Bence yetmez. Gümrük birliği ve dalgalı kuru tartışmak yetmez. NATO ve CENTO'ya üyeliklerimiz de yeniden tartışılsın. Hatta Merkez Bankası bağımsızlığını da yeniden masaya yatırmalıyız.
2001 yılını herkes hatırlıyor da, 2000 yılını hatırlayanınız var mı? Aşağıdaki haber 15 Eylül 2000 tarihli Radikal gazetesinden:
"Hükümetin hızı kesildi
Çıkmaz denilen yasaları çıkartmayı başaran hükümet, ayrıntıda boğuldu. 1999 yılında 19 temel düzenlemeyi yapan koalisyon, 2000'de sadece Vakıfbank'a ilişkin KHK çıkartabildi
HANİFE ŞENYÜZ ANKARA - Tıkanan ekonomide yeni bir çıkış sağlamak ve dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girme beklentisiyle, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile stand-by düzenlemesine imza atabilmek için birçok düzenlemeyi jet hızıyla parlamentodan geçiren hükümet, ek niyet mektuplarıyla verdiği taahhütleri çıkarmakta zorlanıyor. IMF ile Stand-by'ın imzalanması için önşart olan düzenlemelerin yanı sıra 1999 yılında 19 temel düzenleme yapmayı başaran hükümet, 2000'den itibaren hız kesti. 2000'de temel düzenlemelerden çok uygulamaya dönük 14 düzenleme yapılırken, bir tek Vakıfbank'ın özelleştirilmesine ilişkin kanun hükmünde kararname (KHK) çıkartılabildi. Çok sayıda kararname hükümet gündeminde. Hükümet stand-by düzenlemesinin IMF İcra Direktörleri Kurulu tarafından onaylanması için varılan uzlaşma çerçevesinde taahhütlerini geçen yıl büyük bir hızla yerine getirdi.
Her şey iyi gidiyordu
Onayın çıkabilmesinin önşartı olan bankacılık yasasındaki değişiklik, tahkimle deprem vergileri, 5 bankaya el konulması gibi temel düzenlemeler deprem gibi büyük bir olay yaşandığı dönemde çıkartıldı. Kamu personeline hedef enflasyon oranında zam uygulaması başlatan ve Hazine garantili kredileri sınırlayan bütçe kanunu gelen tüm baskılara karşın çıkarıldı. Bu düzenlemelerle, 2000 yılında uygulamaya konulacak istikrar programına zemin hazırlandı. Düzenlemeler Türkiye'nin üç yıllık bir süreçte IMF'den 4 milyar dolar, Dünya Bankası'ndan da yapısal reformlara bağlı olarak 5 milyar 250 milyon dolarlık kredi almasına olanak tanıyan stand-by anlaşmasının onaylanması sonucunu yarattı. Özellikle uluslararası piyasalar açısından büyük önem taşıyan ilk gözden geçirme programının kriterleri de yerine getirildi. Türk Telekom kanunu da bu anlaşmanın imzasından sonra çıkartıldı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu atamaları zamanında yapıldı. Ek niyet mektubunun onaylanması Tarımsal birliklere ilişkin düzenlemenin Meclis'e sevkinden sonra IMF İcra Direktörleri onayı alabildi. Bütçe içi 25, bütçe dışı iki olmak üzere toplam 27 fon kapatıldı. Tarım reformu çerçevesinde çiftçilere doğrudan gelir ödemesi pilot uygulaması başlatıldı. Geçici vergide yeniden üçer aylık beyan dönemi uygulamasına geçildi.
