Bir Ergenekon Masalı

Nefesi tuttuk bekliyoruz. İddianame açıklanacak da malzeme çıkacak.

Tabi daha iddianame açıklanmadan içeriğini bilenler bir tarafta “nasıl koyduk ama” demek için bekliyor, diğer cenahtaki çokbilmişler de elleri play/pause tuşunda “Ergenekon fos çıktı” yaygarası koparacaklar.

İki taraf da avucunu yalayacak.

Ama diğer yandan, iki taraf da bangır bangır bağıracak. Burası Türkiye, kim fazla bağırırsa o haklı!


En başından beri Ergenekon’dan her bahsettiğimde “Ergenekon kandırmacası” dedim. Devletin türlü noktalarına sızmış illegal bir yapılanmanın gerçekliğine itirazım yok. Hatta bu yapılanmanın gün gibi aşikar olduğunu düşünüyorum.

Ancak devletin içindeki çetelere göbeğinden bağlı olanların olup biteni görmezden gelerek, havayı bulandırmaya çalışması, herkese bok atmaya çalışması şaşırtıcı değil. Koltuk ya da köşe kapma savaşı olanca amansızlığı ile sürüyor.

Ergenekon davasına umut bağlayanlara hayret ediyorum. Çürümüş, kokusu çıkmış bir hukuk sisteminden ne beklediğinizin farkında mısınız? Beklentilerinizi oluştururken, olayları analiz ederken sanki uzaydan gelmiş, bu ülkede işler nasıl yürürmüş bilmezmiş gibi davranmak nasıl açıklanabilir? İt iti ısırmaz diyeyim, bu atasözünü de Esra-Ceyda Ersoy kardeşler yorumlasın!

Ergenekon davası ne olur? En sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. Susurluk davası ne olduysa o olur. Yüksekova davası ne olduysa o olur. Sacit Kayasu’ya, Ferhat Sarıkaya’ya ne olduysa Zekeriya Öz’e de o olur. (Umarım Doğan Öz’e olan olmaz.) Bu nedenle bu bir masaldır, kandırmacadır.

Bundan önceki davalar sanki delil yokluğundan kapandı da herkes Ergenekon davasında delil var mı diye soruyor. Sanki hiç jandarma tankında eroin bulunmadı, sanki hiç Mercedes’in içinden silahlar çıkmadı. Bunları biz yaşamadık! İlhan Selçuk darbecilikle itham edilebilirmiymiş? Hiç yapmadığı şeydi sanki.

Biraz “harbi” olalım mı?

Uzun zaman Türkiye’deki sorunlarının temelinin politik ya da ekonomik olduğu varsayımı ile yola çıktım. Ancak artık bunun adını koyalım. Türkiye’nin sorunu politik ya da ekonomik olmaktan ziyade felsefi bir sorun. Türkiye ekranındaki görüntü bozukluğu zihniyetten kaynaklanmakta. Boşuna alıcılarınızın ayarı ile oynamayınız.

Bugün gösterilen toplumsal refleksler doğal bir felaketle karşılaşan ilkel toplumların "tanrıları" ya da "kötü ruhlari kızdırdık" şeklinde düşünmesinden farklı değil. Bugün "totem"ler yeni kurban istiyor. Sevmeyi ve nefret etmeyi abartarak kişilerin tanrılaştırılması ya da şeytan kategorisine sokulması aynı ilkellikten, felsefi zaaftan besleniyor. Daha açıkçası sloganlarla kamplara ayrılan toplumda vatanseverler vatan haini avında, mücahitler din düşmanı peşinde. Muhammed’e tapanlarla Mustafa Kemal’e tapanlar arasında hiç bir fark yok.

Oysa “kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki o öldü”, kim Mustafa Kemal’e tapıyorsa bilsin ki onun “naciz vucudu toprak oldu”.

Dinci faşistlerle Kemalist mücahitlerin hiç bir farkı yok. Hurafelere çok çabuk inanmak, çok kolay şiddete başvurmak, başa çıkamadığı sorunları görmezden gelmeyi tercih etmek, ritüellerden medet ummak, korkularına karşı yasaklarla duvar örmeye çalışmak, en nihayetinde de sorunların sebebinin ulaşılmaz ilahi bir kaynak olduğuna inanmak aynı felsefi fukaralıktan, aynı temelsiz ideolojiden kaynaklanıyor.

