When Markets Fail...

competitive equilibrium allocation is pareto optimal. meali, rekabetci piyasanin denge dagilimi pareto verimlidir. bu iktisat (Iktisat nedir) soz konusu oldugunda belki de en cok duydugum cumledir. bu cumle, kokeni adam smith'e kadar giden, matematiksel iktisatta birinci refah teoremi ile formalize edilip genellenmis bir sonucun en oz ifadesir. bu demektir ki rekabetci bir ekonomide piyasa iliskileri kimsenin refahini azaltmaz, ve de toplumun refahini arttirabilecek en kucuk bir kaynak bile israf olmaz.

oysa bugun radikalde soyle bir haber cikti: turkiye'deki atik imha tesislerinin kapasitesi atik uretiminin epey bir altindaymis. her yil turkiye'de uretilen 200 bin ton zehirli atiga ne oldugu da mechulmus. haberin devamindan su bilgileri de ediniyoruz: sirketlerin atiklari usulune uygun imha etmeleri kanuni zorunluluk. atik imha sektorunde devlet tekeli yok. atiklari imha icin baska ulkelere gondermenin onunde bir engel de yok. o zaman piyasa neden islemiyor da bu atiklar kontrolsuz bir bicimde topraga gomuluyor?

goruluyor ki kanunlari takmayanlar cok. oysa bizim rekabetci piyasa dedigimiz seyin var olabilmesi icin gereken kurumsal sartlardan en onemlisi, mulkiyet haklarinin kesin olarak tanimlanmasi ve korunmasi. yani temiz havanin, suyun ve topragin mulkiyetinin benim adima kanunlar tarafindan korunmasi gerekir ki, adamin teki haberim olmadan evimin dibine beni kanser yapacak bir sey gommesin. eger bu olsaydi, pek cok sirket zehirli atik imhasini karli bir is olarak gorup bu sektore yatirim yapardi.

yani kanun lazim, hukuk lazim. bunlar yoksa ne soylesek bos...

15 Yorum Var.:

Blog Sahibi dedi ki...

Bu ornekte piyasalar gayet guzel isliyor, islemeyen birsey varsa o da devletin koydugu kanunlar.

Peki ne zaman piyasalarin islemedigini soyleyebilirdik. Diyelim ki devlet atik kanununa uyumun denetimini ihale ile ozel bir sirkete veya sirketlere ihrac etti. Bu sirketler de kanunlara uymayanlardan kestikleri cezalarin bir kismini gelir olarak alma hakkina sahip olsunlar. Boyle bir durumda hala atik isleme tesislerinin kapasitesi artmiyorsa piyasalar islemiyor diyebilirsiniz.

Kaldi ki boyle bir durumda dahi %100 basari elde edemezsiniz. Nedeni atiklarin ekonomik degerinin negatif olmasidir. Eger atiklar para ediyor olsaydi denetime bile gerek kalmazdi.

Vergi toplama problemiyle ne kadar benzesiyor degil mi bu problem?

Mahmut Alpi dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Mahmut Alpi dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Mahmut Alpi dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
bliyaal dedi ki...

“bu demektir ki rekabetci bir ekonomide piyasa iliskileri kimsenin refahini azaltmaz, ve de toplumun refahini arttirabilecek en kucuk bir kaynak bile israf olmaz.”

Valla Pareto optimumu (PO) için bayağı yanlış olan bir çıkarım bu bence. Ne diyordu PO bize? Ekonomik kaynakları yeniden dağıtmaya kalkıştığımızda, bir kimsenin refahını diğer bir kimsenin refahını düşürmeden yükseltemiyorsak, maksimum refaha erişmişiz demektir. Eh, böyle olunca PO toplumsal faydanın nasıl maksimize edileceğini değil, neden maksimize “edilemeyeceğini” gösteriyor. Bu yüzden “Pareto maksimizasyonu” yerine “Pareto optimumu” (en iyi duruma getirme) diyoruz.

