Komik Ifadeler

Dun radyodan mac dinlerken kulagima carpti, spiker "Macin bitmesine sayili dakikalar kaldi" ifadesini kullandi. Futbol maclari 90-95 dakika oynanir, hadi uzatmaya gitti diyelim, 125 dakika. Macin basindan itibaren zaten macin bitmesine sayili dakikalar kalmistir. O yuzden bu ifadeyi macin basinda da ortasinda da sonunda da kullanabilirsiniz.

Komedi iste. Sizin de akliniza gelen boyle ifadeler varsa bizimle paylasabilirsiniz. Uzun yazi yazacak vaktim yok, utanmadan bu tur yazilarla avunun diyorum, n'apayim? Read More!

Güngör Uras olayı

Güngör Uras, bugünkü yazısında yine en iyi bildiği şeyi yapmış. Okuyucusuna bilgi verir ayağına yatarak bir hikayenin sadece yarısını anlatıp usul usul uygulanan ekonomi politikalarına saldırmış. Merkez bankalarının uyguladıkları faiz oranları hakkında bilgi verir ayağına yattığı yazısında özetle şunu söylemek istiyor: Dünyada faiz oranları düşükken bizim Merkez Bankası faizi çok yüksek tutuyor. Bu nedenle bankalarımız yurtdışından düşük faizle borçlanıp Merkez Bankası'na yüksek faizle borç verip köşeyi dönüyor. Bunu gören yabancılar da bizim bankalarımızı alıp duruyor.

Bu yazıya teknik açıdan birçok cevap verilebilir. Örneğin "Bu analizde kur riskini nereye koydunuz Güngör Bey" diye bir soru sorulabilir. Fakat bunu yapmayacağım. Çünkü bu tür adamların kötü niyet ve/veya bilgisizlikten kaynaklanan bu tür analizlerini düzeltmeye uğraşmaktan artık bıktım. (Düşünüyorum, acaba böyle iğneyle kuyu kazmaya çalışmak yerine ciddiye almadığımız yazarlar ile değer verdiğimiz yazarların bir listesini versek ve sadece değer verdiğimiz yazarların yazılarını mı mercek altına alsak? Ne dersin Ekonomix?) Türkiye'de faiz oranının ABD'dekinden yüksek olmasının nedeninin bizde enflasyonun da ABD'dekinden yüksek olması olduğu o kadar açık ki. Enflasyon oranları arasındaki fark kapanmadan bizim faizin ABD'deki faize yaklaşmasının mümkün olmadığı, bunun zorlanması halinde 2001 türü bir kriz daha yaşayacagımız da aynı derecede açık. Profesör ünvanını taşıyan Güngör Uras bunu bilmez mi? Bilmiyorsa yuh olsun. Biliyorsa da, hikayenin bu kısmını anlatmayarak ortalama gazete okuyucusunu kandırıp Merkez Bankası'na ve de uygulanan ekonomi politikalarına güvensizlik yaratmakla neyi amaçladığını bize bir anlatsın.

Güngör Uras'ın yazılarını neredeyse 15 senedir takip ederim. Başlarda, artık benim o dönemdeki ekonomi bilgimin yetersizliğinden mi yoksa onun daha düzgün yazılar yazdığından mı bilmem, kendisine karşı bir tepkim yoktu. Fakat son yıllarda Uras'ın yazılarını, o günkü ruh halime göre, bazen gülerek bazen de kızarak okuyorum. Neşeli bir günümdeysem yazdığı saçmalıklara gülüp geçiyorum. Ne olacak bu memleketin hali diye düşünceye daldığım günlerde ise bu saçmalıklarla ne kadar çok insanı yanlış yönelttiğini düşünüp küplere biniyorum. Çünkü Güngör Uras çok okunan bir yazar ve sıradan okuyucu üzerinde de önemli bir etkiye sahip.

Beni bu duygulara sevk eden Güngör Uras'ın iktisattan az buçuk anlayan diğer insanlar üzerindeki etkisini ise merak edip duruyordum. Geçen hafta NTV'de yayınlanan bir programda bu merakımı biraz giderdim. Söz konusu programda global piyasalardaki dalgalanmanın Türkiye'ye etkisi tartışılıyordu. Konuklar arasında Güngör Uras da vardı. Güngör Uras, bir yerde, lafı nasıl o noktaya getirdiyse getirdi, "Türkiye üretmiyor, dış borç alıp ithalat yapıyor ve onu yiyor" diye, o bildiğimiz argümanları ile, atıp tutmaya başladı. Neyse ki konuklar arasında bulunan Mahfi Eğilmez kendisine itiraz edip biraz frene basmasını sağladı. (Zaman zaman bazı yazılarını eleştirsek de Mahfi Eğilmez ekonomiyi Güngör Uras'tan çok daha iyi bilen birisidir) Bu arada çoğunluğu genç olan diğer konukların ise Güngör Uras'ı "Delidir ne yapsa yeridir" ya da "Yaşça büyügümüzdür, bulaşmayalım" edasıyla dinlediğini fark ettim. Zaten daha sonra tartışmanın ilerleyen bölümlerinde onlardan bazıları da, Mahfi Eğilmez'den cesaret aldıklarından olsa gerek, Güngör Uras'ın sözlerine katılmadıklarını belirttiler. Diyeceğim o ki, az buçuk iktisat (Iktisat nedir) bilgisine sahip olanların çoğu da Güngör Uras'a artık benim gibi bakıyor galiba.

Bakalım yazdığı gazetelerin yöneticileri bunu ne zaman fark edip Güngör Uras'ın ekonomi bilgisi kıt vatandaşları zehirlemesine engel olacak? Aslında gazetelerimizin mevcut yayın politikasıyla Güngör Uras'ın yaptıkları birbiriyle epey örtüştüğü için bu konuda bir umudum yok ama yine de bir sorayım dedim. Read More!

Yoksulların eğitim harcamalarından kaçınmaları akıllıca

Eser Karakas'in 2006 yilinda gazetem.net'de yayinlanan 'Egitim mi, sigara mi ?' yazisi sosyal politikalarin çikmazini bir kez daha gözler önüne seriyordu.
TÜIK anketinin sonuçlari; 'Yoksulların zenginlerle karsilastirildiginda bütçelerinde sigara ve alkol harcamalarına eğitim giderlerinden çok daha fazla oranlarda yer verdiklerini' gösteriyordu.
Bu ankete dayanarak Eser Bey su saptamayi yapmis:
''Egitim sayet verimliligin, üretimin ve dolayisi ile gelirin temel belirleyicisi ise mevcut esitsizlik gelecek nesiller için daha da belirgin hale gelecektir''
Önerdigi çözümün ise yarayacagindan umutlu degil:
'' Kamunun bir 'ortak akil' temsilcisi olarak devreye girmesi ve düsük gelir gruplari için daha fazla kamusal egitim kaynagi ayirmasi talep edilebilir ama unutmayalim ki kamu da kendisinden en çok ne talep edilir ise onu üretmeyi politik bir tavir olarak benimseyen bir kurum. Halkimiz bugün hala genis kesimler olarak egitime büyük talepte bulunmuyor; tütün ya da pancar fiyatlari simdilik daha cazip geliyor ama bu tercih çarpikliginin faturasini gelecek kusak agir ödeyecek.''

Kullandigi 'Tercih Çarpikligi' sözcüklerinin altini çiziyorum. Belkide, demokrasiden umut keserek sosyal mühendislik projelerine bel baglayan 'ulusalci sosyal demokratlarimizi' çok fazla yüklenmemeliydik. Fakat basli basina bir problem olarak görsek bile 'esitsizlik sorununu' çözmek, Eser Bey'in düsündügünden bile zor olabilir. Onun saptamalarindan yola çikarak 'çözüm' bulduklarini iddia edenler çikacaktir. Örnegin; bazi parlak fikirliler zenginlerin çocuklarini egitimesine engel olarak esitligin saglanabilecegini düsünebilir. Polpot rejimi gözlüklü insanlari öldürerek soruna dogru bir sekilde yaklasmisti. 'Güdülerini kullanarak' esitligin ancak sifir noktasinda mümkün olabilecegini farkettiler. Eger esitlik diye direnirseniz, en iyi sonucu elde etmek adina insanlar arasinda sifiri veya ona yakin bir seyleri dagitmalisiniz. Yalniz polpot rejimi degil, hemen hemen bütün komünist-sosyalist rejim denemelerinin az yada çok esitlik kriterinde 'basarili' sayilabileceklerini kabul etmemiz gerekir. Ancak 'basarilari' takdir edilmedi. Neden ? Bir problemi, bu 'esitsizlik' olabilir veya yeri geldiginde 'cari açik', baska bütün diger parametrelerden bagimsiz olarak ele almak bizi çok yanlis noktalara götürebilir. Biz kendimize sunu sormaliyiz; esitligi su veya bu yöntemi kullanarak zorlamak bizleri NELERDEN vazgeçmemize yol açiyor ?

Evet, Eser Bey hakli. Zor kullanmak mutlaka gerekli. Bunu da ancak devlet yapabilir elbette. Fakirlere yüksek pancar fiyati yerine hiç öyle bir talepleri yokken çocuklarina daha iyi egitim olanagi verecegiz ve zenginlere kendilerininkinin yanisira baskalarinin da pahalli egitim masraflarini karsilatacagiz. Diyelimki demokrasiyi ''pass'' geçtik ve vatandaslarinin tercihlerine itibar etmeyen bir hükümeti basa geçirdik. Program yine de basarisiz olacaktir. Çünkü bu yaklasim çocuklarin maddi ihtiyaçlarinin yanisira manevi (ruhsal) ihtiyaçlarinin da olabilecegini göz ardi etmektedir. Belki de asil fark yaratan; ebeveynlerin çocuklarina verdikleri egitim imkanlari kadar onlar için nelerden vazgeçtikleridir.

Bütün diger memelilerde oldugu gibi, insanlarin da yavrularini karsiliksiz olarak beslediklerine inanmaya egilimliyizdir. Ancak alt gruplar söz konusu oldugunda bunun böyle olmadigini düsünüyorum. Her aile için geçerli olmasa bile çocuk, maddi karsiligi olan bir çesit 'yatirim araci' olarak görülüyor. Biraz büyüyünce sokakta, tarlada aileye katki yapmaya zorlaniyor. Kiz çocuklari evlendirilirken baslik parasiyla ticari kazanca dönüstürülüyor. Bunun ötesinde çoculara emeklilik sigortasi olarak bakiliyor. Maddi ve manevi olarak çocuklarin ebeveynlere maliyeti sifira yakin oldugundan, çok cocuk yapmanin en azindan kisa vadede ilave fakirlik yarattigi söylenemez. Halbuki öbür taraftan, en üstteki binde birlik tabakayi bir kenara birakacak olursak, çocuk yapmanin 'sifir getirili' bir yatirim oldugunu görmeliyiz. Aslinda orta sinif için çocuk yapmak onlari 'yoksullastirir'. Manevi yükleri de cabasi. Mala mülke yatırmak yerine çocuklara harcanan paranin onlari fakirlestirdigini kabul etmemiz gerekir. Yoksullarin egitim harcamalari yapmada gönülsüzlükleri, onlari ömürleri boyunca 'göreceli olarak' daha varlikli kilmaktadir. Böyle olmasaydi zenginlerin daha az, fakirlerin daha çok çocuk yapma egilimi söz konusu olmazdi. Zenginlerin egitime daha çok önem vermelerini onlari zengin olmasinin sebebi degil olsa olsa bir yan ürünü olarak görmek gerekir. Bu giderlerine rağmen 'göreceli olarak' varlıklıdırlar. Ebeveynlerin çocuklarina kazandirdiklari parasal imkanlardan çok 'deger yargilari' olabilir. Hayvanlardan farkli olarak insanlar deger yargilarina göre tercih yaparlar. Tercihleri de piyasalar tarafindan degerlendirilerek daha zengin veya fakir ayrimina yol açar. Bakin, eğer miras paradan ibaret olsaydi bütün milli piyango talihlileri Türkiye'nin en zenginleri arasinda yer alirdi. Niye böyle olmadigini hiç düsündünüz mü ?

Ahmet Çavusoğlu Read More!

Gunes ve Su

Bu sefer biraz daha ciddi bir yazi yazacagim. Efendim, ulkemizde hem enerji hem de su problemleri hasil olmus. Cozum nedir?

Once su probleminden baslayalim. Kuresel isinma varmis, bu da kurakliga neden oluyormus. Ankara susuz kalmis, vs. vs. vs.

