nasıl ispat ederim. Şahitlerle, yazılarla, resimlerle bunu ancak ispatlarım”.

Şimdi ben buradan nereye gelmek istiyorum! Terzilik, Ahçılık gibi en basitinden görülen işler bile bir meslek olma özelliğine sahip. Askerlik gibi fiziksel ve psikolojik hususların ön plana çıktığı bir işin de meslek olarak algılanması ve bu kurumun kaptığı herkesi askere almaması gerekiyor. Şimdi kişi üniversiteyi bitirene kadar eğitiliyor, sonra da en verimli çağında haydi hoppala 6 veya 12 ay askere! Ekonomik gücümüz olmadan askeri gücümüzün de olmayacağı anlaşılmıyor. Ne yapıyor bu kişiler askerde, koca bir HİÇ! Biz çanakkale savaşlarında önemli bir eğitimli gençliğimizi kaybettik, şimdi bu askerlik sisteminde eğitimli kişilerin bu şekilde askere alınması ile ne farkı var çanakkale savaşının, yani eğitimli kişilerin toplumdan tecrit edilmesi anlamında. Artık savaşların uydudan planlandığı, hedeflerin lazerle vurulduğu bir çağda PKK’yı izlemek için israil uçağı alacağımıza akılcı biçimde hareket ederek, askerliği tam bir meslek konumuna yükseltmeliyiz.

Olayın ikinci boyutu, fiziksel ve psikolojik. Ya kardeşim sen o silahı taşıyabilir misin, hadi taşıdın adam gibi ateş edebilir misin hadi ettin bir kişiyi öldürebilir misin? diye soran yok. Yok yok hiç bir şey bu kadar kolay değil! Yıllarca dogru duzgun egitimi olmayan gençlerimiz dogu da daglarda sehit dustu! Vatan sagolsun dedik gectik ama artık vatanın bu sekilde sağ olmayacağının anlaşılması gerek…çalışmanı yaparsın ortaya dogru duzgun bir askeri sistem koyarsın. En basitinden asker sayısını 8-10 kat azalt 10 askere yaptigin harcamayı 1 askere maas olarak ver. Diğer kesimleri de 1 ay askere al, temel bilgileri ver. Askeri ar&ge birimlerini ve üretimini askere almayacağın kesimden toplayacağın savunma vergisi gibi bir vergi ile artır.

Yada boşver, 75 yaşındaki bir sanatçımızla ugraşalım, askere gitmeyen vatan hainidir diyelim olsun bitsin!
Read More!

Akşamcılık, Özelleştirme ve Serbest Piyasa

Milliyet yazarlarından Hurşit Güneş’in bugün yazdığı yazısından bir bölüm, yorum size kalmış: “Bizde akşamcılık diye bir kavram vardır. Ama bizim akşamcılar 70’li yıllarda parlatmak için aslan sütü (rakı) bulamıyordu. 1994 yılında Yeni Yüzyıl gazetesindeki köşemde rakının özelleştirilmesini önermiştim. Aradan 10 yıl geçti ve rakı özelleşti. Bu fikir bana Yunanistan’ı ziyaret ederken çok cazip geldi. Yunanistan’da o denli marka bolluğu ve rekabet vardı ki. Bu, kalite doğuruyordu. Üstelik çok farklı tatlar tadılabiliyordu. Ayrıca, dünyanın hiçbir ülkesinde devlet vatandaşına zarar verecek maddeleri üretip satmamalıydı. Kuşkusuz denetlemeli. Ama sigara ya da içki üretiminde devletin ne işi olabilir ki? Kaldı ki, bu nedenle sigara ve alkole karşı kampanya uzun süre yapılamadı. Rakı ve onun yanı sıra daha birçok Tekel içkisi özelleşti. Ve hemen hepsi daha etkin bir pazarlama stratejisi gütmeye başladı. Şişeler değişti. Sunum, kalite ve farklı lezzetler kavramı ortaya geldi. Kısacası hayallerim gerçek oldu."
Read More!

3. Gelecek Olan (Kriz)le İlgili Düşüncelerim (II)

Bundan önceki yazımda Türkiye’nin bir “kriz” yaşayacağına pek ihtimal vermediğimi, Türkiye ekonomisinin büyük olasılıkla ekonomik faaliyetlerdeki daralma dönemini “kriz” niteliğiyle değil, reel üretimde yine % 0-2 arası pozitif büyümenin yaşandığı normal bir “resesyon” dönemi olarak atlatabileceğini öngördüğümü söylemiştim. Bunun temel nedeni ise 2001 sonrası dönemin yapısının 1990-2001’den farklılık arz etmesiydi. 2001 sonrasının farklı olmasının ise iki temel sebebi var. Bunlardan birincisi daha önceki yazıda bahsettiğim “Mali Disiplin”, ikincisi ise bugün bahsedeceğim “Enflasyon Hedeflemesi, Dalgalı Kur ve Bağımsız TCMB” başlığı altında ele alınabilir.

Enflasyon Hedeflemesi, Dalgalı Kur ve Bağımsız TCMB

Enflasyon hedeflemesi (EH), doğrudan düşük ve istikrarlı enflasyonu hedef alan ve 1990 sonrası dünyada uygulanmaya başlanan genç bir para politikası rejimidir. Enflasyon hedeflemesi sisteminin Türkiye’ye kazandırdığı belki de en önemli iki şey bağımsız merkez bankası ve dalgalı kur sistemidir.

Bilindiği gibi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası para sisteminin işleyişi, genel olarak, ayarlanabilir sabit kur rejimine dayalı olan Bretton Woods sistemiyle yürütülmüştür. Bu sistemde ülkeler, paralarının değerini ABD Doları cinsinden tanımlamışlardır. Böylece Bretton Woods sisteminde, kura dayalı istikrar programları aracılığıyla fiyat istikrarı sağlanmaya çalışılmıştır. 1970’lerin başında Bretton Woods sisteminin çökmesinden sonra, özellikle küçük ve dışa açık ülkeler fiyat istikrarının sağlanması amacıyla döviz kuru sistemine dayalı para politikası rejimini sürdürmeye devam etmişlerdir. Bu sistemde Gelişmekte olan ülkerin birçoğu döviz kuruna dayalı istikrar programlarının sonucunda ödemeler bilânçosu dengesizliklerine dayalı döviz kuru krizleri yaşamışlardır. Brezilya, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Endonezya, Kore, Meksika, Filipinler, Tayland ve son olarak Türkiye yaşadıkları döviz kuru krizlerinin ardından, EH rejimine yönelmişlerdir.

Sabit kurdaki temel sorun, dış ticaret ve sermaye hareketleri için çok önemli bir yere sahip olan kur değerinin bir biçimde sabitlenmesidir. Siz bir değeri sabitlediğinizde ve bu değer olması gereken değerin altında veya ustunde bulunduğunda (ki bu durum birçok bilinmeyenin yer aldığı ekonomi için çok olağandır) sorun da başlamaktadır. Bu bakış açısında, dalgalı kur sabit kura göre resmi ve piyasa arasındaki dövizin değişim sorununa daha iyi bir çözüm olmaktadır. Eğer almak ve satmak serbestse ve siz karşınızda duran elbisenin yada cep telefonunun değerinin düşük olduğunu düşünüyorsanız onu alırsınız. Eğer piyasa dolar için böyle bir beklenti içerisindeyse onu satın alır, yok değeri hakkında emin değilse riskini minimum kılacak araçları kullanmayı dener yok her ikisini de yapmıyorsa doğan riskin sonuçlarına katlanır. Her durumda riski piyasa devletten daha akılcı bir biçimde yönetecektir diye düşünüyorum. Bu durumda dalgalı kurun şokları daha iyi karşıladığı sonucuna varılabilir.

