Vergilerin gerçek maliyeti

Serbest piyasa koşullarının sağlıklı işlemesi için gerekli olan şartlardan en önemlisi bir malı ya da hizmeti üretnelerle tüketenlerin aynı fiyatlarla işlem yapmasıdır. Devlet tarafından uygulanan vergiler, bu önemli koşulun önüne geçer ve fiyat mekanizmasında tüketicilerle üreticiler arasında bir fark oluşmasına neden olur. Bu fark nedeniyle çoğu zaman uygulanan bir vergi politikasının gerçek maliyeti göz ardı edilir. Ülkemizde de vergilerin maliyeti gerçek maliyet üzerinden değil, görünen maliyet üzerinden yapılır. Vergilerin görünen maliyeti, toplanan toplam vergi gelirleridir. Vatandaş sadece bunu ödediğini düşünür.

Bugün uygulanan hemen hemen bütün vergilerde gerçek maliyet görünen maliyetin (vergi gelirlerinin) üstündedir. Üstelik bu maliyet vergi oranları arttıkça katlamalı olarak artar. Bu yazımda vergilerin görünen maliyeti ile gerçek maliyeti arasındaki farkı anlatacağım. Vergiler konusunda bir diğer önemli konu da vergi yükünün kimin sırtına bindiği konusudur. Bunu da bir sonraki yazımda ele alacağım.
Ekonomistler diyagram ve grafik kullanmayı severler. Ben de bir kaç basit diyagramla konuyu özetlemeye çalışacağım.

Öncelikle vergilerin ve devletin olmadığı bir durumda fiyat sistemi nasıl işliyor ona bakalım. Aşağıdaki üçgen üreticiler ve tüketiciler arasındaki alışverişi özetliyor. Denge fiyatının oluştuğu tepe noktası, tüketiciler ve üreticilerin aynı fiyatlarla alışveriş yaptıkları durumu gösteriyor. Bu nokta klasik mikro kitaplarında arz ve talep eğrilerinin kesiştiği yerdir.

Tepe noktasından tabana dik bir çizgi çektiğimizde bu çizginin sağ, yani tüketici grubundan yana kalan tarafı (bordo renkli alan), serbest piyasanın bu gruba sağladığı toplam faydadır (Consumer Surplus). Benzer şekilde sol tarafta kalan mavi renkli alan da üreticilerin sağladığı toplam faydadır (Producer Surplus). Basit bir örnekle açıklayalım. Son günlerde blogda fazlaca tartışılığı üzere, İstanbul-Ankara arasındaki ulaşım fiyatlarını ele alalım. Farzedelim denge fiyatı 40 TL’de oluştu. O noktasında satış yaptığımız son müşterinin gözünde bu hizmetin değeri 40 TL’dir. Ancak daha aşağıda, bu hizmete 45 TL değer biçen, yani İstanbul’dan Ankara’ya gitmek için 45 TL vermeye hazır başka bir müşteri daha vardır. Denge fiyatı geçerli olduğunda bu müşteri 5 TL kardadır. Aşağıya doğru gittikçe bu kar miktarı artar. Aynı bilete 60 TL vermeye hazır olan müşteri 40 TL’lik denge fiyatı sayesinde 20 TL kar etmektedir. Üretici açısından da benzer bir durum söz konusudur. En tepede, denge noktasındaki satıcı 40 TL’ye bileti satmaktadır. Ancak daha aşağıda 35 TL’ye bileti satmaya hazır olan üretici, denge fiyatına göre 5 TL kar etmektedir. Benzer şekilde aşağıya doğru gittiğimizde bu kar miktarı artmaktadır.

Şimdi bu basit modelimize vergileri ekleyebiliriz. Devlet, İstanbul-Ankara arasındaki biletlere 2 TL’lik vergi koysun. Bu vergiyi oransal olarak da koyabilirdik, ama inceleyeceğimiz durum açısından sonuç değişmezdi. Bilet fiyatlarına konan vergi aslında üreticiler ve tüketiciler arasına fiyat farkı anlamına gelmektedir. Vergiyi kimin tarafına koyduğumuz fark etmez. Örneğin, bilet fiyatları 40+2 TL olduğunda tüketiciler 42 TL ödemekte, ama üreticinin eline 40 TL geçmektedir. Bilet fiyatlarını sabit tutup vergiyi üreticilerden topladığımızda, bilet fiyatları 38+2=40 TL olacak, tüketiciler 40 TL ödeyecek, üreticilerin eline 38 TL geçecektir. Basit olması açısından, 2 TL’lik vergiyi iki tarafa da eşit olacak şekilde bölüştürelim ve üçgenimizi yeniden çizelim:

Vergileri eşit olarak bölüştürdüğümüz durumda, üretici ve tüketici gruplarının toplam faydaları, yani mavi ve bordo alanlar küçüldü. Yeşil alan 2 TL’lik vergi sayesinde elde edilen toplam vergi gelirlerine denk gelmektedir. Ancak dikkat edilirse hem üreticilerin, hem de tüketicilerin toplam faydasındaki azalma toplam vergi gelirlerinden daha fazladır. Gri renkli üçgenle gösterdiğimiz alan, vergi politikasının görünmeyen ve fahiş maliyetidir (İngilizcede buna excess burden ya da deadweight loss denir). İşin asıl acı tarafı, vergi oranı iki kat arttığında, gri alan yani fahiş maliyet dört kat artmaktadır. Hemen kağıt kalem alıp bu durumu siz de hesaplayabilirsiniz. Karmaşık formüllere girmek istemiyorum, ancak genel denklemde vergilerin fahiş maliyeti vergi oranlarının karesi ile doğru orantılıdır.