Gecikme arttı
İkinci gözden geçirme kriterlerinde ise gecikme biraz daha arttı. Meclis'in tatile girmesi nedeniyle, taahhüt edilen bu düzenlemeleri kanun hükmünde kararname yetkisi alarak yapmayı planlayan hükümet, önce irticacı devlet memurları kararnamesinin tartışmasıyla hız kesti. Bunların ardından çıkartılması gereken düzenlemeler koalisyon içinde yaşanan yoğun tartışmalara takıldı. Üç kamu bankasının özerkleştirilerek özelleştirilmesine imkân tanıyan KHK, uzun tartışmalardan sonra imza aşamasına getirilebildi. Sosyal güvenlik reformunu geliştirecek yasal düzenlemeler halen beklemede. Türk Telekom'da ise özelleştirmeyi geciktiren stratejinin yeniden değiştirilmesi gündeme geldi. Enerji piyasalarının düzenlenmesi, aralarında Tekel'in yeniden yapılanmasını sağlayacak üç yasa tasarısının da bulunduğu tarım reformunun geliştirilmesine ilişkin yasa tasarıları bekleyen düzenlemeler arasında yer alıyor. Bu arada, ikinci ek niyet mektubunda ağustos sonuna kadar kapatılacağı taahhüt edilen 20 fonla ilgili yasal düzenleme de henüz gerçekleştirilemedi."
Yine 2000 yılının Eylül ayında Enis Öksüz'ün "özelleştirecek sadece Telekom'u mu buldunuz?" şeklinde vatandaşın gönlüne taht kuran açıklaması gözüme takıldı.
Liderlik Nedir? Küresel ısınma Nedir Komünist Nedir Komünizm nedir? Kapitalizm Kapitalist nedir
Bugünlerde AKP hükümetinin söylem değiştirmesi 2001'de yaşadığımız krizden hiç ders almadığımızı gösteriyor. 1999 depremlerinin ardından hızlı reformlarla (bir de cep telefonu lisansı satışından gelen 2.5 milyar dolar ile) hızlı girilen 2000 yılında ne olmuştu kısa bir özet geçelim: Mayıs ayında cumhurbaşkanlığı seçimi (aaa ne tesadüf) sırasında Demirel'in süresini uzatalım manevrası sırasında ANAP'ın Yılmaz'ı köşke gönderme stratejisi nedeni ile üçlü koalisyon arasında (daha çok MHP-ANAP arasında) gerilim yaşanmaya başlandı. Haziran ayından itibaren koalisyon ortakları arasındaki çatışma ve tartışmalar ekonomik programı unutturdu. Daha sonra Yılmaz hakkındaki yolsuzluk iddiaları ile gerilim daha da yükseldi. IMF daha Haziran ayındaki niyet mektubunda "... in spite of these positive results, the work remains unfinished" dedi. Ağustos ayında programın yapısal göstergelerinden çoğu tutturulamamıştı. Türk Telekom'un özelleştirilmesi rafa kalktı. Sezer kamu bankalarının özelleştirilmesine ilişkin kanun hükmünde kararname (bir zamanlar böyle bir şey vardı di mi yaaa, doğan görünümlü şahin gibi)yi imzalamadı. Kasım ayına geldiğimizde IMF ile üçüncü gözden geçirme tamamlanamamıştı. Hikayenin gerisi malum.
Peki şimdi ne oluyor? Bunları neden yazdım? Hükümet 2002 yılından itibaren hızlı reformlarla hepimizi şaşırttı. Peki sonra? Sonra, önce yapısal reformlar yavaşladı ve durdu. Sosyal güvenlik reformu 2005 sonunda tamamlanması gerekiyordu diyeyim siz anlayın. 2007 başından itibaren özelleştirmeler rafa kalktı (hangisini sayayım?). IMF ile altıncı gözden geçirme tamamlanamıyor. Ekonomi bakanı Babacan -cağız -ceğiz'li vaatlerle önlem alınacağını söylüyor. Önlem alsınlar görelim. Benzer -cağız -ceğiz'leri rahmetli Ecevit ve onun Ekonomi Bakanı Zeki Önal'dan da duymuştuk. Bütçenin halini kaç gündür tartışıyoruz. Önceden her ay bütçeyi basın toplantısı ile açıklayan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan kayıplarda. Analizlerine güvendiğimiz ve sağlam politikalara desteği ile bilinen eski Merkez Bankası başkan yardımcısı Fatih Özatay bile patronu TOBB'un populist isteklerine populist diyemiyor. Bunu diyen Ugur Gurses'i eleştiriyor. Fatih Bey ekonomik büyümenin düşeceği bir yılda faiz dışı fazla oranının düşürülmesi gerektiğini hangi "debt sustainability" formülü ile açıklayacak acaba merak ediyoruz.