İşin matrak tarafı, refahtan bahsederken bunu “fayda” cinsinden ele alıyoruz. İyi de, faydayı nasıl ölçüyoruz? Mesele bu işte: Ölçemiyoruz! O yüzden de Pareto amcam sayısal değil, sırasal fayda varsayımını yapıyor. Böylece PO’nun gerçek hayatla tek bir ilişkisi kalmıyor. Ee, ne de olsa Neo-klasik iktisat bu; piyasa ekonomisinin şakşakçılığını yaparken gerçeklere dayanmak hiç işlerine gelmez.

Zaten piyasa ekonomisi hiçbir zaman adam gibi işlemez. Sorunları kendi başına da halletmez. Keynes amcam bunu bildiği için talep derken “efektif” olanını kastetmiyor muydu? Mülkiyet haklarını tanımlayacaksınız, gerekli kanunları çıkaracaksınız; ondan sonra kör topal ekonomi işleyecek. Güzel güzel de, bunları kim yapacak? Devlet tabii! Kanunları çıkartınca olacak mı bu iş peki? Ya kanunları takmayan olursa ne olacak? Kolluk kuvvetleri gelecek. Nerde kaldı liberalizm?

Atık imha tesisi çok klasik bir örnek; hani bizim olumsuz dışsallık dediğimiz türden. Dışsallık da piyasa başarısızlığı demek değil mi? Gene gitti liberalizm!

Atık imha sektöründe devlet tekeli yokmuş. Güzel işte, devlet olsa işler bozulmaz mı zaten? Kastettiğim, sektörde devlet olmadığı için firmalar atık imha etmenin maliyetine katlanmaktan rahat rahat kaytarıyorlar. Anlayacağınız, piyasa, toplumsal olarak yaratılan maliyeti fiyatlara yansıtmıyor – mis gibi! İşte bu nedenle, tamamen ekonomik olan bu meseleye – Neo-klasiklerin hiç hoşlanmamasına ve sürekli piyasa için çözüm önermelerine rağmen - devlet el koymaktadır (tabii medeni ülkelerde demek istiyorum, bizim gibi üçüncü dünya ülkesi olan dandik ülkelerde değil).

Böyle durumlarda devlet “niçün” el koyuyor? Zira 500 yıllık piyasa hazretleri bu sorunları çözecek bir mekanizma içermiyor!

Kıssadan hisse: Devlet olmadan piyasa ekonomisi işlemez.

Not: Hele en tepede bir yorum gördüm ki evlere şenlik. Atıkların ekonomik değeri negatifmiş falan filan … Merhum Friedman amcam görseydi, bu arkadaşı muhakkak gözlerinden öperdi.

ekşi iktisat dedi ki...

ekonomix,

dedigim su: piyasanin islemesi degil, piyasanin benim yararima islemesi (en azindan zararima islememesi) onemli. (yoksa piyasa benim babamin oglu degil.) bu da ancak iyi isleyen bir hukuk sistemiyle mumkun. bana kanser ureten karli isletmeler benden uzak dursun.

ozetle, hukuk yoksa her sey palavra...

ekşi iktisat dedi ki...

bliyaal,

oncelikle zaman harcayip kapsamli bir yorum yaptiginiz icin tesekkur ederim.

bu yazida gazetede okudugum bir haberi ele aliyor ve piyasa ekonomisi neden bizi kanser yapiyor sorusuna fark ettiginiz gibi neoklasik bir acidan cevap vermeye calisiyorum. neoklasik yaklasima olan elestirilerinize saygi duyuyorum, ama bu yazida neoklasigi savunmadigim icin ona iliskin elestirilerinize su an cevap vermeyecegim. sen neden neoklasik analiz kullandin derseniz; anaakim iktisat akimlarindan biri oldugu icin, en iyi bildigim seylerden biri o oldugu icin, bu blogun okur profilinin radikal akimlara egiliminin oldugunu dusunmedigim icin gibi cevaplar verebilirim.

iktisat methodolojisi ile ilgili tartismalari belki ileride yapariz. ama bu blogda degil, buranin musterisine uygun degil bu tartismalar. eksi iktisat'a arada ugrayin. orada yaziyorum o konularda. ya da iktisatci gozuyle'de tansel guclu yaziyor. ben de arada ugrayip bir iki yorum yapiyorum.

