1 – Sosyal Güvenlik Reformu I – Olanlar ve Olmayanlar

Sosyal Güvenlik, Türkiye’de her ekonomik konuda olduğu yine devletin görevi olarak görüldü ve başlatıldı. Amele Birliği gibi birkaç deneme dışında Sosyal Güvenlik, kurulması, yürütülmesi, hesaplanması, her şeyiyle siyasi mekanizmaların işi gibi algılandı, ne yazık ki hala da öyle görülmekte. Sosyal Güvenlik Reformu hakkında konuşmaya başlamadan önce, bu noktaya nasıl gelindiğini, detaya girmeden anlatalım.

Demokrasi Nedir   Küresel ısınma Nedir  Özel Üniversiteler    Bilgisayar Nedir    Teknoloji Nedir

Cumhuriyetten önce başlayan, 50’lerde ve 60’larda yasal düzenlemelerinde ilerlemeler sağlanan sosyal güvenlik konusu, 70’lerde bir yasal tabana sahip oldu ve Bağ Kur ve SSK aracılığıyla vatandaştan para (prim) toplanmaya başladı. Özellikle SSK’da toplanan ciddi rakamlar siyasilerin iştahlarını kabarttı ve SSK’da toplanan para, siyasilerin yatırım vb adlarla yaptıkları harcamalar sonucu çarçur olup gitti. Nihayetinde emeklilikler başlayınca SSK’nın gelirlerinden bir kısım da giderlerine gitmeye başladı, 1991 yılında SSK’nın gelirleri, giderlerini karşılayamadı ve ilk kez hazineden SSK’ya para aktarıldı. SSK’nın bu tarihten 4-5 yıl önce battığını söyleyebiliriz sanırım. Bağ Kur ise geçmişe yönelik belli bir miktar ödeyen herkese sınırsız sağlık ve yaşlılık sigortaları sağlaması nedeniyle kurulduğu anda battı diyebiliriz. Emekli sandığı ise, kelimenin tam anlamıyla bir sigortacılık rezaletidir, lakin bunu ayrı bir yerde ele almak daha mantıklı.

Bütün bunların üzerine bir de, Süleyman Demirel, emeklilikte yaş sınırını kaldırdı, zaten batmış durumdaki Sosyal Güvenlik Kurumları kelimenin tam anlamıyla çöktüler. Sorun, ancak 1999’da, Büyük Marmara Depremi’nden birkaç gün sonra toplanan mecliste konu kamuoyundan kaçırılırcasına çözüldü, lakin anayasa mahkemesinden kanunun dönmesi üzerine o da yumuşatıldı.

Bugün itibariyle bizim yaşlı dediğimiz, ekonomik büyüklüğü 2 Trilyon USD’nin üzerinde olan Almanya’da Sosyal Güvenlik açığı 6 Milyar USD iken ülkemizde 20 Milyar USD’nin üzerinde ve kaçınılmaz şekilde artmakta..
İçine girilen inanılmaz büyüklükteki açıklar, yaşlılık aylığı bağlama oranlarındaki karmaşıklık, sağlık sistemindeki eşitsizliğin yarattığı rahatsızlık, yardıma muhtaç kişilere yönelik olması gereken yeşil kart uygulamasının fazlaca suiistimale uğraması gibi nedenlerle reforma gerek duyuldu ve -güya- reform çalışmalarına başlandı. Reform, doğal olarak benim tercih edeceğim şekilde değil, siyasi açıdan az yıpranarak günü kurtaracak şekilde tasarlandı. Benim tercihimi ikinci yazıda okuyacağınızdan burada devletimizin yapmayı denediği reformunu inceleyelim önce:

Reform, ilk başta 5 ana dalda yeni yapılanma sloganıyla başladı:

1- Sosyal Sigortalar,
2- Genel Sağlık Sigortası
3- Primsiz Ödemeler ve Sosyal Yardımlar
4- Hizmet Sunumu Genel Müdürlüğünün kurulması
5- Bilgi İşlem Ağı

Bunlardan Sosyal Yardımlar kısmı, kanun tasarısı haline bile gelemeden gündemden kaldırıldı, zira AKP sosyal yardımların bir düzene girmesini istemiyordu. Belli bir gelir düzeyine ulaşamamış herkese değil, kaymakama veya ilçe örgütüne ulaşabilen ve bu kesimlerce “uygun” görülen kişilere, bütçede para oldukça ve uygun görüldükçe yardımda bulunulmasını istiyorlardı. Sosyal yardımlar bir hak olarak tanınmadı, lütuf olarak kaldı. (ki bence devlet eliyle sosyal yardımlar yapılmamalı, yapılacaksa da bu bir hak olmalı ve siyasi insiyatiften mugayir, objektif bir biçimde yapılmalı) Primsiz ödemeler kısmı (daha çok gazi- şehit maaşları vs), ise bin yıldır olduğu gibi devam etti. Şehit yakınlarına ve gazilere ödenen bu para, zannımca sadece bir işe yarıyor: savaşın maliyetinin bir kısmının sosyal güvenlik maliyetiymiş gibi görünmesine. Ölen veya çalışma yeteneğini kaybeden tek bir askerin devlete maliyeti 1 trilyon liranın üzerinde! Ve bu belki de bir politika olarak Sosyal Güvenlik sistemi içinde gösteriliyor. Savaşın maliyeti saklanıyor. Düşünen yarışmacı arkadaşlarım için buradan aslında güzel bir yazı çıkar :)

