Ben baştan bu döneme meraktan baktığımı ifade etmiştim, elimizde doğru dürüst veri olduğu da söylenemez. Bu yazıların bir faydası ortaya değişik yerlerde bulunan verileri bir araya toplaması olacak. Barış’ın ifadelerini analiz etmeden önce 1930-1938 arasında Türkiye ekonomisinin nasıl bir performans gösterdiğine bir bakalım. Atatürk yönetiminde Türkiye Büyük Buhranda nasıl bir performans sergilemiş görelim:
Grafikten de göreceğiniz üzere bu 9 yıllık dünya ekonomisinin ve Amerika’nın 20. Yüzyılda yaşadığı en büyük ekonomik daralma döneminde Türkiye ekonomisi ortalama %5,9 büyümüş, kümülatif olarak ise %61 büyümüşüz. Öte taraftan Amerikan ekonomisi ortalama %0,6 ,kümülatif olarak ise %2 büyümüş. Türk ekonomisi Amerikan ekonomisine kıyasla %60 daha fazla bir büyüme gerçekleştirmiş. Yani bahsettiğimiz yüksek büyüme sadece savaş sonrasındaki 6 yıla mahsus değil, sonrasındaki 9 yılda da oldukça yüksek hızlarda ekonomimiz büyümeye devam etmiş. Doğrudur, ortalama büyüme hızı yavaşlamıştır ama Büyük Buhranda %5,9 hızla büyümek öyle yabana atılacak bir performans değildir.
1924-1938 arasındaki 15 yıllık Atatürk yönetimindeki döneme bakarsak ekonomimizin 1923’ün sonuna kıyasla 2,89 katına çıktığını, buna kıyasla Amerikan ekonomisinin ise sadece %23 büyüdüğünü belirtelim. Şimdi de hem baris’in eleştirilerine cevap vermeye çalışalım, hem de büyümemizin bir muhasebesini yapalım.
Akla ilk gelen açıklama nüfusun artması, özellikle çalışabilir erkek nüfusundaki artış. Elimizde Orhan Karaca’nın hesapladığı nüfus rakamları var, bunlar tabii ki 1927 ve 1935 yıllarında yapılan nüfus sayımına dayanıyor. 1938 yılında Türkiye’nin nüfusu 1923 yılına kıyasla %34,5 artış göstermiş. Amerika’nın nüfusu ise sadece %16 yükselmiş. Bu rakamlar bize Amerika’da kişi başına gelirin bu 15 yıllık sürede aşağı yukarı sabit kaldığını, Türkiye’de ise iki katından fazla arttığını gösteriyor. Bu demektir ki nüfusun artması Türkiye’nin 2,89 katına çıkan milli gelirindeki artışın ufak bir kısmını açıklıyor. Belki nüfusdan ziyade çalışabilir insan nüfusu çok arttığı için milli gelirimiz bu kadar çok artmıştır.
Elimizde 1924 yılına ait nüfus dağılımı yok, 1927 nüfus sayımı ise dağılımın dökümünü yapmamış. 1935 ve 1940 yıllarında yapılan nüfus sayımında bu bilgiler var ve bunları geriye çekerek 1924 yılındaki nüfus dağılımını aşağı yukarı hesaplayabiliriz. Bunu yaparken iki tane varsayım kullanacağız. Birincisi 1935-1940 arasındaki ölüm oranının 1924-1935 arasında da değişmediğini varsayacağız. Ikincisi 1935 nüfus sayımında 10-14 yaş kategorisinde olanların 1930 yılında 5-9 yaş kategorisinde, 1925 yılında ise 0-4 yaş kategorisinde olduğunu varsayacağız (araya ekstradan insanlar girip çıkmayacak).