Gerçekten 2001'de yaşananlardan hiç ders almadık mı? Ahmet mi cumbaba olacak Mehmet mi, bu kadar çok mu önemli? Yapısal reform için bize illaki ya "deprem" yahut da "kriz" mi lazım?
11 Yorum Var.:
yani bir cuval incir nasil berbat edilir, Baris'in yazisi tam buna ornek.
altina imza atacagim gayet guzel bir degerlendirme yaptiktan sonra bu seferde Fatih Ozatay'a laf atiyor.
Yani buna ne gerek var. Yazinin kalitesini ve duzeyini dusurmekten baska.
Fatih Ozatay'i mb'den ayrildiktan sonra, radikal'deki yazilarindan begenerek takip ediyorum. Ugur Gurses ile birlikte yapisal reformlar konusunda gayet saglam bir cephe kurmus durumdalar.
MB'de iken hukumete/basbakana karsi durus sergileyen birinin, istedigi yerde calisabilecek niteliklere sahip birinin, simdi calistigi kurum tobb'a bagli diye farkli yazabilecegine inanmak fazlasiyla zorlama bir iddia olmuyor mu?
kaldi ki Baris, FO'nun yazdiklarina tek satir deginmiyor cunku FO'nun yazdiklari dogru. Yazida hata bulamayan Baris, elestirdigi populistlerin yapacagini yapiyor ve en kolayi secip etiketi yapistiriyor.
sosyal psikoloji okuyanlar bilir. boyle etiketler yapistirmak, caresiz kalanlarin basvurdugu bir yontemdir.
Baskasi yapsa neyse ama Baris gibi gayet saglam analizler yapan birinin bu yola basvurmasi, beni asil uzen konu.
blogu takip edenler biliyor, ben tobb'un onerisini uygulanabilir (yada en azindan uzerinde dusunulebilir/gelistirilebilir) buldum. hatta ahmet cavusoglu'nun onerilerini de keske tobb veya hukumet dikkate alsa.
bosuna demezler, iki iktisatcinin bulundugu ortamda en az 3 fikir cikar diye
simdi oneriyi destekleyenler ne hikmetse tobb-tepav'ci populist, karsi cikan hakli mi oluyor. iktisat bu kadar basit bir konu haline mi geldi.
ermenilerde simdi abd'de bunun benzerini yapmiyorlarmi. bize, siz soykirim yaptiniz diyorlar. peki kardesim gelin anlatin nasil, nerede yaptik, nerede kanitlari. yok diyorlar yaptiniz iste, baska bir sey duymak istemiyorlar. kendilerini buna sartlamislar.
Ugur Gurses yazisinda biraz zorlama bir baglanti kurmus. Fatih Ozatay'a da cevap hakki dogmus, o da bunu kullanmis. İkisi de bu konuyu konusarak cozecek olgunlukta ve bilgi birikiminde insanlar.
Bence Baris'ta onlarin yolunda ilerliyor, yalniz biraz daha hosgoru-empati ve daha az kirici olmak, Baris'i daha da yuceltir.
Baris bey,
Son yazilarinizla beni büyük bir yükten kurtariyorsunuz. Bu konularda benim de kalem oynatmama gerek kalmadi. Tamamlayici bir kaç not düsmek istiyorum.
Aslinda hükümet çok daha erken bir tarihte, 2005 sonbaharinda, popülizm sinyalleri vermeye baslamisti bile. 'Merkez Bankasindan çok dolar birikti, borçlari ödeyip IMF'den kurtulma' fikrinin kim tarafindan ortaya atildigini hatirlayan var mi ?