Colun ortasinda elin Arabi susuz kalmiyor, biz bollugun icerisinde sikinti cekiyoruz. Problem nedir? Problem su fiyatlarinin yeterince yuksek olmamasidir. Bundan bir kac sene once Erdogan'in soylemlerini hatirliyorum "5 cocuklu ailelere su bedava, vs." seklinde. Su bol ya!?
Ote yandan, Deniz Gokce de daha once bir kac kez belirtti, suyun en fazla kullanildigi alan tarim, ciftciler "saldim cayira mevlam kayira" yontemiyle sulama yapiyorlar. Kendi agzindan dinleyelim cozum onerisini:

"Suyun tüketiminin en büyük bölümü tarım içindir. Yıllar geçtikçe kentleşme ve sanayileşme sonucu her tür kullanım, ev kullanımı ve içme suyu kullanımı için gereksinme duyacağımız su miktarının artacağını da düşünürsek, tarımsal sulama konusunda hızla önlemler almamız gerektiği görülmektedir. Tarımsal su kullanımında yapmamız gereken sistematik düzenlemelerin en önemlisi bitkiye suyu “su” aracılığı ile değil (yani salma sulama) suyu bitkinin ayağına götüren “damlama” sulama yöntemini kullanarak götürmektedir. Önemle üzerinde durulması gereken bir diğer yöntem de baraj göllerindeki buharlaşmanın önlenmesi içini alınacak tedbirlerdir. Bugün Hindistan ve Avustralya’da göl yüzeyleri kimyasal maddelerle kaplanarak buharlaşma % 50 azaltılabilmektedir."

Insanlar tabii durduk yere "evet suyu israf etmemek icin para harcayip boru doseyelim, damlama yontemini kullanarak tasarruf saglayalim" demezler. Suyun fiyatini 2-3 katina cikarin, gorun bakalim hepsi nasil paşa paşa nasil damlama yontemine geciyorlar. Yalvarmamiza da gerek kalmaz boylece. Elde ettigimiz kaynaklari da suyla ilgili aritma, donusturme gibi altyapi yatirimlarina harcayabiliriz.

Su ile ilgili olarak su abuk haberi okuyabilirsiniz mesela. Su tuketimi %70 ile tarimda, %20 ile sanayide ve %10 konutta oluyormus. Ciftciler suyun metrekupune kac lira veriyor diye arastirdim ama bulamadim. Simdiye kadar sikayetin her turunu yapan ciftcilerden "SU FIYATLARI COK PAHALI" seklinde bir sikayet duymadigimiza gore su fiyatlari gercekten de ucuzdur demektir. Zaten cogu da kacak kuyular acarak problemi cozuyorlar.

Dunku yazimizda Enerji Bir Sen baskani Ibrahim Simsek'i iskembeden rakamlar salladigi icin elestirmistik. Kendisi kullanilmayan potansiyele ornek olarak ruzgar ve su enerjisini veriyor ve bunun bize maliyetinin $10 milyar oldugunu soyluyordu. Biz de maliyeti hesaba katmadan "potansiyel" zarardan bahsetmenin yanlis oldugunu kaba bir dille anlatmaya calistik. Potansiyelden bahsedeceksek potansiyel cok. Okurlarimizi bu konuda biraz bilgilendirelim.

Birincisi tek bir yontem kullanarak enerji problemine simdilik bir cozum bulabilecegimizi zannetmiyorum. Bu bir bakima yerel bir problem ve her bolgede de cozumu farkli olmalidir. Bence ulkemizde en potansiyel kaynak gunes enerjisidir. Gunes enerjisinden elektrik uretimi petrol ve dogalgazdan hala cok pahalidir ama aradaki fiyat farki kapanmaktadir. Iki sey yapabiliriz. Birincisi, bu konuda calisan bilimadamlarini ulkemize ithal ederek burada arastirma ve gelistirme yapmalarini saglayabiliriz. Ikincisi, hic bir sey yapmadan maliyetlerin dusmesini bekleyebiliriz. Yabancilar nasilsa bu konuda arastirma yapiyorlar. Cevreci ulkeler de yuksek maliyetine ragmen bu urunleri satin alarak gelecekte maliyetin dusmesine katkida bulunuyorlar. Biz bekleyerek gelecekte bu urunleri satin alabiliriz. (Benim tercihim birinci yontem).

Ruzgar enerjisi. Her istediginiz yere koyamiyorsunuz yel degirmenlerini, Ulkemizde bunlarin verimli bir sekilde koyulabilecegi 3-5 yer var, ozel sektor de zaten oralara kurma calismalari yapiyor.

Dalga enerjisi. Evet, Istanbul bogazinin altina veya akintilarin guclu oldugu bolgelere bunlar konularak enerji uretimi gerceklestirilebilir. Ancak bu is bir gram seker icin bir kilo keciboynuzu yemek gibi birsey.

Ayrica, jeotermal enerji kullanarak da enerji uretmek mumkun. Afsin veya Elbistan da boyle bir termik santralimiz vardi yanilmiyorsam.

Neticede yenilenebilir enerji konusunda en buyuk potansiyele gunes enerjisi sahip. Gunesten bir saatte dunyamiza ulasan enerji tum dunyanin 1 senelik enerji ihtiyacini karsilayacak kadar yuksek (Potansiyelden bahsedecekseniz iste size $2 trilyon dolarlik potansiyel, hem de bir saatte). Ancak maliyetler hala yuksek, ama onumuzdeki 5 sene icerisinde petrol ile rekabet edecek seviyeye gelecekler (petrol fiyatlarinin dusmeyecegini, hatta biraz daha artacagini varsayiyorum) diye tahmin ediyorum. Ulkemizde gunes bol, cogu zaman havada bulut bile yok. Enerjide disa bagimliligi azaltmanin bir yolu bu konuda calisacak insanlara yatirim yapmaktir. Ulkemizde bu riski uzerine alacak bir sirket veya kisi oldugunu zannetmiyorum ben. Devletin ITU veya Bogazici gibi bir universiteye bu konuda onde gelen kisileri senede $1 milyon gibi maaslar vererek, ve yapilacak icatlardan %20 kar payi vererek transfer etmesini istiyorum. en kotu ihtimalle, hic bir urun gelistiremezsek bile en azindan dunya capinda bir teknik universiteye sahip oluruz, ve kendi bilimadamlarimizi kendimiz yetistirmeye baslariz. Read More!

Enerji Meselesi (Erke?)

Hurriyet'in haberi:

Enerji Bir-Sen Genel Başkanı İbrahim Şimşek, Türkiye’nin yılda 8 milyar dolarlık suyunun boşa aktığını, 2 milyar dolarlık rüzgarının da boşa estiğini belirterek, “Türkiye’nin yıllık 10 milyar dolarlık kaynağı boşa gidiyor. Türkiye enerji kaynaklarını daha etkin kullanmalıdır” dedi.

Turkiye'de ne kadar cok akilli adam var ya!!! Bu adamin soylediklerini isin maliyetini hesaba katmadigi icin veya teknolojik olarak mumkun olup olmadigina bakmadigi icin elestirebiliriz. Ama kuru bir yazi olur. Ben konuya biraz farkli yaklasacagim, midesi kaldirmayanlar okumasinlar. Boyle lafa boyle cevap verilir, pesinen soyleyeyim.

Ibrahim Simsek 10 milyar dolardan bahsediyor, ben size $50 milyarlik bosa giden bir kaynak gosterecegim. Insanlar ve hayvanlar yedikleri yiyeceklerde bulunan enerjinin ancak %50'sini kullanirlar, geriye kalan %50 ise diski (bok) olarak atilir. Yani yedigimiz yiyecek ve iceceklerde bulunan enerjinin yarisini bir bakima israf ediyoruz. Tepemizde esen ruzgar gibi, veya parlayan gunes gibi bosa gidiyor. Gerci koylerde hayvanlarin pisliginden tezek yapilarak bunlar yakit olarak kullaniliyor ama bu uygulama cok sinirli.

Bu isin rakamsal boyutu ne kadar peki? Bunu hesaplamanin bir yolu 70 milyon insanimizin yilda kac kilo bok urettigini, bunda bulunan enerji miktarini, ve bu enerjinin de parasal degerini hesaplamaktir. Diger bir yolu ise (elimizi hic bulastirmadan) senelik gida ve iceceklere yaptigimiz harcamanin %50'sini hesaplamaktir. Gida urunlerinin enflasyon sepetindeki payi %30'a yakin olduguna gore, ve GSYIH ise $400 milyar olduguna gore hesabi size birakiyorum.

Igrenc olmayan ornekler de bulmak mumkun. Mesela arabalarda kullanilan motorlar da benzinde veya mazotta bulunan enerjinin sadece %50'sini kullanirlar. Devletimiz hemen kanun hukmunde kararname ile bu orani %100'e yukseltirse $10 milyar dolarlik enerji tasarrufu saglariz. Bu isler kanunla olmaz diyorsaniz hemen Tubitak'tan bir iki tane bilim adamina soyleriz, %100 verimlilikle calisan motor icat ederler. Durun durun daha guzelini buldum. Suyla calisan motor icat etsinler, Ibrahim Simsek'in bahsettigi bosa akan sulari da kullanarak bir tasla iki kus vurmus oluruz.

Not: Simdi aklima geldi, yelkenli otomobil de icat edebiliriz, hem boylece ruzgar da bosa gitmemis olur!! Read More!

Turklerin Ne Kadari Turk?

Turk Tarih Kurumu baskani Yusuf Halacoglu'nu elestiriyorlar. Adam belgelere dayanarak bir gozlem yapmis, neticede sunlari soyluyor:

"Dikkat ederseniz ben (bütün Kürtler Türk’tür) demiyorum. Ben, bir bilim adamı olarak belgelerle konuşuyorum. Yaptığım araştırmaların hepsi bilgilere, belgelere, kayıtlara dayalıdır. ” Böyle belge bilmiyorum “ diyenler (Prof. Sait Öztürk’ü kastediyor) hiç araştırmışlar mı? Elimizde 1500’lü yıllara ait defterler, kayıtlar var. Zamanı geldiğinde bunların hepsi açıklanacaktır. "

Gordugunuz gibi adam 500 yil oncesine giden kayitlara bakmis ve kendini Kurt sanan bazi kisilerin Kurt oldugunu ortaya cikarmis, bunu ibraa ediyor. Olay bundan ibarettir. Soyledikleri de buyuk olasilikla dogrudur. Benim asil kafami kurcalayan konu bu degil ama. Tarih Kurumu baskani olarak Halacoglu kendisi de bilir, Turkler 11.yuzyilda Anadolu'ya gelmisler. Orta Asyali Turk kabilelerine bakarsaniz bunlar Turkten cok cekik gozlu Cinlililere ve Mogollara benzerler. Acin televizyonu belgeselleri seyredin. Bu adamlar Anadolu'ya gelince de elleri bos durmamis, Yunanlilarla, Ermenilerle, Kurtlerle, Bulgarlarla, Araplarla ve Slavlarla karismislar. Ondan sonra da ortaya bir karisim cikmis. Oyle bir karisim ki oz Turk'ten baska herbiseye benziyor. (Turkiye'de kac tane cekik gozlu insan var?)

Amerika'ya ilk geldigimde farkettigim seylerden bir tanesi de bu oldu. Kendine "Turk" diyen bizlere en cok benzeyen insanlar Yunanlilar. Osmanli padisahlarinin cogunlugu "devsirme" sultanlardan dogma Rus, Bulgar, Romen cocuklari idi. Adina ne kadar Mehmet de desen, Murat da desen bu gercegi degistiremezsiniz. Bana sorarsaniz Amerika'nin ne kadari Kizilderili ise Turkiye'nin de o kadari orta Asya'dan gelmis, kimseyle karismamis has Turktur.

Haa, Turkler diger milletlerle karismissa bu kotu bir sey midir? Degildir. Neticede insan insandir, hatta bilimsel olarak karismis olmasi daha iyidir, genler ne kadar farkli iki havuzdan gelirse cocuklar da o kadar saglikli olur diyor doktorlar. Genler birbirine yakin ise (akraba evliliklerinde oldugu gibi) cocuklarin sagliksiz dogma ihtimali de yukseliyor. Bunun otesinde A milletinin geni iyidir, B milletinin geni kotudur demek spekulasyondan baska birsey degildir.

Problem Halacoglu denen bu gerizekalinin caktirmadan "has Turk olmak iyidir, Kurt olmak kotudur" mesaji vermesinde. Yoksa elindeki "belgelere" dikkatlice baksa kendisini Turk sanan bir cok kisinin de aslinda "Kurt" oldugunu da gorebilirdi. Maksat soytarilik iste.

Peki hangi milletin genleri daha iyidir? Bence bu soruya yaklasik bir cevabi Gayri Safi Milli Hasila (gsyh), kisi basina dusen Milli Hasila, Ortalama Hayat Beklentisi, gibi degiskenlere bakarak verebilirsiniz. Neticede ben de elimdeki "belgelere" bakarak Turklerin en ustun "irk" olmadigini rahatlikla soyleyebilirim. Bu isler lafla, yan gelip yatarak, iskembeden sallayarak olmuyor; kafani calistiracaksin, rekabet edeceksin, zenginleseceksin. (Konuyu ekonomiye nasil bagladim ama!!) Read More!