İkinci önemli nokta, bizim gibi siyasi müdahalelerin aptalca yapılabildiği ülkelerde merkez bankası bağımsızlığının özellikle enflasyon açısından önemli bir güvenceyi temsil etmesidir. Bu konuda Serdengeçti oldukça iyi bir yönetim göstermiş ve merkez bankası bağımsızlığını hukuka yazılı kağıt parçası olmaktan, fiili olarak uygulanan bir bağımsızlık konumuna yükseltmiştir (bana göre hükümetin serdengeçtiyi 2.kez ataması gerekirdi). Hali hazırda elde edilen bağımsızlık gerek merkez bankasının bugunki başkanının gerek hukumetin davranışları nedeniyle zarar görmektedir. Bununla birlikte bağımsız bir TCMB, döviz rezervleri ve dalgalı kurun varlığıyla birlikte düşünüldüğünde “kriz” karşısında önemli bir güvencedir.

Üçüncü nokta ise, EH uygulayan (Brezilya, Şili, Kolombiya,ÇekCumhuriyeti, Macaristan, İsrail, Kore, Meksika, Peru, Filipinler, Polonya, G. Afrika, Tayland) 13 gelişmekte olan ülkenin içerisinde sadece Şili, İsrail ve Peru’nun -%1’leri geçmeyen ekonomik krizler yaşamış olmasıdır. EH rejiminden önce önemli ekonomik krizler yaşamış olan Brezilya, Çek Cumhuriyeti, Meksika, Peru, Polanya gibi ülkeler EH’den sonra ekonomilerinde normal ekonomik resesyonlarla karşılaşmışlardır.

Aslında bir diğer üzerinde durmak istediğim konu, sanayi üretimi, ihracat ve ithalattaki trend kırıcı büyüme…Cari denge ne mi olur? siyasi istikrarsızlık, mikro reform yokluğu gibi unsurlarla birleşerek ekonomiyi bir daralma sürecine çeker… Piyasa’da yıllardır şişen fakat adam gibi iş yapamayan şirketleri v.b. sistemin dışına iter, bizim aklımızı biraz daha başımıza getirir, daha liberal bir anlayış, daha özgürlükçü bir ülkenin gerekliliğini hatırlatır, sürdürülebilir büyüme tartışmalarında “mikro reform, beşeri sermaye, girişimcilik” gibi kavramları biraz daha hayatımıza sokar…Bu aşk burada biter ve ben çeker giderim… Read More!

Gelecek Olan (Kriz)le İlgili Düşüncelerim

Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, ben Türkiye’nin bir “kriz” yaşayacağına pek ihtimal vermiyorum. Diğer bir deyişle, Türkiye ekonomisinin büyük olasılıkla ekonomik faaliyetlerdeki daralma dönemini “kriz” niteliğiyle değil, reel üretimde yine % 0-2 arası pozitif büyümenin yaşandığı normal bir “resesyon” dönemi olarak atlatabileceğini öngörüyorum. Şimdi beni böyle düşündüren nedenler üzerine düşünelim.

Farklı bir dönem (2001 Sonrası)


İlerde yazılacak Türkiye iktisat (iktisat nedir) tarihi kitapları, 2001 sonrasını ayrı bir dönem olarak ele alacaklardır. 1960-1980 arası Devletçi-ithal ikameci planlı dönem, 1980-2001 Piyasa ekonomisi esaslı ihracata dönük sanayileşme politikası ve 2001 sonrası dönem (açıkcası 2001 sonrasını nasıl tanımlayabiliriz diye düşündüm ama net bir ifade bulamadım hala. Bu durum sanırım 1980-2001 tanımlamasına pek inanmamamdan kaynaklanıyor).


Türkiye’de özellikle 1990 sonrası dikkate değer bir dönem, sermaye hareketlerini serbestleştirdiğimiz 1990 sonrası dönemde sürekli dayak yemişiz (kendimize dayak atmışız da diyebiliriz). Bana göre bu dayak yemenin temelinde ise; hükümetlerin popülist, yatırımdan cok harcama temelli saçma sapan harcamaları, piyasa ekonomisi esaslı dememize rağmen küçültemediğimiz devlet kurumları ve bunların verimsizliği yatıyor. 2001 sonrası dönemde (özellikle Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı çercevesinde yapılan değişikliklerle birlikte), Krizlerin oluştuğu temel yapının değiştiğini düşünüyorum. Bugün ortaya çıkacak bir ekonomik daralma, geçmişe göre karşısında daha farklı bir ekonomik yapı bulacak ve belki de bir kriz kimliğine bürünemeyebilecektir.


1. Kamu Maliyesi


Aslında kamu maliyesi bir yönüyle klasik iktisatçıların üzerinde hiç durmadığı bir başka yönüyle de üzerinde en çok durdukları mevzudur. Klasik iktisatçılar, kurdukları bilimsel ekonomik işleyiş içerisinde kamuyu mümkün olduğunca küçük ve dengede varsayarlar. Bu haliyle devlet oyunu bozmayan, sadece oyunun kurallarını mantıklı biçimde koyan, bunlar üzerinde zırt pırt değişiklik yapmayan bir role sahiptir. Eğer kamu maliyesi bir kere bozulursa, oyunun kuralları da işlememeye başlar. Bu noktada artık iktisadı çok da tartışmaya gerek yoktur. Eğer verimsiz bir hareket yapıyorsanız bunun sonuçlarını da bir şekilde cekeceksiniz demektir.


Bizde kamu, ne yazıkki zeka geriliğine sahip çocuk gibi davranmıştır. Kimi okuyucular bunu abartı bir benzetme olarak düşünebilirler, fakat 2001 krizinde düştüğümüz durumu biraz düşünmekte fayda var. Sonuçta borçlanmaya olan ihtiyaç arttıkça ya para basılmış ya vergiler artırılmış yada iç ve dış borçlanmaya gidilmiştir. Para basmanın birincil etkisi enflasyonda görülmüştür. Enflasyondaki artış ve değişkenlik ise, tüm bir ekonominin gelecek planlarını yok etmiştir. Vergilerdeki artış hem ekonomiyi daraltmış hem de kayıtdışılığı artırmıştır. Kayıtdışılığındaki artış, haksız rekabete yol açmış ve liberal sitemin en önemli unsuru olan “dürüst girişimci” zarar ederken, devletle ilişkilerini geliştiren, vergi vermeme yollarını bilen girişimci fayda sağlamış ve son tahlilde ticaret “kurt” işi olmuştur. Böyle bir ortamda, tasarruf-yatırım ilişkisi oldukça zarar görmüştür. Borçlanma kaçınılmaz bir üçüncü yol olmuş ve (sonradan bahsedeceğimiz gibi) sabit kura sahip ekonomik sistemde herhangi bir nedenle tetiklenen ekomik daralmanın kurlar üzerinde ciddi baskı oluşturması sonucunda, TL’de yüksek oranlı değer kayıpları ile sonuçlanan, ekonomik dengeleri alt üst eden ciddi ekonomik küçülmelerle sonuçlanmıştır.
Şekilde KKBG/GSMH kriz öncesi ve sonrası yılını da kapsayacak şekilde verilmektedir. Grafikten görüldüğü üzere, Kriz öncesinde ve Kriz süresince oran yüksek kalırken, kriz sonrası dönemde azaltılmaya çalışılmıştır. 1990-2001 dönemi ortalama KKBG/GSMH oranı % 10.8 olmuştur. Tek başına bu rakam bile dönem boyunca borçlanma gereksinimimizin büyüklüğünü göstermektedir.
Peki 2001 krizi sonrası durum nedir? KKBG/GSMH oranı 2001 krizi sonrası döneme sürekli düşerek 2005-6 yıllarında tarihinde ilk defa negatif değerlere ulaşmıştır. Bilindiği üzere, 2007 yılında seçim nedeniyle bütçede bir gevşeme olmasına rağmen, genel bütçe görünümü hala sağlamlığını korumaktadır. Faiz Gideri / Vergi Geliri oranına bakıldığında ise 2001 yılında vergilerin % 94’ü kadar faiz gideri varken bu rakamın 2007 sonunda % 31.9’a düştüğü görülmektedir.