Sosyal Sigortalar kısmı, iki amaca hizmet edecekti: kurumlar arası aylık farkını kapatmak ve emekli sandığındaki akıl almaz uygulamalara son vermek. İlkinde, aynı primi ödemiş ücretli çalışan ile kendi işinde çalışanlar arasındaki farkı yok ediyor, herkes için tek bir yaşlılık aylığı bağlama rejimi getiriyordu.
Emekli sandığı için söz konusu eşitlik Anayasa Mahkemesi kararı ile bozulunca bu amaçtan uzaklaşıldı. Zaten, eşitlikte başarılı bile olsa, ödenen prim ile yaşlılık aylığı arasında organik bir ilişkisi bulunmayan, enflasyon oranlarini, faiz hadlerini yok sayan, az prim ödeyeni koruyan, uzun süre çalışanı cezalandıran bu rejim yanlıştır ve sakat doğmuştur, ileride de değişmeye mahkumdur.

Emekli sandığındaki saçmalığa gelince, hayatı boyunca örneğin 1000 lira maaşla çalışmış bir memur, emekliliğine 2 sene kala bi makama atandığında, sanki hayatı boyunca orada çalışıp o şekilde prim ödemişçesine yaşlılık aylığı bağlanıyordu. Özel hizmet tazminatı, makam tazminatı gibi ödemeleri de yine yaşlılık aylığıyla birlikte ödeniyor ve sosyal güvenlik sistemi içindeymiş gibi gösteriliyordu. Makam için verilen ülufe mi dersiniz, adı neyse o paralar da gizlenip sosyal güvenlik açığıymış gibi gösteriliyordu. Bu yanlışı düzelten uygulama da Anayasa Mahkemesi tarafından esastan bozulmuştur. Emekli sandığı, yukarıda bahsettiğim şehit ve gazi aylıklarıyla bu tarz makam tazminatları vs. yüzünden, kendisinden 5 kat daha fazla insana hitap eden SSK’dan daha fazla açık veriyor. Yani, aslında yukarıda bahsettiğimiz 20 milyar dolar rakamı aslında doğru değil, bu rakam için de revizyon gerekiyor.

Genel Sağlık Sigortası (GSS) ise tam evlere şenlik. SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devri ile başlayan ve çeşitli toplum kesimleri arasındaki sağlık hizmetini eşitlemeye çalışan bu amaç, tam da istediğini yaptı: herkesi eşitledi, ama tabi ki daha düşük kalitede. Yeşilkart uygulaması genelleştirildi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan veya burada yaşayan yabancıların hepsi GSS kapsamına alındı ve bunun parasını devletin ödeyeceği konusunda anlaşıldı. AKP’ye ciddi oy kazanımı olarak geri dönen ama kısa sürede SGK’nın aktüeryal dengesini alt üst eden bu uygulama hakkında daha geniş yazmıştım ama daha ben yazımı tamamlayamadan sistem dökülmeye başladı, gerek kalmadı. Eczacılarla, medikal malzeme tedarikçileriyle, doktorlarla, özel hastanelerle kavga başladı, çünkü deniz bitti. Ekonomik göstergeler kötüleştikçe güya herkese verilen sağlık hizmeti verilemeyecek ve yine kaş yapılırken göz çıkartılacak. Bu konu, ABD’de seçim öncesinde tartışılmaya devam ediyor. Umarım doğru yolu bulurlar da biz de Amerika’yı yeniden keşfederiz.

Vatandaşa daha iyi hizmet vermeyi amaçlayan Hizmet Sunumu Genel Müdürlüğü (tek nokta hizmet merkezleri vb.) kurulması konusuna; ve usulsüzlük ve yolsuzlukla mücadele için kilit öneme sahip olacak Bilgi İşlem Ağı konusuna, şimdi girmiyorum. Zira bu devenin bu çok yanlış yerleri eğriyken bu tarz minör yanlışları - veya başarısızlıkları – yazıp çizmenin gereksiz olduğuna inanıyorum.

Zaten uzattık, burada keselim. İkinci Sosyal Güvenlik yazımda “olması gerekenler”i işleyeceğim, ama 40 yıldır bekliyor, 1-2 gün daha beklesin. Daha sonra yine bu konuya teğet geçen kıdem tazminatları ve işsizlik sigortası konuları var. Ama önce daha sıcak bir konuyu işleyelim: Milletvekillerinin illere göre dağılımı.

1 Yorum Var.:

ekşi iktisat dedi ki...

ben sahsen, basbakanin her aileye uc cocuk temennisinden, kisa vadeli cozumlerin siyaseten makbul olmadigini cikartiyorum. bir de hukuki engeller de var tabii. tahminim, hukumetimiz genc nufusa guvenip 30 sene vadeli cozumler uretmeyi tercih ediyor.