Finans ve Ekonomi Kitaplari

Bir okuyucumuz hangi finans ve ekonomi kitaplari okudugumuzu ve tavsiye ettigimizi sormus:

Boğaziçi Üniversitesi 3. sınıf ekonomi öğrencisiyim, amacım iyi bir ekonomist olmak ama tam olarak kendimi nasıl geliştireceğimi bilmiyorum, bu konuda bana tavsiye verirseniz sevinirim. Ekonomi ve Finansın her alanına ilgiliyim, türev araçlardan hedge funds'a kadar, hangi kitabı okumalıyım hangi siteye girmeliyim sizin bilgi birikiminiz kuşkusuz daha yüksek ve yardımınızı rica ediyorum. Buna ek bir sorum olacak, hsbc'de araştırma ve hazine bölümlerine stajyer olarak girme gibi bir durumum var hazine satış masası sizce kendimi geliştirme açısından iyi bir yer mi? hazien satısın tam olarak ne yaptığınıbilmiyorum, ki satış pazarlama gibi işleri sevmiyorum belki hazinedir farklıdır diyorum.

Vakti olan, konudan da anlayan arkadaslar yorumlar kismina tavsiyelerini yazarlarsa sevinirim. Read More!

Hedge Fonlar ve CDO Krizi

Okuyucularimiz sitem etmisler, eskiden krizleri buradan takip ederdik, simdi "tik" yok diye. Bundan 10 gun once bu konuda yazi yazdim, isin ozu aynidir. Selcuk Hakan da konuyu genisce irdelemis (tabii onun bakis acisi daha karamsar).

Krizin adini once dogru koymamiz gerekiyor, 10 gun once soyle acikliyorum:

Yatirim bankalari Moody's ve S&P gibi kredi derecelendirme sirketleriyle birleserek CDO adi verilen enstrumanlardan piyasaya cokca miktarda surmusler. Olaya konu olan CDO'larda collateral (teminat) olarak mortgage kredileri gosterilmis. Buraya kadar hersey normal. Problem dandik kredi skoruna sahip kisilere verilen mortgage'lardan olusturulan CDO'lara kredi derecelendirme sirketlerinin yuksek kredi notu vermis olmasi. Yani normalde B- kredi skoru verilmesi gereken CDO'ya kredi derecelendirme sirketleri A- gibi iyi bir not vermis. Piyasadaki oyuncular da bu A- notuna guvenerek bu kagitlardan almislar, simdi de bu kagitlar ellerinde patlamis.

Problem ev fiyatlarinin dusmesi degil, kaldi ki ev fiyatlari dusmuyor, sabit. Problem foreclosure'lar (yani mortgage'ini odeyemeyenlerin evlerine el konulmasi) da degil. Her ne kadar foreclosure'lar iki katina cikmissa da oran olarak sadece %1 civarindadir. Prime (yani yuksek kredi skoruna sahip kisilere verilen) kredilerin geri odenmeme yuzdesi %0.5, subprime (dusuk krediye sahip kisilere verilen krediler) kredilerin geri odenmeme yuzdesi ise %4.5'dir. Ancak prime kredilerin faiz oranlari %6-7 civarinda seyrederken, subprime kredilerin faiz oranlari %10 civarindadir. Yani su anki haliyle bile subprime kredi vermek cok karli bir istir. Problem yukarida belirttigimiz gibi kredi derecelendirme kuruluslarinin subprime kredilerden olusturulan CDO'lara yuksek kredi notu vermesi yuzunden cikmistir. Kredi notlarina guveni kalmayan yatirimcilar da alim yapmamakta, bu da piyasadaki likiditeyi onemli olcude azaltmaktadir.

Bu isten para kaybedecek buyukbaslar (MS, Goldman, Citi, vs.) kac gundur FED'e likiditeyi arttir diye baski yapiyorlardi. Istediklerini yavas yavas aliyorlar.

Bu arada carry trade yapan Japon ev hanimlari da paralarini cekiyorlar. Bu durum da tum dunya borsalarini etkiliyor.

Hatirlarsaniz secimlerden hemen sonra Oguz Satici hadi faizleri indirelim, biz sicak paranin kacisina dayanikliyiz diyordu. Ben cevap verecektim firsat olmadi, piyasalar cevabini verdi.

Bugunlerde gozlemledigimiz sermaye yerdegistirmesinin kisa vadeli etkileri abartili olabilir. Mesela Turk bankalari cok ucuzladi. Toz duman yatistigi zaman bu kagitlar yine deger kazanacaktir. Faizlerin indirilmesi biraz daha uzun bir zaman alabilir ama faizlerin arttirilmasini beklemiyorum. Askerler de darbe yapacak gibi gorunmuyor, nerede o eski askerler be!!

Amerika'ya gelince. Selcuk kaldirac etkisini bayagi abartmis gibime geldi, Hedge Fonlari da Las Vegas'taki kumarcilardan beter tarif etmis. Isin dogrusu sudur. Bu insanlar kaldirac da kullanirlar, risk de alirlar ama buyuk cogunlugu risklerini kontrol altinda tutarlar. Cunku bu kisilerin ilk amaclari capital preservation, yani ellerindeki sermayenin korunmasidir. Daha sonra getirilere bakarlar. Gecmisleri temizdir, kimse tanimadigi birisine gelip milyonlarini gozu kapali teslim etmez. Yine de her sene 1-2 tane hedge fon cok buyuk paralar kaybeder (bu parayi da diger hedge fonlar kazanir, orasi ayri hikaye). Ozellikle fiyatlarin bugunlerde oldugu gibi sacmaladigi ve likiditenin olmadigi zamanlarda bir kac tane hedge fonun ters koseye yatmis olmasini garipsememek de gerekir. (onumuzdeki gunlerde bu haberler ortaya dokuldugu zaman sasirmayin). Neticede bu fonlara para yatiran kisiler cok az riskli ortalama getiriler (%8 civarinda) elde ederler.

Bu olup bitenler Amerikan borsasinin gocmesine neden olur mu? Bu tartismalari yeni yapmiyoruz, ilk kez duymussunuz gibi davranmayin. Bundan 6 ay once de ayni tartismalari yapiyorduk. Degisen tek sey piyasaya yeni haberlerin geliyor olmasi. 6 ay once dediklerimize gidip bakin, simdi dediklerimizden farkli degil. Fazla vaktim yok, dakika dakika update beklemeyin, yeni bir durum olursa yazarim.

Bu arada bir seyi soylemeyi unutmusum. 2002 yilinda Amerika hafif bir resesyon yasarken subprime foreclosure oranlari simdikinin iki kati olan %9 civarinda idi. O zaman gokkubbe Amerika'nin basina yikildi mi? Kaldirac da yeni icat edilmedi. Read More!

Amerikan Gayrimenkul Sektoru

Amerikan gayrimenkul sektörü olacağını ve bu sektördeki gelişmelerin çok yakından takip edilmesinin gerekliliğini vurgulamıştık. Nitekim beklenen kırılma oldu. Hem de beklenenden çok daha önce oldu. Şu an kırılmanın henüz tepe noktasına gelmediği kanaatini taşıyoruz. Ancak burada bir noktayı belirtmekte fayda var. Bizim ekonomi köşe yazarlarına çok fazla itimat etmeyiniz. Amerika’da gayrimenkul sektörü filan çökmemektedir. Sapasağlam yerinde durmaktadır. Sorun ortada dolaşan likit paranın yaptığı yatırımların getirilerindeki spekülasyonlar dolayısıyla likiditenin ciddi şekilde azalmasından kaynaklanmaktadır. Bilmece gibi yazdığımızın farkındayım. Bunu biraz açalım. Piyasalarda neler olduğunu tarihi gelişimi içinde anlamaya çalışalım.

Adım 1: Yüksek Risk Grubuna Kredi Vermekte Oldukça Rahat Davranıldı1996–2004 yılları arasında verilen gayrimenkul kredilerinin sadece %9’u yüksek riskli gruplara veriliyordu. Yüksek kredi riski olan grup genelde gelirini belgeleyemeyen veya düşük kredi skoruna sahip kişi ve ailelerden oluşuyordu. Ancak gayrimenkul fiyatlarında yaşanan yükseliş durumu kredi ödemelerini yapacak kadar elverişli olmamasına rağmen değer kazanımından gelen artış sayesinde bu kişilere ciddi kazançlar sağlıyor ve kredi ödenemezse bile ev satılarak ciddi kazançlar elde ediliyordu. Bu da durumu tam elverişli olmasa bile ev almak için insanların sıraya girmesini sağladı. Bu insanlar düşük kredi skoru dolayısıyla yüksek faize de evet demek durumunda kaldılar. Ayarlanabilir faizli krediler alıyorlar ve ileride gelir daha çok olacak umuduyla ilk birkaç yıllık ödemeyi düşük tutuyorlardı. Bu da borç veren bankaları ve şirketleri oldukça memnun etti. Bu süreç beraberinde pastanın büyümesini sağladı. Market ayrıca çok da karlı idi. Bu büyüme 2004 yılından sonra özellikle ivme kazandı. 2004–2006 yılları arasında toplam gayrimenkul kredilerinin yüzde 21’i yüksek riskli gruplara verildi. Toplam yüksek riskli kredi tutarı 2006 yılında 600 milyar doları buluyordu ki bu toplam marketin beşte bir büyüklüğüne denk geliyordu.

Adım 2: Freddie Mac ve FannieMae gayrimenkul kredilerini seküritize eden kurumlarFreddie Mac ve Fannie Mae, gayrimenkul kredilerini bir havuzda toplayarak bunları tekrar satan yarı özel kuruluşlardır. Çok sıkı kurallara sahiptirler. Amaçları piyasada likiditeyi sağlayarak daha çok kişiye kredi imkânı sağlanmasıdır. Bankaların ürettiği gayrimenkul kredileri bu kurumlar satın alır ve bir havuzda toplayarak daha sonra garantili gelir elde etmek isteyen emeklilik fonları vb. gibi yatırımcılara tekrar satarak piyasanın ve bankaların yeni kredi açmalarına imkân sağlar. Bu kuruluşlar kuralları gereği belli bir kredi skorunu tutturamayan kişilerin ve 417000 doların üzerinde satılan evlerin kredilerini satın almaz. Böyle olunca bankalar likiditeyi sağlama ve bu kredileri değişik kâğıtlar haline getirmek için yeni yollar buldular. Bu kredileri bir araya getirip türev finansal araçlar üretmeye başladılar ve bu finansal araçları satarak gelir elde etmeye koyuldular. Finansörlerde bu şekilde güzel para kazanıyordu. Pek çok hedge fund da bu işten güzel paralar kazandılar. Evler değer kazandıkça krediyi alanlar da kazanıyordu. Kısacası kazan kazan döngüsü oluştu.


Adım 3: Finansal Türevler piyasada kapışıldı
Bu kısım aslında çok teknik bir konu ancak ben mümkün olduğunca sadeleştirmeye çalışacağım. Sabrınız varsa devam edin. Zaten bu aşamaya kadar geldiğinize göre gerçekten piyasada neler olup bittiğini merak ediyorsunuz demektir. Yukarıda bahsi geçen iki kurum yüksek riskli kredileri satın almıyordu. Böyle olunca yüksek riskin yanında yüksek getiriye de sahip bu krediler bir havuzda toplanarak RMBS (Residential Backed Mortgage Securities) kağıtları oluşturuldu. Ancak bu kağıtlar çok riskli kağıtlar olduğundan büyük fonlar pek yanlarına yaklaşamıyordu. Öyleyse bu kağıtları da risk gruplarına ayırarak ve daha güvenli farklı çeşitlerdeki borç kağıtları ile birleştirerek yeni enstrümanlar elde etmek gerekti. Bu enstrümanlar finans dilinde bilinen tabiriyle CDO’lar (Collateralized Debt Obligations) dan başkası değildi. En basit tabiriyle riskli risksiz farklı cinsten borçları bir araya getir. Sonra bunları aynı riski içerecek şekilde parçalara böl ve bol paralı yatırımcılara sat. Başta yüksek olan riski de bu sayede bir kişi yerine pek çok kişiye bölerek azalt. Mantık bu şekilde işledi. Piyasa bu konuda o kadar ileri gitti ki CDO’ları da birleştirip tekrar bölerek yeni CDO’lar üretiyorlardı. Artık buna finans dilinde inovasyon deniyor. Ancak siz nasıl bir tabir uygun görürseniz onu söyleyin. Bu sayede piyasada inanılmaz bir likidite oluşuyordu. Tatlı karlar elde edildikçe piyasadaki likidite de büyüyordu.
Burada basit sihirbazlıklar da yapıldı. Kredi derecelendirme kuruluşlarının derecelendirme tekniklerini bilen kurumlar bu CDO’ları burada çok iyi finansal not alabilecek fonlar haline getirdiler. Bu sayede garantili yatırım yapan fonlar bu kredi notlarına güvenerek aslında çok da risksiz olmadıkları halde bu kağıtlara yatırım yaptı. Ne de olsa Amerikan hazine bonolarından çok daha fazla kar getiriyorlardı.

