Öte taraftan daha önce savaşmaya ayrılan kaynakların hepsi (özellikle insanlarımız) artık köylerine dönerek çiftçiliklerine devam edebileceklerdi. Bunun neticesinde 1924-1929 döneminde ekonomimiz ortalama %10,8’lik bir hızla büyüyerek altı yılda kümülatif olarak %79’luk bir büyüme sergilemiş. Tarımdaki mevsimsel/kuraklık dalgalanmanın bir neticesinde ülke ekonomisi 1927 yılında %12,7 gibi bir hızla küçülme gerçekleşmiş. Aslına bakarsanız 1927 yılında ABD’de de hafif bir resesyon gerçekleşmiş ama bunun küresel boyutları nedir tam bilemeyeceğim. ABD demişken, Amerika o dönemler henüz dünyanın süper gücü değildi. Buna rağmen Türkiye’nin göreceli performansını ölçmek için şimdi yakalamaya çalıştığımız ABD ekonomisini kullanacağım. 1924-1929 arasında ABD ekonomisi benim derlediğim bilgilere göre ortalama %3,3 reel hızla büyümüş. Anlayacağınız küresel koşullar Cumhuriyet’in ilk yıllarında o kadar da pozitif değilmiş. Buna rağmen o dönemde Amerika ekonomisinden toplamda %48 daha fazla büyümüşüz.
Peki bu süper performansı neye borçluyuz, politik ve askeri bir deha olan Atatürk ekonomik alanda da bir deha mı idi? Bu soruya cevap vermeden önce bu yüksek büyüme hızını nasıl gerçekleştirdiğimizi açıklayayım. Birincisi Lozan Antlaşmasından dolayı gümrük duvarlarını 1929 yılına kadar istediğimiz gibi belirleyemiyorduk. Yani bir bakıma ithalatın serbest olduğunu düşünebiliriz. Kör milliyetçiler bu durumun ekonomimiz için iyi bir durum olmadığını savunabilir ama gerçek durum farklı. 1930’larda gümrük duvarlarını yükseltip ithal ikameci bir politika gütmeye çabalıyoruz. Bunun yabancıların misal 1 liraya sattığı şekeri bizim 3 liraya imal edip kullanmamız anlamına geliyor başlangıçta. Yani ekonominin uzun vadeli performansı açısından hiç de doğru bir yaklaşım değil. 1930’ları tartışmadan önce 1920’lere tekrar geri dönelim.
Fatih Üniversitesinden Ali Coşkun tarafından kaleme alınan “Cumhuriyetin Ilk Yıllarında Türkiye Ekonomisi” başlıklı ve Atatürkçü Düşünce Dergisinin Kasım 2003 sayısında yazılan makaleden bir kaç rakama dikkatinizi çekeceğim. Bu rakamların kaynağı ve doğruluğu hakkında bir bilgim yok. Birinci Dünya Savaşı sonunda Anadolu’da sadece 2 tane askeri amaçlı fabrika ve 282 tane de atölye varmış, hepsi bu. Birinci Dünya Savaşını kaybetmemize şaşIrmamak lazım, iman gücüyle ancak bir yere kadar savaşılıyor. Türkiye Cumhuriyetinin ilk bütçesi 1 Mart 1924’de kabul edilmiş ve toplam 124 milyon TL imiş. 1924 yılında 1 ABD doları ise 1,67 lira imiş (aşağı yukarı şimdiki kurlara yakın yani). Mahfi Eğilmez köşesinde Türkiye’nin milli gelirinin 1923 yılında 570 milyon ABD doları olduğunu belirtiyor. Bu kuru kullanarak 952 milyon TL milli gelirimiz olduğunu hesaplıyoruz. Yani devletin bütçesi milli gelirimizin %13’ü imiş.
1927 yılında ilk nüfus sayımı yapılmış, nüfusumuz 13.648.000 imiş ve bunun %47,7’si çiftçi imiş. Çiftçilik deyip burun kıvırmamak lazım, o zamanlar tarım ürünlerinin fiyatları bugüne kıyasla reel olarak çok daha yüksekti. Türkiye’nin 1923 yılında yaptığı $51 milyonlük ihracatın %87’si pamuk, kuru üzüm gibi tarım ürünlerinden oluşmakta idi. Atatürk’ün “köylü milletin efendisidir” sözüne de bu bağlamda şaşırmamak lazımdır, çünkü çiftçiler ekonominin en büyük üreticileri idi. 1925 yılında bir kanunla çiftçilere bedelini 20 yılda ödemek üzere hazine arazisi dağıtılmış ayrıca. Zirai araçlar ve makinalara sübvansiyonlar uygulanmış, Ziraat Bankası kullanılarak çiftçilere ucuz krediler dağıtılmış, ayrıca Ankara’da kurulan Atatürk Orman Çiftliği gibi yerlerde modern tarım teknikleri çiftçilerimize öğretilmeye çalışılmış.