Aşağıdaki grafik 2007 ve 2008 Ocak-Haziran dönemi merkezi yönetim bütçe gerçekleşmelerini göstermektedir. Grafikten açıkca görülen, 2008 Ocak Haziran döneminde merkezi yönetim bütçesinin yaklaşık 2 milyar YTL fazla verdiğidir. Tüm bunlara bağlı olarak, “Birilerine kapak olacak” borç grafikleri ortaya çıkmıştır. Sonuçta 1990-2001 dönemiyle 2001 sonrası dönemin en önemli ayırt edici unsurlarından birisi “mali disiplin”dir.
Evet görüldüğü gibi, dengeleri bozucu en önemli unsurlardan biri olan kamu harcamaları bir kısıt altına alınabilmiştir. 2001 sonrasını 1990-2001 döneminden ayıran bir diğer önemli özellik olan “Enflasyon hedeflemesi, dalgalı kur ve Bağımsız TCMB” başlığı altında bir sonraki yazıda inceleyeceğiz. Ayrıca yeni bir dönemin diğer alt unsurları olan “sanayi üretimi, küreselleşme, ithalat-ihracat ve cari denge”, “mikro reformlar ve kalıcı enflasyon düşüşü” ile “siyaset, ekonomi, AKP’nin kapatılması ve kriz” konularına da girmek istiyorum. To be continued…
Read More!

Bir Ergenekon Masalı

Nefesi tuttuk bekliyoruz. İddianame açıklanacak da malzeme çıkacak.

Tabi daha iddianame açıklanmadan içeriğini bilenler bir tarafta “nasıl koyduk ama” demek için bekliyor, diğer cenahtaki çokbilmişler de elleri play/pause tuşunda “Ergenekon fos çıktı” yaygarası koparacaklar.

İki taraf da avucunu yalayacak.

Ama diğer yandan, iki taraf da bangır bangır bağıracak. Burası Türkiye, kim fazla bağırırsa o haklı!


En başından beri Ergenekon’dan her bahsettiğimde “Ergenekon kandırmacası” dedim. Devletin türlü noktalarına sızmış illegal bir yapılanmanın gerçekliğine itirazım yok. Hatta bu yapılanmanın gün gibi aşikar olduğunu düşünüyorum.

Ancak devletin içindeki çetelere göbeğinden bağlı olanların olup biteni görmezden gelerek, havayı bulandırmaya çalışması, herkese bok atmaya çalışması şaşırtıcı değil. Koltuk ya da köşe kapma savaşı olanca amansızlığı ile sürüyor.

Ergenekon davasına umut bağlayanlara hayret ediyorum. Çürümüş, kokusu çıkmış bir hukuk sisteminden ne beklediğinizin farkında mısınız? Beklentilerinizi oluştururken, olayları analiz ederken sanki uzaydan gelmiş, bu ülkede işler nasıl yürürmüş bilmezmiş gibi davranmak nasıl açıklanabilir? İt iti ısırmaz diyeyim, bu atasözünü de Esra-Ceyda Ersoy kardeşler yorumlasın!

Ergenekon davası ne olur? En sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. Susurluk davası ne olduysa o olur. Yüksekova davası ne olduysa o olur. Sacit Kayasu’ya, Ferhat Sarıkaya’ya ne olduysa Zekeriya Öz’e de o olur. (Umarım Doğan Öz’e olan olmaz.) Bu nedenle bu bir masaldır, kandırmacadır.

Bundan önceki davalar sanki delil yokluğundan kapandı da herkes Ergenekon davasında delil var mı diye soruyor. Sanki hiç jandarma tankında eroin bulunmadı, sanki hiç Mercedes’in içinden silahlar çıkmadı. Bunları biz yaşamadık! İlhan Selçuk darbecilikle itham edilebilirmiymiş? Hiç yapmadığı şeydi sanki.

Biraz “harbi” olalım mı?

Uzun zaman Türkiye’deki sorunlarının temelinin politik ya da ekonomik olduğu varsayımı ile yola çıktım. Ancak artık bunun adını koyalım. Türkiye’nin sorunu politik ya da ekonomik olmaktan ziyade felsefi bir sorun. Türkiye ekranındaki görüntü bozukluğu zihniyetten kaynaklanmakta. Boşuna alıcılarınızın ayarı ile oynamayınız.

Bugün gösterilen toplumsal refleksler doğal bir felaketle karşılaşan ilkel toplumların "tanrıları" ya da "kötü ruhlari kızdırdık" şeklinde düşünmesinden farklı değil. Bugün "totem"ler yeni kurban istiyor. Sevmeyi ve nefret etmeyi abartarak kişilerin tanrılaştırılması ya da şeytan kategorisine sokulması aynı ilkellikten, felsefi zaaftan besleniyor. Daha açıkçası sloganlarla kamplara ayrılan toplumda vatanseverler vatan haini avında, mücahitler din düşmanı peşinde. Muhammed’e tapanlarla Mustafa Kemal’e tapanlar arasında hiç bir fark yok.

Oysa “kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki o öldü”, kim Mustafa Kemal’e tapıyorsa bilsin ki onun “naciz vucudu toprak oldu”.

Dinci faşistlerle Kemalist mücahitlerin hiç bir farkı yok. Hurafelere çok çabuk inanmak, çok kolay şiddete başvurmak, başa çıkamadığı sorunları görmezden gelmeyi tercih etmek, ritüellerden medet ummak, korkularına karşı yasaklarla duvar örmeye çalışmak, en nihayetinde de sorunların sebebinin ulaşılmaz ilahi bir kaynak olduğuna inanmak aynı felsefi fukaralıktan, aynı temelsiz ideolojiden kaynaklanıyor.

Demokrasiyi, bireysel hakları, inanç özgürlüğünü tek bir meseleye indirgeyip türban sorununu çözünce Türkiye’nin bütün sorunlarının halledileceğini sanmakla sadece Anıtkabir’i tavaf edip yatmadan önce Nutuk’tan pasajlar okuyunca “Cumhuriyet’in ilelebet payidar kalacağını sanmak” aynı felsefi altyapı sorununun yansıması.

Toplumu iki kutba ayırdıktan sonra bir taraf türban ve laiklik palavralarıyla diğer taraf da ergenekon kod adlı sahte kahramanlık dosyası ile kandırılıyor. Tabi bu arada asıl sorunlar rafa kalkmış durumda.

Oysa ortada ne türban (ya da başörtüsü) sorunu var ne de Ergenekon kahramanlığı.

Neydi türban sorunu?