Adım 4: Kaldıraç (leverage) Hesaplar İşin Tuzu Biberi Oldu
Hala sıkılmadınız merakınız daha da arttı. O zaman size bir finans mekanizması daha anlatalım. Bir milyon dolarınız var. Gittiniz yatırım yapacaksınız. Bankanız size dedi ki senin 1 milyon doların var ancak al sana 2 milyon da borç 3 milyon dolarlık fon al. Kısaca hesabındaki bir milyon nakitle üç milyon dolarlık risk aldın. Bu parayı değerlendiren fon senin paranı aldı ve aynen yukarıdaki mekanizmayı kullanarak parayı 9 milyon yaptı ve bunu bir hedge fund (risk fonu)’a yatırdı. Hedge fund aynı yolu kullanarak parayı 27 milyon yaptı derken para büyüdü de büyüdü. Bir milyonluk nakit yüzlerce milyon dolarlık bir işlem oldu. Sonuçta en sondaki finansal yatırım aracındaki yüzde birlik bir azalış senin başta yatırdığın bütün nakdi sıfıra indirecek bir mekanizma haline geldi. Kazanç imkânı katlanırken kayıp imkânı da katlanmış oldu.

Adım 5: Carry Trade ayrı bir likidite sağlama yolu olarak kullanıldı.Japonya uzun bir durgunluğun ardından sıfır düzeyinde faizlerle muazzam fazlalar sağladı. Bu fazla para da tabii olarak yüzde sıfır faiz kazandığı yerden daha yüksek faizli ülkelere kaçacaktı. Bu fazlaları çok cüzi faiz miktarıyla alan fonlara kaldıraç hesapların da yardımıyla bu paraları gelişmekte olan piyasalarda değerlendirmeye başladılar. Enflasyonla boğuşan Türkiye gibi ülkeler reel faizleri dünya ülkelerine nazaran daha yüksekte tutarak bu likiditeden faydalanmaya başladılar. Bu sayede milyarlarca dolar ülkeden ülkeye geçerken kur riskini de göze almış oldular. Tabii her şey güllük gülistanlık herkes güzel para kazanırken hiçbir problem yok. Ancak bu likit sermaye akımlarının bir gün yön değiştirmesi gerektiği de kaçınılmaz bir son. Bu açıdan en kısa sürede bu finansal piyasalara konuşlanan likiditeyi uzun vadeli yatırımlara dönüştürmenin yollarının bulunması gerekiyordu.

Adım 6: BEKLENEN GUN GELDİ Mİ?Bütün bu süreçte sermaye hareketleri inanılmaz bir hız kazandı. Bu risk fonları ve diğer enstrümanlar sayesinde para karın bol olduğu yönlere doğru çok hızlı hareket etmeye başladı. Gelişmekte olan piyasalar bundan oldukça olumlu etkilendi. Cari fazla veren ülkeler bu gelirleri akıllı değerlendirerek yatırıma dönüştürdüler. Piyasada dolaşan paranın oldukça fazla olması sayesinde tüketiciler oldukça ucuza buldukları kredilerle geleceklerini bir anlamda ipotek altına aldılar. Ancak bu saadet zinciri devam ettiği sürece hiçbir problem olmayacağı öngörülüyordu. Güzel paralar kazanıldı. Ancak ciddi risklerin alındığı da gözden kaçmıyordu. Bulanık sularda balık avlanmaya başlandı. Özellikle hedge (risk) fon’ları oldukça hesapsız ve büyük riskler aldılar. İsmi tamamen tersine riski dağıtmak anlamına gelse de hedge fon’lar riski temsil eder hale geldiler. Bir kısmı emtialara bir kısmı petrole diğer kısmı farklı para birimlerine oldukça büyük yatırımlar yaptılar. Geçen yıl birkaç hedge fon’un batmasının ardından ilk sinyaller alınmıştı. Ancak yine de bu kısa süreli bir belirsizlik ve gereksiz risk alımı olarak öngörüldükten sonra tekrar eski yola devam edildi. BU fonlara ancak büyük yatırımcılar para koyabiliyorlardı ve koyulan fon da minimum milyon doların üstünde olmalıydı. Ancak geçen yıl ki ilk sinyalden sonra yatırımcıların iştahında önemli bir azalma oldu. Ancak bu sinyal küçük bir sinyaldi ve çabuk unutuldu.

Adım 7. Amerika’da Gayrimenkul Fiyatları Duraklıyor.Amerika çok büyük bir market ve tüketici kredilerinin önemli bir bölümü de gayrimenkul kredilerine doğru kayıyordu. Dolayısıyla piyasada oluşturulan finansal enstrümanların büyük bir kısmı da yine bu markette alınıp satılan evlere dayandırılıyordu. Ancak son bir yıldır. Bu markette enteresan gelişmeler oluyor. Öncelikle belirli bölgelerde gayrimenkul fiyatlarında ciddi duraklamalar var. Ancak bu duraklamaya balon söndü, fiyatlar göçtü demek için çok erken. Birincisi bu gelişmeler bölgesel bazda gelişmeler ve California, Florida, New York marketleri gibi genelde fiyatların çok şiştiği bölgeler. Ev fiyatları burada yukarıda bahsedilen Freddie Mac ve Fannie Mae kredi limitinin çok üstünde. Dolayısıyla nispeten zenginlere satılan yerler ve jumbo krediler olarak anılan krediler. Ancak bunun dışında bölgesel sektörlerde de fiyatlar çok düşmemesine rağmen piyasada satılığa çıkan ev sayıları rekor üstüne rekor kırıyor. Ortalama 5 ayda satılan evler bir yıldan fazla markette kalabiliyor. Yandaki grafik bu gerçeği gösteriyor. Yeni ev arzı rekor şekilde düşüyor. Yapılmaya başlayan yeni evler de azaldıkça azalıyor. Kısaca insanlar evleri satmak istiyor alan yok. Yeni ev üreten şirketler zarar üstüne zarar ediyorlar. Markette satılan ev sayısı da artınca yeni gayrimenkul üreten şirketler yeni projelere başlamıyorlar. Başladıklarını bitirip satmakta zorlanıyorlar. Ancak henüz bu sıkıntılar fiyatlara tam anlamıyla yansımıyor. Yansıyan piyasalarda da çok kısıtlı bir etki gözleniyor. Ancak bir kısım gözlemciler bu etkinin fiyatlara yansımasının 2008 de daha fazla hissedileceği kanısındalar.

Adım 8: Yüksek Riskli Gayrimenkul Kredileri Geri Ödenmiyor ve Foreclosures ArtıyorYukarıda bahsettiğimiz şekliyle düşük ödemeyle başlayan riskli kredi kullanıcıları ev fiyatlarındaki duraklama ve belli sektörlerdeki azalmayı görünce kredilerini geri ödememeye başladılar. Neden ödesin ki? Evini sattığında bile kredi borcunu kapatamıyor ve üzerine de para vermesi gerekiyor. Dolayısıyla önce krediler ödenmiyor sonra da evler bankalara bırakılıp çıkılıyor. Bu tür evlere foreclosures deniyor. Ve son iki yıldır foreclosures evlerin sayısında ciddi artış var. Bankalar bunları likit hale getirmek zorunda. Bu da ev fiyatlarındaki düşüşe zemin hazırlıyor. Ev fiyatları düştükçe foreclosures’lar artıyor. Önemli bir kısır döngü oluşuyor. Ancak bu etkiler henüz bütün mortgage piyasasını sarmış değil. Sadece yüksek riskli kredi pazarında oluşan etkiler bunlar. En çok korkulan da bunun yüksek kredi skoruna sahip ve riskli olmayan ailelerin aldıkları evlere de sıçraması. Ancak henüz böyle bir etki yok. İlk etapta göze çarpan kredi faizlerinin düşen piyasaya rağmen artması oluyor. Sakin liman arayan para da hazine bonolarına kayınca orada da faizler düşer hale geldi.

Adım 9: Batan Krediler Küçük Ama Kaldıraçla Finansal Enstrümanlara Etki Çok Büyük
Dikkatli takip etmişseniz bu başlıkta ne demek istediğimiz de hemen anlaşılmıştır. Kredileri ödeyemeyen grup küçük ancak bu krediler RMBS’ler CDO’lar aracılığıyla toplandı ve başka kredilerle birleştirildiği için bu zararın kimlere gittiği ve kimleri etkileyeceği meçhul bir hal aldı. Zira kredi dereceleriyle de trikler kullanılarak oynanmış ve olduğundan yüksek notlar almıştı bu finansal enstrümanlar. Bu durumda siz bir yatırımcı olsanız ne yaparsınız? Tabii ki bu fonlardan paranızı çekersiniz. Yatırımcılar da bunu yapmaya başlayınca bir anda ortalık karıştı. Likidite artık ciddi bir problem halini aldı. Bir de kaldıraç kullanıldığını hesaba kattığınızda %3-5 lik düşüşler bile sizin milyon dolarlarınızın buharlaşması anlamına geliyor. İşte tam da bu yüzden önce riskli gruplara kredi veren şirketler birer birer batmaya başladı. Piyasadan en büyük payı alan banka ve şirketler bu fonların battığını açıkladılar. Dananın kuyruğu da burada koptu. Para bu finansal enstrümanlardan daha garantili limanlara, hazine bonolarına kaydı. Bu şirketler de artık fonları çevirecek likiditeyi de bulamaz oldular. Riskini paylaştıranlar diğer alanlar sayesinde buradaki zararını kapatmaya çalışıyor. Ancak pek çoğu ellerindeki finansal enstrümanları (CDO, RMBS) fiyatlandıramıyor bile. tabii olarak olan yatırımcıya oluyor. Paranı alamıyorsun. Fonlar fiyatlandırılamadığı için yeni krediler alınamıyor. Piyasada henüz gayrimenkul fiyatlarında bir düzelme görülmediğinden yeni yatırımcı çekmek de imkan dahilinde değil. Tam bir bataklık.

Adım 10: Carry Trade Yoluyla Finansman Sağlayan Fonlar da Riski Görüp Geri Kaçıyor
Bu risk ve sıkıntıyı gören risk fonları da Japonya gibi ucuz kredi veren ülkelerden topladıkları paraları gelişmekte olan ülkelerde ve yüksek getirili bu enstrümanlara yatırmışlardı. Ancak riski görünce bu kredilerin geri dönüşüm zamanı geldiğini düşünerek paraları geri göndermeye başlıyorlar. Bu da Japon Yen’inin önemli oranda değer kazanmasını sağlıyor. Asya borsalarını vuruyor. Zira malları artık daha pahalı alıcılar için. Gelişmekte olan piyasalar ciddi oranda etkileniyor. Yüksek getirinin yanında riski gören likit fonlar kaçıyorlar. Kısaca önemli bir kelebek etkisi oluşuyor.

Adım 11: Merkez Bankaları Likidite Sorununa El Atıyor
Bahsi geçen sıkıntılar gün yüzüne çıktıkça borsalardan da para çekilmeye başlıyor. Fonlardan para çekiliyor. Paralar buharlaşıp kaldıraç hesaplar piyasadaki parayı emdikçe emiyor. Bankalar arası faizlerde ciddi bir yükseliş görülmeye başlıyor. Tam bu sırada Merkez bankaları duruma el koyuyorlar. Öncelikle Avrupa Merkez Bankası piyasaya likidite vermeye başlıyor. 9 Ağustosta 130 milyar dolar, 10 Ağustosta 90 milyar dolar piyasaya sürdüler. Bu miktarlar 11 Eylül’den sonra piyasaya sürülen likiditeden daha fazla oldu. Ardından Uzak Doğu Merkez Bankaları ve son olarak da Amerikan Merkez Bankası (FED), piyasaya likidite sağlayarak gecelik bankalar arası faiz oranlarını aşağıya çekmeye çalışıyor. Perşembe günü tek kalemde 17 milyar dolar sürüyor. Bu 11 Eylül’ün hemen arkasından enjekte edilen paradan çok daha fazla. Cuma günü bunun da yeterli olmadığı görülünce bankalara verilen Merkez Bankası Kredi oranlarını 6.25’ten 5.75’e çekerek en önemli sinyali veriyor. Ancak burada da bu etki sonlanacak gibi durmuyor. Yakın bir zaman da 5.25’te bulunan gösterge faizlerini de aşağıya çekmenin gerekliliği ortaya çıkacak.

Adım 12: Tüketim de Bundan Çok Olumsuz Etkilendi ve Etkileniyor.
Artık tüketici kredileri çok zor bulunuyor. Evlerin değerlenmesinden gelen artışları da kredi olarak değerlendiren tüketiciler bu duraklamayla birlikte harcamalarını önemli oranda azalttılar. Bu sayede ekonomik büyümede de önemli bir azalma olacak gibi duruyor. Kısaca henüz bu kısır döngü atlatılmış değil. Sonuç olarak bu olanlara gayrimenkul balonu patlıyor demek yanlış bir tanım. Çünkü sorun yeni finansal enstrümanlardaki hesapsız artış ve bunun oluşturduğu hayali bir bolluktan daralmaya geçilmesidir. Carry trade olayın tuzu biberi olmuştur. Gayrimenkul fiyatlarındaki azalma henüz başta olduğundan bu piyasadaki yüzde 10 15lik bir azalma bu sıkıntının az riskli kredi piyasasına da sıçramasına yol açabilecek ve asıl dananın kuyruğu o zaman kopacaktır. Ancak ben etkinin bu kadar derin olacağı kanısında değilim. FED faiz indirimlerine çok daha kisa surede başlayarak bu sorunu bertaraf edecektir.
Selcuk Hakan (selcukh61.blogcu.com)
Read More!