Demokrasiyi, bireysel hakları, inanç özgürlüğünü tek bir meseleye indirgeyip türban sorununu çözünce Türkiye’nin bütün sorunlarının halledileceğini sanmakla sadece Anıtkabir’i tavaf edip yatmadan önce Nutuk’tan pasajlar okuyunca “Cumhuriyet’in ilelebet payidar kalacağını sanmak” aynı felsefi altyapı sorununun yansıması.

Toplumu iki kutba ayırdıktan sonra bir taraf türban ve laiklik palavralarıyla diğer taraf da ergenekon kod adlı sahte kahramanlık dosyası ile kandırılıyor. Tabi bu arada asıl sorunlar rafa kalkmış durumda.

Oysa ortada ne türban (ya da başörtüsü) sorunu var ne de Ergenekon kahramanlığı.

Neydi türban sorunu?

Açıkça ortaya koymakta fayda var. Türkiye’de başörtüsü sorunu ya da mağduriyeti söz konusu değil.

Ortada bir mağduriyet sorununun olması için tamamen gönüllü olarak üniversiteye girmek için başvuran kişinin, başvuru sırasında belirtilmemiş bir şart nedeni ile üniversiteye alınmıyor olması gerekir. Kimse kimseyi zorla üniversite kapısına göndermiyor. Üniversiteye başı örtülü olarak giremiyeceğini bile bile hala üniversiteye girmek için çabalayan kızın, sigara içilmesi yasak olan bir lokantaya girip sigara içmek isteyen kişiden farkı yoktur. Bu şartları önceden bildiğin halde hala zorluyorsan, problem mağduriyet problemi değildir. İçeride sigara içmenin yasak olduğunu bile bile sigara içmekte ısrar ediyor bundan dolayı cezalandırıyorsa, bu kişi mağdur değil salaktır. Türbanla (ya da baş örtüsü ile) kampüse giremeyeceğini bile bile üniversiteye başvuru formunu dolduran kız da aynı durumdadır.

Farkındaysanız, bu yanlışı ortaya koyduğumuz anda sorun türban/baş örtüsü sorunu olmaktan çıkıyor. Sorun, sistemin özgür, kendi kuralını kendisi koyan, kendi şartlarını kendisi belirleyen bir üniversite yapılanmasına izin verip vermediği sorununa dönüşüyor. Var mısınız her üniversite kendi kuralını kendi koysun, isteyen şalvarlı eğitim yapsın isteyen nüdist? Herkes de ona göre tercih yapsın? Yemedi di mi?

Bu sorun bizi bugün uyglanan YÖK açmazına götürmekte. Bugün türban tartışmasında hararetli bir şekilde gardlarını almış olan her iki taraf da bu yanlışta ısrar etmekteler, çünkü çok iyi biliyorlar ki bu noktayı kabul ettikleri an tartışma bambaşka bir boyut kazanacak. Ama sorunu çözmek iki tarafın da umurunda olmadığı için bu noktayı es geçiyorlar.

Aslında biraz dikkatli bir göz başı örtülü kızların üniversite eğitim hakkının da ellerinden alınmadığını görür. Zatı şahaneleri Başbakan Erdoğanın kerimeleri dahil, bir sürü başı örtülü Türk kızı, yurtdışı seçeneği ile üniversite eğitimi almaktadırlar. Yani George Orwell'in ünlü "bazı domuzlar diğer domuzlardan daha eşittir" ilkesi burada da işlemektedir.

Oysa kimsenin özgürlük gibi bir derdi yok. Kavga köşe kapma kavgası. Youtube’u kapatmakta hiç bir sakınca görmeyenler kendileri kapatılınca demokrasi havarisi özgürlük mücahidi kesiliyorlar. YÖK başkanı bizdense sorun yok. Bizden değilse YÖK çok kötü. Bir zamanlar YÖK 12 Eylül’ün bir ürünü olarak bütün solcu grupların hedefinde idi, bugün o gruplar YÖK’ü savunuyorlar. İbretlik bir durum.