Yukarıda basit bir model ile incelediğimiz durum bir çok piyasaya uygulanabilir. Ekonomik aktörler bazı piyasalarda üretici, bazı piyasalarda tüketici konumunda yer aldıkları için üretici grup ya da tüketici grup somut olarak birbirinden ayırt edilemez. Örneğin normal bir malın üretiminde sol tarafta yer alan şirket ve fabrikalar işgücü piyasasında sağ tarafta yer alırlar. Sağ tarafta tüketici grupta yer alan hanehalkı ise şirket ve fabrikaların ihtiyaç duydukları işgücünün üreticisi olduklarında sol tarafta yer alırlar. Yukarıdaki basite indirgediğimiz modelde vergi yükü her iki grup tarafından eşit şekilde bölüşülmüştür. Ancak bu durum her zaman eşit şekilde dağılmayabilir. Benzer şekilde fahiş maliyetin bedelinin kimin tarafından ödendiği de piyasanın şartlarına göre değişebilir. Ancak paylaşımdaki belirsizliğe rağmen fahiş maliyetin varlığı toplamda hemen hemen tüm toplumun ekstra bir bedel ödediği gerçeğini değiştirmez.

Son günlerde blogda tartışılan regülasyon konusu da üreticiler ve tüketiciler arasındaki fiyat mekanizmasının denge fiyatına ulaşmasını engellediği için vergilere benzer bir şekilde fahiş maliyet yaratırlar. Benzer şekilde, belirli sektör ve piyasalarda uygulanan teşvik sisteminin de fahiş maliyeti söz konusudur. Çünkü sübvansiyon ve teşvikler aslında negatif vergilerdir. Üretici ve tüketiciler arasında fiyat makası yaratmaktadırlar.

Özetle, vergi politikası ve regülasyonlarla serbest piyasa şartlarından uzaklaşıldığında, vergi gelirlerine ek olarak, verimlilik cezası diyebileceğimiz fahiş maliyet toplum tarafından ödenmektedir. Vergilerin ve regülasyonların asıl tahribatı toplanan vergiler nedeniyle değil, verimlilik cezası olarak ödenen bu fahiş maliyet nedeniyle gerçekleşmektedir.

Kısa not: Bundan böyle, haftada bir, yazılarımla, uzun bir süredir uzaktan takip ettiğim Ekonomi Türk'te sizlerle olacağım. Bu fırsatı verdiği için İnan Doğan'a teşekkür ediyorum. Herkese merhaba!

3 Yorum Var.:

Editor dedi ki...

Eline saglik, cok guzel yazi olmus. Deadweight loss konusu biraz teknik oldugu icin pek konusulmayan bir konu, ogrenci okuyucularimiz da umarim faydalanmislardir.

Hosgeldin.

ekşi iktisat dedi ki...

super faydali bir yazi. insanlarin boyle en temel seyleri ogrenmeleri cok onemli. iktisadin en temel kavramlarini bilmeden iktisadi konular uzerinde yorum yapan o kadar cok insan var ki. ayrica blogda vergiyle ilgili yazilarda referans gosterilebilecek bir yazi bulunmasi da iyi olmus.

tek bir sey ekleyecegim. ornekte sosyal fayda nedir, niye azalir gayet guzel aciklanmis. yalniz fahis maliyetin (dara kaybi da deniyor) somut olarak neye karsilik geldigi vurgulanirsa, ilk kez ogrenen okurlarin aklina kevram daha iyi yatar. ben onu soyle anlatirdim:

vergi konmadan once (en fazla) 40.50 liraya kadar bilet almaya hazir bir alici ve (en dusuk) 39.50 liraya kadar bilet satmaya hazir bir satici dusunelim. vergiden sonra alicilarin odeyecegi fiyat 41 liraya ciktiginda, bu musteri mali satin almaktan vazgecer. eline vergiden sonra 39 lira gececeginden, bu satici da mali satmaktan vazgecer. dahasi alim-satim gerceklesmediginden, devlet bu insanlardan vergi de toplayamaz. herkes kaybeder. kayip, konan verginin gerceklesmesini engelledigi ticaretin yaratamadigi degerdir. burada kayip deger, 40.50-39.50=1 lira. bu sadece bir alim-satim. vergi yuzunden gerceklesmeyen tum alim-satimlarin degeri de ikinci grafikteki kucuk gri ucgene tekabul ediyor.

Arketip dedi ki...

ya bu Deadweight ın meali tam olarak nedir? mankiw'in macro kitabını okurkende gözüme takılmıştı geçen..