Herkes aynı saatte işe girip aynı saatte işten çıkıyorsa verimli olanlar işteki zamanlarının ufak bir kısmında çalışıp gereken üretimi yaparlar, ondan sonra geyik yaparlar. Veyahut yavaş yavaş kasmadan çalışırlar, işin yapısına göre değişir ama benim yorumum genellikle ofiste yapılan “analist” türü pozisyonları içeriyor. Yetenekleri olmayanlar ise gün boyu çalışırlar ve ancak yapmaları gereken kadar işi başarabilirler. Öte taraftan işlerini erken bitirenlere erken işi terketme izni verirsek bu kişilerin memnuniyeti artacaktır, ayrıca diğer kişilere de verimli olmak konusunda bir neden vermiş olacağız.
Amacınız rekabette geri kalmak ise yukarıdaki sistemleri uygulayabilirsiniz. Amacınız başarılı olmak ise şu iki kuralı bilmeniz gerekir.
1. Bir işi daha iyi-verimli-ucuza yapacak bir yol her zaman vardır.
Insanlar binlerce yıl çiftçilik yaparak geçimlerini sağladılar ve bu süre zarfında kişi başına düşen gelir seneden seneye mevsimsel etkileri ayırdığımız zaman sabit kalmıştır. Düşünsenize, tarımı nasıl daha verimli yapabilirsiniz ki? Yapılabilecek bir şey olsaydı binlerce yıldır birilerinin bunu çoktan bulmuş olması gerekmez miydi?
2. Bir kişinin 80 saatte yapacağı işi iki kişi 40 saatte yapamaz.
Iktisatta bu durumu açıklayan kavrama “ölçek ekonomisi” diyoruz. Ölçek ekonomisi iki türlü işliyor. Birincisi çalışanın cebine direkt girmese de çalışanlara sunulan özel sağlık sigortası, yemek yardımı, servis, ofisde kullanılan metrekare alan, yönetici zamanı, destek hizmetleri, emeklilik yardımları, vs. ek masraflar var. Bunlar kişi başına aşağı yukarı aynı. O yüzden iki kişiyi 40 saat çalıştırırsanız bu maliyetleri iki kere ödemiş olursunuz, oysa bir kişiyi 80 saat çalıştırdığınızda bir kez ödeyerek büyük tasarruf yapıyorsunuz. Ölçek ekonomisinin ikinci işleme şekli ise learning by doing denilen iş yaparken öğrenmenin getirdiği faydalardır. Bir kişinin beynine haftada 80 saatte koyduğunuz bilgi+becerinin eşdeğeri iki ayrı kişinin beynine haftada 40 saatte konulan bilgi ve beceri değildir. Bilgi ekonomisi çağında yaşıyoruz, kimin ufacık bir bilgi üstünlüğü varsa o rekabette biraz daha öne geçiyor. Iş başında çalışarak öğrenmenin de yerini hiç bir şey tutmuyor maalesef.
O yüzden bu önerme bilgi yoğun pozisyonlar için daha geçerli. Uygulamada ise işe en uygun adamı seçerek, en verimli insanları en uzun süreler çalıştırarak, verimsiz olanlara da kapıyı göstererek başarıya ulaşabiliriz. Işlerini kaybedenlerin kendilerine daha uygun bir iş bulmaları ülke verimliliği açısından da oldukça önemlidir. Işgücü piyasalarının esnekliği burada ortaya çıkıyor. Işgücü piyasaları esnek değilse, “işçi haklarını” koruyan yani işten çıkarmayı neredeyse imkansız hale dönüştüren yasalar varsa bundan hem şirketler, hem işsizler, hem de ülke ekonomisinin geneli zarar görür. Diyelim ki bir kişiyi işe aldınız ve verimli çıkmadı, ne yapmanız gerekir? Tabii ki çıkarıp yerine daha verimli çalışabilecek başka birini almak. Bunu yapamıyorsanız ya da maliyeti yüksek ise işe alırken daha büyük bir kaynak harcamak zorunda kalacaksınız, ve işe aldığınız kişilere başlangıçta normalde vereceğinizden daha düşük ücretler vereceksiniz. Eğer bir kişi işe girdikten sonra başarılı olursa onların ücretlerini yükselterek verimlilikleriyle paralel bir seviyeye çekeceksiniz ama kaynaklarınızın bir kısmı verimsiz kişileri istihdam etmek için harcandığı için verimli çalışanların ücretlerinin bir kısmını verimsiz çalışanların sübvansiyonunda kullanacaksınız.