Açıkça ortaya koymakta fayda var. Türkiye’de başörtüsü sorunu ya da mağduriyeti söz konusu değil.

Ortada bir mağduriyet sorununun olması için tamamen gönüllü olarak üniversiteye girmek için başvuran kişinin, başvuru sırasında belirtilmemiş bir şart nedeni ile üniversiteye alınmıyor olması gerekir. Kimse kimseyi zorla üniversite kapısına göndermiyor. Üniversiteye başı örtülü olarak giremiyeceğini bile bile hala üniversiteye girmek için çabalayan kızın, sigara içilmesi yasak olan bir lokantaya girip sigara içmek isteyen kişiden farkı yoktur. Bu şartları önceden bildiğin halde hala zorluyorsan, problem mağduriyet problemi değildir. İçeride sigara içmenin yasak olduğunu bile bile sigara içmekte ısrar ediyor bundan dolayı cezalandırıyorsa, bu kişi mağdur değil salaktır. Türbanla (ya da baş örtüsü ile) kampüse giremeyeceğini bile bile üniversiteye başvuru formunu dolduran kız da aynı durumdadır.

Farkındaysanız, bu yanlışı ortaya koyduğumuz anda sorun türban/baş örtüsü sorunu olmaktan çıkıyor. Sorun, sistemin özgür, kendi kuralını kendisi koyan, kendi şartlarını kendisi belirleyen bir üniversite yapılanmasına izin verip vermediği sorununa dönüşüyor. Var mısınız her üniversite kendi kuralını kendi koysun, isteyen şalvarlı eğitim yapsın isteyen nüdist? Herkes de ona göre tercih yapsın? Yemedi di mi?

Bu sorun bizi bugün uyglanan YÖK açmazına götürmekte. Bugün türban tartışmasında hararetli bir şekilde gardlarını almış olan her iki taraf da bu yanlışta ısrar etmekteler, çünkü çok iyi biliyorlar ki bu noktayı kabul ettikleri an tartışma bambaşka bir boyut kazanacak. Ama sorunu çözmek iki tarafın da umurunda olmadığı için bu noktayı es geçiyorlar.

Aslında biraz dikkatli bir göz başı örtülü kızların üniversite eğitim hakkının da ellerinden alınmadığını görür. Zatı şahaneleri Başbakan Erdoğanın kerimeleri dahil, bir sürü başı örtülü Türk kızı, yurtdışı seçeneği ile üniversite eğitimi almaktadırlar. Yani George Orwell'in ünlü "bazı domuzlar diğer domuzlardan daha eşittir" ilkesi burada da işlemektedir.

Oysa kimsenin özgürlük gibi bir derdi yok. Kavga köşe kapma kavgası. Youtube’u kapatmakta hiç bir sakınca görmeyenler kendileri kapatılınca demokrasi havarisi özgürlük mücahidi kesiliyorlar. YÖK başkanı bizdense sorun yok. Bizden değilse YÖK çok kötü. Bir zamanlar YÖK 12 Eylül’ün bir ürünü olarak bütün solcu grupların hedefinde idi, bugün o gruplar YÖK’ü savunuyorlar. İbretlik bir durum.

Dönelim Ergenekon’a. Boğazına kadar pisliğe batmış bir sistemin çamurlu, balçıklı elleriyle yüzünü silmesi ne kadar temizlikse, Ergenekon davası da o kadar temizliktir. Bu davanın sonucunda, herkes biliyor ki, bir iki günah keçisi bulunacak, bütün sistem temizlenmiş gibi yapılacak. Daha önceki davalarda (Yüksekova, Susurluk,Şemdinli, ve diğerleri) teamül, itiraf edip delilleri ortaya çıkaranların ya da olayın üzerine giden savcıların cezalandırılması şeklinde idi. Bugün de benzeri bir yolda ilerleniyor. Bu tarz olayların üzerini örtmenin en pratik, en kestirme yolu mecliste hemen bir araştırma komisyonu kurmaktır. Yakında bu da kurulur.

Bir de “Hayrihi ve şerrihi minel-ABD” ama daha çok “şerrihi minel-ABD” diyen bir grup da var ki felaketlerin kaynağını kötü ruhlar olarak gören ilkel kavim zincirini tamamlıyor. Bir taraf AKP iktidarını, Başbakan Erdoğan’ı, Cumhurbaşkanı Gül’ü ABD’nin kuklası, 2001 krizinden itibaren gelişen olayları ABD tarafından yazılmış bir senaryo olarak görüyor (Abdurrahman bunları iddianameye bile almış), diğer taraf da bütün Ergenekon pisliklerinin Amerikan oyunu olduğunu iddia ediyor (bkz. Tamer Korkmaz yazıları Yeni Şafak). Her iki tarafın tanrısı da ABD, ama bunu söyleyince çok kızarlar. Halbuki Türkiye’nin bugünkü çıkmazının yegane sorumlusu kendisidir. Friends like this, who needs enemies? Sorumlu kendisi ise çözüm de yine kendisidir. Ancak bunu kabul etmek biraz büzük ister!

Felsefi yoksulluğun çözümü olarak dayatılan, sık sık yaldızlı tepsilerde önümüze sürülen ise “uzlaşma” masalı. Bu tarz mesajları en baş borazancıbaşı Ertuğrul Özkök’ün yazılarında bol bol bulabilirsiniz. Oysa uzlaşma bir çözüm değil, herkesin ağzına bir tutam bal sürerek herşeyin üstünü örtme kavgasıdır. Uzlaşmanın mümkün olması iki tarafında aslında felsefi olarak ne kadar kof olduğunun bir işaretidir. Oysa Türkiye ne çektiyse bu uzlaşmacılardan, “her devrin adamı” olanlardan, bir o yana bir bu yana dönen fırıldaklardan çekti. Bu sistemin ideal tipi, Allahını peygamberini seven, milliyetçi, vatansever, hem laik hem İslamcı, biraz solcu, biraz demokrat, sapına kadar Kemalist, opportunisme bulaşmış "sarışın esmer çekik gözlü Kızılderili zencisi" insanlar. Hani içkisini içen ama ezan okunurken de müziğin sesini kısan tipler. Tanıdınız siz onu. (Biz ne olduğumuzu daha önce açıklamıştık.)

Türkiye'nin ise biraz omurgaya ihtiyacı var.

Uzlaşacaklar mı uzlaşmayacaklar mı hep beraber göreceğiz.
Read More!

Birilerine kapak olsun



Read More!

1. Yeni Başlayanlar İçin Türkiye Hukuk Rehberi

Turkiye’de hayat eglencelidir. Bu nedenle hukuk sistemi bile piyangoyu andirir. Yargi kararlari cekilisle mi belirlenir bilinmez. Ama kimilerine bazen piyango vurur. Bazen de “cikacak.. cikmayacak..” turunden ‘iddaa’lar oynanir: 9-2, 7-4 felan…

Iste boylesi bir dava hakkinda yorum yapmak için hep bu ani bekledimdi. Evet, dava mahkemece bir sekilde sonuclanmadan yorum yapsam, bagimsiz yargiya mudahale etmekle suclanacagimdan bugune kadar susmayi tercih etmistim.

Türk hukuk sistemini bilmeyen, ama ihtiyactan ya da baska bir nedenle ilgilenenler varsa, alin size ucretsiz rehber:


1. Turkiye’de on yillarca suren, ama bir turlu sonuclanmayan davalar vardir. Bu cok dogal kabul edilmelidir. Zira Turk yargiclari, acele ise seytan karisacagina inanirlar.