1935 yılında 10-14 yaş grubunda olan 1 milyon 595 bin kişi varmış, 1940 yılında ise 15-19 yaş kategorisindekilerin sayısı 1 milyon 526 milyon imiş. Bu yaş grubu 5 yılda %4,3 ölümler veya ölçüm hataları nedeniyle azalmış. 1935 yılında 15-19 yaş grubunda 1 milyon 45 bin kişi varken, 1940 yılında 20-24 yaş grubunda 1 milyon 42 bin kişi varmış. Bu yaş grubu ise 5 yılda sadece %0,2 azalmış. Istatistikler tutulurken muhtemelen insanlara yaşları sözlü olarak soruluyordu. O yüzden bu konuda bir miktar ölçüm hatası var, ancak genele baktığımız zaman ölçüm hataları birbirlerini nötralize ederek toplamdaki hata bizim amacımız için önemsiz olacaktır. Şimdi bu hesapladığımız oranları kullanarak 1935 yılında 20-24 yaş grubunda olan 1 milyon 389 bin kişinin 1930 yılında 15-19 yaş grubunda olduklarını ve sayılarının ise 1930 yılında 1 milyon 392 bin ve 1925 yılında ise 1 milyon 455 bin olduğunu hesaplıyoruz. Sonra bunu tüm yaş grupları için tekrarlıyoruz. Bu yöntemi kullanarak 1925 yılı için hesapladığımız toplam nüfus Orhan Karaca’dan aldığımız 1923 yılı toplam nüfusuna eşit çıkıyor. Yöntemde ekstra düzeltme yapmak yerine biz de 1925 nüfus dağılımı ile 1940 yılı nüfus dağılımını karşılaştırmaya karar veriyoruz. Amacımız çalışabilir insan sayısındaki değişimi ölçmek olduğu için bunda çok büyük bir sakınca yok. Nüfus dağılımı şu şekilde:
Çalışma yaşını 15-54 olarak varsayarsak 1925 yılında 6 milyon 779 bin kişi çalışma yaşında imiş, 1940 yılında ise bu rakam 8 milyon 760 bine yükselmiş. Yani artış oranı %29,2 olarak gerçekleşmiş. Yok nüfusun önemli bir kısmı tarımda çalıştığı için 10-14 yaş grubunu da çalışabilir insanlar arasına koymalıyız derseniz bu sefer artış oranı %32,9’a yükseliyor ama doğumlarda bir bebek patlaması yaşandığı için toplam nüfus artışında gözlemlediğimiz %34,5 rakamına ulaşamıyor.
Buraya kadar olan kısmı özetleyecek olursak nüfus artışı büyüme rakamları üzerine pozitif etki eden bir faktör olduğu için ayrıca kişi başına düşen milli gelirdeki artış oranları hesaplanır. Bunu yaptığımız vakit 1924-1938 arasında ortalama kişi başına düşen milli gelirin yıllık %5,73 arttığını görüyoruz. Cumhuriyet tarihinin geride kalan 71 yılında ise bu rakam ortalama yıllık %2,17. Bu demektir ki Türkiye’nin ve Atatürk’ün bu dönemdeki performansını açıklayan başka bir faktör bulmamız gerekecek.
Baris’in önerdiği diğer bir faktör ise tarım fiyatlarındaki artışın Türkiye’nin büyümesini körüklediği, nasıl bugün petrol ihraç eden ülkeler büyük hızlarda büyüyorlarsa Cumhuriyet’in ilk yıllarında Atatürk yönetimindeki Türk ekonomisi de ekonomi tarıma dayalı olduğu için ve tarım fiyatları yükseldiği için yüksek hızlarla büyümüştür diyor. Açıkcası bu konuda pek bir bilgim yoktu, nasıl olduysa Minneapolis Fed sayfasında Italya’ya ait tarım ürünleri fiyat endeksine ulaşmayı başardım. Türkiye ile benzer iklime sahip Italya’da tarım ürünleri fiyat endeksi şu şekilde gelişmiş:
Göreceğiniz üzere 1924 yılında tarım fiyatları gerilemiş olmasına rağmen, 1925 yılında %25, 1926 yılında ise %9 artış göstermiş. Daha sonra ise fiyatlar gerilemeye başlamış ve 1927 yılında %14 düşmüş. Hatırlarsanız 1927 yılında Türkiye ekonomisi de %10’dan daha yüksek bir hızla küçülmüştü. Demek ki tarım fiyatlarındaki düşüşün de bunda bir etkisi var. Düşüş 1928 yılında %4, 1929 yılında %6 olarak gerçekleşmiş. Büyük Buhran'ın başlaması tarım fiyatları üzerinde hiç de iyi bir etki yapmamış ve 1930 ve 1931 yıllarının her birinde fiyatlar %16 daha düşmüş. 1932 yılında fiyatlar tüm bu düşüşlerin üzerine %5 daha düşmüş, ve 1933 yılında ise bir kez daha %11 düşerek 1925 yılındaki seviyesinin yarısına inmiştir. Her ne kadar Cumhuriyetin hemen başlangıcındaki 3 yılın ikisinde tarım fiyatları yükselmişse de sonrasında düşmeye başlamış ve Büyük Buhran sırasında ise yarı yarıya düşerek ekonomisi tarıma dayalı bir ülke olan Türkiye’yi herkesten çok etkilemiş olmalıdır.
