Ethanol

Dünkü Wall Street Journal'ın manşeti: Ethanol Craze Cools As Doubts Multiply. Daha bir kaç yıl önce kutsal alternatif haline gelen ethanol, habere göre bazılarının gözünde -ki bunların arasında çiftçiler de var- iyice düşmüş. Yazıda from panacea to pariah denmiş. Bir kaç yıl önce mucize gibi takdim edilen ethanol piyasasında işler iyi gitmiyor. Mısır fiyatları yükselirken ethanol fiyatları düşüyor. Bir yanda azalan karlılık diğer yanda yükselen tarım fiyatları, hisse fiyatlarının sürekli aşağı gitmesi de cabası.

A recent study by the Organization for Economic Cooperation and Development concluded that biofuels "offer a cure [for oil dependence] that is worse than the disease." A National Academy of Sciences study said corn-based ethanol could strain water supplies. The American Lung Association expressed concern about a form of air pollution from burning ethanol in gasoline. Political cartoonists have taken to skewering the fuel for raising the price of food to the world's poor.

Last month, an outside expert advising the United Nations on the "right to food" labeled the use of food crops to make biofuels "a crime against humanity," although the U.N. Food and Agriculture Organization later disowned the remark as "regrettable."

Yazıda daha ilginç bölümler de var. ABD mısır bazlı ethanol üretiminde lider ve Amerika'daki ethanol üreticileri federal hükümetten galon başına 51 cent alıyorlar. Ethanol sektörü ayrıca yüzde 54'lük gümrük vergisi ile korunuyor.

Ancak şimdilerde bir yanda ethanol lobicileri, bir yanda tarım sektörü lobicileri, bir yanda petrol lobicileri var. E tabi çevreciler de maydonoz olmazsa olmaz. Bir de diğer gıda üreticileri var ki bunlar da artan fiyatlardan ve maliyetlerden yakınmakta. Tarım sektöründe ise önceki yıllardaki tatlı kar artık yok. Ama başta mısır olmak üzere bir çok tahıl fiyatının yükselmesinden özellikle hayvan yetiştiricileri oldukça rahatsız olmuş durumda. Yükselen gıda fiyatları tüketiciyi de vuruyor ama onların lobicileri yok.

Ethanol yakıtı üreticileri devletten benzine konulacak minimum ethanol oranını yükseltmesini bekliyorlar. Bu hikaye size tanıdık geldi mi?

Bütün bunlar da adı serbest piyasa olan ABD'de gerçekleşiyor.
Read More!

Makroekonomi Nedir: bilinenler ve efsaneler

Makroekonomi veya makro iktisat nedir? Ekonomi henüz çok genç bir bilim. Öyle ki; bundan yüz yıl önce makroekonomi ve mikroekonomi arasında ayrım bile yoktu. Diğer bilim dallarında görülen "kanun"lara ekonomide pek rastlanmaz. Örneğin yerçekimi kanunu adı üstünde kanundur, istisna kabul etmez. Ekonomide ise böyle kanunlara pek ratlayamazsınız. En güçlü argümanlardan biri olan "talep kanunu"nda, yani "bir malın fiyatı artarsa o mala olan talep azalır" kuralında bile "Giffen good" gibi istisnalar vardır. Bugün gelinen noktada ekonomi biliminde, özellikle de makroekonomide bilinenler çok azdır buna karşılık ortalıkta bir sürü efsane ve hurafe dolaşmaktadır.

Efsanelere örnek verelim: Vergi oranları düşürülürse vergi tahsilatı artar. İthalata sınırlama koymak cari dengeyi ya da dış ticaret dengesini olumlu yönde etkiler. Enflasyonu düşürmek için büyümeden fedakarlık etmek gerekir. Sürekli yatırım yapmak uzun dönemde büyüme ve kalkınma hızını artırır. Vergi indirimlerinden hep zenginler karlı çıkar. Afrika ülkelerinin borçları silinse bu ülkeler açlıktan ve fakirlikten kurtulur.

Buna benzer efsaneler çoğaltılabilir.

Peki Makroekonomide (iktisat nedir) bugün neleri biliyoruz diye sorarsak, sadece bir kaç maddede bildiklerimizi sıralayabiliriz:

1. Uzun dönemde, bir ekonominin mal-hizmet üretme kapasitesi, vatandaşların yaşama standardını belirler. Mal-hizmet üretme kapasitesi ise fiziki sermaye, insan kaynağı ve teknoloji üçlüsü tarafından belirlenir.

2. Kısa dönemde, toplam talep üretim miktarını etkiler. Şoklar ve uygulanan mali/parasal politikalar yıldan yıla dalgalanmalara sebep olur.

3. Uzun dönemde, para arzının büyüme oranı ve her türlü parasal genişleme enflasyon oranını belirler ama işsizlik üzerinde etkisi yoktur. İşsizlik oranı, işgücü piyasasının esnekliği, iş bulma oranı ve işten ayrılma oranı tarafından belirlenir. Enflasyonla işsizlik arasında bir negatif ilişki ya da "tradeoff" yoktur.

4. Kısa dönemde mali ve parasal politikaları kontrol eden politika yapıcıları enflasyon oranlari ve işsizlik arasında bir tercihle karşı karşıya kalabilir.

5. Beklentiler önemlidir.

Bilinenler bu kadar. Bir de henüz tam olarak cevaplanamamış ve tartışmaların devam ettiği konular vardır:

1. Uzun dönem ekonomik büyümeyi sağlamak için uygulanması gereken reçete nedir?

2. Politika yapıcıları ekonomide istikrarı sağlamak için nasıl bir politika izlemelidirler? Aktif mi olmalıdırlar, pasif mi? Yoksa politikalar bir kurala göre mi belirlenmelidir?

Bu soruyu cevaplamadan önce cevaplanması gereken başka bir soru vardır: Politika yapıcıları isteseler bile acaba ekonomide istikrarı sağlayacak politika enstrümanlarına sahipler midir?

3. Bütçe açıkları ne kadar önemli bir problemdir? Bütçe açıkları gerçekten tasarruf miktarını dolayısıyla da yatırımları düşürür mü? Yoksa tasarruf miktarında bir artışa mı neden olurlar? Yoksa bütöe açıklarının hiç bir etkisi yok mudur?

Bu sorulara yenileri eklenebilir. Ama bilinen birşey varsa, o da bildiklerimizin çok az olduğu gerçeğidir.
Read More!

Amerika'da Yeni Araba Nasil Alinir?

Bu hafta bir tanidigim yeni araba aldi, ben de kendisine yardim ettim. Amerika'da birinci el araba piyasasi diger piyasalardan farkli. Otomobillerin etiket fiyati olmasina ragmen satis fiyatini galericiler belirliyorlar. Yani tam bir at pazarligi.

Bizim arkadas Honda Pilot 4WD marka SUV'i almaya karar vermis ve arabanin da etiket fiyati $29630. Tabii bu arabanin ciplak fiyati, bunun uzerine de eyaletine gore satis vergisi ve islem masraflari biniyor. Islem masrflari $300 civarinda satis vergisi de genellikle %6-8 arasinda degisiyor. Florida gibi eyaletlerde satis vergisi sifir. Pazarlik yapilan fiyat galericinin eline gececek rakam.

Tam rekabet prensibinin islemesi icin alici ve saticilarin fiyat bilgilerine erisiminin olmasi gereklidir. Tahmin edebileceginiz gibi bu bilgileri tuketicilere ulastiran bir web sitesi var: edmunds.com. Bu siteden arabalarin galericilere gelis fiyatlari, opsiyonlarin fiyatlari, uygulanan tum promosyonlarin listesine erisebiliyorsunuz. Bu bilgilere bakmadan alisverise giderseniz kaziklanacaginizin garantisini verebilirim (asimetrik enformasyon problemi).

O yuzden alisverise cikmadan once ev odevinizi yapmaniz gerekiyor. Honda Pilot'un etiket fiyati $29600 olmasina ragmen galericilere gelis fiyati $26900, yani arada $2700 bir kar marji var. Ancak millet salak degil, arabaya etiket fiyatini verip alan insan sayisi az. Edmunds Amerikali tuketicilerin bu arabayi ortalama $27900'a aldiklarini belirtiyor. Demek ki galericilerin araba basina gerceklesen kar marji $1000. Ayrica Kasim ayi suresince Honda sirketi satilan araba basina galericilere $1000 da ekstra komisyon veriyormus. Yani kar marji $2000'a cikiyor.

Bu bilgiler isiginda siz bu arabayi kac dolara alabileceginizi dusunursunuz?

New York sehrinin cevresinde bir suru galerici var. Bazi kucuk Amerikan sehirlerinde sadece 1-2 tane Honda galericisi olur. Rekabet eden galericilerin sayisinin cok olmasi galericilerin bir cesit kartel olusturmasini engelliyor. Tam rekabet kosullarinda akilli galericiler marjinal maliyetlerine bakarak pazarlik ediyorlar.

Bizim arkadas once galericileri tek tek arayarak ilgilendigi arabanin olup olmadigini ve butcesinin de $27500 oldugunu belirterek prosese basladi. Ikinci galericiyi aradiginda butcesinin $27000 oldugunu ve baska bir galericinin $27500 teklif ettigini belirtiyor. Bunlardan da tamam yanitini alinca ucuncu galericiyi arayip kendisine $27000 teklif edildigini ama butcesinin $26500 oldugunu belirtiyor. Son olarak kendisine en yakin galericiyi arayip kendisine $26500 teklif edildigini ama butcesinin sadece $26000 oldugunu soyluyor. Galerici de kendisini davet ediyor. Gidiyorlar, arabaya biniyorlar, vs. ve basliyorlar pazarliga. Galerici $26200'e kadar dusuruyor fiyati. Bizim arkadas teklifi kabul etmiyor ve kalkiyor, elinde yapilan teklifin belgeleriyle. Sonra basta $26500 teklif eden galericiye gidip kendisine $26200 teklif edildigini, bu fiyattan asagi bir teklif verip veremeyecegini soruyor. Onlar teklifi $26100'e dusuruyorlar ama arkadas $100 icin uzaktaki bir galeriden ziyade evimin yanindaki galeriden alirim diyor, neticede $26000'e arabayi aliyor.

Dikkat edin, arabanin gelis fiyati $26900. Galerici nasil olup da bu arabayi $26000'e satiyor? Cunku ureticiden $1000'lik promosyon aliyor. Neticede kari sadece $100. Yine de hic yoktan iyidir.

Turkiye'de ayni araba (varsa tabii) muhtemelen $75000'a falan satiliyordur. Niyesini bana sormayin, bunca yildir yedigimiz hurmalara bakin, simdi de mermerciler cikmis "bir de mermer hurmasi yiyin" diyorlar. Bu millet daha cok hurma yer gibime geliyor.
Read More!

Mortgage Krizi

Kafaniza koca koca mermer bloklari dussun.

Ege Maden İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Arslan Osman Erdinç, düşük kur, yüksek faiz politikası ve en çok ihracatın yapıldığı ABD’deki mortgage krizinin sektörü olumsuz etkilediğini belirterek, "Doğaltaş sektöründe ciddi yangın var. Sektörün ayakta kalabilmesi, üretim ve ihracat yapabilmesi için cansuyu istiyoruz" demis.

Komünizm nedir    iktisat Nedir  Devlet Üniversiteleri  Eğitim Nedir

Tavukculara, findikcilara, tekstilcilere, kartzedelere bir yenisi eklenmis oldu boylece. Mortgagezede mi desek yoksa mermerzede mi? Lafi fazla dolandirmayacagim. Basi dara dusen devletten para istiyor, daha once bu konuyu cok isledik. Mermer sektoru cyclical hareket eden bir sektor, yani talebin yuksek ve dusuk oldugu zamanlar var. Talebin yuksek oldugu zamanlarda mermerciler devlete ekstradan para vermemislerdir. Simdi talebin dustugu zaman devlet onlara niye para versin ki?

Bu biraz da turizmcilerin "kış geldi plaj turizmi darbe yedi, devlet yaza kadar bize para versin" demesi gibi birsey.

Ote yandan hukumet findikcilara para verdi, tavukculara da vermisti. Mermercilere vermemesi adaletsizlik degil midir? Adaletsizliktir.

Deveye boyun egri demisler, o da nerem dogru ki demis. Read More!