Niye IMF'den kurtulmak istersiniz ? Söz konusu olan milli gururunuz mudur ? Yoksa karsinizda seçim arifesinde yapabileceginiz 'saçmaliklari' sinirlayabilecek bir güç görmek istemediginizden midir ? Hükümet bir gün çikip; memurlara %1500 zam, çifçilere 100 milyar dolar tesvik, elektrigi bedava dagitma, emekli yasini 25'e indirme 'projelerini' hayata geçirmeye kalksa Türkiye içinden kim onlara dur diyebilecek ?
Aslinda bir tane var. Merkez Bankasi. Bagimsizlasan bir MB'nin seçim öncesi ele geçirilmesi gerektigini ilk farkedenlerden biri yillarin kurt siyasetçisi Sener'dir.
Sener erken bir tarihte Taha Akyol'a dert yaniyordu: 'eger merkez bankasi bizde olsaydi bir vurusta piyasaya 20 milyar dolar çakar konuyu hallediverirdik'.
Burada bir parantez açmak zorundayim. Aslinda bu topu Sener'e paslayan Sayin Akat'tir. Nerden çikardiysa 'Maliye politikasi çok güzel ama para politikasi ekonomiyi krize götürüyor' söylemini ortaya atan odur. Yanildigini görmesine ragmen, Merkez Bankasi yönetimi hükümet tarafindan tasfiye olana kadar bu tutumundan vazgeçmedi.
MB'sini yönetimini yikmak isterken sayginligini bir daha geri gelmeyecek sekilde yipratti. Niye yapti bunu ? Ben hala bir açiklama getiremiyorum.
Ayrica 2005 yilinin sonlarinda Ankara'da 'isadamlarindan' olusan bir müsahamere düzenleyip, 'ihracati desteklemek' basligi altinda KDV'leri indirme furyasina girismerini ne çabuk unuttuk ? Harcamalarini kismadiklari, hatta Baris beyin gösterdigi gibi reel olarak artirdiklari için, er yada geç bu indirimler agzimizdan burnumuzdan gelecek. Süpheniz olmasin.
Inanin, saçmaliklari çok daha üst seviyelere tasiyabilirdi. Ama çok sükür piyasalarin balyozu yetisti de Türkiye Cumhuriyetinin gelecegi kurtuldu. Bu sene de dislerini gösterse ne iyi olurdu ? Merak etmeyin bir sey olmayacak. Bunu biz biliyoruz ama onlar farkinda degil. Telas içinde saçmalama politikalarina ara verecekler. Bir musibet bin nasihattan daha iyidir denmez mi ?
Basta Deniz bey olmak üzere, saygi gösterdigim degerli ekonomistler diyor ki: 'Bu kadarcik popülizme göz yumalim, hem daha rakkamlara yansimadi ki !'. Buna simdilerde söyle bir söylem eklendi 'Kriz çikarmiyorsa mazur görebiliriz'.
Arkadaslar. Dostlar. 'Saçmalama' diyebilmemiz için mutlaka kriz çikarmasi mi gerekir ? Örnegin çifçilere sicil affi yoldaymis. 'Kriz çikarmiyor o zaman sorun yok mu' demeliyiz ? Siz oralarda yazdiginiz gazetelerde, çiktiginiz televizyonlarda hükümetle iyi geçinmek zorunda olabilirsiniz. Bir gün aniden kapiya konma tehlikesiyle yasamak zor olmali.
Ancak burasi 'Ekonomi Türk'. Kimseyle göbek bagi yok. Birilerine muhalefet etme yükümlülügünde de degil. Dogru isler yapiginda iktidari övebilir, yanlis yaptiginda dövebilir. Niye soka giriyorsunuz ki ?
Not: 'Saçmalama' terminolojisini dilimize kazandiran Deniz beydir. Hakkini yemeyelim. Çok uzun yillardir neredeyse tek basina popülizmle mücadele edip durdu. Benim yaptigim yalnizca bir serzenis fazlasi degil.
Simdi baska birisine hitap etmek istiyorum.