2. Bazi sansli davalar ise daha kisa surede sonuclanirlar. Bu davalarin 7 – 8 sene gibi kisa bir surede sonuclanmasininin nedeni ise zaman asimidir. Zaman asimini durduran ve kesen unsurlar, ‘advanced topics’ kapsamina girdiginden, daha kapsamli bir hukuk rehberine muracaat ediniz. Ancak bu kadar kisa surede sonuclanan ‘sansli’ davalarin saniklari da sansli saniklar olarak kabul edilmelidirler. Simdilik bu bilgiyle kifayet ediniz.

3. Bir sekilde hakkinizda dava acilir ve tutuklanirsaniz, mutlaka tutukluluk halinizin sona erdirilmesi icin tahliye talebinde bulunun ve bunun icin ne gerekiyorsa yapiniz. Zira tutuklu yargilanmanin pek cok mahzurlari vardir. Bir kacini burada saymak gerekirse,oncelikle uzun suren yargilanma surecinin ardindan beraat kararinin cikmasi olasidir. Bir diger onemli sebep ise tutuklu kaldiginiz surede sucsuz oldugunuza inansaniz ve (akil) sagliniz yerinde olsa bile, yataginizdan dusmek gibi nedenlerle olum riskiniz bulunmaktadir yahut ani bir kararla bir metre yukseklikteki kalorifer borusuna kendinizi asmak suretiyle intihar etme arzusu duyabilirsiniz.

4. Turkiye’de “Anayasal duzeni silah zoruyla degistirmek” diye bir suc oldugunu saniyorsaniz yaniliyorsunuz. Suc olan “Anayasal duzeni silah zoruyla degistirmeye kalkismak”tir. Bu ikisini birbirinden ayirdetmek gerekir. Birincisinde devlet baskani olmaktan tutun da olene kadar bir takim imtiyazlar kazanma gibi en genis haklar elde ederken, ikincisinde yargilanirsiniz. Sonrasinda ne olur? Rehberimizin diger bolumlerine muracaat ediniz.

5. Tum hukuk sistemlerinde oldugu gibi tutuklanirsaniz ve herhangi bir ithamla yargilanirsaniz, diger ulkelerde oldugu gibi yasa geregi size avukat atanir. Bu hakkinizi en basindan itibaren kullaniniz. Ancak islediginiz iddia edilen sucun ehemmiyetine gore sistem size bir avukat atayacaktir. Bu avukat, bazen stajyerligi yeni bitmis bir meslek mensubu olabilecegi gibi bazen de parlamenter duzende onemli bir yerde oturan birisi olabilir. Biz yine de paraniza kiyip iyi bir avukat tutmanizi oneriyoruz.

6. Turk hukuk sisteminde, en onemli unsurlarindan biri olarak “dokunulmazlik” muessesesi vardir. Bahsettigimiz seyin “milletvekili dokunulmazligi” oldugu yanlis anlasilmasina kapilmayin sakin. Bir milletvekilini dava etme ihtiyaci zuhur ederse, cekinmeyin edin. Milletvekilligi suresi, yasalarda 5 yil yazsa da 4 yili gecmez. Dava edeceginiz kisi en kotu ihtimalle bir donem daha secilir. Bu arada dava zaman asimina ugrar mi? Daha once bu konuyu belirttik. Bu konu, Turk hukuk sisteminin en cetrefilli konularindandir. Piyango gibidir, onceden biz bilemeyiz. Ancak asil dokunulmazlara gelince, zaman asimindan cok daha once baska mekanizmalar devreye girecektir. Bu nedenle yazili ve yazisiz dokunulmazlik muessesesi hakkinda hukuk danismaninizdan bilgi talep ediniz.

7. Turk hukuk sisteminde dava dosyalarinin, bazen de bir kamu kurumuna emanete birakilmis delillerin kaybolmasi adiyattandir. Bunu sorun etmeyiniz. Bu tur dava dosyalarinin ve delillerin kaybolacagi aslinda daha en bastan bellidir. Bu sebeple, bu tur davalari acarak ne kendi zamaninizi kaybedin ne de zaten isi basindan askin Turk adliyelerini fazla mesgul etmeyiniz. Burada simdilik bu tur vakalarin, devlet organlari ve memurlari veya sohretli kimseler aleyhine acilan davalarda sikca vuku buldugunu soyleyelim. Daha kapsamli bilgi icin bir hukuk danismanina muracaat ediniz.

Dilerseniz rehberimize, parti kapatilinca –duzeltelim- parti kapatma davasi sonuclaninca devam edelim. Boylece devam eden dava surecine mudahale ederek bagimsiz yargiya mudahale etmeme ilkemizi cignememis oluruz.

Rehberimizin bu bolumunu Turkiye’de sikca kullanilan bir sozle bitirelim:
“Hukuk (rehberi) bir gun hepimize lazim olabilir.” Read More!

Itfa Meselesi

Juriden soz istiyorum. Temmuz-Agustos itfalarinda bahsi gecen 43 milyar YTL rakami dogrudur. Fakat bu itfa konusu fazla abartildi, biraz da 2001 krizi anilari canlanan piyasa ekonomistleri yuzunden. Aciklamaya calisayim.
Bu kadar buyuk itfanin 2 aya sikistirilmasi ilk bakista planlama hatasi gibi gozukebilir. Fakat burada bahsettigimiz devletin yillardir suregelen borclarinin cevrilmesi. Bu dongude bircok etken var. En basiti faiz! Hazine donemin sartlarina ve faizin seviyesine gore ihtiyacindan daha fazla veya daha az borclanablir. Ayni sekilde piyasa da faizin cazibesine gore az veya cok talep gosterebilir.

Ornegin 16 Temmuz tarihinde 13.6 milyar YTL'lik itfa vardi. Niye bu kadar yuksekti? Cunku 16 Temmuz 08 tahvilleri 2 sene once 2006 yazindaki dalgalanma sirasinda ihrac edildi. Hazine faizler yukselis trendine girerken birden yuklu miktarda borclanma yapmayi tercih etti. Hatta 2 ay sonra da ayni kagittan ikinci kez ihrac etti. Bu tip faktorleri goz onune almak lazim itfa tarihlerine bakarken. Ayrica, Hazine de bu durumun cok onceden farkina varmis ki daha bu senenin Subat ayinda Temmuz-Agustos vadeli tahviller icin degisim ihalesi duzenleyerek itfa yukunu azaltti.

Daha onemli nokta, Hazine gecmis yillardaki durumun tersine suan resmen nakit uzerinde yatiyor. Bakmayin laik ekonomistlerin populizm yapiliyor yaygarasina. Ilk 6 ayda ulasilan 23 milyar YTL'lik faiz disi fazla bir yana, toplam butcede bile 2 milyar YTL fazla verildi. Nitekim Hazinenin MB'deki nakit rezervi de 20 milyar YTL'yi gecti. Temmuz-Agustos itfalari spekule edilmeye baslaninca Hazine 2 aylik borclanma planini aciklamisti. Buna gore, butceden gelen faiz disi fazla ve ozellestirme gelirleriyle itfalar kolayca atlatilacak gibi. (Birilerine kapak olacak mi bu spekulasyon? Sanmam!)

16 Temmuz'daki itfada da aynen boyle oldu. 13.6 milyar YTL itfaya ragmen 9.8 milyar YTL borclanildi. Bu strateji gorundugunden de fazla zekice bana gore. Hem daha az borclanarak faize Hazine karar vermis oluyor (dolayli olarak- talebi istedigi noktada keserek), hem de piyasada likidite birakilarak uzun zamandir yasanan sikisiklik biraz gideriliyor.