Hukuk ve Adalet: Hukukta ‘Garibanizm’

Hukuk ve Adalet çoğu zaman farklı ve çelişkili kavramlar. Hukuk objektif kuralları Adalet ise değer yargılarını ifade ediyor. Hukuka uygun olan bir davranış adaletli olmayabileceği gibi, size adil gelen bir olay hukuka aykırı olabiliyor.
26 Ekim tarihli Sabah gazetesindeki ‘Ekmek çalanla cüzdan boşaltan aynı değil’ başlıklı haberde mahkeme ile yargıtayın suçun büyüklüğüne ilişkin farklı yorumlarını değerlendiren bir haber vardı. Haberden anladığıma göre;
- Sanıklar A.S. ve A.K., silah zoruyla S.I'nın üzerinde bulunan 10 YTL'yi ve cep telefonunu alıp kaçıyorlar.
- Haklarında "yağma" iddiasıyla dava açılan sanıkların, gasp ettikleri eşyanın değeri ile paranın az olması nedeniyle cezalarında indirim yapılıyor.
- Dosyanın temyiz incelemesini yapan Yargıtay mahkemenin kararını bozuyor ve emsal kararında şu görüşleri dile getiriyor: "Yasaya göre çoğunu alabilme olanağı varken, yalnızca gereksinmesi kadar(örneğin birkaç meyve veya ekmek, yiyecek, bir iki defter, kalem veya sigara, bira ve benzeri) değer olarak az olan şeyi alma durumunda, olayın özelliği ve sanığın kişiliği de değerlendirilerek, yasal ve yeterli gerekçeleri de açıklanarak, uygulanabileceği gözetilmeden yakınandan alınan para ve cep telefonunun değeri az olmamasına karşın, suç konusu para ve eşyanın değeri az kabul edilerek indirim yapılması yasaya aykırıdır"
- Yargıtay "malın değerinin azlığı" halinde uygulanacak kriterleri de sıralıyor. Yargıtay'ın kriterlerine göre sanıklar, mağdurların üzerinde değeri az dahi olsa tüm para ve eşyayı alırsa ceza indiriminden yararlanamayacak.
Benim bu haberden çıkardıklarım:
- Bu haberi yazan gazeteci ne de gazetenin editörü yazılan haberi okumamış. Başlık, ilk paragraf ve içerik birbirleriyle çelişkili
- Eğer Yargıtay kararı gazetede doğru olarak alıntılanmışsa, vay o hükme göre yargılanacak adamın haline. Karardan hiçbir şey anlaşılmıyor. O karara dayanıp nasıl hüküm verilir? Bilmiyorum.....
- Demek ki Türk hukukunun adalet anlayışına göre ihtiyacı olduğu için çalan, çok çalana göre daha az suçlu. O yüzden daha az ceza almalı. (O zaman aynı mantıkla, ihtiyaç maksadıyla tecavüz edene, zevk için tecavüz edene göre daha az ceza vermemiz gerekir. Suçlu: ‘Hakim Bey, çok abazaydım. Affedin...’. Hakim: ‘Yaz kızım....Gereği düşünüldü. Sanığın çok ihtiyacı olması nedeniyle suçu işlediğine....Altı ay yatıp çıkmasına......’)
- Mahkeme ve Yargıtay neyin ‘az’ olduğu konusunda anlaşamıyorlar. Mahkemede ‘az’ mutlak, Yargıtay ‘nispi’ olarak değerlendiriyor. Yani birisinin cebindeki 10 YTL’yi çalarsanız mahkeme sizin küçük bir suç işlediğinizi, ama 10 YTL adamın cebindeki son para ise Yargıtay büyük bir suç işlediğinizi düşünüyor. (Bence Yargıtaydaki hakim ‘iktisat’ (iktisat nedir) kökenli. Nispi değerlerin önemini kavramış ve marjinal analizi özümsemiş)Yargıtay’ın bu kararını dikkate alan rasyonel gaspçıların bundan böyle günde 1 kişiyi çevirip tüm parasını almaktansa, 10 kişiyi çevirip üzerlerindeki paranın onda birini alacaklarını düşünebiliriz. Böylece gaspın mağdur üzerindeki yıkıcı etkisi azalacaktır. Dolayısıyla bu kararın sadece yargıda adaletin değil, gaspta da adaletin sağlanacağını düşünmek yanlış olmaz. Read More!

Bozuk Musluk

Bir sabah mutfaktaki musluk bozuluverdi. Musluk bu, bozulur bozulur. Ne yaptik, muslukcu cagirdik. Sagolsun hemen geldi. 5 dakikada tamir ediverdi. Tesekkur edip borcumuz ne kadar diye sorduk. Parasini verdik. Tesekkur etti. Sonra salona gecip oturdu, gazetesini okumaya basladi.

Usta, dedik, ne yapiyorsun? Eline saglik ama ihtiyacimiz kalmadi, lutfen gider misin evden? Giderim dedi, ama once tazminatimi vereceksin. Ne tazminati? Hizmetinin karsiligini verdik ya? O baska dedi. Burada alin teri doktum. Kazanilmis hakkim var. Isten cikarma parasi vermen lazim. Ne kadar? 30 gunluk ucret. Ne mubarek bir terimmis su "kazanilmis hak" denen sey? Insanin agzindan muhtira gibi cikiyor.

Bizim bu muhabbetimiz devam ederken kapi calindi. Karsimda internet servisinden iki kisi. Sistemi kontrol edeceklermis. Tabii benim gozup korktugu icin hemen sordum. Siz de mi tazminat isteyeceksiniz diye. Yok dediler. Tazminata falan gerek yok. Ama evde bulunan personel sayisi uce ciktigi icin, kanun geregi bir teror magduru, bir engelli, bir eski hukumlu, bir isyeri hekimi, bir isyeri hemsiresi, iş sağlığı ve güvenliği kurulu kurmakla ve iş güvenliği amacıyla bir mühendis veya teknik eleman calistirmam gerektigini, ayrica bir spor salonu ile bir kres veya anaokulu da acmamin ve calisanlarin gerekli ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla calisanlar tarafından kurulacak tüketim kooperatiflerine yer tahsis etmemin kanuni zorunluluk oldugunu belirttiler. Aksi taktirde calıştırılmayan her bir özürlü ve eski hükümlü için her ay 1.176 YTL, çalıştırılmayan her terör mağduru için her ay asgari ücretin 10 katı idari para cezası, digerleri ici ise ayda 784 YTL odemek zorunda kalacagimi soylediler. Bu kadar mi dedim? Yok dediler. Aslinda bir de emzirme odası kurma zorunluluğunuz vardi ama aramizda bayan eleman olmadigi icin simdilik buna gerek yok.

Lafi uzatmayayim. Salonu spor salonu yaptik. Cocugun odasini kres. Ev biraz kalabalik oldugu icin yakinda Misir'a tasinmayi dusunuyoruz.

Tesaduf bu ya gecen gun bu sefer banyodaki tuvalet bozuldu. Alafranga olan. Elime bir balyoz alip tuvaleti bir guzel parcaladim. Sonra gittim yenisini aldim. İthalmis. Dunyanin parasi ama olsun. En azindan basim rahat.

Guzel guzel oturup kahvemi yudumlarken gazete sayfalarina bir goz attim. Sirketler yeni isci almak yerine dunyanin parasini verip disaridan makine ithal ediyorlarmis. Boylece issizi cok, sermayesi az ulkem sermaye yogun uretime gecip verimlilik artisinda rekor kiriyormus. Issizlik almis basini gitmis. Ne olacak bu ulkenin hali ya! Yok mu cekirdeksiz hurma ureten bu ulkede? Read More!

Küçük ayrıntı

Biz ulusal gazetelerde köşe kapmış çomarlarla uğraşırken kendisine kıytırık bir köşe kapmış olan finonun teki aklı sıra bize cevap yetiştiriyor ya, benim asgari ücret yazıma da eski Sovyet vatandaşı kadınların Türkiye'ye gelip fahişelik yapmasını serbest piyasa aleyhine argüman olarak getirmiş. Tabi sormak gerekir bu insanların bu yola düşmesinden serbest piyasa sistemi mi sorumlu yoksa komünist rejim mi? Sosyalist ve devletçi düzenlerinizin günahını serbest piyasa sistemine yüklemeyin lütfen! İnsan bilmeden ya da düşünmeden konuşmaya başlayınca komik oluyor.

Bu kişinin daha Türkçe yazmayı bilmediği, ayrı yazılması gereken -de'ler, -da'lar ve -mi'ler yüzünden anlamayı zorlaştırdığı, yazdığı son dokuz yazıdan yedisi bizim yazarlarımıza hakaret ve aşağılama dolu, ama örneğini yukarıda verdiğim gibi içi boş teneke gürültülerinden oluştuğunu dikkatli okuyucularımız zaten fark etmişlerdir. Açıkçası itiraz niyetine getirdiği argümanlardan okuduğunu da anlamadığını düşünüyorum. Okulu bitiremeyişinin ya da akademik sefaletinin sebebini de profesörler olarak göstermişti. Ha bir de aşk yaşamış o yüzden. Bizim hiç ilişkimiz olmadı, biz tarlada yetiştik! Kendisi hariç herkes suçlu yani. Yine de karşı çıktığı sebest piyasa ve küreselleşmenin nimetlerinden (internet, google, blog) faydalanarak serbest piyasaya küfretmeyi maharet bilmek garip bir duygu olsa gerek. Kendisinin Ekonomix ile devam eden Citi davası da var ama köşeye sıkışınca dolar/YTL paritesindeki değişime sığınmıştı. Benim fındık yazıma da vatansever ve milliyetçi bir üslupla cevap vermişti arkadaş ama daha sonra Danimarka vatandaşı olduğunu açıkladı sitesinde. İnternet milliyetçiliği dedikleri şey böyle olmalı.

Edit: Kişisel polemiklerle işimiz yok. Ama arkadaş güzel bir prototip oluşturduğu için konu ettik. (Gazetede yazıyorsanız polemiğin her türlüsüne varız ama! Yanlış anlaşılmasın.)
Read More!

Öğretmenler günü ve zorunlu eğitim

Sonunda bu da oldu. 24 Kasım'da öğretmenler gunu yazısı yazmadık diye elestiri aldık. Ama bu öğretmenler günü denen şey her ülkede farklı günlerde kutlanıyor. Arjantin'de 11 Eylül, Çin'de 10 Eylül, Hindistan'da 5 Eylül, ABD'de Mayıs ayının ilk haftasında kutlanıyor. UNESCO tarafından ise 5 Ekim günü Dünya Öğretmenler Günü olarak kutlanıyor.

Türkiye'de 24 Kasım'ın Öğretmenler Günü olmasının gerisinde ise emekli bir generalin (bkz. Kenan Evren) imzası var. Tabi gerekçe her konuda olduğu gibi yine Atatürk'e dayandırılmış. Şimdi Atatürk'ü her şeye alet etmenin sakıncalarından bahsetsem muhtemelen "Atatürk düşmanı" olurum, dolayısıyla sesimi çıkarmıyorum. Bu arada "başöğretmen" Atatürk'ün hangi tarihler arasında öğretmenlik yaptığını merak ettim, araştırdım, bulamadım.

Tamam anlıyorum, eğitim kutsal bir vazife, Atatürk de kutsal bir insan. Dolayısıyla kraldan fazla kralcı olmayı sevenler açısından mantıklı bir yaklaşım olabilir. Ama mesela benim bildiğim bizim kültürümüzde ekmek de kutsal bir yiyecek. Atatürk'e başfırıncı ünvanı da verilmiş miydi? Verilmediyse neden verilmedi? Hak etmiyor mu? Bir ulus bugün yediği ekmeği ona borçlu değil mi? Yoksa bize yanlış mı öğrettiler?

(Bize yanlış mı öğrettiler kısmına geri döneceğim. Ama önce bir açıklama yapayım: Hayır, efendim. Atatürk düşmanı değilim. Bir çok tarihi figür gibi onu artısıyla eksisi ile anlamaya çalışıyorum. Ama sizin kalıplarınız ile "Atatürkçü" de, "Kemalist" de dğilim.)

Öğretmenler Günü konusundan buraya nasıl geldim ben de anlamadım. Ama bu gün dolayısıyla gündemle alakalı 'Erotik öğretmen' görevden alındı tarzı haber yapmaktan daha iyi yaptığımı düşünüyorum.

Bazı şeyleri bir öğrenci olarak bize yanlış öğrettiklerini farkettiğimde henüz bıyıklarım terlememişti. Yıllar sonra Catherine Baker'ın Zorunlu Eğitime Hayır isimli kitabını okudum. İzlenimler sitesindeki şu yazıyı görünce bu kitabı hatırladım. Ben 1990'lı yılların başında okumuştum ama kimbilir kime verdim de geri gelmedi, şu an elimde yok. Ama internette biraz bakınınca İmge Kitabevi tarafından Şubat 2006'da yeni baskısının yapıldığını gördüm. Kendinize bir iyilik yapın ve bu kitabı okuyun. Kitapta savunulan fikirlere katılır katılmazsınız orası ayrı. Benim aklımda kalan çarpıcı ayrıntılar olarak okul binaları ile hapishanelerin birbirine benzerliği ve çocukların neden her teneffüse sevinçle bağırışarak çıktığını sayabilirim. Bize birşeylerin yanlış öğretildiği gerçeği Baker'in "okulun, devletin kendine köle yetiştirmek için organize ettiği bir kurum olduğunu, yetişkinlerin, bu köle eğitiminden başarıyla geçtikleri için bunun farkına varmadıkları" tezi ile örtüşüyor.

Kendi geçmişime baktığımda, bugün geldiğim noktaya milli eğitim sistemi ve okullar sayesinde değil, milli eğitim sistemine ve okullara rağmen geldiğimi söylemekten kendimi alamıyorum. Karşıma çıkmış olan bir çok öğretmenden sadece birkaçının hafızamda kalıcı yer edindiğini, benim için yol gösterici olduğunu söyleyebilirim. Bu açıdan kendimi bazen şanslı bazen de şanssız olarak değerlendirmişimdir. Yıllar sonra istatistikte "law of large numbers" ve "central limit theorem"i anladığımda aslında bu durumun pek de şaşılacak bir durum olmadığının farkına vardım. Her meslekte olduğu gibi öğretmenlerin arasında da çok iyi örnekler çok kötülerle bir arada. Ama büyük bir çoğunluk vasatın iki standart sapma çevresinde.

Bu gelinen noktada kişi olarak öğretmenlerden daha çok sistemin çarpıklığının payı olduğunu düşünüyorum. Her konuda olduğu gibi bu konuda da muşevvikler sistemi işliyor (incetives matter). Bugünkü eğitim sisteminde ne yazık ki iyi örnekler sistem tarafından cezalandırılıyor, kötü örnekler teşvik ediliyor, sistem iyi örnekleri vasat olmaya zorluyor.