Sevgili Ekonomix hocam,
(Birisi size aniden 'sevgili, hocam' gibi seylerle hitap etmeye basladiginda, bu size olan sevgi ve saygisinin artiginin bir ifadesi midir, yoksa az sonra balyozu basiniza indireceginin göstergesi mi ? Dogru cevap veren arkadaslar arasinda çekecegimiz kura ile iki kisiyi egitime 10YTL katki yapmakla ödüllendirecegiz.)
Düsündüm, tasindim. Su sorunun cevabini bir türlü bulamadim hocam. Siz denklemlerinizden çikarabileceksiniz. Eger Sevgili Hükümetimiz Merkez Bankasi Baskanligina Gaffur'u getirmek isteseydi, sicak parayi ikna edebilmek için hangi oranlarda nominal faiz önermesi gerekir di? Hani niye soruyorum. Belki bir gün ihtiyacimiz olur diye.
Anladiniz siz onu.
ahmet çavusoglu
Sayın matlas,
Fatih Ozatay'ı koruyacagım derken siz de aslında rusvet'e rusvet, populizm'e populizm demeyi reddedenlerden oldugunuzu ifade ediyorsunuz. "kaldi ki Baris, FO'nun yazdiklarina tek satir deginmiyor" demissiniz. Ya Fatih Ozatay'ın bütün yazılarını okumuyorsunuz, ya benim ne dedigimi anlamak istemiyorsunuz, ya da kötü niyetlisiniz. Bir de olaya gerekesiz yere Ermeni meselesini karıştırarak konuyu bulandırıyorsunuz. (Ermeni meselesinde de farklı dusunuyoruz, ama ben o konuya girmiyorum). Tek bir soru soracağım, daha dogrusu tekrarlayacağım. Ekonomik büyümenin yavaşladığı bir ortamda "faiz dışı fazla oranının düşürülmesi gerektiğini" bana nasıl açıklayacaksınız? Bu popülizm değil de nedir?
Saygiyla,
Barış şöyle demiş:
Ekonomik büyümenin yavaşladığı bir ortamda "faiz dışı fazla oranının düşürülmesi gerektiğini" bana nasıl açıklayacaksınız?
Faiz dışı fazla oranın düşürülmesi gerektiğini değil ama düşürülebileceğini (böyle bir imkan bulunduğunu) borç stokunun milli gelire oranının artık Maastricht kriterine yaklaşması ile açıklayamaz mıyız acaba? Bu yüzde 6.5'lik faiz dışı fazla kriteri konulduğunda kamu borç stokunun milli gelire oranı yüzde 100'ün üzerindeydi yanlış hatırlamıyorsam. 2006 itibariyle ise bu oran yüzde 65 falan olacak gibi. Yani artık ulvi amaçlar için faiz dışı fazlayı biraz düşürmek mümkün olabilir. Yoksa olamaz mı?
Tolga
Tolga bey,
Faiz dışı fazla oranı borc oranının değişimini belirler. Yani borç oranını düşürmek isterseniz yüksek bir faiz dışı fazla vermeniz gerekir. Faiz dışı fazla oranını düşürürseniz borç oranında yükseliş meydana gelecektir. Burada belirli olan diğer iki değişken büyüme ve enflasyondur. Büyüme oranının yüksek olması, enflasyonun düşmesi gibi durumlar aynı faiz dışı fazla oranı ile borçluluk oranınının daha hızlı düşmesini sağlar. 2002 yılından beri yaşadığımız durum budur. Büyüme hesaplanandan yüksek geldi, enflasyon düştü borçluluk oranı daha hızlı düştü. Şimdi büyüme rakamı düşüyor, enflasyon yükseliyor, biz de faiz dışı fazla oranını düşürelim diyoruz. Herhalde, borç oranı yeterince düştü artık biraz yükseltme zamanı geldi diye düşünülüyor. Bu ne kadar mantıklı sizce? Borçluluk oranı hala yüzde 60'ın üzerinde (net, değil brüt borç stoku/Maastricht kriterlerini dikkatli okuyun). Biz de faiz dışı fazlayı düşürüp bu oranı artıralım, yapılmak istenen bu mu?
Benden bu tarz saçmalıkları kabul etmemi ya da destek vermemi beklemeyin.
