Vergi oranları indirilsin mi?


Kestirmeden cevap vereyim: Hayır. Türkiye’nin böyle bir lüksü yoktur. Hemen bana "Laffer eğrisi"ni hatırlatıp itiraza sarılmayın. Önce işin ABC'sinden başlayalım:

Gerçi o ticaret kapasitesi bende yok ama eğer bakkal olsaydım karşımda şöyle bir denklem olacaktı:

Gelirlerim = Giderlerim + Kar

Karımı artırmak istiyorsam önümde iki şık var: Gelirlerimi arttırmak ya da giderlerimi azaltmak. Eğer ikisini de beceremiyorsam ve sürekli negatif kar yazıyorsam, ya sürekli borçlanacaktım, ya da babadan kalma serveti harcayacaktım. Yani zarar ediyorsam benim bakkallık yapmamı devam ettirmemin bir anlamı olmayacaktı. Tabi yüklü bir servetimi üstlenmiş olabileceğim sosyal misyonlar gereği mahalle için seferber etme sevdalısı değilsem. Zaten öyle bir durumda da dükkanın tabelasını "Baris hayratı" diye değiştirmem gerekirdi.

Şimdi, meseleye devlet açısından, Cumhurbaşkanımızın vurgulamasıyla "sosyal devlet" açısından bakalım. Devlet, bir bakkal dükkanı olmadığı için "kar" kelimesi anlamsız olacaktır. Dolayısı ile gelirlerin giderlere eşit olması tercih edilir bir pozisyondur. Eşit olmazsa ne olur? Gelin yukarıdaki denklemi devletin bütçesi olarak değiştirelim ve işimize geldiği gibi yazalım:

Bütçe Açığı = Giderler - Gelirler

Giderleri daha sonraya bırakıyorum. Hemen belirtelim, bu bütçe açığı borçlanma ile finanse edilir. Bu da gelecek nesillerden alacağımız ekstra vergi demektir. Gelirleri, vergi gelirleri ve seignorage (bunun Türkçesi var mı?) diye ayırabiliriz. Ama aslında (seignorage=enflasyon vergisi) olduğu için devletin tüm gelirleri vergi gelirleri diyebiliriz. Şimdi bu noktadan bakınca vergi gelirleri konusunun çoğunluk tarafından nasıl bir yanılsama ile algılandığını görebiliyoruz. Nedir iddia edilen argüman? Vergi oranları düşsün, vergi tabanı artar, dolayısı ile devletin vergi gelirleri de artar. Laffer eğrisinin de etkisi ile bu efsaneye hep beraber inanıyoruz. Halbuki durum öyle değil. Devletin vergi gelirleri değişmez. Sanıldığı gibi devletin gelirleri vergi oranlarına bağlı değildir. Tam aksine her türlü vergi rejiminde devletin vergi gelirleri sabittir. Devlet öyle ya da böyle aynı vergiyi toplar.

Borçlanma kalemini de ekleyerek denklemi biraz daha açayım ki ne demek istediğim daha net anlaşılsın:

Giderler = Vergi gelirleri + Borçlanma

Giderler = (Doğrudan vergiler+dolaylı vergiler+enflasyon vergisi) + borçlanma

Borçlanmayı da gelecek nesillerden alacağımız ekstra vergiler olarak yazarsak:

Giderler = Doğrudan vergiler+dolaylı vergiler+enflasyon vergisi+gelecek nesillerden alınacak ekstra vergiler

Madem vergi gelirleri sabit, vergi oranları, izlenen vergi politikaları ne işe yarar? Şu işe yarar: Toplumu oluşturan bireyler ve/veya gruplar arasında, hatta nesiller arasında gelir transferini sağlar. Daha önce bu sitede bu konuda çok şey yazıldı. O yüzden örnekleri tekrar etmeyeceğim. Ancak gelir dağılımı üzerine konuşmayı pek seven yorumcuların bu konuya eğilmeleri beklenmelidir. Gelir dağılımın ne kadar kötü olduğunu uzun uzun anlatmak ama hiç bir çözüm yolu önermemek aslında hiç bir şey söylememekle eşdeğerdir.