Peki çözüm ne? Aşağıya sistemde çarpıklığı giderecek bazı çözüm önerilerini sıralıyorum. Lütfen hemen klavyeye sarılıp hararetli itirazlara başlamadan önce neyi savunduğunuzu, savunduğunuz şeyin olası pozitif ve negatif sonuçlarını gözden geçirin.

1. Zorunlu eğitim kaldırılsın. Bugün uygulanan zorunlu eğitim sisteminin negatif etkilerinden birisi ailelerin çocuklarının eğitimlerini aksatmasıdır. İster köyde olsun ister şehirde, çocuğunu herhangi bir okula kaydettiren ebeveyn kendini görevini yapmış hissediyor ve çocuğunun eğitimi ile neredeyse hiç ilgilenmiyor. Çünkü zaten karar verme şansı da yok. Zorunlu eğitim kaldırılırsa bütün yük ailelerin (ebeveynlerin) sırtına bineceğinden daha iyi sonuç alınacaktır. Gerek çocuklarının eğitimi konusunda gerekse doğru okulu seçme konusunda.

2. Tevhid-i tedrisat kanunu kaldırılsın. Bu kanun ümmetten millet aşamasına geçişte önemli rol oynamış olabilir. Ancak bugün sistemin çarpıklığının en önemli nedenlerinden biri. Eğitimde hedefimiz eşitlik ya da herkesin aynı eğitimi alması değil, çeşitlilik ve özgürlük olmalıdır. Kemalistler kafalarındaki "öcü dinci okullar" hayaletinden, dinciler de "bu okullar çocuklarımızı dinsiz yetiştirecek" korkusundan ve önyargısından kurtulması lazım. Yasaklar her iki grubu da marjinalleştirmekte yer altına itmektedir. Bırakın isteyen çocuğuna dini eğitim versin isteyen bale eğitimi, isteyen de her ikisini de ya da hiçbirini. (Bale eğitimi ve dini eğitim birbirinin alternatifi değildir, sadece örnek veriyorum.) Hatta dileyen kutuplarda pancar yetiştirme okulu bile açabilir. Öğrenci bulacağına güveniyorsa neden olmasın? Eğitimde çeşitliliği sağlar zorunlu eğitimi de kaldırır ailelerin özgürce karar vermesini sağlarsak müşevvikler sistemi daha iyi olanı ödüllendirecektir.

3.Öğretmenlere ve okullara verilen teşvikler kaldırılsın, eğitim konusunda illaki de teşvik verilecekse öğrencilere ve ailelere verilsin. Herhangi bir piyasada eğer devlet eliyle teşvik verilecekse bu teşvik üreticilere değil tüketicilere verilmeli, üreticiler değil tüketiciler korunmalı ya da desteklenmelidir. Eğitim hizmetini düşündüğümüz zaman da aynı kural geçerlidir. Bugünkü sistemde aileler okullar için birbiri ile yarışmaktadır. Ancak okul ve öğretmenler yerine öğrenciler ve aileler desteklenirse okullar aileler için birbiri ile yarışacaktır. Siz hangisini tercih edersiniz?

4. YÖK lağv edilsin, gerek üniversiteler, gerekse liseler bağımsızlığa kavuşsun. İsteyen okul paralı eğitim yapsın, isteyen parasız. Aileler de istediği okulu seçmekte özgür bırakılsın. Devlete göbeğinden bağlı bir akademik ortamda yaratıcı düşünce ve kaliteli eğitim mümkün değil. Üniversiteler gerekirse yer çekimi kanununun bile tartışılabildiği özgür ortamlar olmalı.

5. Her öğretmene eşit maaş, eşit statü gibi saçma uygulamadan vazgeçilsin. Farklı performansa farklı ücret ödenmesine izin verecek piyasa mekanizmasının önündeki engeller kaldırılsın. Yeterlilik konusu saçma sapan sınavlarla değil tecrübe ile belirlensin. Bu konuda da karar merkezi sınav sistemi ile alınmasın her okulun kendi inisiyatifine bırakılsın.

İlkokulda aynı sıraları paylaştığım arkadaşlarımdan bazıları öğretmen olmayı tercih edip milli eğitimin çarkları arasına girdiler. Ancak kabaca bir değerlendirme yaptığımda çoğunun gerçekten öğretmen olmak istedikleri için değil, üniversite sınavında daha iyi bir alternatife yetecek puan alamadıkları için öğretmen olmayı tercih ettiklerini görüyorum. Yani sistem iyileri ayıklayıp başka birşey yapamayanları öğretmen olmaya teşvik ediyor gibi görünüyor. Böyle bir sistemden mucize beklemek için fazla iyimser olmak gerek.

Bense gerek üniversite öğrenciliğim sırasında gerekse daha sonra özel dersler verdim, piyasanın içinde bulundum. Eğitim sisteminin ürünleri olarak normal çarpma ve bölme işlemini dahi yapamayan ama üniversiteye devam eden öğrencilerim de oldu, eğitim sisteminin çarkları arasında ezilen cevherlerle de karşılaştım. Bugün, arkadaşlarımın aksine, yapabileceğim bir sürü meslek arasından sıyrılıp sadece öğretmeyi sevdiğim ve sevdiğim işi yapmak için öğretmenlik mesleğini seçmiş bulunuyorum. Bu yüzden, başta öğretmenlerin (öğretmen olan okuyucumuz varsa) ama tüm okuyucularımızın burada yazılanları hariçten gazel okumak olarak değil de kendi içlerinden birinin "yapıcı" önerileri olarak dikkate almalarını tercih ederim.

Edit: Kutlamayı untmuşum. Bütün öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun. Daha iyi olan öğretmenlerimizinki daha kutlu olsun.
Read More!

Geyik Haberler Cogaliyor

Geyik ekonomi haberciligi sadece Turkiye'ye mahsus bir durum degil. Bugunlerde Amerikan medyasinda da sik sik "dolarin deger kaybetmesiyle turistler alisveris icin Amerika'ya hucum ediyor" konulu yazili ve gorsel haberlere rastliyorum. Dogrudur, ipini koparan 3-5 tane Avrupali ve Kanadali Amerika'ya alisveris yapmaya gelmistir. Ancak bu haberlerde ima edildigi gibi bu durum Amerikan ekonomisini canlandiracak bir durum teskil etmemektedir.

Turistlerin en cok geldikleri yaz aylarinda bu yil rekor kirilmis ve turistler $30.7 milyarlik alisveris yapmislar. Bu gecen seneye gore %14'luk bir artis ifade ediyormus.

Amerikan ekonomisi $14 trilyon civarinda bir ekonomi. Turistlerin yaptiklari ekstra alisveris miktari enflasyonu dustukten sonra %10'un biraz uzerine denk geliyor, bunu bir senenin butunune yaydigimiz zaman ortaya cikan ekstra alisveris miktari $10 milyar gibi rakama karsilik geliyor. $10 milyar Turkiye icin buyuk bir rakam olabilir ama bu Amerika'nin buyumesini %0.1'in altinda bir oranda etkiliyor sadece. Hadi yukari dogru yuvarlayip 1000'de bir arttirdi diyelim.

Bu kadar gurultu kopartmaya, veya ustu kapali olarak umut vermeye degecek bir rakam mi? Amerikan ordusu Irakta bu kadar parayi her ay harciyor.

Ekonomi habercisinde perspektif olmasi lazim. Yoksa bu yazida verdigim ornekte goruldugu gibi pireyi deve yaparlar.
Read More!

Fiyat kısıtlaması

Bu yazida fiyat kısıtlaması konusuna deginecegiz. Elinizde ikinci el bir araba olsun. Piyasa değeri de 3,000 YTL olsun. Normal şartlarda, ikinci el piyasasında bu ücreti ödeyecek birini bulup bu arabayı satabilirsiniz. Birinci el araç piyasasına göre elinize oldukça cüzi bir para geçecektir. Elinizdeki ikinci el aracı satıp bu para ile birinci el piyasasından yeni bir araba almayı düşünmüşseniz planlarınızı yeniden gözden geçirmeniz gerekir. Zaten aklı başında kimse bu şekilde bir plan yapmaz. Diğer yandan ikinci el piyasada belirlenecek fiyat aracın modeline, markasına, motor hacmine, ne kadar ve nasıl kullanıldığına, kaza geçirip geçirmediğine göre değişecektir. Ancak zaten biz baştan piyasa değeri 3,000 YTL diyerek bütün bu faktörleri tek bir fiyatın içinde zımni olarak ifade ettik.

Şimdi hükümetin ikinci el piyasasındaki 3,000 YTL fiyatın birinci el piyasasına göre oldukça düşük olduğu gerçeğini dikkate alarak, ikinci el araba piyasasında satılan arabalara 5,000 YTL'den az ücret ödenmesini yasakladığını düşünün. Karşınızda iki seçenek vardır: Birincisi ya aracınıza 3,000 YTL ödemeyi kabul edecek birini bulup gizli bir şekilde bu işi gerçekleştirmek, ya da resmi anlaşmada 5,000 YTL gibi fiyat gösterip tahsilatı 3,000 YTL üzerinden yapmak. Diğer seçeneğiniz ise bu aracınıza 5,000 YTL ödemeyi kabul edecek bir enayi bulmak. Yoksa araba elinizde kalacaktır.

Kalkıp size birisi hükümetin bu düzenlemeyi sizin iyiliğiniz için yaptığını ve bu düzenleme sayesinde sizi koruduğunu söylese o kişi döver misiniz sabaha mı saklarsınız bilmiyorum. (kapitalizm nedir)

Yukarıdaki örnek istihdam piyasasına uygulandığında, asgari ücret düzenlemesinin neden kaçak işçi çalıştırmayı özendirdiği ve aynı zamanda nasıl işsizliğe neden olduğu gayet güzel anlaşılıyor. Vasıfsız ve kalifiye olmayan ama çalışmak isteyen kişilerin oluşturduğu istihdam piyasası ikinci el araba piyasasından farksızdır. Eğer asgari ücret düzeyinde bir emeğiniz yoksa kaçak çalışmaktan ya da size emeğinizin karşılığının daha fazlasını ödeyecek bir enayi bulmaktan başka seçeneğiniz yoktur. Sonra da asgari ücret uygulamasının işçileri koruduğunu anlatan masallara artık nerenizle gülersiniz bilmiyorum.
Read More!

Iki Kisa Yorum

Zafer Caglayan 'Merkez Bankası bağımsızlığı' ilkesi nedeniyle artık bankaya ilişkin yorum yapmayacağını söylemis. Herhalde Merkez Bankasinin bagimsiz oldugundan yeni haberi oldu!!

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'na 23 katlı, 45 bin metrekarelik hizmet binası, 5 bin metrekarelik de sosyal tesis yapılacakmis. Yetmez baba, soyle eliniz degmisken 60-70 katli bir seyler yapin, her bir calisana da bir daire verirdiniz, paralar nasilsa agacta yetisiyor, borclara %10 reel faizi de Tanzanyalilar veriyor.
Read More!

Mahfi Eğilmez kur ve para politikalarını bilmiyor olamaz

Gözü kurdan başka bir şey görmeyenler kervanına maalesef Mahfi Eğilmez de katılmış.

Bugünkü yazısında kur ve para politikalari hakkinda şu sonuca ulaşmış: "Türkiye'nin verdiği yüksek reel faiz, yüksek miktarda yabancı kaynak çekmekte, o da kurun düşük kalmasına ve enflasyonu baskılamasına yol açmaktadır. Yani Türkiye, enflasyonu düşürmek için kuru baskılamayı ve dolayısıyla faizi yüksek tutmayı bir para politikası aracı olarak seçmiş görünmektedir. Para politikası diye uyguladığımız şey ne yazık ki bundan ibarettir."
Yapmayın Mahfi Bey. Güngör Uras ya da Yiğit Bulut yazsa neyse de size yakışmıyor.

Mahfi Eğilmez'in iktisat ve maliye diploması var. Kamu maliyesi alanında Gazi Üniversitesi'nden doktorası var. Çeşitli kamu görevlerinin ardından 1997 yılında Hazine Müsteşarlığı yapmış. Şu anda da Garanti Bankası'nın ortaklarından Doğuş Grubu'nun finansal kuruluşlarında üst düzey yöneticilik yapıyor. Bir yandan da Radikal'de ekonomi üzerine yazılar yazıyor.

Biraz eski defterleri karıştırdım: 1997 yılı başında ikincil piyasa faizi yüzde 98.4 imiş. Aralık ayını ise yüzde 111.8 ile kapatmış. Enflasyon 1996 yılı sonunda yüzde 75.7 iken 1997 yılını yüzde 99.1 seviyesinde gerçekleşmiş. Bir de kura bakalım. Dolar kuru 1997 yılı başında 107.775 TL'den yıl sonunda 205.245 TL'ye yükselmiş. Reel kur endeksi de (TCMB 1997 baz yılı) 1996 yılı sonunda 101.7 iken 1997 yılı sonunda 115.9 olmuş.

Bu iç açıcı rakamlardan sonra yorum yapmaya gerek var mı bilmiyorum. O güzel günlerde "düşük kur yüksek faiz" politikası yerine "yüksek kur düşük faiz" politikası uygulanıyormuş. Ve o günlerin ne kadar güzel olduğunu çoluk çocuk herkes çok iyi hatırlıyor.