Dönelim Ergenekon’a. Boğazına kadar pisliğe batmış bir sistemin çamurlu, balçıklı elleriyle yüzünü silmesi ne kadar temizlikse, Ergenekon davası da o kadar temizliktir. Bu davanın sonucunda, herkes biliyor ki, bir iki günah keçisi bulunacak, bütün sistem temizlenmiş gibi yapılacak. Daha önceki davalarda (Yüksekova, Susurluk,Şemdinli, ve diğerleri) teamül, itiraf edip delilleri ortaya çıkaranların ya da olayın üzerine giden savcıların cezalandırılması şeklinde idi. Bugün de benzeri bir yolda ilerleniyor. Bu tarz olayların üzerini örtmenin en pratik, en kestirme yolu mecliste hemen bir araştırma komisyonu kurmaktır. Yakında bu da kurulur.

Bir de “Hayrihi ve şerrihi minel-ABD” ama daha çok “şerrihi minel-ABD” diyen bir grup da var ki felaketlerin kaynağını kötü ruhlar olarak gören ilkel kavim zincirini tamamlıyor. Bir taraf AKP iktidarını, Başbakan Erdoğan’ı, Cumhurbaşkanı Gül’ü ABD’nin kuklası, 2001 krizinden itibaren gelişen olayları ABD tarafından yazılmış bir senaryo olarak görüyor (Abdurrahman bunları iddianameye bile almış), diğer taraf da bütün Ergenekon pisliklerinin Amerikan oyunu olduğunu iddia ediyor (bkz. Tamer Korkmaz yazıları Yeni Şafak). Her iki tarafın tanrısı da ABD, ama bunu söyleyince çok kızarlar. Halbuki Türkiye’nin bugünkü çıkmazının yegane sorumlusu kendisidir. Friends like this, who needs enemies? Sorumlu kendisi ise çözüm de yine kendisidir. Ancak bunu kabul etmek biraz büzük ister!

Felsefi yoksulluğun çözümü olarak dayatılan, sık sık yaldızlı tepsilerde önümüze sürülen ise “uzlaşma” masalı. Bu tarz mesajları en baş borazancıbaşı Ertuğrul Özkök’ün yazılarında bol bol bulabilirsiniz. Oysa uzlaşma bir çözüm değil, herkesin ağzına bir tutam bal sürerek herşeyin üstünü örtme kavgasıdır. Uzlaşmanın mümkün olması iki tarafında aslında felsefi olarak ne kadar kof olduğunun bir işaretidir. Oysa Türkiye ne çektiyse bu uzlaşmacılardan, “her devrin adamı” olanlardan, bir o yana bir bu yana dönen fırıldaklardan çekti. Bu sistemin ideal tipi, Allahını peygamberini seven, milliyetçi, vatansever, hem laik hem İslamcı, biraz solcu, biraz demokrat, sapına kadar Kemalist, opportunisme bulaşmış "sarışın esmer çekik gözlü Kızılderili zencisi" insanlar. Hani içkisini içen ama ezan okunurken de müziğin sesini kısan tipler. Tanıdınız siz onu. (Biz ne olduğumuzu daha önce açıklamıştık.)

Türkiye'nin ise biraz omurgaya ihtiyacı var.

Uzlaşacaklar mı uzlaşmayacaklar mı hep beraber göreceğiz.

15 Yorum Var.:

Serdar Kaya dedi ki...

Sahi ne "salak" bir kadindi Rosa Parks. Otobusun on kisminin beyazlara ait oldugunu bildigi halde oturdugu yerden kalkmayi reddetti. Hem de otobuse binme kurallarini bastan bildigi halde! Buna ragmen bir de "magdur" oldugunu iddia etmisti. Ne de olsa "salak" iste...

With authors like Baris, who needs civil disobedience?

mr. brooks dedi ki...

youtube'u akp mi kapatti? pes!

bu ulkede internet siteleri hukuk absurdlukleriyle kapanmaktadir. kapatilmalarinin hicbir hukuki dayanagi yoktur. olsaydi her kapatmadan sonra tekrar acmazlardi.

bir ornegini yazmistim surada:
http://serindusunce.wordpress.com/2008/03/10/imbd-ye-erisimin-engellenmesi-eksisozlukten-jokond/

Mister No dedi ki...