Ihracat rakamlarımıza (DTM'den aldim rakamlari) baktığımız zaman resim daha da netleşiyor. 1924 yılında tarım fiyatları düşmesine rağmen ihracatımız %61 artış göstermiş. 1925 yılında ihracattaki artış ile fiyat artışı orantılı; 1926 yılında ise fiyatlar artmasına rağmen ihracat azalmış. Ihracat rakamlarını tarım fiyatları endeksine bölerek bir “reel ihracat endeksi” oluşturdum, ondaki hareketleri takip ederseniz ihracatın 1933 yılına kadar tarım fiyatlarıyla paralel seyrettiğini görürsünüz, 1933’den 1938’e kadar geçen sürede ise bir ihracat patlaması yaşadığımız ve bunun fiyatlarla bir alakasının olmadığı görülüyor. Ikinci Dünya Savaşının başlamasıyla işler tekrar bozuluyor ama bu Atatürk’ün değil Ismet Inönü’nün yönetimi altında gerçekleşiyor ve daha sonraki bir yazının konusu.
Bu faktörü de özetleyecek olursak 1924-1938 arasındaki ortalama tarım fiyatları yükselmemiş, düşmüştür. Ilk yıllarda yelkenlerimizi rüzgarla doldurmuş olmasına rağmen daha sonraki yıllarda verdiğinden çok daha fazlasını geri almıştır. O yüzden de Atatürk’ün 15 yıllık performansında önemli bir katkı yaptığı söylenemez.
Değerli Dostlarım. Atatürk genel hatları itibariyle Cumhuriyet tarihinin en başarılı 15 yıllık ekonomik performansını göstermiştir. Doğrudur, bunda savaştan çıkmış olmamızın katkısı vardır, Cumhuriyet’in ilk yıllarında tarım fiyatlarının 2-3 yıl yüksek seyretmesinin de payı vardır. Ancak savaşın yaraları sarıldıktan sonra ve tarım fiyatları yarı yarıya düşerken dahi ülkemiz şimdiki ortalamasının üzerinde büyümüştür. Büyük Buhranın ortasında 1930-1938 döneminde Türkiye ekonomisi yıllık ortalama %5,9 büyümüş. Büyük Buhranla karşılaştırılamayacak kadar hafif geçen 2007-2009 döneminde Türkiye ekonomisi %0 ile yerinde saymıştır. Atatürk Türk ekonomisinin Cumhuriyet tarihinin en iyi performansını göstermesini sağlamıştır, daha iyisi sonradan maalesef çıkmamıştır.