Herhangi bir iktisat (iktisat nedir) kitabını açan herkes görebilir ki açık ekonomilerde döviz kurunu sabitlerseniz para politikası araçlarını kullanamazsınız. Dalgalı kurda ise maliye politikalarını. aynı zamanda açık ekonomilerde hem döviz kurunu hem de faiz oranlarını belirleme gibi durum da mümkün değil. Bunları Mahfi Bey'in bilmeme ihtimali yok.

Diğer yandan Mahfi Bey "enflasyonu düşürmek için kurun baskılandığı" şeklinde efsaneleşmiş bir argümanı dillendiriyor. Kusura bakmasın ama ortaokuldan terk Anadolu esnafı bu masala inanabilir. Ama "enflasyonun her zaman ve her yerde parasal bir olgu olduğunu" bilen herkes kurun enflasyon oranlari üzerinde sadece dolaylı etkileri olduğunu enflasyonun tamamen para basmaktan kaynaklandığını hatırlayacaktır. Ama gözünüzü kur bürümüşse, bütün denklemlere kuru tek değişken olarak koymakta bir sakınca görmezsiniz.

Tekrar edelim: Kur ile enflasyon ya da faiz oranları arasında hiç bir ilişki yok denemez. Ama hem enflasyonu hem de faiz oranlarını sadece kur etkiler demek tamamen bambaşka birşeydir.

Enflasyonu bir arabanın hızına benzetirsek, aracın motor hacminden, lastik ayarlarına kadar bir çok faktör aracın hızını etkileyecektir. Kur bu detaylardan sadece biridir. Para politikası kapsamında ele alırsak, para basma olayı arabayı kullanan kişinin gaza ya da frene basması gibidir. Şimdi kalkıp ayağımın gaza basması enflasyonu etkileyen faktörlerden sadece biridir, önce şu lastikleri (döviz kuru) değiştirelim de araba daha yavaş gitsin demek ne kadar komikse herşeye kur gözlüğüyle bakmak da o kadar komik!
Read More!

BLS Verilerle Oynuyor!

Carpe Diem, Michigan Üniversitesi'nden Prof. Mark J. Perry'nin ekonomi blogu. Bu blogdan geçenlerde Mankiw'in blogunda yayınlanan bir yazı sayesinde haberim oldu. O zamandan beri izliyorum. Güzel yazılar çıkıyor, size de tavsiye ederim. Neyse, bu blogda dün çıkan bir yazıda ABD ekonomisinin neden resesyona doğru gitmediğine dair altı neden denildikten sonra çeşitli eyaletlerdeki işsizlik oranlarının düşüklüğünden bahsediliyordu. Fakat benim ilgimi bu yazıdan çok okuyucuların bu yazıya yaptıkları yorumlar çekti. Ben baktığımda dört yorum vardı ve bunlar şöyleydi:

4 Comments:

At 12:45 PM, Anonymous said...

Ooops....did you forget California?

At 1:46 PM, Anonymous said...

Mr. Carpe Diem, you continue to smoke some SERIOUS crack. Keep relying on those government-generated jobs numbers! How about this: why don't you show us the % of birth/death jobs created as a percentage of total jobs created over the last twelve months? Or maybe you could explain to us how the actual unemployment rate calcultion methodology has changed since 1990? Seriously, you are embarassing yourself.

At 6:35 AM, juandos said...

Forget California?!?! Isn't California TAXING itself out of the employment business or hadn't you noticed?

anon @ 1:46 p.m. whines: "Keep relying on those government-generated jobs numbers! How about this: why don't you show us the % of birth/death jobs created as a percentage of total jobs created over the last twelve months?"...

Why don't you? If YOU have more credible numbers (not Krugman numbers) than what the BLS has, roll them out!

Speaking of someone who should be embarassed about what he/she posts, have you no idea what your comment reads like?

Just curious, are you a Marxist?

At 10:54 AM, Anonymous said...

Marxist? Hardly.

Listen, I apologize for being so caustic in my post above. That was wrong. That is not an efficient, effecitve, or polite way to communicate. So let me start over.

I believe the numbers out of Washington are totally politicized. TOTALLY. And they have been for years. If you take the time to go to John Williams' website and read it for yourself, you'll learn some interesting things. John's been tracking the changes in calculation methodologies for nearly thirty years, and he knows all the games being played. And it's not like the gov't is hiding the changes! The changes are all in the footnotes.

http://www.shadowstats.com/cgi-bin/sgs/article/id=341

The link above explains how the jobs numbers are calculated and how that process has changed over the years to radically understate the jobless rate here in the USA.

http://www.shadowstats.com/cgi-bin/sgs/article/id=343

The link above explains how the CPI numbers are calculated and how that process has changed over the years to radically understate reported inflation.

http://www.shadowstats.com/pdf/779-626538446.pdf

The link above is an interview with John Williams by Kathryn Welling from Weeden. This is a great primer.

Beyond that, the most important thing is not necessarily to care what the real numbers are, IMO. The most important thing is to trade the tape. That's it. To rail against the numbers is fun, but it's really pointless if you want to make money.

And by the way, I do like Kudlow at market bottoms. It's when we are making a top that he's insufferable. He's blind to the biases of the data, blind to the implications of a market overshooting its rational endgame, willing to suspend disbelief for the sake of his own philosophy of America and the Republican party. Not that there's anything wrong with that! But there is (kinda) if you do want to paint an accurate picture of what is going on. And I'm a Libertarian.

Post a Comment

Vay anasını!!! Bu tartışma size de fazlasıyla tanıdık gelmedi mi? Ben böyle şeyler sadece Türkiye'de olur sanıyordum. Meğer BLS de verilerle oynuyormuş! Sadece BLS de değil, ABD'nin bütün istatistik kurumları. İyi de birader o zaman biz bu iktisatçılık (iktisat nedir) işini bırakalım. Eğer herkes verilerle oynuyorsa biz neye bakıp değerlendirme yapacağız? Bu işe devam edeceksek de galiba en iyisi bazı iktisatçıların yaptığı gibi kendi verimizi kendimiz üretmek olacak!!

Bu arada ABD'de verilerle oynandığını iddia eden okuyucunun verdiği linklere gidip baktım. Gerçekten ilginç şeyler var. John Williams (adını ilk kez duyuyorum) ABD'nin Mustafa Sönmez'i (verilerle oynadığı gerekçesiyle TÜİK'i mahkemeye vermeye kalkmıştı, sonra ne oldu bilmiyorum) falan galiba. John Williams'ın internet sitesi şurada. Bu sitede şu sayfada çok ilginç istatistikler var. Millet ABD resesyona mı gidiyor diye tartışıyor ama meğerse bu ülke 1990'ların başından beri resesyondaymış, kimsenin haberi yok!!!
Read More!

Issizlik ve Enflasyon Problemlerinin Cozumu: Mikro Reform

Iki gun once issizlik ve enflasyon problemlerinin ayni anda cozumunu okurlarimiza sormustuk. Bir okuyucumuz isci/isveren iliskilerinde isveren lehine bir dengesizlik oldugunu belirtiyor (Bahsedecegimiz cozum bu problemi de buyuk olcude azaltacaktir). Diger okuyucularimiz ise teknoloji ve verimliligi arttirmamiz gerektigini, bunlari saglamak icin de devletin tasarruflarini arttirip bu alanlara yatirim yapmasi gerektigini belirtiyor. Ozunde dogru cevaplar.

Hukumet butce acigini azaltma ve borc yukunu reel olarak dusurme teknolojisine/yetenegine sahip. Zaten son 5 senedeki basarilarinin ardinda da bu yatiyor. Yine de bu stratejinin bize marjinal getirisi son yillarda azaldi. Buna ek olarak yeni bir teknolojiye/yetenege ihtiyacimiz var.

Mikro Reform. Issizligi ve enflasyonu dusurecek olan teknoloji mikro reform teknolojisidir. Tabii mikro reform lafini bir suru kisi kullaniyor ama ne oldugunu bilmiyor. Mikro reformdan kastedilen piyasalarin serbestlestirilmesidir. Aciklayayim.

Turkiye'deki piyasalarin cogunlugu oligopoli, yani bir kac kisi veya organizasyonun kontrolu altinda. Bu hem isveren hem de isciler icin gecerli bir onerme. Isverenler rekabetin kisitli oldugu piyasalarda faaliyet gostererek mallarini olmasi gerekenin ustunde bir fiyata satmaktadirlar. Bu piyasalara yeni rakiplerin girmesini engellemek icin bir suru entrika cevirmekten de kacinmazlar. Ayni durum sendikalar icin de gecerlidir. Sendikalar kendi mensuplarina daha yuksek ucret saglarlar ama bunun faturasi isi olmayanlara cikar. Neticede isverenin maliyeti yukselir ve bu da fiyatlara yansir. Toplamda daha az uretimi daha yuksek birim maliyette yapariz ve dunya fiyatlariyla rekabet edemeyecek fiyatlarda satariz.

Piyasalarin serbestlesmesi durumunda uretim buyuk oranda artacak, olcek ekonomisinden dolayi maliyetler dusecektir. Piyasadaki rekabet sirketleri daha yaratici olmaya zorlayacak ve sirketler hem verimliliklerini arttiracaklar hem de yeni teknolojiler gelistirmek zorunda kalacaklardir. Artan verimlilik ve teknolojik gelismeler maliyetleri bir kademe daha dusurecek ve ihracat potansiyelimiz artacaktir. Artan talebi karsilamak icin sirketler daha cok isci calistirmak isteyecekler ve bu da issizlik problemini cozecektir. Maliyetlerin dusmesiyle birlikte ise birakin enflasyonu deflasyon (deflasyon nedir?) bile yasamamiz mumkun, hem de petrol $150 olsa bile. Amerika dunyanin en serbest piyasalarindan bir tanesine sahip ve issizlik orani da en dusuk ulkelerden bir tanesi. Son 10 yilda Cin'e ve Hindistan'a milyonlarca is kaybetmesine ragmen ve artan nufusuna ragmen issizlik oranlarini %5'in altinda tutmayi basardilar. Bunlar tesaduf degil.

Ben sahsen hukumetin bu beceriyi edinebilecegini ve mikro reformlari gerceklestirecegini dusunmuyorum. Ugur Gurses de benimle ayni fikirde gorunuyor. O yuzden ben issizlik ve enflasyon konusunda 2008 yili icin karamsarim. Hatta ekonomi yonetiminin icinde yer alan bazi kisilerin piyasalari serbestlestirmelerini birakin, bizi tam tersi yonde adim atmaya zorlayacaklarini dusunuyorum. Turk milli takimindan nasil Avrupa Sampiyonu olmazsa, Turk ekonomisinden de bu yonetim anlayisiyla Avrupa sampiyonu olmaz.
Read More!

Liberalizm

Ben liberalizmden veya muhafazakarlik gibi terimlerden pek anlamam. Amerika'da muhafazakar olan Turkiye'de liberal diye tanimlaniyor, ekonomik muhafazakarlik ve ekonomik liberalizmin farkini anlatin deseniz anlatamam. O yuzden bu terimleri hic kullanmam, genelde kapitalizm ve sosyalizm gibi terimleri kullanmayi tercih ederim.

Derin Dusunce blogu ise bu islerden bayagi anliyor gibi gorunuyor. Gitmisler Fransiz liberal ekonomist Pascal Salin ile evinde mulakat bile yapmislar.

O sayfaya gittiginiz zaman, sayfanin ust kosesinde Ekonomi Turk'un banner'ini da gorebilirsiniz. Banner takasi yaptik Derin Dusunce ile. Banner hakkindaki goruslerinizi bekliyorum, hukuka aykiri bir durum varsa onu da belirtin lutfen.
Read More!

Citigroup ve Teknik Analiz

Teknik analizden hoslanmadigimi eski okuyucularim iyi bilirler. Maalesef Turkiye'de borsada oynayanlarin ve borsa hakkinda yorum yapanlarin cogunlugu teknik analiz kullanirlar. Ote yandan Turkiye borsasi ayni zamanda cok sig bir borsa, o yuzden manipulasyona da gayet musait. Bu iki bilgiyi kullanarak Turkiye'deki kucuk yatirimcilarin neden genellikle borsada kaybettiklerini anlayabiliyoruz.

Gecenlerde Citigroup hisselerinin cok dustugunu belirten bir yazi yazmis ve alim konusunda ciddi ciddi dusunmeye basladigimi belirtmistim. Amerikan borsasi Turkiye borsasi gibi degil. Cok iyi arastirma yapmaniz lazim, piyasadaki oyuncularin hangi varsayimlari yaptiklarini ve hangi olasiliklarin uzerine oynadiklarini iyi cozmeniz gerek. Ancak ondan sonra alim/satim yaparsaniz dogru karari verme olasiliginiz yukselir, yoksa iki tane grafige bakarak surada destek surada da kostek var deyip isin icine dalarsaniz dogru karari verme olasiliginiz %50'yi gecmez.

Guncel Analiz blogundan Balan da cahil cesareti gostererek grafiklerden Citigroup'un dip calismasi yaptigini kesfetmis ve $33.75 civarindan kagida girmis; anladigim kadariyla da yatirim suresini 1 ay olarak belirlemis. Kendisine oncelikle bol sans diliyoruz, zira ihtiyaci olacak. Amerika borsasi, ozellikle Citigroup gibi kagitlar teknik analizi kaldirmazlar, temel analizi de zar zor kaldirirlar. Gunluk ortalama 60 milyon hissesi islem gorur ve bu $2 milyarin uzerinde bir rakama karsilik gelir. Yani Citigroup'un islem hacmi tek basina IMKB'den daha fazla.