Amerika’daki işgücü piyasaları çok esnek olduğu için yatırım bankaları ve hedge fonlar yukarıda bahsettiğim stratejiyi oldukça başarıyla uyguluyorlar. En verimli olan insanlar köpek gibi çalışıp sıradan insanların kazanabileceğinden çok daha yüksek gelirler elde ediyorlar. Yani insanları 80 saat çalıştırıp 40 saat çalışanlara yaptığımız ödemeleri onlara da yapıyoruz durumu yok. Normal adamın 5-10 katı bir ücret ödüyorsun çünkü bu kişiler o ekstra bilgi avantajlarını kullanarak çok büyük değerler yaratabiliyorlar.
Türkiye’nin işsizliği azaltabilmesi için yukarıda bahsettiğim kuralları işgücü piyasalarında uyguluyor olabilmesi lazım. Istihdamı arttırabilmek için verimliliği arttırmamız lazım, zengin olmanın başka bir yolu yok. (Tabii Metatrader MT4 kullanıp iç içe geçmiş stratejilerle foreks piyasalarında paranızı bir ayda 10’a katlamanın yolunu bilmediğinizi varsayıyorum.) Türkiye’deki dinozor ekonomistlerde ekranlardan size “yüksek faiz düşük kur” martavallarını okumaya devam etsinler. Faizleri düşürerek bütün problemlerimizi çözebileceğimizi iddia etmeye devam etsinler. Kültürümüzü değiştirmeden, popülizmden kaçmadan, garibanizm yapmadan başarılı olmamız mümkün değil, istihdamı arttırmak için ise mikro reform şart. Nedir mikro reform?
3 Yorum Var.:
Madem Editor mikro reform nedir diye sordu bizde kendi perspektifimizden bir katkida bulunmaya calisalim. Peki nasil olacak? Bence Mikro reformu bireylerin yapmasi lazim. Oncelikle birey kendini taniyor mu? Bir insan kendini nasil tanir? Once birey bazinda dogru sorulari sorarak stratejik bir analiz yapalim.
Konumuz ile alakali olarak; Birey ulke duzeyinde ve nihayetinde evrensel standartlarda katma deger sunabiliyor mu? Evrensel standartlarida ekledim; cunku artik ulkemizde bir open economy degil mi? Yarin obur gun Cinli bir musluk tamircisinin ya da Estonyali bir grafikerin sizin ulkenizde is gucu piyasasina girip size rakibiniz olamayacigi garantisin kim verebilir? Ayrica yarin obur gun direk veya dolayli yollardan gelen yabanci sermayenin sahip olacagi isletmede, talep edecegi human capital a siz bilgi ve becerinizle talip olabilecek misiniz? Bir katma deger uretebilecek bir meslegi var mi? Okuyoruz ama becerilerimiz neler? Kisaca mesleki egitimi onemlidir, genel egitim de ona gore biraz daha az onemlidir, ama onemlidir.
Ikinci nokta: Basarili olabilecek moral’e,motivasyan’a,akila, sabir’a ve dirayete sahip miyiz? Yani sabah ise giderken, okula giderken, bakkala giderken “off puff, oldum bittim” gibi cumleleri dilimize plesenk mi ediyoruz. Neden bunu diyorum? Cunku bu yukarida saydigim cumleler insanin butun enerjisini emer. Eger insani bir bilgisayara benzetirsek, bu cumleler sisteme girmis virusler gibidir. Sistemin tam kapasite ile ve verimli calismasini onler. Yani ne yapmali? Bu kelimeleri lugatimizdan kaldirmaliyiz. Sabah patronlar gulumsemeyen bir adami gormek istemez. Gulumsemeyen, offlayan pufflayan bir adam cevresine negatiflik yayar.