Öte taraftan 1924 yılında kabul edilen bir kanunla demir yollarının devletleştirilmesi amaçlanmış. Bu amaçla yabancıların elinde olan hatlar satın alınmıştır. Ekonominin gelişmesi için demiryolu yatırımları hayati öneme sahipti, doğrudur. Devletin bu yatırımları yapmasına da o günkü ortamı göz önüne alarak karşı çıkmıyoruz. Ancak devletin elindeki sınırlı sayıdaki kaynakların yabancılar tarafından işletilen demiryollarının satın alınmasında kullanılması yanlıştır. Yapmanız gereken demiryollarının regülasyonunun yapılmasıdır, yani fiyatlarının ve kullanım şartlarının devlet tarafından belirlenmesidir. Elinizdeki para ile de yeni demiryolu veya daha da iyisi demir çelik fabrikası yaparsınız. Devletin elinde para olmadığı için demiryolu satınalmalarına 1928 yılına kadar başlamamış.
Özetle 1929 yılına kadar oldukça liberal politikalar izlenmiş (Lozan antlaşmasının zorlamasıyla), bir yandan da devlet çok büyük miktarlarda yatırımlar yapmış, yeni tarım alanlarını üretime kazandırmış ve verimliliği arttıracak modern tarım tekniklerini uygulamaya koyulmuş. Neticede yıllık ortalama %9,4 hızıyla büyümüşüz. Cumhuriyet tarihinde bundan daha iyi performans gösterdiğimiz başka bir 6 yıllık kesit yoktur, o yüzden Atatürk’e bu 6 yıllık performansından ötürü “Mustafa Kemal Atatürk Ekonomi Dehası Ödülünü” veriyorum.
Not: Bu yazıyı yazdıktan sonra Orhan Karaca kendi büyüme verilerini yolladı. Benim kullandığım DPT rakamlarının muhtemelen gayri safi milli hasıla rakamları olduğunu, kendisinin elindeki GSYH rakamlarının ise %10,8 ile benim hesapladiklarimdan 1,4 puan daha yüksek bir performansa işaret ettiğini belirtiyor.
Not 2: Ben verileri aktarirken 1926 yilina ait verileri 5 puan yanlis aktardigimi farkettim, neticede GSMH rakamlarini birakip direkt Orhan Karaca'nin rakamlarini kullanmaya karar verdim ve yazidaki rakamlari da ona gore guncelledim.
13 Yorum Var.:
"Bu yazıyı yazdıktan sonra Orhan Karaca kendi büyüme verilerini yolladı. Benim kullandığım DPT rakamlarının muhtemelen gayri safi milli hasıla rakamları olduğunu, kendisinin elindeki GSYH rakamlarının ise %10,8’lik daha yüksek bir performansa işaret ettiğini belirtiyor."
İnsanların basından niye şikayet ettiklerini şimdi anladım. Ben sadece "Senin DPT'den aldığın veriler muhtemelen GSMH'deki büyümedir" dedim. Çünkü DPT'nin bildiğim raporlarına GSYİH verileri henüz girmiş değil. "Elimdeki GSYİH rakamları %10.8'lik daha yüksek bir performansa işaret ediyor" diye birşey demedim. Niyetinin bu olmadığını anlıyorum ama dediklerim biraz çarpıtılmış. Aman yanlış anlama olmasın.