Batmayacağız.

Henüz piyasalar alev alev yanarken bir kaç tahmin yapacağım. Son dalgalanma Türkiye'yi batıracak mı ? Hayır. Kalıcı zararlar verecek mi ? Hayır (2006 dalgasının sonuçlarını hatırlayın) . Bu dalgayı atlattığımızda karşımıza bir yenisi çıkmayacak mı ? Yine hayır.

O zaman günü kurtarmak gibi bir hedefimiz olmamalı. Şunu unutmayalım: Her durumda satacaklar. Istediginiz kadar döviz satın, faizi çıkartın, indirin, durum değişmeyecek. Kendine güvenen bir Merkez Bankası piyasaların toparlamasını sabırla bekler. TL'nin akımı durduracak şekilde yukarı doğru esnemesine izin verir. TL'nin zayıflaması kalıcı olmasa bile pek çok sektörü rahatlatır, sanılanın aksine 'enflasyon' falan da yaratmaz. Geçici fiyat artışları hariç (TÜFE'den bahsediyorum).

Ne yapabilir ? Faizi savunabilir. Dolar bugün 1.8 olsa bile dört hafta sonra 1.2'ye düşmeyecek diye bir kural yok. Görüldüğü gibi 'yüksek faiz' bizi dalgalardan korumuyor. Üstelik enflasyon düşme yolunda değil mi ? Geçen sene yaptıkları gibi faizi tırmandırmamalılar.

Ahmet Çavuşoğlu Read More!

Ikiyuzlu Dogan medyasi ve Colasan olayi

Normalde artik 'malum nedenlerle' bloga yazmama karari almisken oyle seyler oluyor ki istisna yapmak durumunda kaliyorsunuz. Bu acidan yokluguma alismis olanlari sasirttiysam pesinen ozur diliyorum. Bakarsiniz arada 'tarafli yazar' kadrosundan ilerideki gunlerde de sasirtici 'post'lar yapabilirim. Ikinci olarak, yazim yine 'ekonomi' ile ilgili olmayacak. Ekonomi konusunda yazmamaya kararliyim. (Aydin Dogan ucreti karsiligi bir gazetesinde ufak mufak bir kose teklif ederse o ayri tabiiki...)

Kismetse bir veya iki hafta icinde yeni cumhurbaskanimiza kavusuyoru. Gec oldu 'insallah' 'guc' olmaz. Ama bu konu ile de ilgili yazmayacagim.

Son gunlerin en onemli konusu Hurriyet gazetesinin kemiklesmis kalemsorlerinden, bir zamanlar Ozal'in oldugu gibi bugun de Erdogan ve AKP hukumetinin en acimasiz elestirmenlerinden Emin Colasan pek de ani olmayan bir operasyonla kosesinden uzaklastirildi. Bu son, eger bir sonsa, ne zamandir belli idi, zaten Colasan da ne zamandir kendini buna hazirliyordu. Ancak bu operasyon buz daginin sadece gorunen kismi.

Simdi filmi biraz geriye saralim:

28 Subat 1997'de baslayan surecin en buyuk, en onemli saksakcilarindan biri oldu Hurriyet ve Ertugrul Ozkok...

(Oooo baba fazla sardin geriye........ Oynat biraz Ugurcugum....)

Peki... ANAP'in ve Mesut Yilmaz'in iktidarin bir ucundan tuttugu donemler ayni zamanda Dogan Medya'sinin hem Turkiye'de hem de Almanya'da operasyon sahasini genislettigi donemler olmustu... (Yine olmadi, oynat Ugurcugum)

Yine peki.... 2006 yilinin ortalarindan itibaren Hurriyet gazetesi (ve Vatan gazetesi dahil Dogan Medyasi) tum stratejisini Recep Tayyip Erdogan'in cumhurbaskani olmasini engelleme hedefi uzerine kurdu. Bu planin bir bacagini AKP hukumetini zayiflatarak mumkunse bir koalisyon iktidarina donusturmek oldu. Hatirlayin once Mehmet Agar'i cilalamaya basladilar... (Hoppalaaaa simdide Mehmet Agar cikti. 'Agar Roman' akla Susurluk'u getiriyor. Sahi Susurluk'u unutturmaya calisan medya grubu hangisiydi. Ya da o donemde yurtdisinda burnundan yumruklanan bir siyasetci hatirliyor musunuz?)



Neyse.... Nisan ayi gelene kadar tum oyun Erdogan'in cumhurbaskani olmasini engelleme uzerine idi. (Bu plan bir partinin hedefi ile de tipatip ayni ama bak sen su rastlantiya...) Ama Nisan ayinda Erdogan herkesi ters koseye yatirip da Abdullah Gul'u cumhurbaskani adayi yapinca bir anda kisa bir saskinlik oldu. Ama alternatif plan hemen devreye sokuldu. 'Pasam Pasam kalksana, neler oluyor baksana' nakaratli yazilar Dogan medyasindan ardi ardina firina verilirken 27 Nisan muhtirasi geldi. (Leman dergisinin harika saptamasi ile Genelkurmay hukumete MSN titresimi gonderdi) Bu surecte Ertugrul Ozkok basta olmak uzere Hurriyet gazetesi ve Dogan medyasi acikca darbe yanlisi bir tutum izledi. Gundemi saptirdi. Plan bir anda, AKP'yi en zayif aninda yakalamisken bir kasik suda boguverelim planina donustu. Dort koldan ataga gecildi, secim sureci manipule edildi. Ancak secimler samar gibi Hurriyet gazetesinin ve Dogan medyanin yuzunde patladi. Secimin asil maglubu bu medya grubu ve bu medya grubunun haberlerine fazlaca inanan CHP'nin oldu.



Peki secim sonuclari sonrasinda Hurriyet gazetesi 'acaba nerede yanlis yaptik, neden secim sonuclarini ongoremedik, dogru analiz yapamadik' dedi mi? Demedi. Neden demedi? Iste zurnanin zirt dedigi yer burasi. Cunku Hurriyet gazetesinin olaylari analiz etme gibi bir derdi yok. Hurriyet gazetesinin asil amaci 'olaylari izlemek degil yonlendirmek'. Tabloit gazeteciligi yaptiklarini Ertugrul Ozkok kac kez itiraf etti. (Gerci Turkiyedeki gazetelerin yuzde 90'i tabloit yuzde 10'u da bulten niteliginde. Malum, Zaman, Cumhuriyet gibi bultenler angaje olduklari politik gorusler nedeni ile tabloit gazeteciligi yapamiyorlar. Ancak Star, Yeni Safak (ulusalcilarin tabloit gazetesinin adi neydi yahu?) gibi tabloit gazeteleri bunlarin acigini kapatiyor. Bu yuzden bir sene kadar once gunde 10'a yakin gazete okuyorum hepsi yarim saatimi aliyor dedigimde okuyucular benimle dalga gecmislerdi. Ama bence daha fazla zaman ayirmak israf...)

Neyse, konumuza donelim. Dedik ki Hurriyet gazetesinin olaylari analiz etme gibi bir derdi yok. Hurriyet gazetesinin asil amaci 'olaylari izlemek degil yonlendirmek'. Bunun icin de her yol mubah. Dolayisi ile secim yenilgisi Ertugrul Ozkok abimize 'viz geldi tiris gitti'. Ertugrul Ozkok ve korosu bu kez basbakan Erdogan'a ve cumurbaskanligi adayi Gul'e akil vermeye basladilar. Ulkeye 24 Temmuz gunu gelip de secim sonuclarindan haberi olmayan birisi "galiba Erdogan ve Gul secimi kaybettiler, bu gazete kosecileri de dogru analiz ettiler, simdi de akil veriyorlar" fikrine kapilabilirdi. Yahu secimin hemen birkac gun oncesinde yuzde 80'imiz CHP'ye oy verecek kalanlar da bagimsizlara demissin, secimden once yaptigin tum analizler yorumlar yuzseksen derece yanlis cikmis, azicik otur, dusun. De ki biz yanlis yol izledik okuyucularim, ozur dileriz, bu mevkide de kalamayiz fedakarlik yapip koltuklarimizi koselerimizi dogru analiz yapan arkadaslara ya da hic yapmamis olanlara doldursunlar. Yamadilar. Ne yaptilar: Halk dusmanligina devam, askeri kasimaya devam, aba altindan sopaya devam, akil vermeye devam. Uzlasma, fedakarlik, sovalyelik vs. Icini bosaltmadiklari kavram kalmadi.



Peki Emin Colasan bu resimde nereye oturuyor? Burada en onemli faktor hukumete en muhalif gibi gorunen yazarini kovarak hukumete yanastigi izlenimini verdi. Bu zokayi AKP ve Erdogan yutmaz. Zaten amac da onlara yutturmak degil. Amac halka yutturmak. Su anda AKP taraftarlarina (ulkenin yuzde 50'sini olusturuyor) sorarsaniz Dogan medyasi yalanci, tarafli ve AKP karsiti. Ancak AKP karsitlarina sorarsaniz bu defa Dogan medyasi en buyuk hukumet destekcisi. Iste butun denklemin sirri burada yatiyor. Herhalde Ertugrul Ozkok disinda kimse bunu basaramazdi. Amac AKP'ye en acimasiz elestiriyi yapip AKP yanlisi gibi gozukmek. Emin Colasan bu noktada tedavul degerini yitirmis bir isimdi. Bozuk para gibi harcanmasi gerekiyordu ve harcandi.

Maalesef harcandi. Maalesef diyorum, cunku Emin Colasan bunu haketmedi. Sayin Colasan'in yazilarini okumam. Kendisinden hazzetmem. Ancak 24 Ocak kararlarinin perde arkasini anlattigi kitabi dolayisiyla kendisine borcum vardir. Emin Colasan bu ulkenin olaylari en manipule eden ve carptirarak yazan yazarlarindan biridir. Ancak bu sekilde yazmasini dogru bulmasam da bu sekilde yazma hakkini sonuna kadar savunurum. Emin Colasan'in Hurriyet gazetesinden sik olmayan bir sekilde kovulmasi uzuntuyle karsilanacak olan bir olaydir. Protesto edilmelidir, tepki gosterilmelidir. Bu yaziyi yazmaktaki amacim da sayin Colasan'a destek vermek. (Kendisinin umurunda mi bilmiyorum).

Dileyen Colasan'in stepnesi olarak gazeteye alindigi dusunulen Yilmaz Ozdil'le bir kiyaslama yapsin. Bir defa sayin Colasan bilgili bir adamdir. Ozdil gibi kara cahil kahvehane uzmani degildir. Ikincisi Colasan aciktan yalan yazmaz. Yanlis yazarsa duzeltir. Dogrulari da kismen vererek carpitma yoluna gider. Ama aciktan yalan yazmaz. Ozdil icin ise yalanin bini bir paradir. Hemen hemen her yazisinda aciktan yalan soylemekte karsisindakini enayi yerine koymaktadir. Ucuncusu, ben Colasan'in kendi vatandasina bidon kafa, salak, dangalak gibi hakaret ettigini duymadim. Ozdil hakaretin nasil yapilacagi konusunda sokak kabadayilarina rehber olabilir.

Sayin Colasan'a ayip yapildi. Dileriz sesimizi buradan duyarabiliriz kendisine.

Not: Yaziyi aceleyle yazdim, post ettikten sonra baktim ki cok yazim hatasi var. Ama zamanim yok, o yuzden duzeltmedim. Ozur diliyorum. Read More!

Yeni Sezon

Yok, Abdullah Gul'un cumhurbaskanligina adayligiyla ilgili yazmayacagim. Global piyasalardaki dalgalanma uzerine de yazmayacagim. Bu hafta sonu $20 bastirip Digiturkwebtv'ye bir aylik abone oldum. Fenerbahce macinin tamamini seyretme firsati buldum. Fenerbahce oncelikle tam kadro mucadale etmedi, ama bu yapacagim analizi degistirmiyor. Macin basinda bence gercekten de cok guzel futbol oynadi, tek ve isabetli paslarla hizli futbol oynuyorlardi (Tumer'i ayri tutuyorum). Ancak Tomas'in gitmesinden beri bir turlu toparlanamayan defansin gobegi bu sene de cok zayif gorunuyor.

Bu su demek. Fenerbahce UEFA kupasinda bu sene de basarili olamayacak. Sampiyonlar ligine katilmalarini beklemiyorum, katilabilirlerse basarili sayilmalilar.