Vergi politikalarında yapılan küçücük bir değişiklik bile "the power of small changes" prensibi gereği uzun dönemde büyük etki yapar. Bu açıdan enflasyonu milli gelirden pay alma savaşı olarak tanımlayabiliriz. Ekonomik teori, uzun dönemde yüksek enflasyonun sürdürülebilirliğini (Türkiye'de yaşanan durum) bazı kesimlerin milli gelirden ürettiğinden daha fazla pay alması ile açıklar. Dolayısı ile enflasyon vergisi en gayr-ı adil vergi türüdür.

Dolaylı vergiler de öyle. Örneğin, cep telefonu ücretlerine yüzde yüz oranında yeni vergi konsun. Bu benim ortalama faturamı 200 YTL'den 400 YTL'ye çıkartır. Bu benim gelir seviyemdeki bir kişi için çok da önemli soruna yol açmaz. Benim için diğer harcamalarımdan kesinti yapmadan katlanılabilir bir düzeydir. Ama asgari ücretli bir gelir sahibi için telefon faturasının 50 YTL'den 100 YTL'ye çıkması bütçesinde ciddi bir sarsıntı sebebi olabilir. Diğer harcamalardan kısması gerekebilir, borçlanması gerekebilir, ya da cep telefonu ile konuşmak onun için satın alınamayan ürünler kategorisine girebilir. Eee, o da konuşmayıversin telefonla diyebilirsiniz ama bu bir çözüm değil. Örnekleri benzin, doğal gaz, elektrik, su gibi ürünlere çeşitleyebilirsiniz.

Burada doğru olan, ya da adil olan, ya da gelir dağılımını düzeltecek olan politika doğrudan vergi gelirlerinin (gelir seviyesine göre) toplam vergi gelirlerdeki ağırlığının yüksek, dolaylı vergi gelirlerinin ise nispeten düşük tutulmasıdır. Daha detaya inip gelir grupları arasında adil vergi sistemi nasıl olmalıdır konusuna girmiyorum. Ama Türkiye'de doğrudan vergi oranlarının, gelir sahiplerinin ne kadar vergi ödeme gönüllüsü olup olmadığını hepimiz biliyoruz.

Gelelim giderler tarafına. Harcamaların bir kısmı faiz ödemeleridir. Bu da geçmiş dönemden devralınan borç stoku ve faiz oranı ile yakından ilişkilidir. Buna kısaca önceki dönemde verilen bütçe açıklarının finansmanı diyeceğim. Bu da temel denklemimizde özel bir duruma yol açmıyor. Borç-faiz dinamiği başka bir yazının konusu. Yani önceki dönemde üretilen pisliklerin temizlenmesi zaten gerekli bir durum.

Faiz dışı giderlere dönersek, gelir dağılımı açısından vergilerin hangi yolla toplandığı kadar nasıl harcandığı da önemlidir. Faiz dışı giderler güvenlik, hukuk, sağlık, eğitim, altyapı gibi normal sayılabilecek alanlar arasında paylaştırılabileceği gibi, belirli kişilere yolsuzluk yoluyla ya da imtiyazlı gruplara (bürokrasi, askerler, KİT çalışanları, tarım sektörü, tekstilciler, vs....) da dağıtılabilir. Bu noktanın önemsiz olduğunu varsayarsanız ciddi bir hata yaparsınız. Sözgelimi, Türkiye'de askerlerin reel gelirlerindeki azalma bir darbeye yol açmıştır. 1960 ihtilali sonrası Maliye Bakanı neden idam edildi sanıyorsunuz?

Vergilerin aksine, uzun dönemde gelir dağılımını düzeltecek, ya da ortalama hayat standardını yükseltecek harcama politikası doğrudan verilen teşvik ve ücretlerle değil dolaylı harcamalarla sağlanabilir. Örneğin, fındığa iki kat fazla fiyat vererek çiftçilerin hayat standardını yükseltemezsiniz. Doğru politika, fındık üreticilerine daha kaliteli eğitim götürmek, piyasayı “regule” ederek, adil bir hukuk sistemi sağlayarak daha iyi ortamda ürünlerini pazarlamalarına imkan vermek, sağlık, güvenlik, altyapı harcamalarıyla fındık üretimi için daha iyi şartlar hazırlamaktır.