Sabir konusu: Maalesef yeni mezunlarimiz bir sabir ve anlayis gosterseler, isletmelerimiz de orta vadede onemli mevkilere gelirler. Kimse, dunyanin hicbir yerinde, eger ustun becerili- zekali demiyorum!!!- degilseniz, okurken bir sekilde edinmis is tecrubeniz yoksa size iyi bir maas ve iyi bir ofis sunmaz. Yani Sevgili Editor’un dedigi gibi, “learning curve” ya da “learning by doing” yani yaparak ogrenme olmadan zaten basarili olamazsiniz. Ayrica basarili olmak istiyorsak, kendimizi mutlu hissettigimiz kurumlarda kok salmayi bilmeliyiz.Bulundugunuz isletmelerin tozunu ve kaprisini cekmeden ust kademelerde zorluk cekersiniz, oralardan dusersiniz. Benim konustugum bir cok is adami, aradiklari niteliklerde eleman bulamadiklarindan yakiniyor. Insanlar ile konusuyorum, onlarda is bulamiyoruz diyorlar. Hemen akabinde is arama sitelerine giriyorum, bir suru is ilani var. Hem lise mezunlari icin, hem de lisans ve daha yukari derecede egitimler icin. Tabii Turkiye’de issizlik var ama ise birden bu pencereden baksak?
Istanbul Isletme fakultesinde lisanimi yaparken, bir calisma onumuze gelmisti, o da su: Ulkemizde asil calisma saati 6 saat 15 dakika, dunya ortalamasi ise 8 saatti. Buyun dunya daha cok calismanin, verimliligi arttirmanin yollarini ararken, biz daha az calismanin yollarina kafa youyoruz. Az calismak basarili olmanin onundeki en buyuk engellerden biridir!! Ekonomimiz disa donuk peki ya insanimiz? Disa donukluk, dinleme ve algilama becerisi, duyarli, cesur, disa donuk, hislerini iyi dengeleyebilen, cevresine guvenen pratik insanlarin basarili olma sansi yuksektir, hali ile is bulma sansi da yuksektir. Is bulmanin, basarili olmanin bedeni, zihni, ve enerji ile iliskisi vardir.
Gelelim dis cevre sartlarina: zaten sartlar yeterince acik, dunya bir kriz yasiyor. Ama bunda hizli bir sekilde adapte olabilen her zaman daha az zararla cikar, ya da zaten avantajli ise daha da avantajli olur. Tr’de sartlar belli, daha cok becerisi olan olmayanlardan, daha cok dil bilen bilmeyenden, daha cok uretken olan olmayandan, daha iyi analiz yapan yapmayandan, daha cok gulumseyen gulumsemeyenden her zaman daha iy sartlarda is bulacaktir. Ayrica Bankacilik, savunma sanayi, perakende sektoru, metalurji, hizmetler sektoru her zaman gozde olacaktir.
Tabii sona kalan dona kalir derler ama, bu bahsedecegim son nokta belki de en onemlisi. O da sudur: entrepreneurship yani girisimcilik!!! Mesela Amerika’da 2003 yilinda kucuk isletmeler 2 milyona yakin is saglamislar, buna karsilik buyuk isletmeler hemen hemen 1 milyon is saglamislar. Tr’deki rakamlari bilmiyorum, en azindan mesgul oldugum icin arastiramadim su an. Ama biriniz bulursa ekleyebilir, tesekkurde ederim. Kucuk isletmeler buyuk isletmelerin dusunemedigi yeni marketler olustururlar, “creative destruction” ile kendi arz-talep lerini olustururlar. Buyuk yine ekmegini yer, siz de o olusturdugunuz pazarin belli bir donem keyfini surersiniz. Bu arada da etrafiniza da is olanagi saglamiz olursunuz. Demek istedigim herkes bir yerde is aramak yerine , kendi isini kurma alternatifini de dusunmeye baslamali. Patron kaprisi, atilma korkusu yok, kendi kaderini kendin ciz. Bu arada haftada en az 60 saat, en az 60 saat calismaya da hazir olun.
Laf cok uzadi, ama mikro bile olsa bir analizda ben yapmak istedim..
Yavuz Bey'in bahsettiği hususlara katılıyorum. Bizim insanımız çok çalışmaktan hazzetmiyor. Herkes hızla yükselmek, asgari işi yapıp azami maaşı almak istiyor. Millet işle uğraşmak yerine şirket içi politikayla uğraşıyor.
Bir tek girişimcilik konusunda diyeceğim şu: Kanunlarımız, şirket açma ve kapama konusundaki bürokrasi ve tuhaf vergi uygulamaları girişimciliğin önündeki en büyük engeldir. Memleketimizde girişimcilik asla desteklenmiyor maalesef.
Yorum Gönder