Besiktas'in macini seyretmedim, Galatasaray'in macini ise parca parca seyrettim. Oncelikle sunu belirteyim ki Hakan Sukur dandik bir golcu, iki gol attigina bakmayin. Ceza sahasi disindan atilan goller maci kazandirdi. Kafa toplarini gole cevirecek bir golcu alinmasi gerekiyor Galatasaray'in ciddi bir hucum gucu olabilmesi icin. Defans hakkinda bir yargiya varamadim, Rize cok zayifti. Read More!

Kimliginiz baskalarina saldirmaz, hemkimliklerinize yuk olmaz degil mi ?

Küresellesme sürecinde hemkimlilik (daha dar anlamda etnikdaslik'da diyebiliriz) kaderde ve tasada her seyi paylasmak anlamina gelmiyor. Galatasaray’li kimligini yakaniza takmaniz, elinde döner biçagiyla Fener’lileri 'dograma' isine girisen 'takimdaslarinizi' anlayisla karsilamanizi gerektirmez. ''Hem-kimliliklerimizin bankalarina sahip çikalim, karsi-kimliliklerin elimize geçmesin'' dendiginde, dayanisma ruhu aniden saha kalkmayabilir. Tersine ''Hemkimligim bana ödemem gereken yeni bir fatura gönderdi. Ama geçmiste benim kestigim faturalardan ödenen oldu mu, bugüne kadar verdiklerimden ne kadari geri döndü ?'' gibi sorular kafalarda dolasabiliyor. Bu oldukça yeni bir gelisme.

Sanirim geçmiste bir kimlik etrafinda birlesmek birey için vazgeçilmez bir gereksinimdi. Discovery, National Geo. gibi kanallari seyrede seyrede, binlerce yil önce etnik veya dini kimliklikleri çok daha kritik rol oynadigini anlayabiliyorsunuz. Etnikdaslarinizla birlikte bir bölgeyi iskan ederken çogalip çogalip bölgenize sigamaz hale geliyorsunuz. Bir kisminiz terkedip baska yerlere göç etmek zorunda kaliyor. Ama bir de ne görüyorsunuz, orada topragi sahiplenen baskalari da var. Ne yaparsiniz ? Gayet basit. Diger hemkimliklerinizle birlikte bu türdaslarinizi kiliçtan geçirmek, topraklarina el koymak. Böylece yasamininizi sürdürme sansiniz olacak, aksi takdirde doga geregini yapacak. Iste kimlik DAYANISMASI budur. Daha dogrusu geçmiste böyle bir dayanismaya ihtiyacimiz oldugu için bu tür KIMLIKLERE ihtiyacimiz vardi. Bütün türdaslar, öyle veya böyle hemkimliklere bölünmek zorundaydi, çünki bütün 'hem'lere yetecek kaynak yoktu. Ya onlar, ya biz. Yada çok geçmeden doga geregini yapacak. Sanirim bu eylem sekli DNA'larimiza o kadar derin kazinmiski, etnikdaslik sözkonusu oldugunda bütün deger yargilarimizdan arinabiliyor, birbirimize son derece acimasiz davranabiliyoruz. Bütün hayatta kalabilenler, yani bizler, kim olursa olalim bu mirasi tasiyoruz. Yedi milyar 'homo sapiense'den bir tanesi bile bu mirasin disinda kalamaz gibi geliyor bana.

Ancak tablo o kadar karanlik olmayabilir. Su soruyu da kendimize yöneltmeden son noktayi koyamayiz: ''Eger bu ölçüde vahsisek bize kalan bu mirastan niye rahatsiz oluyoruz ? '' Demekki toplumsal hayatimizdaki 'deger yargilarimiz' bu tür davranis kaliplarini mahkum ediyor. Biz kendimizi yerden yere vurabiliriz ama bilim adamlari (ben Nat.Geo.'in yalancisiyim) yakin akrabalarimiz olan primatlarla karsilastirildiginda bizi oldukça 'bariscil' buluyor. sempazelerin hiç bir nedene yokkan sürek avina çikarak diger gruptaki sempazeleri öldürdügünü biliyor muydunuz ? Açliktan veya alanlarini isgal etmek için degil. Ayrica grup içi yasamlarina tamamen kaba kuvvete dayanan acimasizlik hakim. Halbuki insanlar onlarla karsilastirilmayaca ölçüde SOSYAL, bütün dünyayi ele geçirecek kadar basarili olabilmelerinin sebebi de bu olabilir. Primatlar yalnizca küçük grular halinde sosyallesebildikleri halde insanlar muazzam ölçeklerdeki gruplar içinde 'dayanisabiliyorlar'. Kime karsi ? Elbette doganin acimasizligina. O zaman dogal seleksiyonun, niye yalnizca insanlara has olan 'deger yargilarina' göre karar verme yetenegini sahip olan BIZLERI seçtigini anlayabiliyorsunuz.

Yalniz çok hassas bir nokta var. Sizi yok etmeleri mi, yoksa sizinle dayanismalari mi hayatta kalma sanslarini artiracak ? Bir türlü karar veremiyorlar. Top iki tarafa da gidebilir. Bana öyle geliyorki insanlar arasina ne kadar çok bag kurabilirsek 'dogruyu' seçmeleri o kadar kolaylasir. Küresellesme sürecini kayitsiz sartsiz desteklememin sebebi iste bu inanç, ultra-kapitalistligim veya mega-liberalligim degil. Karamsar degilim. Açikcasi etrafimda dolasip duran 'homo sapiense'leri hayranlikla seyrediyorum. Dünyanin ta öbür yanindan, hiç görmedigim, insan olma disinda baska bir sey paylasmadigim homo sapiense'lere de benimle dayanisma içinde bulunduklari için minettarim. Kim hakli çikiyor sizce ? Adam Smith mi, yoksa Malthus mu ?

akhmet çavuşoğlu Read More!

At Gözlüğü ile Enflasyona Bakış

Geçenlerde "Enflasyon 37 yıl öncesine döndü" diye bir haber okumuştum. Bugün işten güçten biraz vakit bulunca acaba doğru mudur diye bir bakayım dedim. Bunun için de TCMB-EVDS'den yararlanarak aşağıdaki grafiği hazırladım. Yalnız bu sefer enflasyona her zaman yaptığım şekilde değil de at gözlüğüyle bakmayı denedim.


Aaaa, hakikaten de bu gözlükleri takınca herşey farklı görünüyor. Mesela demincek gözlüğü takmadan önce enflasyon gerçekten düşmüş diye düşünürken şimdi sadece konjonktürel bir dalgalanma olduğunu fark ettim. Çok düzenli olmasa da dalgalanma dalgalanmadır. Bu dalgalanma esnasında enflasyon biri 1980'de biri de 1995'te olmak üzere iki kez zirve yapmış. Daha önce biri 1968'de biri de 1982'de olmak üzere iki dip varmış. Şu anda yaşadığımız da enflasyonun üçüncü kez dip yapmasından başka birşey değil.

Sıkı durun, bu arada korkunç bir de kehanetim var. Grafikteki iki zirve arasındaki mesafe ne kadar dikkat ettiniz mi? 15 yıl. Eee, son zirvenin üzerinden ne kadar geçmiş? 12 yıl. Demek ki 2010 civarında enflasyon yine bir zirve yapacak. Sakın bu kadar kısa bir dönemde böyle birşey olmaz demeyin. 1980 ile 1982 arasında nasıl zirveden dibe gidiş olduysa, 2007 ile 2010 arasında da dipten zirveye çıkış pekala olabilir.

Ayrıca olmasa ne olur birader. Bu ülkede yıllardır at gözlükleri ile analiz yapıp "kriz geliyor, kriz geliyor" diye kehanette bulunan iktisatçılar (Iktisat nedir) hala el üstünde tutulmuyor mu? Belki bu kehanetimiz tutmazsa bizi de bir fark eden çıkar. Evet, evet, kesin karar verdim. Bu at gözlüklerinden birini her daim el altında tutmakta fayda var. Read More!

Yurtdisinda Neler Oluyor

Su siralar hic vaktim yok, o yuzden de yurtdisinda neler oluyor sorusuna bir turlu el atamadim. Simdi de cok vaktim yok, hemen sadede gelelim. Olay yeni bir olay degil. Yatirim bankalari Moody's ve S&P gibi kredi derecelendirme sirketleriyle birleserek CDO adi verilen enstrumanlardan piyasaya cokca miktarda surmusler. Olaya konu olan CDO'larda collateral (teminat) olarak mortgage kredileri gosterilmis. Buraya kadar hersey normal. Problem dandik kredi skoruna sahip kisilere verilen mortgage'lardan olusturulan CDO'lara kredi derecelendirme sirketlerinin yuksek kredi notu vermis olmasi. Yani normalde B- kredi skoru verilmesi gereken CDO'ya kredi derecelendirme sirketleri A- gibi iyi bir not vermis. Piyasadaki oyuncular da bu A- notuna guvenerek bu kagitlardan almislar, simdi de bu kagitlar ellerinde patlamis.

Yani problem dusuk krediye sahip insanlarin aldiklari ev kredilerini odeyemiyor olmalari degil. Problem piyasadaki CDO'larin kredi notlarina duyulan guvensizlik. O yuzden de kimse CDO almiyor, millet parasini gidip Amerikan Hazine bonosuna yatiriyor. Bundan iki ay once 10 yillik faizler %5.3 iken bugun bu faizler %4.7 seviyesine dusmus bulunuyor. Yani yatirimcilar su siralar riskten uzak duruyor, kredi almak isteyen sirketler de bundan dolayi kredi alamiyorlar.

Anlayacaginiz kredi derecelendirme sirketleri bir kredi problemi yaratmislar (nedense kimse acik acik bunu soylemiyor gordugum kadariyla). Korkulan bu kredi probleminin daha da buyuyerek ulkeyi resesyona goturmesi.

Benim temennim tek kelimeyle ifade edilebilir: keskeeeeeee. Ancak oyle olacagini zannetmiyorum. New York City civarinda ev fiyatlari cok yuksek, bir turlu dusmek bilmiyor. Kiralar da igrenc bir sekilde yuksek, dusmesini de beklemiyorum. Ulke genelinde de ev fiyatlari ya cok artiyor ya da cok az azaliyor (%-3 ile %3 arasinda bir artis oranina sahip). Bu bizim burada gecen seneden beri yaptigimiz tartismanin bir devami aslinda. Hatirlarsaniz Subat ayi sonunda da dunya piyasalari bu "mortgage" krizinden dolayi gocmustu. S&P500 endeksi 1360 seviyesine gerilemisti. Ben o zamanlar Krugman veya (neydi su diger Hispanik herifin adi) Roubini gibi ekonomistlerin karamsar tahminlerinin aksini iddia etmistim. Bugunku krizin en kotu noktasinda S&P500 endeksi 1430 seviyesine geriledi. Yani hala Mart ayina gore %5 daha yukarida. Kaldi ki bugunku artislarla birlikte S&P 500 endeksi 1475 seviyesine yukselmis durumda.

Firsattan istifade ben de 1450 seviyelerinden buyuk alislar yaptim. Hatirlarsaniz bundan bir kac hafta once S&P endeksi 1535 seviyesindeyken bu sene sonunda endeksin 1500-1600 araliginda bir yerde olacagi tahminini yapmistim. Bu tahminim hala gecerli.

Insanlarin hafizalari cok zayif. 2000 senesindeki dev hisse senedi balonu patladiginda, NASDAQ endeksi degerinin %80'ini kaybettiginde bile ulke sadece ve sadece hafif bir resesyon yasamisti. Ekonomi sahipsiz degil, ortada gercekten ciddi bir risk olsa, Fed duruma el atar zaten.

Neyse, vaktim bu kadar. Simdiye kadar surdurdugum pozisyonumda bir degisiklik yapmiyorum, ilgilenenler arsivlerden eski yazilarimi okusunlar.

Haa, unutmusum. Bizim borsa niye dusuyor (Borsa Yorumları)? Sebebini soylemistim, Abdullah Gul (dususun %5 Amerika kaynakli, %5'i de Abdullah Gul). Hazretler Cumhurbaskanligi adayligini ima ettikten sonra bizim borsa Brezilya'nin %4-5 altinda bir performans gosterdi. Varsin bu isin maliyetini Ali Babacan hesaplasin (Tayyip Erdogan'i isin icine katmasinlar, o matematikten anlamiyor anlasilan!!).

Ben bizim borsada 55000 seviyesinde bir miktar satis yapmistim (hisse senedi portfoyunun %10'u kadar), su ana kadar da alis yapmadim, onu da belirteyim.

Update: Ugur Gurses bugunku yazisinda bizim soyledigimizin tersi bir pozisyon almis, soyle diyor:

"'Mortgage krizi', Amerikan piyasasında mali varlık fiyatlarının 'dur-kalk' biçiminde iniş ve çıkışlarla devam edeceğe benziyor. Bunun durulduğu, geçip gittiği değil, tersine giderek derinleştiğinden bahsedilebilir. ABD'deki kredi piyasası daralıyor. Bizce en önemli gelişme bu. Bunun etkileri, küresel bir kredi daralmasına yol açacak. Bunun da birincil ve ikincil etkileri olacak. Birincil etkileri, gelişmiş ülke ekonomilerinin yavaşlamasıdır. İkincil etki ise bizim gibi, bu likiditeden yararlanan, cari açığını fazlasıyla finanse eden ülkelerin olanaklarının azalması olacaktır." Read More!