Söylediklerimi bilinen formul ile anlatmaya çalışayım:
dd(borç/GDP oranındaki değişim)=
((r-g)/(1+g))*d(t-1)-PS-PRV
d: toplam kamu borcu (GDP oranı)
r: efektik reel faiz oranı
g:reel büyüme oranı
PS: faiz dışı fazla
PRV: özelleştirme gelirleri (GDP oranı)
dd negatif olmasını istiyorsak, yani borç oranının düşmesini istiyorsak, Faiz dışı fazla ve özelleştirme gelirlerinin yüksek, büyüme oranının yüksek, reel faizin dolayısıyla enflasyonun düşük olması gerektiğini görebiliyoruz umarım. Bugün büyüme (ve hatta PRV) düşüyor, enflasyon yükseliyor, biz de faiz dışı fazlayı da düşürelim diyoruz. Örnek vereyim, bugün faiz dışı fazlayı yüzde 0 seviyesine çeksek, borç oranı 4.5-5 puan artacaktır. FDF oranını %4.5'a çeksek borç oranı değişmeyecektir. Biz düşürmek istiyoruz değil mi?
bugünkü 6.5'lik oran (yüksek enflasyon ve düşük büyüme nedeniyle) borç/GDP oranında sadece 2 puanlık bir düşüş sağlayacaktır. ne yapalım sizce de FDF'yi düşürelim mi?
Barış Bey,
Maastricht kriterinin brüt borç stoku ile alakalı olduğunun farkındayım. (Fakat bu konuda bazı tartışmalar da var. AB'deki brüt borç hesaplamasının bizdeki net borç hesaplamasına daha yakın olduğu şeklinde yorumlar var. Ama şimdi bunun üzerinde durmayalım). Benim verdiğim oranlar brüt borç stokuna dayanıyor.
Ben FDF oranını sıfıra indirelim demiyorum. (Aslında kesin birşey de demiyorum. Sadece beyin jimnastiği yapıyorum). Ama 6.5 yerine 5.5 olsun, borç stoku oranı 2 puan düşeceğine 1 puan düşşün, ne olur? Eğer bu para iyi kullanılacaksa bunun ne sakıncası var?
Ayrıca borç/GDP oranına bu kadar takılmak da doğru mu acaba? İtalya'da, Yunanistan'da bu oran yüzde 100'ün üzerindeydi galiba. Hatta geçenlerde Japonya'da yüzde 170 olduğunu duydum da dudağım uçukladı. Borç/GDP oranından daha önemlisi borcun vadesi, sürdürülebilirliğine ilişkin olarak piyasaları ikna etmek vb. değil mi? Biz o noktalardan henüz çok uzaktayız diyorsanız o başka tabii.
Tolga
Tolga bey,
güzel bir tartışma oluyor. Aslına bakarsanız borç oranının hangi seviyede olduğu benim açımdan faizler üzerindeki etkisi ölçüsünde önemli. Türkiye'nin risk primi yüksek, dolayısıyla faizler de yüksek. İtalya ve Yunanistan'ın oranları ile borçlanmayı başarabilseydik borç oranının yüzde 100'lerde olması çok da önemli değildi. Yanıt aradığımız şey çok şikayet ettiğimiz faizleri düşürmek istiyor muyuz istemiyor muyuz? Eğer faizleri düşürmek istiyorsak borç/GDP oranını hızlı bir şekilde düşürmemiz gerekli. Ben buna inanıyorum.
Tekrar edeyim, salt borç/GDP oranının yüksek olması nedeniyle değil, bunun faiz oranlarını yukarıya çekmesi nedeniyle bu oranın dşürülmesi gerektiğini düşünüyorum. Ha,aman canım zaten faizleri (reel) yüzde 30'lardan yüzde 12 seviyelerinde düşürdük, bundan sonra daha yavaş düşürelim, kısa dönemde fazla sıkıntı da çekmeyelim diyorsak o başka. Bense kısa dönemde çekeceğimiz sıkıntılardan şikayet etmeden sabrederek bir an önce başladığımız işi bitirelim, ki diğer sorunlarla uğraşmak için enerjimiz olsun diyorum. Daha bu ülkede yapılması gereken çok şey var.