Duzelttim.
elde daha detayli veri olsaydi (buna da sukur ama), buyumenin ardindaki temel etmeni bulmak icin buyume muhasebesi yapmak guzel olurdu. merak ettigim, yuksek buyume oranlari neden kaynaklaniyor. cunku buyumenin temel sebebi savasin ardindan uretimde kullanilan isgucunun artmasiysa, bunun o donemin iktisat politikalariyla cok alakali oldugunu sanmam. eger o donemde buyuk sermaye yatirimlari olmus ve sermaye birikimi yuksek buyumeye ciddi katki saglamissa baska. bunlar disindaki faktorlerin katkisi buyukse daha da baska. o donemde liberal politikalarin terk edilmesinin sebebi olarak, bu politikalarin arzu edilen sermaye birikimini saglamamasi gosterilir. devlet o yuzden daha sonra yatirim isine el atip ekonomide devletci bir model benimsiyor. bunun dogrulugunu test edecek veri var mi bilmiyorum. dogruysa, isgucu artisina dayanan buyume uzun omurlu olmayacagindan bir basaridan soz edemeyiz.
bir de 1930'larda devletci politikaya gecisi degerlendirirken, dunya konjonkturunu de hesaba katmak lazim. buyuk buhran sonrasinda basta abd olmak uzere butun devletler korumaci politikalara donduler. o ortamda liberal politikalar izlesek bizim daha hizli buyuyup buyuyemeyecegimiz tartisilir. bu arada, 1930'lara dair buyume verileri nedir?
Bu konuda şöyle bir yayın var:
Altuğ, Sumru and Filiztekin, Alpay and Pamuk, Şevket (2008) Sources of long-term economic growth for Turkey, 1880-2005. European Review of Economic History, 12 (3). pp. 393-430.
Ben vakti zamanında working paper halini internetten indirmiştim ama şimdi linkini tekrar aradım bulamadım. Kaldırılmış galiba. Belki siz bulabirsiniz ya da basılı haline ulaşabilirsiniz.
Her devrim sonrası , sosyal politkaları oturtmak için bu gereli idi. sonrasında İzmir iktisat kongredinde bahsettiğiniz yönelimler devreye alınmaya başlandı .. Bknz özet http://yengecdansi.blogspot.com/2008/12/chp-devletilik-devam-1.html
Bu blog geçmişte liberal ve demokrat olduğunu vurgulamak için içinde Atatürk ün olmadığı bir Türkiye iktisadı ile uğraşıyordu.
Bu yazınız bazı eski blog yazarlarını kahrından öldürecek.
Orhan Karaca'nın bahsettiği makale için;
http://www.cepr.org/meets/wkcn/1/1658/papers/Altug.pdf
1922'de Buyuk Taarruz oncesinde ordunun nufusu 600,000 civarina cikmis. Savas sonrasi bu nufusun 3'te 2'si koylerine geri donse (su anki nufus ve ordu personel sayisina gore o zaman gerekli asker sayisi 200,000 diye hesapliyorum), 400,000 calisir durumdaki genc insan, 1923 yilindan itibaren asamali olarak tarim uretimine katilmis olmali (o zamanki nufusun %4-%5'i kadar). Buyumede temel itici guc bu olabilir mi?
Her Yol Roma,
Altug'un sonunda bir pdf olacak :)
Sources of Long-Term Economic Growth for Turkey,1880-2005
@ milleplateaux
Var zaten. Yorum sayfasını ayrı açınca görünmüyor olabilir. Şurdan bakarsan var :)
http://ekonomiturk.blogspot.com/2010/01/ataturk-yonetiminde-turkiye-ekonomisi.html
Her Yol Roma,
Haklisin yorum sayfasinda cikmamis ama sayfadaki yorumlarda var.
geçen yıllarda bir afrika ülkesinin %50 büyüdüğünü okumuştum.Bu nasıl olur derken bu ülkenin savaştan çıktığını muhtemelen iç savaş) böyle bir büyüme mümkün olmuş.
varsa elinizde savarona yatının o günkü bütçenin kaçta kaçına mal olduğu. bu günki bütçenin aynı oranı ile bir yatı tayyibin alması durumunda hürriyette eskiden sakallı bi herif vardı şimdi adı aklıma gelmedi. ne yazacağını tahmin edebilirmisiniz.
Türkiyenin istiklal harbinden harap ve bitap bir şekilde çıkmasının en büyük sebeplerinden biri, Balkan Harbi sonrasında Bulgarların, 1920lerde de Rumların mübadele ile gönderilmesi, 1915te de Ermenilerin katledilmesidir. Ellerinde sermaye birikimi bulunan, know-how sahibi burjuvaziyi kendi elimizle ya öldürdük, ya kovduk. Gayrı-müslimlerin bildiği birçok sanayi dalı (ipekçilik vs.) çöktü gitti.
Yorum Gönder