Son zamanlarda okuduğum en adam akıllı yazı. Türkiyede birkaç kafası çalışan insan olduğunu bilmek güzel.
"Dinci faşistlerle Kemalist mücahitlerin hiç bir farkı yok." Kendi gazeteleri olayları nasıl vermişse gerçeği öyle algılıyorlar.Geçen yıl Abdullah Gül ilk rektör atamasında ESOGÜ'de en çok oyu alan adayı değil de ikinci adayı atamıştı. Zaman Gazetesi de bunun hikmetini şöyle açıkladı:Gül en çok oyu alanı değil, deneyimli adayı atadı.Oysa Sezer'in cumhurbaşkanlığında Zaman en çok oy alan adayın atanmasını hep savunmuştu.Ben takip ettiğim için Zaman'ı örnek verdim. Kemalist basın da ayarsız.

Adsız dedi ki...

Yazı dolu dolu olmuş her konudan bahsetmişsin ergenekon diğer olaylar gibi masal olcak o masallarda hep bir sistem hayali kurup devleti çökermek istemiş masal kahramanları neyse yazında kafaya taktığım bölüm türban hakkında.

Neydi türban sorunu?

Açıkça ortaya koymakta fayda var. Türkiye’de başörtüsü sorunu ya da mağduriyeti söz konusu değil.

Ortada bir mağduriyet sorununun olması için tamamen gönüllü olarak üniversiteye girmek için başvuran kişinin, başvuru sırasında belirtilmemiş bir şart nedeni ile üniversiteye alınmıyor olması gerekir. Kimse kimseyi zorla üniversite kapısına göndermiyor. Üniversiteye başı örtülü olarak giremiyeceğini bile bile hala üniversiteye girmek için çabalayan kızın, sigara içilmesi yasak olan bir lokantaya girip sigara içmek isteyen kişiden farkı yoktur. Bu şartları önceden bildiğin halde hala zorluyorsan, problem mağduriyet problemi değildir. İçeride sigara içmenin yasak olduğunu bile bile sigara içmekte ısrar ediyor bundan dolayı cezalandırıyorsa, bu kişi mağdur değil salaktır. Türbanla (ya da baş örtüsü ile) kampüse giremeyeceğini bile bile üniversiteye başvuru formunu dolduran kız da aynı durumdadır.


Çok Haklı bir tutum gerçekten.
Eskiden yazdığım Türban ve Zenci ilişkisi adlı yazım
http://onpunto.com/ShowBlog2.aspx?Web=eevrenk&CId=145367&detay=Turban_ve_Zenci_iliskisi&Date=24.07.2008

Adsız dedi ki...

Dieger yerlerine ilismeyeyim ama turban konusundaki "salaklik" kismi basta olmak uzere ozgurluk ve hak mucadelesine olan yaklasim acisindan, hayatimda okudugum en sacma en ilkel yazilardan birisiydi.

Bunca zaman icinizdeki fasizmi nasil gizlediniz hayret. Koy kafana gore ozgurluklere aykiri bir kural, uymayip direnen, hak mucadelesi yapan 'salak' olsun. Oh ne ala mualla..

Adam yerine koyup okuduklarimiz bile boyleyse bizim 'felsefi sorunumuz'un cok daha derinlerde oldugu acik.

Aaron dedi ki...

Suat'ın yorumu gayet yerinde. Yazının bu kısmı gayet salakça bir mantık üzerine kurulu. kafana göre bir kural uydur. Uymayanlar gelmesin de. Gomunistler moskovaya, şeriatçılar arabistana mantığı

tersaci dedi ki...