liberalizm ve serbest piyasa mevzuuna gelince. benim de dedigim zaten, (kucuk de olsa) iyi isleyen (hukuku isleten) bir devlet yoksa liberalizm olmaz. bakin burada ozel sektorun atik imhasi ya da ihracati isine el atmamasi yuzunden sorumlu tutabilecegimiz bir devlet yok ortada. ona ragmen serbest piyasanin bize verdigi sonuc kanser riski.

ozetle, size katiliyorum, devletsiz piyasa ekonomisi olmaz. ama nasil devletsiz? hukuku isletecek devletsiz. simdi devlet su ise el atsin desek. o devlet benim saglikli bir cevrede yasama hakkimi koruyamadigi icin ben kanser riskine maruz kalmiyor muyum? simdi bu devlete gidip ben piyasalar islemiyor, kocum sen buna bir el at desem beni kurtaracak mi? hic sanmiyorum.

ozetle, hukuk olmadiktan sonra liberalizm de sosyalizmi de hepsi palavra. nasil bir ideoloji hukuku isletebilir? benim rengim az cok belli. ama orasi cok uzuuuun bir mevzu. onun tartismasini size birakiyorum.

not: pareto verimliligin siradan okuyucuya pek bir sey ifade etmeyecek tanimi yerine o tanimin anlamini buraya yazdim. matematiksel iktisada dair kavramlari konusma ve yazi diline tercume etmek sorun olabiliyor. anlam konusunda tatmin olmadiysaniz bunu da ayrica tartisabiliriz. ben elime mas-colell'imi alir, neyi neden soyledigimi oradaki tanim ve onermelere (proposition) atifta bulunarak aciklarim.

ekşi iktisat dedi ki...

Mahmut Alpi,

"USA'da olsa bu olay nasıl bir tutum sergilenir di? " demissiniz.

dun aksam saatlerinde minneapolis'in gobeginde eyaletler arasi otoyolun bir parcasi olan koca bir viyaduk bakim esnasinda coktu. olayin takipcisiyim. sorumlularin basina neler gelecegini bu bloga yazacagim.

ekşi iktisat dedi ki...

ekonomix ve diger okuyucular,

ben de bir soru sorayim:

evinizin yanina biri zehirli atik depolasa ve buna kanuni hakki olsa, siz o adama oraya atik depolamamasi icin kac para teklif ederdiniz?

sen senin evinin yanina gomulecek bir atigi satin almak istemez miydin ekonomix?

atik para eder. yeter ki fiyatlandirilabilsin, piyasasi olsun. burada piyasa yok ki islesin.

coase der ki mulkiyet hakkini kime verdigin onemli degil, yeter ki onlari kesin olarak belirle ve uygula. islem maliyeti yuksek degilse, taraflar aralarinda anlasirlar. anlasamazlarsa, bir taraf tasi taragi toplar gider. ama kanser olmaz. degil mi?

bliyaal dedi ki...

Kanun, atıkları “benim evimin yanına” depolama hakkını mı veriyor, yoksa sadece “atıkları depolama” hakkını mı veriyor? İlk durumda oldukça belirgin bir yasal düzenleme var demektir. Yasalar genel nitelikte olduklarına göre, ilk durumu içeren bir hakkın yasal düzenleme ile verileceğini zannetmiyorum. Yani yasa “atıkları evlerin yanına depolayabilirsiniz,” demez; zira her fabrika ev civarına inşa edilmez.

O zaman, firmanın ev civarında olduğunu ve taşıma maliyetlerini düşürmek için depoyu aynı yere inşa ettiğini varsayabiliriz. Bu durumda, depolamadan zarar göre şahıslar, fabrikadan atıkları başka yerde depolamasını isteme hakkına sahip olurlar. Ek maliyet getireceğinden firma bu isteği büyük ihtimalle kabul etmeyecektir.