Simdi hikayesini anlatalim. Citigroup subprime olayindan dolayi cok para kaybetti, hatta soylentilere gore $15 milyar daha zarar aciklayacaklarmis. CEO'larini kovdular, isler yolunda gitmiyor. Ustune ustluk ekonomi de yavaslayacak, hatta resesyona girecek beklentileri var. Simdi tahmin etmeniz gereken sey, Citigroup'un daha ne kadar zarar aciklayacagi ve ekonominin resesyona girip girmeyecegi. Bu sorunun cevabini biliyorsaniz karli cikarsiniz, cevabini yanlis biliyorsaniz zarar edersiniz, cevabini bilmeden Balan gibi baliklama atliyorsaniz sansiniz %50-%50.

Ben kenarda beklemedeyim (evet, kafamdaki cevaptan cok emin degilim, yeni verileri bekliyorum). Bu arada Citigroup hisseleri su siralar $31.27'den islem goruyor.

Haa, benim kafamdaki yatirim suresi oyle 1-2 ay degil 5 yil gibi bir zaman. Zaten 1 yilin altinda elinizdeki hisseleri sattiginiz zaman kazancinizin %40'ini (kisiden kisiye degisiyor) vergi olarak veriyorsunuz. 1 yildan uzun sureli tutarsaniz vergi orani %20 civarina dusuyor. O yuzden 1 yilin altinda kagit satmak delilik.

Son olarak sunu belirteyim. Ben Citigroup hakkinda yazdigim yazida Citigroup'un 6 Akbank'a karsilik geldigini ve bu oranin dusuk gorundugunu belirtmistim. Biz finansta buna "pair trading" diyoruz. Nitekim o zamandan bu gune bu oran 7.5'e yukseldi (Iki hisse de dustu ama Akbank cok daha kotu dustu). Pair trading (bkz. definition of insider trading) yaparken hisselerin yonunu dogru tahmin etmenize gerek yoktur, relatif performansi dogru tahmin etmeniz gerekir.


What is Insider Trading Anomaly
Recent Academic Studies on Insider Trading
Insider Trading in Netherlands
Insider Trading Returns
Definition of Insider Trading
Is Insider Trading Legal?
How Insiders Use Private Information and Don’t Get Caught?
SEC Regulation on Insider Trading: Section 10b Read More!

Büyümenin Sosyal Boyutu

bugun dani rodrik blogunda buyumenin sosyal boyutu uzerine guzel bir yazi yayinlamis. ben de linkini buradan paylasmak istedim: tiklayin. ozetleyelim. bir dunya bankasi toplantisinda buyume stratejileri tartisilirken, bazi katilimcilar bu stratejilerin onceliginin fakirlerin yasam standardini iyilestirmek, sosyal esitsizlikleri azaltmak gibi seyler olmasi gerektigini savunmuslar. rodrik de buna karsi, ozetle, sosyal politikalarla buyume stratejilerini karistirmamak lazim diyor.

buyumeye yonelik politikalar, buyumenin onundeki baslica engelleri kaldirmaya odaklanirlar. bu yuzden yoksullukla mucadele, esitlik gibi hedefler buyume stratejilerinin oncelikleri arasinda yer almazlar. ama bu, buyumeyle ilgilenenlerin baska sosyal meselelerle ilgilenmedikleri anlamina gelmez. sadece kalkinmaya dair tum hedeflere ayni anda erisemezsiniz. rodrik bunlari soyluyor. ayrica, rodrik basta fakirler olmak uzere insanlarin hayat standartlarinda belirgin ve kalici bir iyilesmenin gerceklesmesi icin buyumenin gerek sart oldugunu da vurgulamis. bununla beraber orta ve kisa vadede iktisadi buyumenin bazi sosyal sorunlarin ustesinden gelmekte yetersiz kalabilecegini de kabul etmis.

kisa vadede buyumenin ustesinden gelemedigi sorunlari hafifletmeye calismak, sosyal politikalarin islevi. ama uzun vadeli cozum surekli buyumeden geciyor. o yuzden biri buyumeden soz ederken, hani bunun sosyal boyutu diye atilmakta acele etmeyiniz. birakin adam derdini rahat rahat anlatsin, di mi?

Read More!

DTP değil DPT kapatılsın!

DTP'nin kapatılması için dava açılmış. Bizce kapatılması gereken kurum DTP değil DPT'dir.

Türkiye 1980 yılında karma ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçiş denemesi yaptı. Denemeyi 1980'de yaptı ancak Avrupa Birliği tarafından ancak 2005 yılında işleyen bir piyasa ekonomisi olarak değerlendirildi. Bu geçen 25 sene süresince belki başka yerlerde Türkiye'de piyasa ekonomisinin işlerliği üzerine yorum ya da değerlendirme yapılmıştır ama benim haberim yok. Ayrıca bu değerlendirme de politik olarak tartışılabilir. Ama bu geçen 25 yıl boyunca eski günahlar yeni günahlarla birleşince Türkiye bir sürü kriz yaşadı. Bütün kötülüklerin faturası da piyasa ekonomisine çıkarıldı. Dolayısıyla da Türkiye'de bugün piyasa ekonomisini savunmak suç gibi bir şey. Hemen 'azgın kapitalist' olarak adınız çıkar.

Sosyalist ekonomiler üretim araçlarının sahibinin kamu olduğunu ileri sürerek özel mülkiyete karşı çıkar. Buna ek olarak kamu harcamalarının yüksekliği ve bir merkezi planlama kurumunun bulunması sosyalist ekonomilerde en belirgin özellikler. Bu iki durum da bizim halimize şıp diye uyuyor. Yüce devletimiz zamanında don-faniladan zeytinyağına, gazete kağıdından araba kaportasına herşeyi üretmiş. Bir kısmını hala üretiyor. Bunun faturası da vatandaşa çıkıyor. Ama suç 'kapitalist'lerin oluyor.

Bizde merkezi planlama kurumu Devlet Planlama Teşkilatı, yani kısaca DPT. İşleyen bir piyasa ekonomisinde merkezi planlamadan bahsedemeyiz. Şahsen bu kurumun ne işe yaradığı konusunda da bir fikrim yok. DPT'nin kendi web sitesinde "Devlet Planlama Teşkilatının görevi ekonomik, sosyal ve kültürel politikaların ve hedeflerin tayininde ve ekonomik politikayı ilgilendiren faaliyetlerin kooordinasyonunda Hükümete yardımcı olmak ve danışmanlık yapmaktır. 1982 Anayasası da planlı kalkınmayı ve planların devlet tarafından hazırlanmasını hükme bağlamıştır." diyor. Komünist bir anayasamız varmış da haberimiz yokmuş.

Genel anlamda kalkınmayı sağlamak çok güzel bir amaç. Ancak bu amaçla yola çıkıp tam tersini yapıyorsanız, yani kalkınmayı sağlamak yerine ülkeyi daha da fakirleştiriyorsanız amacı bahane ederek varlığınızı koruyamazsınız. Müsteşarlık düzeyinde faaliyet gösteren DPT bu nedenle kapatılmalıdır, Hükümet'e danışma mekanizmasını da parti içi oluşturulacak gruplar devralmalıdır. DPT'nin yaptığı kalkınma planları ve teşvikler, kalkınmanın esas aktörleri olan özel sektör yatırımlarını desteklememekte hatta kösteklemektedir. Çin bile planlı ekonomiden vazgemişken bizde hala DPT gibi dev bir kurumun var olması ülkenin kalkınmasına engel olmaktadır.

Kalkınma ve ekonomik refah planlama ile yapılacak iş değildir. Çok klasik olacak ama eski Sovyetlerin geldiği durum ortada. Devlet planlama ve don-fanila üretme işlerinden acilen çıkıp asli görevi olan güvenlik ve hukuk alanlarına ağırlık vermelidir. Devlete don fanila ürettirirseniz hukuk ve güvenlikte geleceğiniz yer bugünkü durum olacaktır.

Geçen yazılarımda devletin fındık politikasının maliyetini ve piyasada oluşturduğu saçmalıklara dikkat çekmeye çalıştım. Buna karşılık yine devletin üzerine düşmeyen 'kutsi' amaçlarla süslenip püslenip itiraz edenler oldu. Anlaşılan DPT'nin etkisi bizde öyle baskın ki izlenen sosyalist politikaların suçunu piyasa mekanizmasına yüklemekten kimse vaz geçmeyecek.

DPT'nin bir zararı da bugün ortalıkta Güngör Uras tipinde cahil bir sürü köşe yazarını başımıza bela etmesidir. Bu kişiler hala basmakalıp planlı ekonomi tekerlemeleri ile bugünü anlamaya çalışırlar ama hep de yetersiz kalırlar. En büyük korkuları dövizdir, çünkü planlı dönemde en çok bu konuda çuvallamışlardır. Bugün DPT çıkışlı (ya da DPT'nin arka bahesi sayılan Mülkiye tandanslı) bütün iktisatçı (iktisat nedir) geçinen yazarlarda aynı defoları görürsünüz.

Reform reform deniyor da kimse altını doldurmuyor. Alın size reform: Zararı faydasından çok olan DPT kapatılsın.
Read More!

Enflasyon ve Issizlik

Eskiden ekonomistler enflasyon ile issizlik arasinda ters oranti oldugunu dusunurlerdi. Oysa simdi bu ikisi arasinda bir iliski kurmanin hem yanlis hem de abesle istigal oldugunu biliyoruz.

Bu haftasonu once Ahmet Bey Merkez Bankasinin enflasyon hedeflemesinde genel enflasyon oranini kullanmamasi gerektigi yonunde bir yazi yazdi. Ardindan Fatih Ozatay, ayni anafikirdeki yazisini Radikal'de yayinladi. Bu yazilarin arkasindaki varsayim Merkez Bankasinin 2008 senesinde de %4'luk enflasyon hedefini tutturamayacak olmasiydi.

Ardindan Murat Cokgezen iscileri korumayi hedefleyen kanunlarin gereksizliginden ve yersizliginden bahseden bir yazi yazdi. Turklerin kafasi 30 yildir enflasyonla yasamalarina ragmen bu konuya pek basmaz. Ama isci haklari, sosyal guvenlik dediginiz zaman konudan anladiklarini zannederler. Anlamazlar halbuki.

Hem enflasyon hem de issizlik birbirine gobekten bagli konular. Eskiden bunlari birbirine baglayan degiskenin faizler oldugu dusunulurdu. Enflasyonu dusurmek icin faizleri arttirmak gerektiginden, neticede bu ekonomik aktiviteleri yavaslatir ve issizlige neden olurdu. Bu yuzden de enflasyon duserse issizlik artar sacmaliklari ders kitaplarini doldururdu. Sacmalik dememin sebebi bu analize bakarak insanlarin bu sonucu "kanun" gibi gormesidir. Ancak isin icerisinde baska degiskenler de var.

Enflasyonla issizlik arasinda ters bir iliski olmasina gerek yok. Nitekim son 5 senede ulkemizde issizlik oranlari hafif azalirken, enflasyon buyuk oranda dustu. Simdi oyle bir noktaya geldik ki artik enflasyonu dusuremiyoruz, issizlik de dusmuyor. Bu ikisini de dusurmemizi saglayacak bir yol var. Birazdan bahsedecegim ama once ne yapmamamiz gerektigine bir degineyim.

Enflasyon konusunda hedefi degistirmek veya olcum sistemini degistirmek dogru bir yaklasim degil. Enflasyonun ve hayat pahaliliginin olmasinin sebebi "cekirdek enflasyonu" kullanmiyor olmamiz degil ki. Enflasyon ve hayat pahaliligi da ayni seyler degil, aralarindaki farki bilenler yorumlar kismina yazsinlar.

Issizligi onlemenin yolu iscilerin isten cikarilmasini zorlastirmak veya onlara yeni sosyal haklar vermek de degildir. Bu mevcut ve az sayidaki iscilerin rahat etmesini saglar ama bundan issizler ve gelecekte is arayacaklar zarar gorur. Biliyorum insanlar mazlumun yaninda olmayi tercih ediyor, ve isverenlerin zalim oldugunu dusunuyor. Iscileri koruyarak dogru bir davranis sergilediklerini zannediyorlar ama yaniliyorlar. Iscileri isten cikarmak ne kadar zorlastirilirsa isverenlerin isci calistirma istahlari o kadar kapanir. Issizlik ne kadar fazla ise isverenlerin "issizleri" somurmesi de o kadar kolay olur. Kayitdisi ekonominin buyuk olmasinin bir nedeni de isverenlerin issizleri radarlarin disinda somurmesidir. Issizler caresizliklerinden dolayi bu somuruye evet demektedirler. Ve bunun sorumlularindan bir tanesi de sizin gibi iyiniyetiyle isci haklarini savunanlardir.

Kendinizi sosyal guvenlik catisi altinda calisanlarin yerine degil, issizlerin ve kacak calisan iscilerin yerine koyun ne demek istedigimi belki anlarsiniz.

Hem enflasyonu dusurecek, hem issizligi azaltacak, hem de ucretleri arttiracak bir cozum mevcut. Bunun ne oldugunu biliyor musunuz? Benim vaktim kalmadi, bir dahaki sefere insallah. Kendine guvenenler yorumlar kismina cevabi yazabilirler.
Read More!

Hukuk.... Nereye kadar?