Serdar ve Suat beyler,

Burada sistemin çarpıklığına dair bir tespitte bulunuyorum. Katılırsınız, katılmazsınız ayrı konu. Ancak Türkiye'de var olan bu çarpık sistemi ne ben kurdum ne de savunuyorum. Sistem "by default" içinde faşizan ögeler barındırıyor. Bunu dile getirmek ayrı şey, savunmak ayrı şey. Sorunun salt başörtüsü mağduriyeti değil toptan faşizan bir sistemin insanların tercihlerine çöreklendiğine, dolayısıyla da toptan bir özgürlük sorunu olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Her iki taraf da durumu başörtüsü üzerinden tanımladığı anda işin içinden çıkılmaz hale geliyor. Bir taraf başörtüsü sorununu tek özgürlük sorunu imiş gibi kullanarak diğer taraf da üniversitede başörtüsünü kırmızı çizgi haline getirerek. Beyazadamın ırkçılığının gerisinde siyah adamın ten rengini istese de değiştiremeyeceği bilinci mündemiçtir. Ama laik adamın gözünde başörtüsü çıkarılabilir bir şeydir. (Çıkarması gerekir demiyorum, yine yanlış anlaşılmasın.) Bu açıdan Amerika'daki ırkçılığın Türkiye'deki laikofaşistlikle bire bir eşleştirilemeyeceğini düşünüyorum.

Eğer ortada gerçekten bir mağduriyet söz konusu ise bu yüksek öğretimde değil ortaöğretimdedir. Çünkü sistem sekiz yıllık eğitimi zorunlu kılıyor. Ama başörtüsü ile gelmek isteyene de zorla bunu çıkarttırıyor. Yüksek öğretim zorunlu değil. Oysa orta öğretimde seçme hakkın yok.

Adam başörtülü gelirsen almayacağım diye bangır bangır bağırıyor. Buna karşılık "başörtülü geldim almıyorsun" şeklinde itiraz ediyorsun. Bu çarpıklığa dikkat çekmek bu sistemi savunmak değildir.

Devletin insanlara nerede ne yapacağına ilişkin sınırlar koyduğu bir sistemi değil, insanların devletin nerede ne yapabileceğine ilişkin sınırlar koyduğu bir sistemi savunuyorum. Dileyen başörtülülerin girmesinin yasak olduğu üniversiteler, kampüsler kurabilir, buna bir itirazım yok. Ama dileyenin de başörtüsünün de serbest olduğu, (hatta sadece başörtülülere mahsus da olabilir) okullar kurabildiği istediği türde eğitim verebildiği kampüs açabilmelidir. Ama sistemi sadece başörtülüler girebiliyorsa herşey OK diye tanımladığınız anda kısır döngüye geri dönüyorsunuz, daha geniş olan özgürlükler penceresinden bakma imkanı kalmıyor.

Tekrar söyliyeyim, bugün başörtülülere yüksek eğitim hakkı verilmiyor diyemezsiniz, çünkü isteyen istediği yerde bu eğitimi alıyor. Ama maksat meseleye çözüm bulmak değil bunun üzerinden menfaat sağlamaksa bazılarının bazılarından daha eşit olduğu bu sistemde miyoplar kördövüşüne devam edersiniz. Neden acaba hep dine daha yakın iktidarlar başörtülü öğrencilerin hayatını zorlaştırdı diye sordunuz mu hiç?

Yanlış anlaşılma varsa umarım düzeltmişimdir. Yanlış anlaşılma yoksa, katılmak zorunda değilsiniz, bunlar benim görüşüm.

Mr brooks,
Mahkemelere internet sitelerini kapatma yetkisini veren o absürd kanun AKP tarafından çıkartıldı yanlış hatırlamıyorsam. Yanlışsam düzeltin.

ekşi iktisat dedi ki...

internet sitelerine erisim eskiden de engellenirdi. ama akp'nin cikardigi yasadan sonra engellemeler hem yasal zemine oturdu, hem de daha kolaylasti. turban konusundaki hassasiyetin yuzde biri sansur konusunda gosterilse, o sorun coktan asilirdi. ama, gorundugu kadariyla, kucuk bir grup internet kullanicisi disinda, kimse internet yasaklarindan rahatsiz degil.

Adsız dedi ki...

Barış bey,

Derli toplu eleştirim burada:

http://www.derindusunce.org/2008/07/25/egitim-hakki-talebinin-salakligi-uzerine/

Not: 'Türban' konusundaki yaklaşımınız dışında yazının çoğunluğuyla hemfikirim.

tersaci dedi ki...

Suat ve Serdar beyler,
(Ikinizin yazisina da buradan ortak cevap vermenin daha uygun olacagini dusundum.)

1. Tekrar edeyim, turban konusundaki soylediklerim "benim yaklasimim" degil. Turkiye'deki sistem insanlari salak yerine koyuyorsa (ben bu sistemi savunmuyorum) bunu tespit etmek, insanlara salak demek degildir.