Zarar gören şahıslar firmaya atıkları şehir dışında depolaması için para öderler mi? Zannetmiyorum. Hem firma depoyu şehir dışına taşımaya yanaşmayacağından, hem de zarar göre şahıslar depolama maliyetini karşılamayacağından iş mahkemeye gider. İlginçtir, bu durumda işlem maliyeti ortaya çıkmaz; çünkü taraflar anlaşmaya yanaşmıyorlar.

Sorun iki şeyden kaynaklanıyor: a) Kanunun depolamanın ev civarında yapılamayacağı hükmünü içermemesi. b) Atık piyasasının olmaması. Aslında tek başına atık piyasası olsa bile iş çözülürdü; ne de olsa işin ucunda satış var.

Coase’un teorisine göre, mülkiyet haklarının tam manasıyla tanımlandığı bir durumda, bütün tarafların kazançlı çıkabileceği bir anlaşma yapılabilir. Örnek verilen durumun teori açısından sorunlu olan kısmı da burada. Dikkat edilirse, sorunun esas kaynağı mülkiyet hakkının tam manasıyla tanımlanmamış olması. Zira atıkların nereye depolanacağı “depolama hakkının” tarifini girer.

Sonuçta, bizim memlekette iş mahkemede biter. Niye? Çünkü azgelişmiş bir ülkede piyasa adam gibi gelişmemiş olduğu için, mülkiyet haklarının düzgün bir şekilde tanımlanmasını gerektiren yeterli saik bulunmaz. Yoksa, piyasada işlem yapan ajanlar gerekli kanunları çıkarması için devlete baskı yaparlardı.

kerem kagan dedi ki...

Tartisma Mas-Colell'i acma noktasina gelince ben de gaza geldim. :)

Hak, hukuk, devlet konusunda yorum yazan arkadaslara pek katilamiyorum. Siklikla rasladigim bir yanilsama var. Piyasa mekanizmasinin urettigi sonuclar tu-kaka edilirken, devlet mudahalesi sutten cikmis ak kasik ilan ediliyor. Halbuki tarih bize devletin hic de masum olmadigini soyluyor.

Piyasa mekanizmasi, kanun kural hukuk devlet falan olmasa da son derece efektif calisir. Pareto etkinligi saglar. Tabi ki ortaya cikan sonuclar bazilari icin memnuniyet verici olmayabilir. Burada devlet, toplumdan ayri, izole bir "benevolent dictator" degildir. Devlet haksizliklari gideren, mazlumu zalimin elinden kurtaran bir supermen degildir. Diger yonetim sekillerini lafi uzatmamak icin gecip, demokrasiye geliyorum. Demokrasilerde halkin egemenligi palavradir. Devleti yoneten, burokrasideki yoneticiler, meclisteki milletvekilleri toplumun ekonomik anlamda guclu olan kesiminin yaninda yer alir. Sizin dusundugunuz anlamda sosyal hukuk devleti bir utopyadir. Istisnai olaylar kaideyi bozmaz. Sosyalist devrimler sadece ezenlerle ezilenlerin kimliklerini degistirir.

Butun bunlarda piyasa mekanizmasinin bir kabahati yoktur. Suc, vicdaninin sesini dinlemeyen insanoglunundur. Butun dinler zaten insanlari cehennemle korkutup, cennetle motive ederek bu noktada cozum uretmeye calisirlar.

Piyasa mekanizmasi, insanlik tarihinin en basarili icatlarindan biridir. Tabii ki, devletin yapacagi guzel, ise yarar mudahaleler bulunabilir. Fakat tecrubeler gostermistir ki, cogu zaman devlet mudahaleleri iyiniyetle bile yapilsa, gerek isbilmezlikten, gerek ekonomi ilmini kavrayamamaktan kaynaklanan kotu sonuclar uretmislerdir. Mudahalelerin faydadan cok zarari olmustur.