Olmadı Mahfi olduralım

Mahfi Eğilmez, bugünkü yazısında Merkez Bankası'nın artık faiz indirmeye başlaması gerektiğini söylüyor. Bunun için iki gerekçesi var. Birincisi, enflasyonda son aylarda yaşanan büyük düşüş. İkincisi ise Maliye Bakanlığı'nın 2007 yılı bütçe hedeflerini revize ederek bütçe açığını yarı yarıya indirmesi (şu raporun 93'üncü sayfasına bakın). Yazıdan anladığımız kadarıyla Mahfi Eğilmez'i esas etkileyen bütçe açığı hedefindeki bu indirim olmuş. Bu konuda aynen şunları yazıyor:
Geçmişte böyle bir şey oldu mu hatırlamıyorum. Gerçekleşme tahminleri hep başlangıçta tahmin edilen bütçe açığının artması yönünde olurdu. Sanırım ilk kez bir hükümet bütçe açığı tahminini yarı yarıya azalma yönünde revize etti.

Mahfi Eğilmez vakti zamanında Hazine müsteşarlığı yapmıştı. Şimdi de bir bankada yönetim kurulu üyesi falan galiba. Eğer orada da yönetim kuruluna bu şekilde bilgi veriyorsa yandı gülüm keten helva. Neden derseniz, Maliye Bakanlığı'nın bütçede yaptığı bu büyük revizyon ilk kez olmuyor. Maliye, yukarıda linkini verdiğimiz raporun ilk sayısını geçen yıl yayınlamış ve o zaman da 2006 yılı bütçe hedeflerinde büyük bir revizyon yapmıştı (bakınız sayfa 57). Gerçekleşme ise bu revizyondan da daha düşük olmuştu. Muhtemelen bu yıl da aynı şey olacak.

Fakat burada dikkat edilmesi gereken şey bütçe açığının yarı yarıya revize edilmiş olması değil, bütçe açığı hedeflenenden daha düşük gerçekleşecek gibi görünmesine rağmen Maliye'nin bazı harcama kalemlerinde kısıntıya gitmeye karar vermesi. Son raporda yazdığına göre Maliye yılın ikinci yarısında faiz dışı harcamalarda 3.1 milyar YTL'lik kısıntıya gidecekmiş. Bütçe gelirlerinin ise 5.2 milyar YTL daha yüksek gerçekleşmesi bekleniyormuş. Gelirlerde böyle bir bolluk olduğuna göre Maliye faiz dışı harcamalarda kısıntı yapmasa da demekki bütçe açığı hedeflenenden daha düşük gerçekleşebilecekti. Peki bu adamlar manyak mı ki bir de üstüne harcamalarda kısıntıya gidip bütçe açığını daha düşük çıkarmak için çırpınıyor.

Bunun nedeni bütçe gelirlerindeki artışın Telekom özelliştirmesi geliri ve Merkez Bankası'nın temettü ödemesi gibi bir defalık vergi dışı gelirlerden kaynaklanması ve bu gelirlerin de IMF anlaşmasında dikkate alınmaması. Yani Maliye bütçe harcamalarında kısıntıya IMF anlaşmasında geçerli olan bütçe açığı ile faiz dışı fazla hedeflerini yakalayabilmek için gidiyor. Bu kısıntıların bunun için yeterli olup olmayacağı da henüz belli değil. Çünkü Maliye yılın ilk yarısında tahsilatın düşük kaldığı vergi gelirlerinde hedefi tutturacağına hala inanıyor. Bunun için de seçim sonrasında ekonomide canlanma yaşanmasına umut bağlıyor. Eğer bu umut gerçekleşmezse bütçe ödeneklerinde yeni kısıntılar da gelebilir.

Neyse, lafı uzattık. Amacımız Mahfi Eğilmez'in ekonomideki (ekonomi nedir?) gelişmeleri pek de iyi izleyemediğini göstermek iken size bir de bütçedeki son durumu anlatmış olduk. Ama fena da olmadı değil mi? Lafımızı bitirirken Mahfi Eğilmez'e biraz daha fazla ders çalışmasını tavsiye ediyoruz. Haa, bu arada Merkez Bankası'nın hemen faiz indirimine gitmesini beklemediğimi de söyleyeyim. Merkez Bankası'nın faiz indirimine gitmesi için öncelikle geleceğe yönelik enflasyonist beklentilerin de bugünkü seviyesine (12 ay sonrası için yüzde 6.3 civarı) göre epey bir düşüş gösterip yüzde 4'lük hedefe yakınlaşması gerekiyor. Merkez Bankası yılbaşından beri faiz indirimine ancak ekim ayında başlayabileceğini söylüyordu. Şimdilik yurtiçindeki gelişmeler faiz indiriminin ekim ayında gerçekten de başlamasına imkan verecek şekilde gidiyor. Umarım bu gidişat aynen sürer. Yalnız yurtdışında olup bitenler konusunda biraz kaygılıyım. Fakat o konu beni aşıyor. Bu konuda Ekonomix hocamızdan bir değerlendirme alabilirsek tam süper olacak. Read More!

'Hedge' kelimesi her çeşit olumsuzlukla yan yana kullanılmayı hakketmiyor

Sayın Altan,

Asagidaki alinti sizin yazinizdan:

''Yüksek riskli fonlar... Gavurcası ne? Hedge fonlar... ''

Hatirladiniz degil mi ? Benim ulasabildigim sözlüklerin hiçbirisinde ''yüksek risk''in karsiliginda ''hedge etmek'' veya ona benzer bir sözcük geçmiyor.

Gavurca -Türkçe sözlükte daha yakin karsiliklar buluyoruz: ''etrafini çevirmek, çit ile çevirmek, sinirlamak, engellemek, kisitlamak, garantiye almak, önlem almak''.

Arabaniza yaptirdiginiz kasko bir çesit ''Hedging'' islemi, sizi sigortalayan firma da aslinda bir nevi ''Hedge Fonu'' sayilabilir. Hedging yüksek risk alip çilginca isler yapmak degil. Riskinizin sizin adiniza belli bir ücret karsiligi tasinmasi demek.

Tek bir çesit Hedge fonu da yok. Bütün sigorta firmalari, vadeli piyasalarda işlem yapanlar Hedge fonu sayilabilir. Örnegin; henüz olmayan pamugu 6 ay öncesinden fiyat garantisi vererek pamuk üreticisini sigortalayan pamuk tüccarları, ihracatçinin döviz riskini üstlenerek gelecekte satacagi dövizi bugünden alan döviz tacirleri de ''Hedging'' yapmaktadir. Onlar hep vardi, bes on yil önce birdenbire ortaya cikmadilar. Mortgage-ipotek piyasasında çalışan bir kaç firmanin iflas etmesi, her çesit Hedge-sigorta fonunu ''yüksek risk alip kumar oynama'' etiletiyle damgalamamızı gerektirmez. Yepyeni bir döneme girdigimizin habercisi de olamaz. Kaldıki çürüklerin elenmesi bu işi hakkıyla yapanların önünü de açabilir. Yani bizim 'çöküs ve yozlasma' seklinde algiladigimiz aslinda sakin 'saglamlasma' süreci olmasin ? Bence kapitalizmin hikmetinin 'vahsi' olmasindan kaynaklandigini aklimizdan çikarmayalim.

Bir de isin tersinden bakalim. 30 yillik borçlanmayi bankalar fonlasaydi çok daha kötü olurdu. Hiç bir banka bu vadelerde mevduat toplayamaz. Bu isin nasil olarak yapildigini bilmiyorum ama tipki hazine kagitlarinda oldugu gibi borçlanma senetlarinin ikinci el piyasasinin olusturulmasi borç verenin risklerini azalttigi gibi borç verenin de faiz giderini de düsürecektir. Keske bizim de bu tür enstrümanlarin satildigi likit piyasalarimiz olsa. Faizlerin aniden yükselmesiyle iki üç fonun iflas bayragi çekmesine raziyiz. Daha saglam olanlar gidenlerin yerini alarak isi daha dogru sekilde götüreceklerdir. Sonuçta bunlar piyasa halleri. 'Hedge' kelimesinin yalnizca 'olumsuzluklarla' algilanmasinin beni niye rahatsiz ettigini anlatabildim mi ?

saygilarimla
Ahmet Cavusoglu Read More!

Erdoğan'ın danışmanlığına talibim

Dün akşam TV'deki haberlerde duymuştum. Bugün de Star Gazetesi'ndeki şu haberde okudum. Başbakan Erdoğan, 22 Temmuz seçimlerinde aldıkları oy oranıyla ilgili olarak şöyle bir değerlendirme yapmış:

“Siyasete yıllarını vermiş, siyasette ter dökmüş birçok insan AK Parti’yi yüzde 47’ye sıkıştırıp, ‘yüzde 53’ü ne yapacaksınız’ diye yeni bazı yorumlar getirmeye başladılar. Maalesef bunlar hesap da bilmiyor. Türkiye’de bir defa insanların şunu bilmesi lazım, kendinizi fazla zorlamayın bu seçimlerde yüzde 84 oy kullanılmıştır, AK Parti yüzde 84 oranında kullanılan oyun yüzde 47’sini almıştır. Eğer yüzde 100 üzerinden bu hesabı yapacak olursanız, AKP’nin aldığı oy yüzde 55.4’tür. Kusura bakmasınlar, bu hesapları biz de biliyoruz, bunların içinde biz de piştik.”
Hoppala! Bu nasıl bir hesap böyle? Yanlış ki ne yanlış. Fakat yanlışın nereden kaynaklandığını tam olarak anlayamadım. Bir ihtimal burada AKP'nin aldığı yüzde 47'lik oy oranının toplam seçmen sayısına oran gibi algılanmış olması. Bu durumda bunun geçerli oy oranı olan yüzde 84 içindeki payını bulmak için de, YSK'nın açıkladığı sonuçlardaki küsürat da dikkate alınarak, şu hesap yapılmış olabilir: 0.4658 / 0.8425 = 0.5529. Oysa oradaki yüzde 47'lik oran zaten AKP'nin aldığı oyların toplam geçerli oylar içindeki payıydı. Fakat Erdoğan'ın "...bu seçimlerde yüzde 84 oy kullanılmıştır, AK Parti yüzde 84 oranında kullanılan oyun yüzde 47’sini almıştır" demesi yüzde 47'lik oy oranının neyin oranı olduğunun zaten farkında olduğunu da düşündürüyor. Bu durumda yanlışın kaynağı bir matematiksel işlem hatası olabilir. Şöyle ki, "Eğer yüzde 100 üzerinden bu hesabı yapacak olursanız..." diyen Erdoğan burada AKP'nin oylarının seçmen sayısı içindeki payını hesaplarken çarpma işlemi (0.4658 x 0.8425 = 0.3924) yapması gerekirken bölme işlemi (0.4658 / 0.8425 = 0.5529) yapmış ve "Hah! Demek ki oyumuz yüzde 50'nin üzerindeymiş" heyecanına kapılarak bunun farkına varamamış gibi.

Hatanın nedeni ne olursa olsun ulaşılan sonuç yanlış. Erdoğan'ın "Kusura bakmasınlar, bu hesapları biz de biliyoruz, bunların içinde biz de piştik" demesi de işin komik tarafı. Acaba bu yanlış hesabı yapan bizzat Erdoğan mı yoksa danışmanları mı? Hesabı yapanlar danışmanlar olmasa bile başbakanı uyarıp hatasını düzeltmesini sağlayamadıkları için yine de suçlular. İşte buradan Başbakan Erdoğan'a açık çağrı yapıp danışmanlığına aday olduğumu iletiyorum. Diğer konuları bilmem ama en azından bu tür hesap konularında size yardımcı olur ve komik duruma düşmenizi engellerim efendim. Bu teklifimi bir düşünün isterseniz.

(Burada seçim öncesinde bizi AKP yalakalığı ile suçlayanlara da bir mesajım var. Aha buyrun başbakanın da bir hatasını bulduk ve ipliğini pazara çıkardık. Artık yalaka suçlamalarına biraz ara verirsiniz herhalde.) Read More!

İktisatçı Gözüyle Gelir dağılımı

Sınav sorumuzu soralı iki gün oldu. Katılım fazla değil. Fakat son 24 saatte sadece 1 yorum eklendiği ve de o da konuyla ilgili olmadığına göre daha fazla katılım beklemek doğru olmayacak. O zaman sonuçlara geçelim.