Barış Bey,
Bence de güzel tartışma oluyor. Tartışmanın reel faiz konusuna dayanması da iyi oldu. Bu konuda merak ettiğim bir husus var. Takip etmişsinizdir, yakın zamanda Türkiye'de reel faizin ne kadar olması gerektiği konusunda bir tartışma vardı. Galiba Sabancı ailesinden biri Türkiye'de reel faiz yüzde 8 olmalı diye birşey söylemişti. Fakat çok iyi hatırlıyorum geçen yıl reel faiz yüzde 8 iken de başını Ege Cansen'in çektiği malum lobi reel faiz yüksek deyip duruyordu. Sizce Türkiye'de reel faiz ne kadar olmalı? Reel faiz büyüme oranını aşmamalı mı? Nominal faizi yüzde 15-20 olan bir ülkenin ABD düzeyinde reel faizi olabilir mi? Yani enflasyonunuz ABD'nin 5 katı olacak ama reel faiziniz onunla aynı olacak, var mı böyle birşey.
Bu arada sabır konusunda da sabır sabır nereye kadar diyorum. Bence işsizlik artık enflasyondan çok daha önemli bir sorun. Artık insanlara daha sabırlı olmaları için birşeyler vermenin de zamanı gelmedi mi sizce?
Tolga
ooo, ne kadar olmalı derseniz ipin ucu kaçar. Ben enflasyon yüzde 2 civarında reel faiz de yüzde 2-3 civarında olmalı diyorum. Çok uçtum di mi? Ama gerçekten hayalim bu. Sabır sabır nereye kadar sorusunu da cevapladım sanırım.
İşsizlik konusunda farklı düşünüyoruz. Ben önceki yazılarımda da ara ara değindim, Türkiye'de işsizlik sorunu değil işgücü sorunu olduğunu düşünüyorum. Bir sonraki yazımı bu konuda yazayım, daha açıklayıcı olması bakımından.
Son olarak siz sabır sabır nereye kadar diye sorunca benim aklıma da "Türk gibi başlamak, Alman gibi çalışmak, İngiliz gibi bitirmek lazım" veciz sözü geldi. Sizce çoğu meselede bir şeyin sonunu getiremeyişimiz önemli bir sorun değil mi?
Evet fazla uçmuşsunuz. Hayaller güzel ama bir de hayatın gerçekleri var. 100 metre koşusu yapar gibi maraton koşamazsınız. Enerjinizi daha dikkatli kullanmanız, daha yavaş hareket etmeniz gerekir. Yoksa daha 10 bin metreye ulaşmadan vücudunuz iflas eder. Enflasyonu üç yılda yüzde 70'lerden tek haneye düşürmek, 100 metre temposuyla maraton koşmak gibiydi. Eh, sonunda da yüzde 7-8'de takıldık kaldık. Enflasyonla büyüme arasında doğrusal olmayan bir ilişki vardır. (Ben demiyorum, bununla ilgili bir literatür var. İsterseniz kaynak da gösteririm). Ekonomi hızlı büyürken enflasyonu buraya kadar düşürmeyi başardık. Fakat daha aşağılara büyümeden fedakarlık etmeden inmemiz mümkün değil. Peki büyümeden fedakarlık edebilecek durumumuz var mı? Her yıl yaratılması gereken istihdam düzeyini ve gelişmiş ülkelere yakınsama hedefini göz önüne alırsanız yok. O zaman bundan sonra enflasyonu yavaş yavaş düşürmeye çalışmaktan başka çare yok. Yüzde 4'lük enflasyon hedefi bence çok iddialı ve de tutmayacak. Ha, ekonomide resesyon yaşanır da bu hedef tutarsa ona birşey diyemem. Fakat resesyon yaşanması pahasına enflasyonu düşürmek benim kabul edebileceğim birşey değil.
Tolga
Yorum Gönder