Hukuk.... Nereye kadar?
14. 10. 2007 tarihli Hürriyet gazetesinin İnsan Kaynakları ekindeki bir haber çok ilgimi çekti. Haberde 4857 sayılı iş kanunun 18-21’inci maddelerine ilişkin bir değerlendirme var. Bu maddeler işten çıkarmaların belirli bir gerekçeye dayandırılmasını ve işten çıkarmada uygulanacak prosedürleri belirliyorlar. Özellikle, 18. madde ‘otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır’ diyor. Eğer mahkemeler işçinin çıkartılma gerekçesini uygun bulmazsa işveren ya işçiyi işe geri almak ya da tazminat ödemek zorunda. Yazıdan anlaşılana göre bu sınıflamaya giren işletmelerde çalışanlar işten çıkartıldıklarında ‘işten çıkartılma gerekçenin uygun olmadığı’ ya da ‘uygun tebligat yapılmadığı’ gerekçesiyle dava açıyorlar. Mahkemeler genellikle işçi lehine karar veriyor ama işveren çıkarttığı işçiyi tekrar işe almak istemediği için tazminat ödemek zorunda kalıyormuş. Sonuçta bu maddeler işten çıkartılanların patrondan tazminat kopartmasının bir aracı haline dönüşmüş.
Çalışanların haklarını koruyan yasalara genel olarak kamuoyu olumlu yaklaşıyor. İş güvencesi, yüksek ücret, sosyal güvenlik gibi kavramlar kulağa hoş geliyor. Ancak bunlar hukuk zorlamasıyla sağlanınca olumsuz sonuçlar doğuruyor. Zaten patron akıllı ise, kendisine olumlu katkı yapan işçisini hiçbir zaman işten çıkartmaz. Hatta işten çıkacak diye korkar ve kaçmasın diye ona en iyi şartları sunmaya çalışır. Eğer akıllı değil ise işçisini kaçırır ya da işten kovar ama sonuçta bundan işçi değil patron zararlı çıkar.
Hal böyle iken işçinin haklarını yasa ile korunmaya çalışması mantığı benim aklıma yatmıyor. Öncelikle, işyerimde kimi çalıştıracağıma, kimi işten atacağıma başkasının karar vermesinin bireysel özgürlüklere ciddi bir müdahale anlamına geldiğini düşünüyorum. Sonuçlarına kendimin katlanacağı olaylarda benim karar vermem daha doğru olmaz mı? İkincisi, bu müdahaleler bir kere başladı mı nerede duracağı belli olmaz. Yarın, mahalle bakkallarını korumak için ‘süpermarketten alışveriş yapmadan önce, alışveriş için neden süpermarketi tercih ettiğimi önceden mahalledeki bakkala bildirmemi’ gerektiren bir yasa çıkarsa ve bakkal benim gerekçemi beğenmeyip süpermarketten alışveriş ettiğim için beni mahkemeye verirse ne olacak? Peki, hakimler ‘Yahu bunlar gariptir’ deyip bakkallar lehine karar vermeyi alışkanlık haline getirirlerse (nitekim işe iade davaları çoğunlukla çalışanlar lehine sonuçlanıyormuş), bakkalla market arasındaki fiyat farkını ben mi üstleneceğim yoksa hakim mi üstlenecek? Üçüncüsü, bu tip davalarda karar vermek çok zordur. Örneğin, bir satış elemanınızın sizin tarafınızdan ‘laubali’ olarak değerlendirilen davranışı başkası tarafından ‘samimi’ olarak değerlendirilebilir. Bu durumda davranıştan doğrudan etkilenen sizin kararınız mı yoksa hiç alakası olmayan bir hakimin kararı mı daha önemli? Ayrıca, iş hayatına ilişkin bir kararın, hayatındaki tek para kazanma aktivitesi memuriyet olmuş bir hakim tarafından verilmesi ne kadar doğru?
Hukuk yoluyla ekonomik kararlara müdahalenin bireyler ve firmalar üzerinde olduğu gibi ekonominin tamamı üzerinde olumsuz etkileri var. İşçiyi koruduğu söylenen bu tip yasalar sonuçta patronları bezdirip ya yatırım yapmamaya ya da bu tip düzenlemelerin daha esnek olduğu ülkelere yatırım yapmaya zorluyor. Sonuçta kaybeden yine işçiler oluyor. Örneğin, bizi 4857 sayılı yasayı çıkartmaya zorlayan AB ülkeleri kendi piyasalarındaki işçilere ilişkin bu tip düzenlemeleri kaldırmaya çalışıyorlar ama bu tip hakları verdikten sonra almak zor oluyor (Fransa’da birkaç yıl önce genç işçileri işten çıkarılmalarını kolaylaştıran bir yasa tasarısının gündeme gelmesi üzerine çıkan olayları düşünün)
Bir ülkede yaşayanların haklarını koruyan etkin bir hukuk sisteminin o ülkedeki yaşam kalitesini yükselttiği herkesin uzlaştığı bir konu ama hukukun hayatımıza ne kadar müdahale edeceğinin sınırlarını da iyi belirlemememiz gerekiyor. Yoksa haklarımızı hukuk sistemine karşı da korumamız gerekebilir. Read More!

Yalancı Yalancı Sana Kimse İnanmaz

Blogumuzun kurucusu Ekonomix vakti zamanında Asaf Savaş Akat ile epey bir uğraşmıştı. Daha sonra kendisinin umutsuz vaka olduğuna hükmederek radarından çıkardı. Ben de aşağı yukarı onun gibi düşünsem de yine de Akat'ın yazılarına şöyle bir göz atmadan geçemiyorum. Bugünkü yazısını "istatistikle nasıl yalan söylenir"in güzel bir örneği olarak gördüğüm için de kendisini blogumuza misafir edeyim dedim.

Öncelikle söz konusu yazıyı gidip okumaya üşenecekler için tamamını buraya bir alıntılayalım. Çünkü o yazıyı okumadan bizim yazımızı okumanın da bir anlamı yok. Bu kadar alıntı yazımızı biraz uzatacak ama olsun. Nasıl olsa bunun bize bir maliyeti yok. Google sağolsun.

Üçüncü çeyrekte istihdam

Ağustos dönemi istihdam ve işsizlik verileri yayınlandı. “Hanehalkı İşgücü Araştırması” TÜİK tarafından anket yöntemi ile yürütülüyor. Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında Türkiye’de 37 bin örnek hanede 84 bin kişi ile görüşüldüğünü öğreniyoruz.

İstihdam ve onun aynası olan işsizlik çağdaş ekonominin en öncelikli ekonomik göstergeleridir. Çünkü modern toplumun en büyük kesitini ücret-maaş karşılığında çalışan ya da çalışmak için iş arayan insanlar oluşturur. Daha açık yazalım. Hızlı büyüme, fiyat istikrarı, bütçe disiplini, dış denge, vs. diğer göstergelerde başarının ölçüsü işsizliğin çözümüne katkılarıdır. Her yerde ve daima nüfusuna istihdam yaratamayan, dolayısı ile işsiz sayısının arttığı bir ekonomi başarısız sayılır. Nokta.

İstihdamsız büyüme
Bu bakıma, 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının yarattığı olumsuz mirasın özellikle istihdam sayılarında ortaya çıkması şaşırtıcı değildir. Maalesef, yapılan hatalar ekonomiyi istihdamsız büyüme köşesine sıkıştırmıştır.

Resmin net şekilde görülmesi için yeni yayınlanan üçüncü çeyrek sayılarını 2000 yılının aynı dönemi ile karşılaştırma yolunu seçtim. Aynı çeyreğe bakmak mevsimlik dalgalanma sorunlarını çözer. İstihdamın yedi yıllık hikayesini özetler.

Yedi yılda Türkiye nüfusu 7.3 milyon (yüzde 11) artıyor: 73.6 milyon kişiye çıkıyor. Çalışabilir nüfusu daha iyi gösteren 15+ yaş grubu ise 6.3 milyon (yüzde 13.7) artıyor: 52.7 milyon kişiye yükseliyor.

Ya istihdam? Sıkı durun; 800 bin (yüzde 3.3) artarak 23.5 milyon kişiye çıkıyor. Evet, doğru okudunuz. 15+ yaş grubu 6.3 milyon kişi artarken istihdam artışı 800 bin kişide kalıyor. Artan nüfusun ancak yüzde 13’ü istihdam edilebiliyor.

Gerisi ne oluyor? Yedi yılda işsizler 1 milyon (yüzde 79) artışla 2,4 milyon kişiye tırmanıyor. Dikkatinizi çekerim: İşsiz sayısındaki artış istihdamdaki artıştan daha yüksektir. Hikaye burada bitmiyor, çünkü bir de işe başlamaya hazır olanlar var.

Bunların sayısı yedi yılda 900 bin (yüzde 113) artışla 1.8 milyon kişiye yükseliyor. İkisini toplayarak daha gerçekçi işsizlik sayısına ulaşıyoruz. İşsizler yedi yılda 2 milyon (yüzde 92) artarak 4.2 milyon kişiyi buluyor.

Yapısal dönüşüm
Haklı olarak soracaksınız: ne oldu bizim hızlı büyümeye? Yanlış para politikası ile hızlı büyümenin istihdam yaratmaya yetmediği açıkça görülüyor. Buna karşılık istihdamın yapısında büyük bir dönüşüme yetiyor.

Son yedi yılda tarım kesiminde istihdam 2.3 milyon (yüzde 26) azalarak 6.6 milyon kişiye geriliyor. Tarım-dışı kesimde istihdam 3.1 milyon (yüzde 22) artışla 17 milyon kişiye yükseliyor. Ücret-maaş-yevmiye ile çalışanların sayısı ise 2.9 milyon (yüzde 28) artışla 13.6 milyon kişiye çıkıyor.

Son yedi yılın büyümesi nüfusu tarımdan tarım-dışına ve kendi hesabına çalışanlardan ücretle çalışanlara doğru kaydırıyor. Yani yapısal dönüşüm sağlıyor. Nüfus artışı olmasa ekonomik büyümenin istihdam açısından başarılı olduğunu bile söyleyebiliriz.

Ama nüfus artışı var. Dolayısı ile “istihdamsız büyüme” teşhisi geçerliliğini koruyor.
Şimdi size 100 puanlık bir uzmanlık sorusu. Eğer "2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının" Türkiye'de istihdamsız büyümeye yol açtığını düşünüyorsanız, bunu kanıtlamak için hangi dönem ile hangi dönemi karşılaştırırsınız? 2003 sonrası dendiğine göre en son veri ile 2003 yılı verisini değil mi? Hadi bir anlatım bozukluğu olsa da 2003 sonrası derken 2003 yılının da kastedildiğini düşünelim. Bu durumda bile karşılaştırmayı en fazla en son veri ile 2002 yılı verisini karşılaştırarak yapabilirsiniz herhalde. Tutup da karşılaştırmayı 2000 yılı ile yapmazsınız değil mi? Tabii istatistikle yalan söylemeyi düşünmüyorsanız. Çünkü böyle yaptığınızda 2001 krizinin yol açtığı yıkımı yardımınıza çağırmış ve güzel bir palavra sıkmış olursunuz. Muhataplarınız bunu yerlerse ne ala da ya yemezlerse? O zaman yavaş yavaş yazımızın başlığındaki duruma düşersiniz.

Şimdi Asaf Savaş'ın sıktığı palavraları bir kalem geçip işin doğrusuna bakalım. İşin doğrusu aşağıdaki tabloda. Eldeki son verileri 2002 ya da 2003 yılı verileriyle karşılaştırdığınızda bu dönemdeki büyümenin aşağı yukarı işgücü piyasasına yeni girişler kadar istihdam yarattığını görürsünüz. Yani ortada istihdamsız büyüme diye birşey yok. 2000 yılı ile kıyaslama yapıldığında işsiz sayısında görülen artış tamamen 2001 krizinin eseri. Gönül isterdi ki son 6 yıldaki büyüme daha fazla istihdam yaratsın ve işsiz sayısında da düşüş olsun. Fakat yapılan araştırmalar ülkemizde işgücü piyasasına yeni girişleri karşılamak için bile en az yüzde 6 civarında bir büyümenin gerekli olduğunu gösteriyor. Demek ki işsiz sayısını düşürmek için gerekli büyüme oranı yüzde 8-10 falan olsa gerek. O da pek kolay gerçekleştirilebilecek bir büyüme değil. Hele de ülkemizdeki tasarruf düzeyinin yetersizliğini ve yatırımlar için gerekli dış kaynak ihtiyacını dikkate alırsanız.


Bu istihdam konusu önemli, önemli olduğu da kadar da çetrefilli bir sorun. En başta bu alandaki istatistiklerin ancak anketlerle belirlenebiliyor olması sorun yaratıyor. Bu durum atmasyona uygun bir ortam yaratıyor ve at izi it izine karışıyor. Vaktim olursa önümüzdeki dönemde biraz bu konularla ilgileneyim diyorum. Tabii eğer siz de ilgi duyuyorsanız. Read More!

Arz kaynaklı fiyat dalgalanmalarını söndürmek için para politikası kullanılmamalı

Merkez Bankası'nın günlük faizi yarın puan düşürme kararı 'malum' çevrelerce yetersiz bulunurken bu blogdaki arkadaşlar tarafından ağır bir şekilde eleştirildi. Benim pozisyonum her iki gruptan da farklı. Indirimi normal hatta geç kalmış bir karar olarak görmem, Merkez Bankasının mevcut politikalarını desteklediğim anlamına gelmez.