Bir de link vereyim konuyla ilgili bir makaleye: equilibrium in the jungle

ekşi iktisat dedi ki...

bliyaal,

detayli katkiniz icin tesekkur ederim. benim aklimdan gecen birincisiydi. mesela, firmalar istedikleri araziyi satin alip ozgurce zehirli atik depolayabilsinler. bu yasalarda yer alabilecek kadar genel bir ifade olsa gerek. firmaya

evimin dibine atık depolama imkani da veriyor. bu durumda mulkiyet hakki kesin olarak tanimlandigi icin, coase'in teorisine gore sorun kalmiyor. atik piyasasinin olusmasinin mulkiyet sorunun cozumunu izlemesi gerekiyor. (tabii, orada etkilenen birden cok ev sahibi varsa bir kamu mali sorunu da ortaya cikar ya, o baska mesele.)

ama size katiliyorum. mulkiyet haklarinin yeterince iyi tanimlanmasi lazim. aslinda teoriye gore asil sorun da bu. zira mulkiyet haklarinin tanimlanmasi, atik piyasasinin islemesinin gerek sarti.

ekşi iktisat dedi ki...

kerem kagan,

bir defa o klasik genel denge modelindeki rekabetci piyasa degil jungle. isteseniz iki farkli modeldeki piyasa mekanizmasini birbirinden ayirt edelim de kavramlar birbirine karismasin. rubinstein ve arkadasi, orada debreu'nun genel denge modeliyle bir analoji kurup guc iliskilerine dayanan iktisadi iliskilerin analizinde kullanilabilecek bir genel denge modeli yaratmislar. faydali ve ilginc bir calisma elbette. bazi ekonomik iliskilerin analizinde faydali olabilir.

jungle'i soz konusu habere uyarlayalim: insanlar gucsuz ureticiler gucluyse, insanlarin temiz cevreye sahip olma hakki jungle'da ureticiler tarafindan gasp edilir. modelimize gore, herkesin tuketim setleri bounded oldugu icin, yiyebilecekleri miktar sinirlidir. o yuzden ureticiler bir noktada doyuma ulasirlar, ve geride ne kadar temiz alan kalmissa o alanda insanlar yasarlar. denge noktasi pareto verimli mi evet. gucluler doymus artik, onlarin refahini arttiracak daha iyi bir dagilim yok. gucsuzler de tum gucleriyle kiriklari bile supurdukleri icin, toplumdaki hicbir kaynak israf olmamis. demek ki jungle'da da denge pareto optimal. ama yazarlarin sonuc bolumunde yaptiklari uyarilara da dikkat etmek lazim. verimliligin cuvalladigi durumlar biraz fazla gibi geldi bana. ama rubinstein'a saygimiz sonsuz tabii.

gercek dunya icin rekabetci piyasa mi, yoksa jungle mi daha gecerli bir kavram? onu tartismayacagim. zira sonucu Rubinstein'in modelinin bilim dunyasinda ne kadar kabul gorecegi gosterecektir zaten. (bu rekabetci piyasada da, jungleda da gecerli olacak bir onerme gibi geliyor bana.) enerjimizi bosuna harcamayalim.

simdi siz jungle'li rekabetci piyasaya tercih mi edersiniz o sizin bileceginiz is. ben sahsen adam smith'in gelenegini takip edecegim. insanlarin ellerindeki varliklarin zorla bir baskasi tarafindan alinamayacagi bir sistem, benim tercihimdir.

not: bu gercekten ilginc ama teknik bir makaledir. zamaninda rubinstein turkiye'ye gelmisti; sabanci ve bogazicinde sunmustu da bunu.

bliyaal dedi ki...

Dr. Jekyll

Site güncel meselelerle ilgili, ama teorik meselelere arada girmek de kötü olmuyor hani. En azından bana göre. Tabii bir de ilgilendiğimiz bir mesele olacak …

Yukarıda bir eleştiri olmuş, ona da yazalım bir.