Şimdi bundan Atatürk’ün her aldığı ekonomik karar doğruydu anlamı çıkarılmasın. Yapılan büyük yanlışlar da var. Mesela yabancıların işletmesi altında olan kurumların devletleştirilmesi, ekonominin dışarıya kapatılması gibi mevzular Atatürk’ün attığı yanlış adımlar arasındadır. Ülkenin büyümek için dış kaynağa en fazla ihtiyacı olduğu dönemlerde elimizdeki sermaye ile ek yatirim yapacagimiza mevcut ozel sirketleri satin alip sermayeyi kacirmisiz, diğer büyük ülkelerin gazına gelerek ekonomiyi dışarı kapatmış ve kendi kendimize zarar vermişizdir. Atatürk’ün başarısının sırrı inanmayacaksınız ama devlet eliyle ekonomiye yön vermektir. Bu özellikle ufak ve gelişmemiş ekonomilerde kaynaklar tam olarak kullanılmadığı zamanlarda büyük büyüme hızları yaratıyor. Insanlar devlet tarafından eğitilip yetenekleri (goreceli olarak) arttırılıyor, kaynaklar üretimin emrine veriliyor, altyapı yatırımları yapılıyor (Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan şarkısını hatırladınız mı?), devletin koruması altında sanayi kuruluyor, vs. Tüm bunların neticesinde ekonominin yüksek hızlarda büyümesi sürpriz olmuyor.
Problem bu tür devletçi yaklaşımların bir müddet sonra tıkanmasında. Atıl kaynaklar üretimin hizmetine sokulduktan sonra verimsiz bir şekilde kullanılıyor olsalar bile (hiç kullanılmadıkları zamana kıyasla) ekonominin büyümesine katkı sağlıyorlar. Bu ilk aşamayı atlattıktan sonra devlet tarafından işletilen kurumları özel sektöre devredip daha verimli ve daha akıllı çalışmalarını sağlamak gerekiyor, yarattigimiz tekellerin kor topal 80 sene daha devam etmesini saglamak degil. Sosyalizmin tökezlediği nokta burası oldu. Türkiye’nin tökezlediği nokta da burası oldu. Cumhuriyet’in ilk yıllarında insanların benliklerine işleyen sosyalizm mantığından daha sonra bir türlü tam olarak kurtulamadık. Bugün dahi insanlar kalkıp eski tekerlemeleri önümüze getirip devletin piyasalarda aktif olarak oyuncu veya fiyatları düzenleyen bir rol almasını talep ediyorlar.
Atatürk yaşıyor olsaydı nasıl bir yol izlerdi bilmiyoruz. Ancak Atatürk’ten sonra gelenlerin ne tür bir performans sergilediğini biliyoruz. Atatürk’ten önce gelenlerin de nasıl bir performans sergilediği ortada. Her lider kendinden öncekilerin miras bıraktığı ülkeyi devralır ama kendisine dağıtılan kartları nasıl oynayacağına da kendisi karar verir. Atatürk bence kendisine dağıtılan kağıtları gayet güzel oynamıştır, rakamlar da bunu göstermektedir. Daha sonraki hiç bir 15 yıllık süreçte Türkiye bu kadar başarılı bir ekonomik performans göstermemiştir. Içerisinde büyük buhranın yer aldığı 1929-1938 döneminde dahi ekonomimiz ondan sonraki herhangi bir 10 yıllık zaman diliminden daha iyi bir performans göstermiştir. Atatürk 80 sene öncesinden “Küresel kriz öyle teğet geçmez, böyle teğet geçer” diyerek bugünün politikacılarına el sallamaktadır.
5 Yorum Var.:
bence atatürk' ün attığı adımlar nihayetinde doğruydu. sonuçta devlet düşmen işgalinden kurtulmuştu ve bazı şirketlerin özelleştirilmesi o koşular içerisinde hata olarak düşünülmemeli.
ayrıca cumhuriyet' in ilk yıllarında özel sektöre bırakılan sanayileşme kısmen sermaye eksikliği kısmen de deneyim yoksunluğu sonucu başarılı olamamış ve ekonomide devletçilik ilkesi benimsenmişti.
devletçilik ilkesi gereği 1930'da birinci beş yıllık sanayi programı hazırlanmış, bu programda tüketim mallarına ağırlık verilmişti. program başarılı olunca ikincisi hazırlanmış ancak ikinci dünya savaşı çıkınca yürürlüğe konamamıştı.