2.Daha uc bir ornek vereyim: Oglunu "kiz lisesi"ne kaydettirmek istiyen bir babaya okul mudurunun "oglunuzu alamayiz cunku erkek" argumanina karsilik; babanin, "oglumun egitim hakki var, nasil almazsiniz?" seklinde itirazi ne kadar hakli?

Boyle bir durum bugun sorun olmuyor, cunku ortalikta kiz lisesi de var, erkek lisesi de, karma lise de. Basortusu konusundaki sorun ise benzeri alternatiflerin olmamasi, sistemin buna izin vermemesi.

Sistemin cikmazlarini acikca tespit etmeden kokten bir cozum uretmenin mumkun olmadigini dusunuyorum.

3. Ben Turkiye'de yasanan uygulamayi mazur gostermek ya da savunmak cabasinda degilim. Tam tersine sistemin zorbaligini tum ciplakligi ile gostermek istiyorum.

Ozgurluk baglami disinda AKP'nin urettigi tarzda cozumler (yukaridaki ornek baglaminda) kiz kiligina girmis erkekleri kiz lisesine kaydetmek kadar komik oluyor.

4.Ben cozumun YOK gibi bir kurumun lagvedilmesi, daha genel cercevede ozgurlukler konusundaki sikintilarin topyekun giderilmesi ile mumkun oldugunu savunuyorum.

Bundan once surada ve surada sorunun turban ve basortusu sorunu degil ozgurluk sorunu oldugunu soyluyorum:

"Bugünlerde türban ve başörtüsü konusu tartışılıyor. Sakın ha kimse sonuç alınacağını sanmasın. Tartışılacak, sonra kaynayıp gidecek. Daha önceki tecrübeler bunu gösteriyor. Oysa bu ülkenin türban ve başörtüsü sorunu yok. Özgürlük sorunu var.

Bu ülkede herkes özgürlükten korkuyor. Bu iktidar da öyle. 2005'ten bu yana ne ekonomi alanında ne özgürlükler alanında yeni hiç bir şey yapılmadı. Yapıldı diyen beri gelsin.
(Ocak 2008)"

Yazilarinizda, benden alinti yaptiginiz yerin devamini okursaniz yine ayni noktaya bagladigimi goreceksiniz.

5. Bir de civil disobedience konusu var ki ben israrla deginmekten kaciniyorum. Serdar Bey cehaletime vermis, varsin olsun. Turkiye'deki turban kavgasi hic bir baglamda bu kavramin icerigi ile ortusmuyor. (AIHM'e basvurup daha sonra gun donup devran degisince "siyasi mulahazalarla" davasini geri cekmek ne zamandan beri civil disobedience oldu?) Kaldi ki Refah Partisi bu turban olayini siyasi rant meselesi haline getirmeden once basortulu ogrenciler rahat rahat kampuslerde dolasiyordu. (Belirli birkac sehirde, kurtarilmis bolge durumundaki birkac kampus disinda.)

6. Once Refah'in sonra da AKP'nin bu konuda niyetinin ne oldugunu acikca tartismamiz gerekiyor. Gerek laikler, gerekse turbansever partiler insanlari salak yerine koyuyorsa, bunu tespit etmek "offensive" olmasa gerek. Fasist olan ben degilim. Turkiyedeki sistem. AKP dahil.

Son soz: Ben hedef tahtasina oturttugum iki kesimin de (AKP ve laikofasistler) ozgurluk konusunda zerrece hassasiyetinin olmadigini dusunuyorum. (Gerek Abdullah Gul'un YOK baskani atamasinda ilk firsatta ne kadar opportunist olabilecegini sergilemesi, gerek RTUK ve Internet konusu, gerekse ozgurlukler konusunda AKP'nin diger uygulamalari. Diger tarafa ornek vermeye zaten gerek yok.) Yukarida link verdigim iki yazimda da bu duruma ornekleri siralamistim zaten.

mr. brooks dedi ki...

o kanun akp doneminde cikti evet. (http://rega.basbakanlik.gov.tr/eskiler/2007/05/20070523-1.htm) ama sorun kanun degil. kanuna uygun karar verilse youtube'un kapatilmasi gerekmiyor zaten. o kanunda erisim engelleme maddesinin altinda bir de içerigin engellenmesi maddesi var. (9. madde) yani bir sitede sınırlı içerik de engellenebiliyor.