Şu Pareto zamazingosu çok yanlış bir şey. Bize piyasa hakkında hiçbir şey söylemiyor. Bir örnek vereyim: Zengin bir iş adamının 10 tane arabası, fakir bir köylünün de tek bir traktörü olsun. Pareto optimumu da bu noktada oluşmuş olsun. Köylünün bir traktör daha elde etmesi, iş adamının bir araba kaybetmesine neden oluyorsa, Pareto dengesi bize köylünün refahını arttırmak için yapılacak hiçbir şey olmadığını söyler. İyi de, sadece bir traktörü olan köylünün elde edeceğin ek traktörün sağlayacağı fayda artışı ne kadar; 10 tane arabası olan iş adamının bir araba kaybetmekle karşılaşacağı fayda kaybı ne kadar? İkisi aynı şey mi? Anlayacağınız, araba kaybıyla köylüye sağlanacak olan fayda artışı, iş adamının fayda kaybından çok daha fazla olacaktır. O yüzden de toplumsal refah artacaktır.

Neo-klasik iktisadın sihirli bir eşitliği vardı. Neydi bu? Marjinal fayda = marjinal maliyet. Bu eşitliği sağladığınızda piyasa “nirvana”ya ulaşıyordu. Sorun şu ki, marjinalist teori kurulur kurulmaz, bunu savunanlar ordinal ve kardinal faydacılar diye ikiye ayrıldılar. Sonuçta, faydanın ölçülemeyeceği kabul gördü. Düşünün bir: En temel değişkenini ölçemeyen ve buna rağmen kesin bir matematiğe dayalı bir teori! Tam manasıyla komedi!

Şu denge kavramını son derece yanlış buluyorum. Aslında statik dengeden başka bir şey değil bu. Halbuki piyasa dinamik bir süreçtir. Hayek amcam bu Neo-klasik dengeyi “Economics and Knowledge” makalesinde eleştirmişti. İktisatta matematik kullanılmasını da son derece yanlış buluyorum. Bir girişimcinin yeni bir malı keşif sürecinin matematiksel fonksiyonunu yazabilir misiniz? Ya da aynı girişimcinin piyasadaki rolünü benzeri bir fonksiyon ile gösterebilir misiniz? O yüzden matematiksel modellerin sonuçlarını çok kısıtlayıcı buluyorum.

Piyasanın bir icat olduğunu söylemek de yanlış. O zaman piyasa bir tasarım ürünü olur. Eh, tasarımlar da önceden planlanırlar. Planlayan kim peki? Üstelik, bu, piyasa oluşmadan önce “piyasa kavramının” oluştuğunu varsayar ki, bu durumda iş metafizik hale gelir.

Hukuk ve devlet olmadan piyasa ekonomisi, bırakın etkin olmayı, işlemez dahi. Çok basit: Piyasa ekonomisinin işlemesi için gerekli olan en önemli unsur “tekelin” olmamasıdır. Zira piyasada tekelleşme rekabeti engeller. Rekabetin olmadığı bir piyasada etkinlik sağlanmaz. Eh, rekabetin olmadığı, yani tekelin olduğu bir piyasaya da “serbest piyasa” demezsiniz, değil mi? Tekelden kastım, piyasaya girişin engellenmiş olmasıdır. O yüzden, devletin tekelleşmeyi engelleyecek kanunları yapması ve iktisadi ajanların buna uymasını sağlaması gerekir.

Devlet müdahalesi yeri geldiğinde yararsız değildir. Yüce Amerika bile 1816’tan II. Dünya Savaşı’nın sonuna değin, mamul mal ithalatında yüksek gümrük vergisi uyguladı. Hatta en yüksek gümrük vergisi uygulayan devletti. Amerika ticaretini savaştan sonra, yani sanayi alanındaki üstünlüğü kesinleştikten sonra serbestleştirdi. Aslında kimi durumlarda devlet piyasayı tamamlıyor. Mesela, özel bir mal olarak araba üretmek karlıdır. Ama ya otoyol yapmak? Bir araba üreticisi, ürettiği arabalar kullanılsın diye yaya geçitleri, üst geçitler, tüneller yapar mı? Ya da trafik ışıkları diker mi? Trafik polisi istihdam eder mi? Bunlar olmadan arabayı kim kullanır? İşte burada devreye devlet giriyor.