Vergi ve global tarım fiyatlarının artmasıyla önümüzdeki iki ayın enflasyon rakamlarının yüksek çıkacağı tahmin ediliyor. Öngörüler doğru çıksa bile bu tür arz kaynaklı fiyat artışları faiz enstrümanıyla durdurulabilir mi ? Henüz günlük faizin enflasyon ve büyümeyi etkileyen mekanizmaları açıklığa kavuşturulamadı. Eleştirilerin yegane gerekçesi 'olumsuz beklentiler yaratmak' olmamalı. Eğer 'doğru beklentiler yaratarak' enflasyonu düşürmek mümkün olsaydı, 'uzun dönemde azalacak' söylemiyle faizi düşürmek daha iyi sonuçlar verebilirdi. Ben beklenti yaratmak üzerine inşa edilen para polikalarından sonuç alınabilineceğine inanmıyorum.

Enflasyon parasal bir olgu mudur ? Bu soruya fiyat artışlarını enflasyondan ayırmak kaydıyla evet cevabı verilebilirim. Parasal olmayan ancak fiyat endekslerini etkileyen pek çok parametre sayılabilir. Global ısınmaya bağlı olarak tarım rekoltelerinin düşmesi, petrol fiyatlarında artış, ulusal paranın değer kaybetmesiyle yabancı parayla fiyatlandırılan ürünlerin piyasan çekilmesi vb. Eğer fiyat hareketleri arzdaki daralmalardan kaynaklanıyorsa ekonominin soğumasına da yol açar. Parasal olmayan bir olguya para politikasıyla müdahale etmeye kalkmak yanlıştır.

Fiyat artışlarının enflasyona dönüşebilmesi için 'tekrar tekrar üretilmesine' imkan veren bir mekanizmaya ihtiyaç var. Parasalcılara göre böyle bir mekanizma mevcut: Geçmişe endeksli fiyatlandırma eğilimi. Ekonomi aktörleri gelir kayıplarını önleyecek şekilde fiyatları artırıp, çalışanların maaşlarını yükseltebilirler. Bu mekanizmayla bir kereliğine ortaya çıkan bütün fiyat artışları 'otomatiğe' bağlanır. Bizim deneyimlerimiz böyle bir mekanizmanın pek de beklenildiği gibi çalışmadığını göstermiştir. 2002 yılına girdiğimizde pek çok firma çalışanlarına 'sıfır' oranında zam yaptı ve hatta işten çıkarmalar yoğun bir şekilde yaşandı. Çünkü ürünlere enflasyonu telafi edecek zamlar yapamıyorlardı. Tüketicilerin talebiyle değilde döviz kuruna bağlı fiyat artışları, bütün olumsuz beklentilere rağmen bir süre sonra 'kendiliğinden' sönüp gidiyor.

Arzdaki gelişmeler her zaman fiyatları artırmaz. Mesela eğer bu sene çok verimli bir tarım sezonu geçirmiş olsaydık, bunun genel fiyat indekslerini aşağı çektiğinin farkında olarak paranın gevşetilmesi yanlış olurdu.

Ahmet Çavuşoğlu
Read More!

Fındığa gel fındığa

Fındıkla ilgili yazımı normalde daha uzun yazacaktım. Ancak hem zaten bilinen şeylerin tekrarı olacak diye hem de sinirlerim bozulduğu için kısa kestim. Bu arada haberin ayrıntısına ulaştım, internet üzerinden küçük çaplı bir araştırma yapıp olayın büyüklüğü konusunda fikir edinmeye çalıştım.
Dünya Gazetesi'ndeki haberin ayrıntısına şuradan ulaşabilirsiniz. Haberde bildirildiğine göre 'Hükümetimiz fındıkta tek patron TMO'dur' mesajı vermiş. Hayırlı olsun. TMO da hemen 15 kişilik dev bir ekip kurmuş bu arkadaşlarımız da gece gündüz fındık konusunda çalışıyorlarmış.
Şimdi rakam kısmına geçelim. 14 Kasım itibarı ile TMO'nun elinde 316 bin ton kabuklu fındık varmış. Fiskobirlik'in web sayfasından Türkiye'nin yıllık fındık ihracatının 200-250 bin ton arasında değiştiğini öğrendim. Yani 2007-2008 döneminde fındık ihracatının tamamını TMO yapsa, TMO'nun elinde 60-120 bin ton arası fındık kalacak. Yine aynı siteden Türkiye'nin yıllık fındık üretiminin ortalamasının yaklaşık 500 bin ton olduğunu, ancak fazla dalgalanma gösterdiğini öğrendim. Örneğin 2001 yılında 705 bin tona çıkarken 2004 yılında 360 bin tona düşmüş. Bu rakamlardan üretimin kabaca yarısının ihraç edildiğini yarısının da iç piyasada tüketildiğini öğrenmiş oluyoruz. Buraya kadar herşey normal.

Şimdi gelelim fiyat konusuna. TMO'nun fındık için açıkladığı alım fiyatı kilo başına 5 YTL'nin üzerinde. Yani stokta bulunan 360 bin ton fındığın ortalama maliyeti 1.8 milyar YTL'ye geliyor. Bu fındıklar henüz kimseye satılmadığına göre, hep beraber, ilkokula giden gitmeyen çocuklar dahil fındık politikasının şu anda vatandaşa maliyeti kişi başına 25 YTL olmuş. Sokaktan geçen birinin cebinden 25 YTL çalsam beni kaç yıl hapse atarlar. Ama soygun devlet eliyle yapılınca suç olmuyor sanırım.

Bu arada serbest piyasada kabuklu fındığın fiyatı minimum 3, maksimum da 4.7 YTL. Güncel Analiz'deki arkadaşlar serbest piyasadan fındık alıp TMO'ya satmayı düşündüler mi acaba? Bu işte ciddi kar var gibi gözüküyor.

Daha komiği de var. TMO'nun sayfasında fındık alım fiyatları yayınlandığı gibi satış fiyatları da yayınlanmış. Satış fiyatı 5 YTL. Şaka gibi ama aşağıya detaylı alım fiyatlarını yazıyorum:

Giresun kalite:
Ağustos Eylül: 5,15
Ekim: 5,20
Kasım: 5,25
Aralık: 5,30
Ocak: 5,35

Levant kalite:
Ağustos Eylül: 5,00
Ekim: 5,05
Kasım: 5,10
Aralık: 5,15
Ocak: 5,20

Sivri kalite:
Ağustos Eylül: 4,75
Ekim: 4,80
Kasım: 4,85
Aralık: 4,90
Ocak: 4,95

Yukarıda gördüğünüz detaylandırma satış fiyatlarında yapılmamış. Şu anda Kasım ayında olduğumuza göre, Giresun kalite fındığı TMO'dan kilosu 5 YTL'ye alıp yine TMO'ya kilosu 5,25 YTL'ye satabilirim gibi gözüküyor. Kilo başına 25 kuruş kar hiç de fena gözükmüy0r. Tabi ben bu piyasanın cahiliyim, bu karı bana yedirtmezler. Bunun da farkındayım ama konu hakkında bilgi sahibi birileri varsa bize de bu fiyatlardaki absürdlüğü açıklarsa sevinirim.
Read More!

Yatırım danışmanı

Güncel Analiz blogu hisse bazında borsa yorumları yapıyor ve yatırım tercihlerini okuycularıyla paylaşıyorlar. Buradaki arkadaşlar alınmasın (aslında güzel iş çıkarıyorlar) ama aşağıdaki video kendilerine uzman adını veren ve tavisyelerde bulunan kişiler hakkında güzel bir örnek.

Tekrar edelim. Alınmaca yok:) Read More!

Aman Petrol, Canim Petrol

Durmuş Yılmaz'ın sağ gösterip sol çakmasıyla grogi durumuna düştük. Bari biraz başka konularla ilgilenelim de akıl sağlımızdan olmayalım. Biliyorum, gündemle tam örtüşmeyen ve kafa göz yarmayan yazılar pek hoşunuza gitmiyor ama idare edin. Hem blogumuzun santraforu Ekonomix de bir süredir ortalarda yok. Bari böylece bu günü de boş geçmemiş oluruz.

Malumunuz, petrol fiyatları bir süredir 100 dolara merdiven dayamış durumda. Reel fiyatlarla ele alındığında da 1980 yılındaki rekor seviyeye iyice yaklaştığı söyleniyor. Yüksek petrol fiyatları o zamanlar dünya ekonomisinin başına epey iş açmıştı. Amerikanya'nın Ashaf War Akhad, Brave Cloud, Ghungor Urras gibi yazarları, tarih tekerrürden ibarettir diyerek, petrol fiyatları üç yıl önce yükselişe geçtiğinden beri "Aha resesyon geldi, geliyor" diye senaryolar yazıp duruyor. Fakat aynı bizdeki adaşları gibi sürekli çuvallıyorlar. Petrol fiyatları bu seviyelere geldiği halde henüz ortada resesyon falan görünmüyor.

Bunun neden böyle olduğunu iktisatçılar (iktisat nedir) henüz çözebilmiş değil. Şimdilik bazı ipuçlarını değerlendirmekle yetiniyorlar. Bu ipuçlarından birine geçenlerde Greg Mankiw değinmişti. Esasında o da başka bir yerden arakladığı bir grafiğe dayanarak yorum yapmıştı. Bizim de Mankiw'den arakladığımız bu grafik ABD ekonomisinin enerjiye olan bağımlılığın 1980 yılından beri yarı yarıya düştüğünü gösteriyor. Mankiw, bunun nedeninin aradan geçen sürede ABD'de imalat sanayininin GDP içindeki payı azalırken hizmetlerin payının artması olabileceğini söylüyor. Bence de mantıklı bir açıklama. Burada düz mantık yaparsak demek ki petrol fiyatlarındaki artışın ABD ekonomisinde 1980 yılındaki gibi bir etki yapması için daha 200 dolara kadar yolu var. Tabii ceteris paribus varsayımıyla.Neyse, ben bu grafiği gördükten sonra acaba Türkiye'deki durum ne ola ki diye merak etmiştim. Fırsat bulunca bunu araştırmaya koyuldum. Şuradan petrol tüketimine ilişkin verileri aldım. Dünya Bankası'nın veri tabanından da (erişmek için abonelik gerekiyor) satınalma gücü paritesine göre ve 2000 yılı sabit fiyatlarıyla hesaplanmış GSYİH verilerini indirdim. Benim bulduğum veriler Mankiw'in grafiğindekiyle tam olarak uyuşmadığı için (orada Btu cinsinden verilen enerji tüketimi verilerini ben ton cinsinden bulabildim) ABD'ye ilişkin verileri de yeniden hesapladım. Ayrıca elim değmişken bir de son yıllarda her musibetin altından çıkmakta olan Çin'deki duruma bir bakayım dedim.

Efendim, böylece oluşturduğum iki grafik aşağıda kuzu gibi yatmakta. Üstteki grafik, Türkiye, ABD ve Çin'de 1 milyon dolarlık GSYİH yaratmak için ne kadar petrol tüketildiğini gösteriyor. Burada üç ülkenin durumu aşağı yukarı benzer sayılır. ABD ve Çin'deki kadar olmasa da bizim ekonomimizin petrole bağımlılığı da bugün 1980 yılına göre azalmış durumda.


Fakat sadece petrolü değil de tüm enerji tüketimini ele aldığımızda işin rengi değişiyor. ABD ve Çin'in enerjiye bağımlılığı azalırken, bizim bağımlılığımızın arttığı görülüyor. Bunda herhalde son yıllarda iyice doğalgaza yüklenmemizin payı var.

Peki bu verileri nasıl yorumlamalı? Şu şekilde herhalde. Petrol fiyatlarındaki artış konusunda o kadar panik yapmamıza gerek yok. Petrol fiyatlarının bize de 1980 yılındaki etkileri yaşatması için daha bir miktar yolu var. Amma petrol dışındaki enerji çeşitlerinde fiyatlar yükselirse durum kötü. Bir yerlerde bizim doğalgaz alım anlaşmalarında fiyatların petrole endekslendiğini okumuştum galiba. Eğer doğruysa çok fena.


Read More!

fındık fıstık çıtır çıtır hem kan yapar hem ısıtır



Yukaridaki haber Dunya gazetesinden. Tekrar okuyalim: Findik kavgasinin faturasini kim odeyecekmis? Devlet. Yani vatandas. Yani her vatandasin cebinden ozellilkle de dusuk gelirli ve bir liranin bile hesabini yapan vatandasin cebinden findik ureticilerine ve tuccarlarina kaynak aktariliyor. Sonra da benzin fiyatlari neden yuksek diye soruyorlar. Neyse sinirim bozuldu burada kesiyorum.
Read More!

Küresel ısınma üzerine test

Küresel ısınma dendi mi bilen bilmeyen konuşmaya başlıyor. 10 sorudan oluşan şu test bir hayli ilginç. Ben 10 üzerinden 7 aldım. Hadi yüksek gözüksün, 100 üzerinden 70 aldım. bakalım 100'de 100 yapan 'inek' okuyucularımız var mıymış. Read More!

Para Basarak Enflasyonu Dusurmek

Komik olmaya başladınız. Dünya üzerinde para basarak enflasyonu düşürmeye çalışan ilk 'merkez bankacılar' olarak tarihe geçeceksiniz. Yaptığınız hataların bedelini ise şu gariban millet ödeyecek. Hükümete mi yaranmaya çalışıyorsunuz, akıl tutulmasına mı uğradınız, yoksa nasılsa kimse bize suç bulmayacak güvencesi ile mi bu adımları atıyorsunuz anlaşılmıyor. Şuradan okuduğum habere göre Oğuz Satıcı bile beklemiyormuş bu indirimi. Oğuz Satıcı seviyesine bile düştünüz ya ne desek boş!