burada dikkate değer husus bu sanayi planının (1. 5 yıllık sanayi programı) iç piyasanın temel ihtiyaçlarını karşılayabilen ve hammaddesi yurtiçinden sağlanan endüstrileri desteklemesidir. aslında bu planda, bebek endüstrileri koruma tezi dikkate alınmış ancak daha sonra gelen hükümetler bu tezin başarılı olması için olmazsa olmaz koşulu yani sınırlı bir endüstriyi sınırlı bir süre için koruma koşulunu hiçe saydıkları için firmalar korumacılığa alışmış, ülke dış ticaretin refahı arttırıcı etkisinden yararlanamamıştır.
Küçük bir düzeltme yapayım. İnan Doğan'a gönderdiğim dosyadaki nüfus tahminlerinin sadece 1923-1926 dönemine ilişkin olanları bana ait. Diğerleri ise TÜİK'in tahminleri. TÜİK, ilk nüfus sayımının yapıldığı 1927'den itibaren her yıl için, bu nüfus sayımlarının sonuçlarından yararlanarak, yıl ortası nüfus tahmini yapıyor. TÜİK'in sitesindeki nüfusla ilgili bölümü kurcalarsanız bu verilere kendiniz de ulaşabilirsiniz. 1927 öncesine ilişkin ise bir nüfus tahmini vermiyor. En azından ben bugüne kadar hiçbir yayınında görmedim. Fakat tarihsel istatistiklere yer verdiği yayınlarında 1927 öncesi dönem için de toplam ve kişi başına milli gelir verilerini veriyor. Bu durumda toplam milli geliri kişi başına milli gelire bölerek o yıllara ilişkin yıl ortası nüfus tahminlerini de hesaplamak mümkün oluyor.
Hem bilgi hem de veriler icin tesekkurler. Cok malzeme cikti o verilerden. Nufus verileri Turkiye'de cok da guvenilir olmayan veriler. Bu daha cok istatistikcilerden degil, insanlarimizdan kaynaklaniyor. Bir tanidigim annesinin dogduktan sonra nufusa kaydettirilmedigini, bir sene sonra ise 3 yasinda olen kizkardesinin nufus kimliginin ona verildigini anlatmisti.
Buna benzer garipliklerin milyonlarcasi vardi Turkiye'de. Baksaniza diger yazimizda kadinlarin yaklasik %5'lik bir kesiminin 1950 nufus sayimina kadar sayilmadigi bir evreden gecmisiz.
Büyük devletlerin gazına gelerek bizim de ülkeyi dışarıya kapattığımıza pek katılmıyorum. Sonuçta iki savaş arası periyodda en çok ihracat yaptığımız ülkeler autarky rejimini benimseyip ithalatı minimuma çekince; bizde gümrük duvarları olmaması ülkenin sadece zararına olurdu. Ayrıca büyük buhranla birlikte bugunkü batı bloğu ve liberal politikalar tamamiyle çöktüğü için ekonomik model olarak örnek alınacak ve bize ihtiyacımız olan sermayeyi sağlayacak tek ülke SSCB idi ve elbette aldığımız krediler karşılığında onların devletleştirme stratejilerini benimsememiz kaçınılmazdı. O yüzden dönemin iktisat politikalarına dair kimi eleştirileri yersiz buldum.
Utku,
Bizde gumruk duvarlari olmamasi bizim zararimiza olurdu seklinde bir ifadede bulunmussun. Teknik olarak biraz acabilir misin? Mesela ithal ettigimiz bugdaya karsi gumruk duvarlarini yukseltmemiz bize nasil bir fayda saglamakta idi?
Bunun diger bir ornegi de dampingdir. Mesela Amerika bugdayda damping uyguluyor ve normal fiyatinin yarisina bize bugday satmaya calisiyor. Bu dampinge karsilik olarak biz gumruk duvarlarini yukselterek mi karsilik vermeliyiz, yoksa "sagol kardes yari fiyatina bu mali sattigin icin, daha var miydi, biraz da stoklarimiza koyalim" mi demeliyiz?
Yorum Gönder