Gerekli yasal düzenlemeler olmadan piyasa işlemez ve bu yasaları yapıp “uygulatacak” olan da ancak devlettir. Özel sektör en fazla yapılacak kanunların niteliği hususunda yol gösterici olabilir. Devletin özelliği kanunlara herkesi uymaya mecbur kılmasında yatıyor.

Kıssadan hisse: Kanun hakimiyetinin olmadığı yerde piyasa işlemez.

Not: Şaka maka, uzun yazmışız bayağı.

ekşi iktisat dedi ki...

bliyaal,

onemli noktalara parmak basmissiniz. pareto verimlilik zayif bir refah olcutudur. ama hemen hemen herkesin uzerinde anlasabilecegi bir olcut oldugu icin bu kadar cok uzerinde durulur. zira toplumdaki bir kisinin digerlerini daha kotu duruma dusurmeden daha iyi duruma gelmesi hemen herkes icin bir iyilesmedir; ve pareto verimlilik bu iyilesme olanaklarinin sonuna kadar kullanilmasini gerektirir. bu acidan hemen herkes icin minimum istenilebilir kriterdir. ama yeterli bir olcu mudur, degil midir? bu felsefi durusunuza gore degisir. eger zengin-fakir herkes sizin icin esitse, ve birinin digerinin aleyhine zenginlesmesinin yanlis oldugunu dusunuyorsaniz pareto verimliligin daha otesindeki bir refah kriterine karsi cikabilirsiniz; daha esitlikci bir durusunuz varsa, pareto verimli dagilimlar arasinda esitlikci olanlarini secmeye calisabilirsiniz.

bireylerin secimi konusunda faydanin olculebilmesine gerek yok. orada tercihleri siralayabilmeniz yeterli. ama o durumda refah konusunda pareto verimliligin otesine gecemezsiniz. kamu tercihi teorisinde ise neoklasik gelenegin sorunlari var.

avusturyali iktisatcilari severim. bence serbest piyasayi ideolojik acidan en guclu bicimde savunabilecek ekol avusturyalilar. bakin neoklasikler bunu yapamaz. neoklasik teorinin gecerli olabilmesi icin piyasanin serbest olmasi bile gerekmez aslinda. mesela bir planlama teskilati ekonomideki her seyi gozlemleyebiliyorsa, planli bir ekonomide de yapay bir piyasa uzerinde teorik olarak verimli dagilimlara ulasilabilir. oskar lange'nin piyasa sosyalizmi modelinin mantigi da buydu zaten.

ancak sorun su ki, ne avusturyalilar ne de matematiksel iktisada sirt cevirmis diger akimlar, neoklasikler basta olmak uzere gunumuz anaakim iktisadini alt edemiyorlar. zira matematiksel iktisadin da cok guclu ozellikleri var. bir defa matematigin dilini kullandigi icin, tezler son derece kesin ve net. zira tanimlar kesin ve varsayimlar netse bir tezin tutarliligini sinamak evrensel bir dil olan matematigi bilen herkes icin cok kolay. ikincisi, ve daha onemlisi, matematiksel iktisat islevseldir. yani gunun sonunda iktisat politikasi uygulayacagiz. kime vergi koymak gerektigine, vergi oranina, para arzina ve daha pek cok seye karar vermemiz gerekiyor. bu karari verirken istitastiki verilerden faydalanacagiz, ve eninde sonunda bir sayi soyleyecegiz. bence matematiksel iktisadin en guclu yani, o sayiyi soyleyebilmesi. (sayi elbetteki politik tercihlerden etkilenecektir. sayinin dogru sayi olup olmamasi da modelin tahmin gucune ve verilerin kalitesine bagli tabii.) kisaca teorilerimizi istatistiki yontemlerle sinama ve politika uygulamalarinda pratik sonuclar elde etme ihtiyacimiz oldugu muddetce matematiksel iktisada basvuracagiz. (tabii bu matematiksel analizlerin her zaman neoklasik olmasi gerekmiyor.)

tekel konusunda size katiliyorum. devletin ekonomideki varligi ise kendi basina uzun bir mevzu.