sorun hakimlerde.
bir wordpress blogundan dolayı tüm wordpress'i, birkaç videodan dolayı tüm youtube'u kapatıyorlar.


imdb'yi bile mahsun kırmızıgül'ün şikayeti üzerine korsancılık sebebiyle engellemeye çalışıp yanlışlıkla imbd.com diye içeriksiz bir siteyi yasaklayan zihniyet için kanun önemsizdir. kanunda ne yazarsa yazsın onların erişimi engelleyesi varsa engellerler.

bu ülkeyi batıranların hemen her türlü kararlarıyla bürokrasi ve özellikle yargı mensupları olduğuna inanıyorum. başörtüsü konusunda da böyle. başörtüsü yasağı kanuna dayalı değil "anayasa mahkemesi içtihadı"na bağlı bir yasaktır. tbmm'nin böyle bir iradesi yoktur. bu konudaki içtihat haklarını kısıtlamak isteyen anayasa değişikliğini de geçenlerde iptal ettiler. bu bakımdan sağcı partiler zamanında bu tür yasakların gelmesi yargıçların ve diğer bürokratların halk iradesine karşı refleksiyle ilgilidir. jüristokrasiye yakın bir sistemin hüküm sürdüğü bir ülkede herşeyin faturasını hükümete kesemez ve halk iradesiyle konulmayan, sistemin boşluklarından faydalanıp halka rağmen konan yasakları meşru sayamazsınız.

Mehmet Yilmaz dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Mehmet Yilmaz dedi ki...

Baris Bey çok dogru seylere isaret etmek isterken çok tuhaf argümanlar kullanmis. Akil almaz bir sey. Ne Baris Bey'e ne de EKONOMITURK gibi bir siteye yakismiyor.

AKP=dindar=islam=seriat=iran=....

matigini bu sitede ilk defa görüyorum. Analizi reddeden, basitçilige siginan, kestirmeden bir yazi. çok yazik.

Üniversiteye başı örtülü olarak giremiyeceğini bile bile hala üniversiteye girmek için çabalayan kızın, sigara içilmesi yasak olan bir lokantaya girip sigara içmek isteyen kişiden farkı yoktur.(BARIS)

Yasaktan yana, güçlüden yana, Devletin MUTLAK DOGRULARI(!) adina bireyi ezmeyi uygun gören bir bakis... Böyle bir lafi acaba fasist bir siteden mi KES-YAPISTIR yapti istemeden?

Kürtçenin yasak oldugunu bile bile kürtçe konusanlara iskence yapilmasi normal mi?
Fahiselere tecavüz etmenin serbest oldugunu bile bile fahise olanlar mahkemeye basvusmasin mi?

Fasizmin tarifine bir bakiverin siyasi terimler sözlügünden.

Her halükarda SAVUNULMAZI SAVUNMAK YERiNE asgari nezaket geregi bir özür dilemesi icab eder yazarin.

illâ ki AKPli sanilmak istemiyorsaniz, hem nalina hem mihina bir sey yazmak niyetindeyseniz bunu okuyun önce:

http://www.derindusunce.org/2008/07/16/kamplasma-laik-seriatci-su-kamplasmadan-kurtulalim-mi/

Saygilarimla (her seye ragmen)

Unknown dedi ki...

Barış başörtüsü meselesinde düz Aristo mantığına sığınmış..bi de bizden müthiş bir keşif yaptığınıa inanmamızı bekliyor..

chelseay dedi ki...

"Oysa kimsenin özgürlük gibi bir derdi yok."

İlginç bir tespit.

Ben özgürlük gibi bir derdim var sanıyordum.

Ya bütün özgürlükleri aynı anda ve aynı şiddette isteyip bunun mücadelesini vereceğiz, ya da "baba özgürlükçüler"den ayar alacağız.

Halbuki ekonomi kısıtlı kaynakların nasıl kullanıldığıyla ilgili değil miydi?

Heyecanlı libertarian gençler, ingilizce yazan abilerinizi biraz daha dikkatli okuyun bence.