Bu itfalar konusunda spekulasyon yapanlar ayni takvim cambazlagini simdi YAS ve kapatma davasi tarihleri arasinda baglanti kurarak yapiyor. Yarin dava devam ederken, tipki Buyukanit'in atanmasi gibi, YAS'tan once Basbug'un atanma karari cikinca kapak olacak mi bunlara? Yine sanmam...

Not: Ankara'dan yarismaya katilan Keynesian006 arkadasimiza hosgeldin diyorum. Yazilarin Baskent kokuyor :)
Read More!

Juri Uyesinden Nazik Soru

Juri uyelerimizden bir tanesi yarismaci arkadaslara nazik bir soru yoneltmis, cevap verip vermemeyi kendilerine birakiyorum. Kendilerinden su maili yorumlamalarini istiyor:

Hazine duzenli olarak tahvil, bono, ihale vb. araclarla piyasadan para ceker ve borclanir. Bu borclanmalarda geri odemeyi de duzenli olarak aylik 5 Milyar YTL ile 9
Milyar YTL arasinda yapar. Yani her ay 5 ile 9 Milyar YTL arası geri odeme yapar.
2-3 yıldır yapilan borclanmalarda Temmuz ve Agustos 2008'e oyle bir yuk olusturuldu ki. Cumhuriyet tarihinde gorulmemis buyuklukte. Hazine'nin borc odemelerinin 43 Milyar YTL'si Temmuz 2008 ve Agustos 2008'de. Yani 5 ile 9 Milyar YTL'yi oderken güclük ceken, hatta odeyemeyen, tekrar borclanan hazine, Temmuz ve Agustos'ta 43 Milyar YTL odeyecek.

Bu rakam (43 Milyar YTL) yaklaşık 6 aylık odemeye denk geliyor. Hazine bu parayı bulabilmek icin yine borc alma yoluna gidecek ve bulamayacak. Nereden bulsun piyasada para yok. Para bulamayinca ne olacak ? Ekonomik kriz. YTL olarak para kimde? 2001 krizinden beri bizlere 1.70'lerden $ satan yabanci fonlarda. Bu krizin tarihini onceden hazirladılar. Bilincli bir sekilde hazirladilar.Oyle bir tarihe denk getirdiler ki, sorumlusu AKP olmasin istediler. Yani Temmuz, Ağustos 2008'de kim ne yaparsa yapsin kriz kacınilmazdi.

En onemlisi; Bu krizin sorumlusu kim olacak biliyor musunuz? AKP'nin kapatilmasini isteyen Yargitay Bassavcisi, belki de (kapatilirsa)Cumhuriyetin Anayasa Mahkemesi ve AKP'ye hayir diyen yurtsever muhalefet. Kapatma davasi, tesaduf bu ya Temmuz, Agustos aylarında gorulecek. Belki de kapatma karari cikacak. Diyecekler ki, AKP'ye acilan dava siyasi belirsizlik yaratti, piyasa tedirgin oldu, krizin nedeni budur.
Diyecekler ki, AKP'ye acilan dava nedeniyle siz esnaflar, siz ciftciler,siz memurlar, siz isciler battiniz. Diyecekler ki, AKP'ye açılan dava nedeniyle sizler borclarinizi odeyemediniz, isleriniz durdu, 10 yillardir calistirdiginiz isyerleri kapanmak zorunda kaldi.

Halbuki oyle degil.

Hersey ne kadar guzel olursa olsun, 43 Milyar YTL gibi ödeyemeyeceginiz bir borcu 2 aya ozellikle toplarsaniz kriz gelir. Temmuz, Agustos 2008'i hazirlayan AKP'dir. Kapanma davasini da ozellikle hizlandirmak isteyen AKP'dir. Neden basbakan cirpinip duruyor bir an once bitsin su dava diye. Cunku dava olmasa kriz kendi kafalarinda patlayacak. Bu durumda sorumlunun AKP oldugunu dagdaki koyun bile anlayacak.

Bakın bu yazinin tarihi 30 Haziran.

Turkiye; Agustos, Eylul, Ekim…. aylarinda ekonomik kriz cikaran Cumhuriyet bassavcisini, krizi buyuten Anayasa Mahkemesini ve AKP'nin kapatilmasini destekleyen muhalif yurtsever kisi ve kuruluslari konusacak.

Yaziyi Temmuz'a 1 kala, onceden gonderiyorum ki belki 3-5 kisinin uyanmasina neden olur.

Ozellikle de AKP destekcilerine, kücük isletme sahibi esnaf, ciftci, isci,memur dostlarimiza gonderelim.

Esen kalin…
Read More!

Batan Geminin Mallari

Oncelikle Ekonomix’e ve EkonomiTurk’e tesekkurler. Bu guzel blogda yazmaktan mutluyum. Herkesin ya da en azindan birilerinin ilgisini cekecek bir seyler yazabilirsem ne mutlu bana. Hemen sunu soyleyeyim. Adima bakip profilim hakkinda bir ipucu cikarmaniz yaniltici olabilir. Merak edenler zaten profilime kolayca ulasabileceklerdir.
Hersey bir kac yil oncesinde EkonomiTurk bloguyla tanismamla basladi. Hatta sonrasinda ozenip bir blog da ben kurmustum. Sonrasinda pek yazamadim. Pek musteri de kazanamayinca, yarismayi firsat bilip, burada tezgah acmaya karar verdim. Bakalim iki ayda ne kazanacagiz? Umarim yazmaktan ve okumaktan hep beraber keyif aliriz.

Borsa Nasıl Oynanır  inovasyon nedir    Borsa Yorumları    Petrol Fiyatları    Standart Sapma

Gel vatandas!.. Batan geminin mallari bunnar!..
Bu arada yanciliktan okeye dorduncu olarak oturmaya transfer olan bir amator olarak herkese bol sans diliyorum.
Hadi bakalim… Tas calmak yasak..
Tabelayi tutan Ekonomix’e de guvenim sonsuz. Read More!

Okeye Dorduncu

Blog yazari yarismamiz son hiziyla devam ediyor. Yarismaya dorduncu bir yazarimiz da katilarak rekabeti iyice kizistiracak. Kendisine simdiden basarilar diliyorum.

Borsa Nasıl Oynanır  inovasyon nedir    Borsa Yorumları    Petrol Fiyatları    Standart Sapma Read More!