Yine örneğin, bugün İstanbul'da eşdeğer besin değerine sahip iki yemeği, biri diğerinin 10, 50, hatta 100 katı maliyet farkı ile yemek mümkündür. Değişen şey, Papermoon'da mı yediğiniz yoksa arka mahalledeki kebapçıda mı yediğinizdir. Aldığınız hizmet tabi birbirinden farklı olacaktır. Ama yediğiniz şey, besin değeri olarak, temelde aynı olacaktır. Karnınız da doyacaktır. Yani ihtiyacınız karşılanmış olacaktır. Aynı durum eğitimde, ya da sağlıkta mümkün değildir. Alt gelir grubuna ait kişiler daha kalitesiz eğitime, daha pahalı sağlık hizmetlerine mahkum bırakılmaktadır. Bu dengesizliği asgari ücreti iki katına çıkarsanız bile gideremezsiniz. İzlenecek politika genel eğitim ya da sağlık hizmeti seviyesini yukarıya çekmektir. (Burada eğitim ve sağlık hizmetlerinin devlet tarafından yapılması gerektiğini savunmuyorum, örnek veriyorum.) Uzun lafın kısası, ekonomide "public goods" ya da "merit goods" (Türkçelerini bulamadım) olarak adlandırılan ürün ve hizmetlerin kalitesinin artırılması doğru politikadır.

Şimdi gelelim neden vergi oranlarının indirilmemesi gerektiğine. Öncelikle yıllardır bütçe açığı verdiğimizi, yüklü bir borç stokuna sahip olduğumuzu, bu stokun da makul seviyelere indirilmesi gerektiğini hatırlatmalıyım. (Alın bir yazı konusu daha: Makul borç stoku seviyesi.)

2007 itibarıyla bütçe açığı belasından kurtulacağımızı varsayıyorum -ki izlenen politikalar sürdürülürse oraya doğru gidiyoruz. Bu demektir ki aynı politikaları devam ettirirsek, daha sonraki dönemde bütçe fazlası vereceğiz. Yazının başında devletin özel bir şirket olmadığını, bunun anlamsız olacağını söylemiştim. Yani bu bütçe fazlasını eritmemiz gerekecek. Öncelikli tercihim borç stokunun eritilmesi olacaktır, ki faizler de düşsün.

Diyelim ki borçlardan da kurtulduk. Bu durumda bile bütçe fazlasını eritmenin yolu vergi gelirlerini azaltmak (birilerine doğrudan gelir transferi) değil, yukarıda sıraladığım alanlara yatırımları ya da harcamaları artırmak olmalıdır.

Yazı uzun oldu ama eksik bir şey kaldı mı fark edemedim. Gerekirse tekrar döneriz. Ama bir nokta daha var. O da vergi oranlarının yüksek olmasının vergi ödememeyi mazur gösterecek neden olduğu safsatasıdır. Vergi ödememenin nedeni vergi oranlarının yüksekliği değil, ekonomik ahlaksızlıktır. Bu tıpkı "hırsızları yakalayamıyoruz, hırsızların hapis cezasını indirelim belki teslim olurlar" demek gibidir. Vergi ödememek de tam anlamıyla hırsızlıktır, hiç bir farkı yoktur. Hırsızlık devletten değil. O nasıl olsa aynı vergiyi farklı yollarla da olsa (dolaylı vergiler, enflasyon) topluyor. Vergiyi ödemeyen senden benden çalıyor. Doğrudan vergi gelirlerini artırmanın, yani ekonomik ahlaksızlıkla mücadele etmenin yolu vergileri indirmek değil, sıkı denetimdir. Vergi ödemeyenlerin başına çörekleneceksin, vergi kaçırana göz açtırmayacaksın, piyasada iş yapma olanağı bırakmayacaksın gör bakalım ne oluyor...

Tekrar edeyim, bütçe açığını kapatınca her şey bitmiyor. Daha bu ülkenin eğitim açığı, hukuk açığı, demokrasi açığı var. Evet, demokrasi de bir "public good"dur, belirli bir bedeli vardır.