Yorum yazanlar içinde sorumuza yanıt veren sadece 2 kişi var: Özge ve Sebahaddin Özge, gelir dağılımında sadece konjonktürel dalgalanmalar gördüğü şeklinde özetlenebilecek bir cevap vermiş. Sebahaddind ise gelir dağılımında bir miktar düzelme var demek istemiş galiba. Hadi cevap yerine sitemizde bu konuda çıkan eski yazılara gönderme yapan Serhad'ın da gelir dağılımında düzelme var dediğini kabul edelim. Çünkü biz o yazılarda bunu söylemiştik. Serhad'ın buna itirazı var ise bu yazının yorum bölümüne bir not bıraksın.

Acaba soruyu böyle sormayıp da sadece 0.55, 0.56, 0.51, 0.43, 0.49 ve 0.44 rakamlarını verip burada artan mı, azalan mı yoksa sabit kalan bir eğilim mi söz konusudur diye mi sorsaydık. Çünkü anladığım kadarıyla bu rakamların gelir dağılımıyla ilgili olduğunu görünce insanların değer yargıları devreye girmiş ve "Türkiye'de gelir dağılımında düzelme müzelme olamaz" diyerek gözlerinin önündeki apaçık gerçeği görmek istememişler. Tıpkı bu rakamlara İktisatçı (Iktisat nedir) Gözüyle değil de at gözlüğüyle bakan Tansel Güçlü gibi.

Evet, Tansel Güçlü'nün hemen savunmaya geçmesinden anladığınız gibi, bu yazıyı geçen gün İktisatçı Gözüyle sitesinde çıkan bir yazıda EkonomiTurk hakkında yapılan bir eleştiriye cevap vermek için kaleme alıyoruz. Tansel Güçlü, o yazıda, bizim güdük analizler yaptığımızı öne sürüyor. Olabilir, kendi fikridir, saygı duyarız. Diğer arkadaşları bilmem ama ben de kendi hesabıma Tansel Güçlü'nün yazdığı türden ağır ideoloji yüklü yazılardan pek hoşlanmam. Görüşlerin rakamlarla desteklendiği ve de açık ve net cümlelerin yer aldığı yazıları severim. Burada yapmaya çalıştığımız da odur. Yalnız Tansel Güçlü keşke o yazıyı yazarken biraz dikkatli olsaydı. Çünkü bizim güdük analizler yaptığımızı iddia ederken kendisi derin analizler yaptığını iddia eden pekçok kişinin yaptığı hataya düşmüş ve apaçık bir gerçeği çarpıtma yoluna gitmiş. İlk yazıda verdiğimiz tabloyu yazısında vererek bu tablonun Türkiye'de zaman içinde gelir dağılımında bir düzelmeye değil, sadece konjonktürel dalgalanmalara işaret ettiğini söylemiş.

İsterseniz şu rakamları bir de grafik haline getirip bakın. Yahu burada nasıl sadece konjonktürel bir dalgalanma vardır dersiniz Allah aşkına... Evet, arada dalgalanmalar var ama eğilimin aşağı yönlü olduğu o kadar açık ki. İsterseniz bir de trend analizi yapıp sonuçlara bakın. Ben yaptım ve yüzde 5 düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı bir negatif eğilim tespit ettim. Üstelik Tansel Bey'in nedense(!) yer vermediği 2003, 2004 ve 2005 yılı verilerini de ele alırsak daha da güçlü bir negatif eğilimle karşılaşırız. Çünkü bu üç yılda Gini katsayısı düşüşe devam etmiş ve 0.42, 0.40 ve 0.38 değerlerini almıştı.

Tansel Bey, önceki yazımıza yazdığı yorumda, Gini katsayısının orta katmandaki değişimlerden etkilendiğini, esas olanın tek tek 5 gelir grubundaki değişimi değerlendirmek olması gerektiğini söylemiş. Özellikle de en alt ve en üst gelir grubundaki değişimlere bakmak gerekir demiş. Bence saçma bir iddia ama hadi bir de öyle bakalım. En üst gelir grubu ile en alt gelir grubunun gelir pastasından aldığı paylar arasındaki fark, söz konusu tablodaki yıllar itibariyle şöyle: 52.5, 57.0, 52.5, 44.8, 49.1 ve 44.8. Tansel Bey'in nedense(!) yer vermediği 2003, 2004 ve 2005 yılları için ise bu sayılar şöyle: 42.3, 40.2 ve 38.3. Burada da çok açık bir düşüş eğilimi yok mu sizce?

Şimdi Tansel Bey'e nasıl analiz yapılır konusunda bazı önerilerimiz olacak. Bu önerilerimizi dinler ise bir daha böyle yanlışlar yapmaz diye düşünüyoruz:
  1. İlk olarak ele aldığınız konudaki tüm verileri bulmaya çalışın. Tembelliği bırakın.
  2. Bulduğunuz bazı verileri görüşünüzü desteklemiyor diye görmezden gelmeye kalkmayın. Okuyucuların bu verilere ulaşabileceğini unutmayın.
  3. Verileri değerlendirirken tüm önyargılarınızdan sıyrılın. Sadece matematik bilgilerinizi kullanarak verilerin ne söylediğini anlamaya çalışın. Çoğu zaman bunun için ilkokul matematiği bile yeter. Ancak kesin karar veremediğinizde daha gelişmiş teknikleri de kullanabilirsiniz.
  4. Veriler kafanızdaki görüşlere uygun birşeyler söylemiyorsa karar vermekte acele etmeyin. Öncelikle verilerde bir hata olup olmadığını araştırın. Daha sonra veri üretim yönteminin genel kabul görmüş kurallara uygun olup olmadığını denetleyin. Bunlardan sonuç alamazsanız daha fazla veri bulmaya çalışın.
  5. Her yola başvurmanıza rağmen kafanızdaki görüşe uygun bir sonuç bulamazsanız, görüşünüzün doğru olmayabileceğini de kabullenin. Bu görüşünüzün çok ünlü iktisatçıların ya da başka sosyal bilimcilerin teorilerine dayanması önemli değildir. Unutmayın ki teoriler vahiy yoluyla Tanrı'dan gelmiş şeyler değildir. Teoriler, o teorileri ortaya atanların vakti zamanında yapmış oldukları gözlemlere dayanır. Zaman ve mekanın değişmesiyle teoriler geçerliliklerini yitirebilirler. Bazen de daha baştan yanlış bir gözleme dayandıkları için hiç geçerli olmamış da olabilirler.
  6. Diyelim ki veriler kafanızdaki görüşü desteklemedi ama bu görüşünüzü değiştirmek de istemiyorsunuz. O zaman en iyisi bu konuya hiçbir yerde değinmeyin. Elinizde kesin kanıt olmadıkça "TÜİK verilerle oynuyor" gibi şaklabanlıklara girmeyin. Hele verilerin gösterdiğinin tam tersi yönde yorumlar yapmaya hiç kalkmayın. Yani veriler düşüş eğilimi gösterirken yükseliyor, yükseliş eğilimi gösterirken düşüyor demeyin. Veriler yükseliş ya da düşüş eğilimi gösterirken yerinde sayıyor falan diye de saçmalamayın. Okuyucunuzu salak yerine koymayın. Kendinizi de komik durumlara düşürmeyin.
Read More!

Hedge Fund Sorusu

Okuyucu arkadaslardan biri hedge fonlar hakkinda bir iki soru sormus. Cevaplamaya calisayim.

Sorular sunlar:
hedge foncu agbelerimiz (gerci agbe degiller, genelde calısanların buyuk cogunlugu mba yi yeni bitirmis cocuklar oluyor) neden subprime piyasasını fonlamıslar?bu agbeler subprime piyasasında piyasa faizlerinin ustunde ne kadar kazanacaklarını umarak giristiler ki bu ise?emerging piyasalar varken bunlar subprime'e bir suru para baglamalarının rasyonalitesi nedir?bir de ben seyi merak ediyorum; Alan Greenspan bu fonların onunu actı, ama simdi ortalıkta yok. Kriz cıkınca neden ortalıktan kaybolur Greenspan? bu surecin yasanmasında onun hatalarının oldugunu dusunmemizi istemiyor mu?

Ilk once bir konuyu acikliga kavusturalim. Benim tanidigim butun hedge fon yoneticileri kelli felli adamlar; bir cogu en az 10 senesini vermis finansal piyasalara. Cogu hedge fon yoneticisi zaten buyuk yatirim bankalarinda nam yapmis kisiler, banka burokrasisinden bikip, kendi yonlerini cizmisler. Simdi bu adamlara yeni mezun muamelsi yapmak agar kacar. MBAli gencler ancak comez olarak ise baslarlar, en azindan benim tecrubem boyle.

Simdi gelelim esas soruya niye subprime piyasasi? Cunku bu piyasanin CDO (Collateralized Debt Obligations) tabir edilen finansal ensturmanlar sayesinde cok iyi getirisi vardi, hemde kitap uzerinde minumum riskte. Tahmin edersiniz ki, hic bir geliri olmayan insana (subprime denilen piyasa) borc vermenin de karsiligi yuksek oluyor. CDOlar bir sekilde(firsat bulursam detayli yazarim) piyasanin ustunde faiz odemesi garanti ediyorlar. Suprime piyasalara yatirim yapan fonlarin Hedge fonlarin sahip oldugu bircok ensturmanin kredi notu kredi riski yuksek olmasina ragmen, emerging market kredi notlarindan yuksekti. Ayrica Amerika cikisli bir cok hedge fon bu sekilde doviz kuru riskinide sifira indirgemis oluyorlardi. Bu iki sebep bile subprime CDO lari cazip kildi.

Alan Greenspan'e gelince. Greenspan'in hedge fonlarinin onunu actigi yoruma katilmiyorum.O'nun bu konuyla ve son dalgalanmalarla alakasi oldugunu da sanmiyorum, olsa olsa piyasadaki liquidity fazlaligina dikkatleri cekip, bunun surdurulemez oldugunu soylemistir. Fakat, boyle bir soyleminde nerdeyse $60 milyarlik piyasayi yikacagini dusunmuyorum, ki su habere bakarsaniz subprime daki sorunlara ragmen hedge fonlarin ortalamada S&P endeksinin uzerinde performans gosterdigini goreceksiniz. Hedge fonlar finansal piyasalardaki evrimin en son halkasidir. Nasil mutual fundlara alistiysak hedge fundlarada alisacagiz. Read More!

When Markets Fail...

competitive equilibrium allocation is pareto optimal. meali, rekabetci piyasanin denge dagilimi pareto verimlidir. bu iktisat (Iktisat nedir) soz konusu oldugunda belki de en cok duydugum cumledir. bu cumle, kokeni adam smith'e kadar giden, matematiksel iktisatta birinci refah teoremi ile formalize edilip genellenmis bir sonucun en oz ifadesir. bu demektir ki rekabetci bir ekonomide piyasa iliskileri kimsenin refahini azaltmaz, ve de toplumun refahini arttirabilecek en kucuk bir kaynak bile israf olmaz.

oysa bugun radikalde soyle bir haber cikti: turkiye'deki atik imha tesislerinin kapasitesi atik uretiminin epey bir altindaymis. her yil turkiye'de uretilen 200 bin ton zehirli atiga ne oldugu da mechulmus. haberin devamindan su bilgileri de ediniyoruz: sirketlerin atiklari usulune uygun imha etmeleri kanuni zorunluluk. atik imha sektorunde devlet tekeli yok. atiklari imha icin baska ulkelere gondermenin onunde bir engel de yok. o zaman piyasa neden islemiyor da bu atiklar kontrolsuz bir bicimde topraga gomuluyor?

goruluyor ki kanunlari takmayanlar cok. oysa bizim rekabetci piyasa dedigimiz seyin var olabilmesi icin gereken kurumsal sartlardan en onemlisi, mulkiyet haklarinin kesin olarak tanimlanmasi ve korunmasi. yani temiz havanin, suyun ve topragin mulkiyetinin benim adima kanunlar tarafindan korunmasi gerekir ki, adamin teki haberim olmadan evimin dibine beni kanser yapacak bir sey gommesin. eger bu olsaydi, pek cok sirket zehirli atik imhasini karli bir is olarak gorup bu sektore yatirim yapardi.

yani kanun lazim, hukuk lazim. bunlar yoksa ne soylesek bos... Read More!

Gelir dağılımı sınavı-1

Aşağıdaki tabloya baktığınızda Türkiye'de gelir dağılımının zaman içindeki seyri konusunda ne söyleyebilirsiniz? (İpucu: Gini katsayısı 0 ile 1 arasında değerler alır ve 0'a yaklaşması gelir dağılımında iyileşmeye, 1'e yaklaşması gelir dağılımında bozulmaya işaret eder). Zaman içinde bir iyileşme mi vardır (dikkat, istikrarlı bir iyileşmeden bahsetmiyoruz) yoksa kötüleşme mi? Yoksa her iki yönde de bir gelişme görülmemekte, sadece devresel dalgalanmalar mı yaşanmaktadır? Bu konudaki yorumlarınızı bekliyoruz. Biz kendi düşüncelerimizi daha sonra bu yazının ikinci bölümünde yazacağız.

Read More!