2 - Vekillerin İllere Göre Dağılımındaki Çarpıklık

Geçen gün TV haberlerine düşen, dün ise gazetelerde yer alan bir habere göre bazı illerin çıkaracağı milletvekili sayısı azalmış, bazılarınınki ise artmış. Önce, 1983’te kabul edilen Milletvekili Seçim Kanununun milletvekili sayılarının belirlenmesine yönelik olan kısmını bir okuyalım. (Kanun çıktığı tarihte meclisin kapalı olduğunu, kanunu kendi kendilerini Milli Güvenlik Konseyine atayan generallerin çıkardığını da bir zahmet hatırlayalım. Kendileri neden para basıp dış borçları ödeyemeyeceğimizi de anlamamışlardı, milletvekili dağılımının ülkeyi nasıl etkileyeceğini de pek anlamamışlar)

Demokrasi Nedir   Küresel ısınma Nedir  Özel Üniversiteler    Bilgisayar Nedir    Teknoloji Nedir

“İllerin çıkaracağı milletvekili sayısının tespitinde toplam milletvekili sayısından her il’e önce bir milletvekili verilir. Son genel nüfus sayımı ile belli olan Türkiye nüfusu, birinci fıkradaki illere verilen milletvekili sayısı çıkarıldıktan sonra kalan milletvekili sayısına bölünmek suretiyle bir sayı elde edilir. İl nüfusunun bu sayıya bölünmesi ile her ilin ayrıca çıkaracağı milletvekili sayısı tespit olunur nüfusu milletvekili çıkarmaya yetmeyen illerin nüfusları ile artık nüfus bırakan illerin artık nüfusları büyüklüklerine göre sıraya konulur ve ilk hesapta iller arasında bölüştürülmemiş bulunan milletvekillikleri bu sıraya göre dağıtılır.
Son kalan milletvekilliğinin verilmesinde, iki veya daha fazla ilin eşit nüfus veya nüfus artığı göstermesi halinde, bunlar arasında ad çekilir.” (imla hatalarından bir kısmını ben düzelttim)

Anlayan varsa beri gelsin. Ben bu kanunla Orta 1’e giderken tanışmıştım. Dönemin hızlı ülkücüsü olan vatandaşlık bilgisi hocamız, 4 ders boyunca illere göre milletvekili dağıtımı anlatmaya çalışmıştı. Sonrasında yaptığı iki soruluk imtihanda soruları sadece ben yapabilmiştim, 44 kişilik sınıftan benden başka bir soru bile yapabilen olmamıştı. Sorulardan birinin “Bir ilin nüfusu 1 (bir) olsa kaç milletvekili çıkarır” olduğunu hatırlıyorum. Cevap, 2 (iki) olacak. Hayali bir il olsa ve o ilde sadece bir kişi yaşasa, o ilden iki milletvekili çıkarmak gerekecekti ve muhtemelen milletvekilliği için ikinci kişi bulunamayacaktı.Yine, bütün ülke nüfusu bir ile toplansa, o ilin çıkaracağı milletvekili sayısı da ancak 390. 160 milletvekilini ise boş olan illerin çıkarması lazım. Zaten bizim seçim sistemimiz böyle, enteresan ön kabullerle dolu. Örneğin hiçbir parti %10 barajını geçemese ne olacağına dair de bir planımız yok. Krallık tahtına geçecek 10000 kişilik listeye sahip Birleşik Krallık ve Başkan ölürse ne olacağına dair 20 kişilik bir listesi ve onlar da biterse genel seçime gerek kalmadan nasıl başkan seçileceğine dair prosedürleri olan ABD’li refiklerimizin kulakları çınlasın.

İstanbul, Ankara ve İzmir’in milletvekili sayıları artırıldığı için belki eşitliğe biraz yaklaşılmış olabilir ama 2007 seçimlerinde bir Tuncelilinin oyu 18 İstanbulluya, bir Hakkarilinin oyu 11 İzmirliye eşitti. Çok da düzeldiğini zannetmiyorum. Bunun üzerine % 10 seçim barajını, Milletvekili listelerine girmek için ön seçimin hiçbir anlam taşımadığını, bağımsız adayların milletvekili olabilmesi için almaları gereken oyun partilerden aday olanlardan daha fazla olmasının gerekmesi gibi bir dengesizliğini koyun, gelin sonra seçilmiş milletvekillerinin halkı temsil ettiğini söyleyin. Olacak iş mi?

Konuyu niye bu kadar dallandırıp budaklandırdığıma gelince, sebebi de şu: Türkiye’de küçük illerden milletvekili çıkarmak büyük illerden daha kolay. Doğudaki illerden milletvekili çıkarmak batıdakilerden daha kolay. (sadece nüfus azlığından dolayı değil, bireysel oy verme yok, toplu oy verme var. Bireyi iknaya gerek yok, lideri ikna etmek yetiyor) O yüzden devletin siyasi mekanizmalarla seçilen kesimleri, daha doğulu, daha taşralı, daha az bireyci. (bunların hiç birini negatif anlamda kullanmıyorum. Sadece olması gerekenden, ülkedeki gerçek rakamlarından daha fazla doğulu, taşralı, az bireyci olduklarını vurguluyorum) Öncelikle konunun bu tarafına değinmek ve bu hatanın düzeltilmesi gerekliliğine dikkat çekmek istedim. Bir de oyundaki bu dengesizlik ve oyununun getirisinin yüksekliğinden ötürü oyun teorisyenlerinin bu işten aslında ne kadar karlı çıkabileceklerini belirtmek istedim. Hangi illere yapılan seçim yatırımının getirisi diğerlerinden daha yüksek, en az seçim harcamasıyla en fazla nasıl milletvekili çıkartılır, kim nasıl yüzde on barajının altına atılır, en az oyla en fazla milletvekili çıkarmak için hangi bölgelere eğilmek gereklidir, bu konularda çalışan bir ekonomist sanırım Türkiye’de epey iyi bir para kazanır. Bakınız, ekonomistlere iş bile bulan bir sitedir Ekonomitürk.

Gelecek yazım bomba gibi gelecek efendim: “Maliye Bakanlığı uygulamalarının Narkotik Şubeye etkisi” görüşmek üzere.
Read More!

1 – Sosyal Güvenlik Reformu I – Olanlar ve Olmayanlar

Sosyal Güvenlik, Türkiye’de her ekonomik konuda olduğu yine devletin görevi olarak görüldü ve başlatıldı. Amele Birliği gibi birkaç deneme dışında Sosyal Güvenlik, kurulması, yürütülmesi, hesaplanması, her şeyiyle siyasi mekanizmaların işi gibi algılandı, ne yazık ki hala da öyle görülmekte. Sosyal Güvenlik Reformu hakkında konuşmaya başlamadan önce, bu noktaya nasıl gelindiğini, detaya girmeden anlatalım.

Demokrasi Nedir   Küresel ısınma Nedir  Özel Üniversiteler    Bilgisayar Nedir    Teknoloji Nedir

Cumhuriyetten önce başlayan, 50’lerde ve 60’larda yasal düzenlemelerinde ilerlemeler sağlanan sosyal güvenlik konusu, 70’lerde bir yasal tabana sahip oldu ve Bağ Kur ve SSK aracılığıyla vatandaştan para (prim) toplanmaya başladı. Özellikle SSK’da toplanan ciddi rakamlar siyasilerin iştahlarını kabarttı ve SSK’da toplanan para, siyasilerin yatırım vb adlarla yaptıkları harcamalar sonucu çarçur olup gitti. Nihayetinde emeklilikler başlayınca SSK’nın gelirlerinden bir kısım da giderlerine gitmeye başladı, 1991 yılında SSK’nın gelirleri, giderlerini karşılayamadı ve ilk kez hazineden SSK’ya para aktarıldı. SSK’nın bu tarihten 4-5 yıl önce battığını söyleyebiliriz sanırım. Bağ Kur ise geçmişe yönelik belli bir miktar ödeyen herkese sınırsız sağlık ve yaşlılık sigortaları sağlaması nedeniyle kurulduğu anda battı diyebiliriz. Emekli sandığı ise, kelimenin tam anlamıyla bir sigortacılık rezaletidir, lakin bunu ayrı bir yerde ele almak daha mantıklı.