Enflasyon son üç ayda yüzde 6.9'dan yüzde 7.7'ye yükselmiş. Yıl sonunda muhtemelen yüzde 8'in üzerine çıkacak. Enflasyon hedefi ise yüzde 4. Çocuk kandırıyorlar, biz de inandık. Buna karşılık son üç ayda yapılan faiz indirimleri 125 puanı buldu. Borç verme oranını dikkate alırsak 175 puan. Hani ekonomi falan bilginizi sorgulamayalım da bir atasözü vardı, hızlı giden atın neyi seyrek düşerdi?

Ama bu üç ay süresince malumunuz hükümet bütçe açığını sıfırladı. PKK yeter artık kan akmasın dedi kayıtsız şartsız teslim oldu 3000'e yakın üyesi teslim oldu hapse konuldu. Petrol fiyatları 25 dolar seviyesine düştü. Global piyasalarda hiç türbülans yok. Ve her şey güllük gülistan! O zaman indirin be babam niye 50 puanda kaldınız. Sıfıra indirin faizleri de ortalık biraz para görsün. Bastır paraları Leylaya, bi daha mı gelicez dünyaya.

Buraya yazıyoruz: Son üç ayda görülen parasal gevşemenin hurmalarını 2008 Mayıs'ından itibaren yemeye başlarsınız. Pardon hep beraber yiyeceğiz. Faiz indirimleri bu şekilde giderse muhtemelen 2008 sonunda yüzde 8-10 arası bir enflasyonla başbaşa kalırsınız. Ama umurunuzda mı? Nasılsa uyduruk kıytırık bir mektup yazıyorsunuz kimse de size neden enflasyon düşmüyor sorusunu sormuyor. Hükümet desen ağzında sakız ettiği 'tek haneli enflasyon' sakızını daha on yıl çiğneyecek sanırım.

Beyler bayanlar, kendimize gelelim. Dünyanın neresine giderseniz gidin yüzde 8'lik enflasyondan bahsettiniz mi yüksek enflasyon ortamında nasıl iş yapıyorsunuz diye sorarlar adama. Yok biz milletin kanını emerek idare ediyoruz cevabını verecekseniz, diyeceğim bir şey yok. Hükümet bir yandan vergilerle, kanını emiyor Merkez Bankası bir yandan enflasyonla emiyor. Ortalıkta muhasebeciden bozma üç buçuk iktisatçı (iktisat nedir) müsvettesi de azıcık enflasyondan bir şey olmaz teraneleriyle tanrılarını kutsuyor.

Yapacağınız tek iş enflasyonu düşürmek onu da 3 senedir beceremiyorsunuz. Yeter artık düşün milletin yakasından! Read More!

Biri Bizi İşletiyor!

Merkez Bankası yine faiz indirmiş. Hem de 50 baz puan. Hatta borç verme faiz oranını dikkate alırsanız indirim 75 baz puanı buluyor. Şu ve şu yazılardaki iddia nedeniyle yarın ilk işim TEGV'ye 10 YTL bağışlamak olacak. Fakat bu işten birşey anladıysam arap olayım. Enflasyon da yükselmiş Merkez Bankası'nın kendi enflasyon tahminleri de. Hal böyleyken bu indirimin gerekçesi ne? Tek gerekçe Merkez Bankası'nın 2008 yıl sonu enflasyon tahmininin hala yüzde 4'lük hedef ile neredeyse aynı ve yüzde 4.1 olması. İyi de her Enflasyon Raporu'nda enflasyon tahminlerini sürekli yukarıya doğru revize eden bir kurumun bu tahmininin tutacağına nasıl inanalım. Lafa geldiğinde fiyat istikrarının önemini güzel güzel anlatan ve şurada olduğu gibi takdirimizi alan Durmuş Yılmaz yoksa bizi işletiyor mu ne? Galiba Merkez Bankası enflasyonu düşürmeyi çoktan gözden çıkarıp başka sulara doğru yelken açmaya başlamış. Ekonomix ile Barış zaten bu görüşteydi ama ben anlaşılan biraz saf olduğumdan "Yok canım, olmaz öyle şey" deyip duruyordum. Ama oluyormuş galiba.

Not: Yazı bu kadar. Aşağıdaki ibareye tıklamanıza gerek yok.
Read More!

Sosyal Guvenlik Acigi ve Kazanilmis Haklar

Radikal sosyal guvenlik sisteminin analizini yapan bir yaziyi kapak yapmis. Yazida bir cok ilginc bilgi var ama benim en ilginc buldugum cumleler sunlar:

"Türkiye daha önce yabancı olduğu sosyal güvenlik açığı kavramıyla 1992'de tanıştı. Demirel hükümetinin emeklilik yaşını düşürmesi ve 'sosyal yardım zammı' adı altında emekli aylıklarına prim karşılığı olmayan artışa gitmesi üzerine sosyal güvenlik sistemi sembolik de olsa ilk açığını 1992'de verdi ve izleyen yıllarda giderek büyüyen miktarlarda açık vermeye devam etti. Sosyal güvenlik sisteminin 1994-2006 arasındaki 13 yıllık dönemde gerçekleşen açıklarını kapatmak için bütçeden aktarılan kaynakların aynı dönemdeki Hazine iç borçlanma faiz oranları dikkate alınarak güncellenen değeri 687 milyar YTL."

Evet, Demirel sayesinde emeklilerin basina gokten "cuk" diye bir hak dustu. Bu hakki da "kazandiklari" icin bir daha kaybetmeleri gibi bir olasilik yok, cunku Turkiye'de "kazanilmis haklarin korunumu" ilkesi gecerli. Mesela Fenerbahce Kayseri macinda 1 gol atip one gecerse, galibiyet hakki kazandigi icin sonraki dakikalarda gol yiyip maci kaybetmesi hukuken mumkun degil. Mahkemeye verseler 3 puanlarini geri alabilirler (Fener maci 2-1 kaybetti sonradan yedigi gollerle).

Bu aciklarin devletin butcesine son 15 yildaki maliyeti ise neredeyse 700 milyar YTL imis. Devletin ic ve dis borcunun iki kati bir miktar. Bu parayla neler yapilmaz neler.

Ulkemizde her bir emekliye 2 calisan dusuyormus. Bir emekli ayda ortalama 700 YTL maas alirken, bir calisandan ayda ortalama 300 YTL kesiliyor. Anlayacaginiz calisanlardan toplanan para maaslarin odemesine bile yetmiyor. Bir de emeklilerin saglik harcamalari var ki ne siz sorun ne ben soyleyeyim. Turkiye coktandir "refah devleti" olmus, haberimiz yok.

Hukumet de bu problemi cozmek bir yana, iki yildir sallayip duruyor. Eskiden Sezer'i bahane ediyorlardi, simdi orada da kendi adamlari var, hala ne duruyorlar? Gerci 2 sene once getirdikleri cozum de dandikti, neymis efendim problemi 30-40 sene sonra cozecekmis. Kazanilmis haklar geri alinamazmis!! Bal gibi de alinir. Birileri bir seyler kazaniyorsa birileri de kaybediyordur. Haybeden bir suru kisiyi emekli ettiniz, bu donemde vergi veren vatandaslari magdur ettiniz. Genclerden aldiniz, yaslilara verdiniz. Genclere de yaslilardan alip verirseniz kimse bir sey diyemez.

Ulkemizde yuksek faizden sikayet edenler aslinda sosyal guvenlik politikasindan sikayet ediyorlar. (Kizim sana soyluyorum, Oguz Saticim sen anla) Acik vermeyen, tutucu bir sosyal guvenlik politikasina sahip olsaydik, simdiye ne devletin borcu kalmisti, ne de 2001 krizi cikmis olacakti. Herkese bir ev bir araba sozu veren Demirel aslinda herkesin bir ev ve bir araba almasini cok uzun bir sure erteletmis oldu. Biz 92 yilinda Polonya'dan, Cek Cumhuriyetinde cok daha zengin bir ulke idik. Bulgaristan'dakiler yoksulluktan Turkiye'ye kaciyorlardi. Simdi bu ulkelerin hepsi bizi gecti. Sagolasin Demirel, sagolun erken emekliligi ve erken emeklileri savunanlar!!!
Read More!

Turkiye Nereye Gidiyor?

Ara ara gecmiste yazdigimiz yazilara giderek ne demisiz neler gerceklesmis, nerelerde yanilmisiz diye bakiyorum. Bu blogu tutmamizin en buyuk faydalarindan bir tanesi de bu. Kendi kendimizi daha objektif degerlendirebilmek.

Bundan tam 1 sene once 12 Kasim 2006 tarihinde Tugrul Turkiye ekonomisinin kisa vadede nereye gittigine dair bir yazi yazmisti. Gerci Tugrul aramizdan ayrildi ama onun boslugunu Ekodok ile dolduruyoruz. Ikisi de konuya at gozlugu takmadan yaklastigi icin benzer tahminler yapiyorlar, oyle de olmasi gerekir. Neyse, hemen Tugrul'un yazisinin degerlendirmesine gecelim.

Hatirlarsaniz o zamanlar faizler %21-22 civarlarinda seyrediyor, bazi ekonomistler "tam dolar alma zamani yine dustu" teranelerini ortaya savuruyorlardi. Asaf Savas Akat hala ekonominin resesyona girecegini bekliyordu. Herkes yuksek faizlerden dolayi Merkez Bankasini sucluyordu. (O tarihten 2007 Eylul ayinin sonuna kadar Merkez Bankasi faizlerini sadece 50 baz puani indirdi ama gosterge faizler 600 baz puani dustu.) Bu kosullar altinda Tugrul sunlari soyluyor:

"Eger tuketim ithalatini ic piyasadaki tuketimin bir olcusu olarak kullanirsak, diyebiliriz ki su anda uretim buyuk oranda dis piyasaya yonelmis durumda. Tuketici kredilerindeki artis hizinin kesilmesi, tasit satislarinin azalmasi ic tuketimin yavasladigini gosteren diger veriler. Tuketimin yavaslamasinda MB faiz artislarinin buyuk rol oynadigini zannediyorum. Yatirim egilimindeki dusus son aylarda yerini nisbi bir istikrara birakmis gozukuyor. Ihracatta Nisan ayi ile birlikte gorulen canlanma yilin ortasina dogru epey hizlanmis. Bunda TL'nin deger kaybi kadar Avrupa ekonomilerindeki canlanmanin etkisi var. Aramal ithalatinin hizindaki yavaslama ileriki aylarda sanayi uretiminin yavaslayacagini dusunduruyor. Bu veriler isigi altinda onumuzdeki aylarda ekonomik aktivitelerin hizi buyuk oranda ihracata bagli kalicakmis gibi gozukuyor."

"Cuk" diye dogru cikmis bir tahmin. Gercekten de ihracat dusen dolar kuruna ragmen rekorlar kirarak buyumenin lokomotifi oldu. Ic tuketim hala kendine gelebilmis degil. Yine de buyumemiz resesyon beklentilerine kiyasla cok yuksek hizda gerceklesiyor. Ugur Gurses %4'un altinda bir buyume bekliyor bu sene icin, biz ise ustunde. Asaf Savas ne bekliyor bilmiyorum cunku coktandir yazilarini okumuyorum.
Read More!

Yaman Toruner'in Futbol Yazisi

Yaman Törüner, bugün (kendi ifadesine göre) ilk kez bir spor yazısı yazmış. Okuyunca içim ürperdi. Adamın futbola bakışı ekonomiye bakışı ile tastamam aynı. Komplo teorisinin bini bir para. 1990'lı yıllarda ekonomiyi (ekonomi nedir?) bu tür adamlara emanet ettiğimizi düşündükçe (Yaman Törüner, 1990'lı yıllarda İMKB Başkanı, TCMB Başkanı, Devlet Bakanı gibi görevlerde bulunmuştu) üç kriz yaşadığımız o dönemi ucuz bile atlatmışız diye seviniyorum. İnsanda biraz akıl izan olur be! Ancak kahvehane köşelerinde prim yapabilecek böyle uçuk şeylere bu tür üst düzey görevlere kadar gelebilmiş bir insan nasıl inanır? Neyse, fazla uzatmayalım, yoksa ağzımdan daha kötü şeyler çıkacak.

Gıcık yaratmamak için özel not: Bu yazının hepsi bu kadar. Alttaki ibareye tıklamanıza gerek yok. Read More!

Yılmaz'dan Satıcı'ya ders

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz ve PPK üyeleri dün TİM Başkanı Oğuz Satıcı ve beraberindeki heyetle bir araya gelmişti. Yılmaz'ın bu toplantıda yaptığı sunum TCMB'nin internet sitesine yüklenmiş. Ben bu sunuma göz attığımda baya başarılı buldum. Sizin de bir göz atmanızı tavsiye ederim.

Söz konusu sunumda aşağıdaki türden tablolar var. Vay anasını! Şu hale bakın be, son altı yıldaki durum tam bir rezalet!!! İşte şimdi Satıcı'ya hak verdim. TCMB bir an önce titreyip kendine gelmeli ve bu tabloyu 1990'lı yıllardaki haline çevirmek için ne gerekiyorsa yapmalı. Biz böyle şeylere alışık değiliz. 1990'lı yıllardaki mutlu mesut günlerimizi geri isteriz arkadaş.



Ha, bu arada aynı toplantıda Oğuz Satıcı da bir sunum yapmış. Onu da buradan yükleyebilirsiniz. İşte ben sunum diye buna derim!!! Oğuz abim bütün gerçeği bir bir ortaya dökmüş. Umarım Yılmaz bu sunumdaki mesajları anlayabilmiştir. Read More!