2 Yorum Var.:

Adsız dedi ki...

Baris Bey,

Yazilarinizi her zaman ilgiyle okuyorum cunku konulara "politically incorrect" yaklasip yeni bakis bir bakis acisi sunuyorsunuz.

O yuzden itiraf edeyim ki dolayli vergi ile dolaysiz vergi (neden dogrudan vergi denmez?) konusunu biraz ustun koru gectiniz kanisindayim.

Vergilendirmede tek olcu hangi verginin adil olup olmadigi olsaydi herhalde en "adil vergi" servet vergisi olurdu. Biz de herkesin gucu kadar uretip, ihtiyaci kadar tukettigi o utopik ulkede mutlu mutlu yasardik.

Dolayli vergi konusuna bir de su acidan bakin. Her vergi insan davranislarini degistirir. ECON101 dersinden hatirlarsak gelir vergisi insanlari daha az calismaya, tuketim vergisi ise cok daha az tuketmeye iter. Diyelim ki Turkiye'de birinci etkiyi yok farzedelim (diger bir degisle yuksek issizlik ortaminda bos vakit o kadar cok ki marjinal faydasi cok kucuk).

Peki ya tuketim vergisinin (KDV, OTV, vs.) tuketim aliskanliklari uzerindeki etkisi nasildir?

Milli gelir hesaplarindan bir dizi rakam vereyim: Ozel tuketimin GSYIH'ya orani 1989-2000 yillari arasinda ortalama %68.3 imis. Standard sapmasi %0.8. 2002-2005 arasinda ise bu oran %64.1'e dusmus (2005'te %65.1). Standard sapmayi verdim ki aradaki farkin buyuklugu anlasilsin.

Demek ki 2001 krizi sonrasinda tuketici davranislari degisivermis, insanlar daha az tuketmeye baslamislar. Bu kadar KDV, OTV, vs icinde bu bile takdire sayan.

Tuketimi azaltmak iyi bir sey mi? Tuketici icin degil elbette.

Az gelismislikten kurtulmus veya kurtulmakta olan cok az ulke var dunyada. Orta duzeyden ust duzeye cikmis ulke sayisi da oyle. Bunlarin bir cogu ise Guneydogu Asya'da (Cin, Japonya, Kore, Malezya, vs.). Nasil basarmislar bu isi? Ic tuketimin kisilarak, yuksek tasarruflarla olusan sermaye birikimi ve uretimin dis pazarlara yoneltilmesi (tuketimi kistiginiza gore ihracat bir zorunluluk). Yani bildiginiz Robinson Cruzo ve balik hikayesi. Bu tanima uymayan bir kac Avrupa ulkesi de var gerci. Mesela Irlanda sermaye acigini FDI ile kapatmis, Yunanistan EU yardimlariyla, falan.

Sonucta buyumek icin uretmek, uretmek icin yatitim, yatirim icin ise sermaye birikimi lazim. Basit bir matematik hesabi: Milli gelirden yatirima ayrilan her bes kurus bizim ulkede %1 buyume yaratiyor (son bes sene ortalamasi). Yuzde 6 buyumek istiyorsak %30 yatirim yapmaliyiz. 2005'de yatirim orani %27.7. Fena degil. Iyi guzel de tasarruf oranimiz sadece %20 civarinda. Geri kalan fark %7 cari acik olarak karsimiza cikiyor.

Diyelim ki bunun %2'sini FDI ile karsiladik (%2 demek 8 milyar $ demektir. Bu sene, gelecek sene, ondan sonraki sene,...).

Her sene %5 acigi nasil finans edecegiz?

Soru guzel, ama ben de verecek cevap yok.

Bu sohbetten amacim suydu zaten: yerden yere vurdugumuz dolayli vergiler sayesinde tuketimi 3-4 puan dusurmusuz. O da olmasaydi, cari acigimiz ne olurdu acaba? Bir de bu acidan bakin dolayli vergi konusuna...

saygilar, t.

Adsız dedi ki...

tşk ederim güzel yazı