Bütün bunların üzerine bir de, Süleyman Demirel, emeklilikte yaş sınırını kaldırdı, zaten batmış durumdaki Sosyal Güvenlik Kurumları kelimenin tam anlamıyla çöktüler. Sorun, ancak 1999’da, Büyük Marmara Depremi’nden birkaç gün sonra toplanan mecliste konu kamuoyundan kaçırılırcasına çözüldü, lakin anayasa mahkemesinden kanunun dönmesi üzerine o da yumuşatıldı.

Bugün itibariyle bizim yaşlı dediğimiz, ekonomik büyüklüğü 2 Trilyon USD’nin üzerinde olan Almanya’da Sosyal Güvenlik açığı 6 Milyar USD iken ülkemizde 20 Milyar USD’nin üzerinde ve kaçınılmaz şekilde artmakta..
İçine girilen inanılmaz büyüklükteki açıklar, yaşlılık aylığı bağlama oranlarındaki karmaşıklık, sağlık sistemindeki eşitsizliğin yarattığı rahatsızlık, yardıma muhtaç kişilere yönelik olması gereken yeşil kart uygulamasının fazlaca suiistimale uğraması gibi nedenlerle reforma gerek duyuldu ve -güya- reform çalışmalarına başlandı. Reform, doğal olarak benim tercih edeceğim şekilde değil, siyasi açıdan az yıpranarak günü kurtaracak şekilde tasarlandı. Benim tercihimi ikinci yazıda okuyacağınızdan burada devletimizin yapmayı denediği reformunu inceleyelim önce:

Reform, ilk başta 5 ana dalda yeni yapılanma sloganıyla başladı:

1- Sosyal Sigortalar,
2- Genel Sağlık Sigortası
3- Primsiz Ödemeler ve Sosyal Yardımlar
4- Hizmet Sunumu Genel Müdürlüğünün kurulması
5- Bilgi İşlem Ağı

Bunlardan Sosyal Yardımlar kısmı, kanun tasarısı haline bile gelemeden gündemden kaldırıldı, zira AKP sosyal yardımların bir düzene girmesini istemiyordu. Belli bir gelir düzeyine ulaşamamış herkese değil, kaymakama veya ilçe örgütüne ulaşabilen ve bu kesimlerce “uygun” görülen kişilere, bütçede para oldukça ve uygun görüldükçe yardımda bulunulmasını istiyorlardı. Sosyal yardımlar bir hak olarak tanınmadı, lütuf olarak kaldı. (ki bence devlet eliyle sosyal yardımlar yapılmamalı, yapılacaksa da bu bir hak olmalı ve siyasi insiyatiften mugayir, objektif bir biçimde yapılmalı) Primsiz ödemeler kısmı (daha çok gazi- şehit maaşları vs), ise bin yıldır olduğu gibi devam etti. Şehit yakınlarına ve gazilere ödenen bu para, zannımca sadece bir işe yarıyor: savaşın maliyetinin bir kısmının sosyal güvenlik maliyetiymiş gibi görünmesine. Ölen veya çalışma yeteneğini kaybeden tek bir askerin devlete maliyeti 1 trilyon liranın üzerinde! Ve bu belki de bir politika olarak Sosyal Güvenlik sistemi içinde gösteriliyor. Savaşın maliyeti saklanıyor. Düşünen yarışmacı arkadaşlarım için buradan aslında güzel bir yazı çıkar :)

Sosyal Sigortalar kısmı, iki amaca hizmet edecekti: kurumlar arası aylık farkını kapatmak ve emekli sandığındaki akıl almaz uygulamalara son vermek. İlkinde, aynı primi ödemiş ücretli çalışan ile kendi işinde çalışanlar arasındaki farkı yok ediyor, herkes için tek bir yaşlılık aylığı bağlama rejimi getiriyordu.
Emekli sandığı için söz konusu eşitlik Anayasa Mahkemesi kararı ile bozulunca bu amaçtan uzaklaşıldı. Zaten, eşitlikte başarılı bile olsa, ödenen prim ile yaşlılık aylığı arasında organik bir ilişkisi bulunmayan, enflasyon oranlarini, faiz hadlerini yok sayan, az prim ödeyeni koruyan, uzun süre çalışanı cezalandıran bu rejim yanlıştır ve sakat doğmuştur, ileride de değişmeye mahkumdur.

Emekli sandığındaki saçmalığa gelince, hayatı boyunca örneğin 1000 lira maaşla çalışmış bir memur, emekliliğine 2 sene kala bi makama atandığında, sanki hayatı boyunca orada çalışıp o şekilde prim ödemişçesine yaşlılık aylığı bağlanıyordu. Özel hizmet tazminatı, makam tazminatı gibi ödemeleri de yine yaşlılık aylığıyla birlikte ödeniyor ve sosyal güvenlik sistemi içindeymiş gibi gösteriliyordu. Makam için verilen ülufe mi dersiniz, adı neyse o paralar da gizlenip sosyal güvenlik açığıymış gibi gösteriliyordu. Bu yanlışı düzelten uygulama da Anayasa Mahkemesi tarafından esastan bozulmuştur. Emekli sandığı, yukarıda bahsettiğim şehit ve gazi aylıklarıyla bu tarz makam tazminatları vs. yüzünden, kendisinden 5 kat daha fazla insana hitap eden SSK’dan daha fazla açık veriyor. Yani, aslında yukarıda bahsettiğimiz 20 milyar dolar rakamı aslında doğru değil, bu rakam için de revizyon gerekiyor.

Genel Sağlık Sigortası (GSS) ise tam evlere şenlik. SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devri ile başlayan ve çeşitli toplum kesimleri arasındaki sağlık hizmetini eşitlemeye çalışan bu amaç, tam da istediğini yaptı: herkesi eşitledi, ama tabi ki daha düşük kalitede. Yeşilkart uygulaması genelleştirildi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan veya burada yaşayan yabancıların hepsi GSS kapsamına alındı ve bunun parasını devletin ödeyeceği konusunda anlaşıldı. AKP’ye ciddi oy kazanımı olarak geri dönen ama kısa sürede SGK’nın aktüeryal dengesini alt üst eden bu uygulama hakkında daha geniş yazmıştım ama daha ben yazımı tamamlayamadan sistem dökülmeye başladı, gerek kalmadı. Eczacılarla, medikal malzeme tedarikçileriyle, doktorlarla, özel hastanelerle kavga başladı, çünkü deniz bitti. Ekonomik göstergeler kötüleştikçe güya herkese verilen sağlık hizmeti verilemeyecek ve yine kaş yapılırken göz çıkartılacak. Bu konu, ABD’de seçim öncesinde tartışılmaya devam ediyor. Umarım doğru yolu bulurlar da biz de Amerika’yı yeniden keşfederiz.

Vatandaşa daha iyi hizmet vermeyi amaçlayan Hizmet Sunumu Genel Müdürlüğü (tek nokta hizmet merkezleri vb.) kurulması konusuna; ve usulsüzlük ve yolsuzlukla mücadele için kilit öneme sahip olacak Bilgi İşlem Ağı konusuna, şimdi girmiyorum. Zira bu devenin bu çok yanlış yerleri eğriyken bu tarz minör yanlışları - veya başarısızlıkları – yazıp çizmenin gereksiz olduğuna inanıyorum.

Zaten uzattık, burada keselim. İkinci Sosyal Güvenlik yazımda “olması gerekenler”i işleyeceğim, ama 40 yıldır bekliyor, 1-2 gün daha beklesin. Daha sonra yine bu konuya teğet geçen kıdem tazminatları ve işsizlik sigortası konuları var. Ama önce daha sıcak bir konuyu işleyelim: Milletvekillerinin illere göre dağılımı.
Read More!