1990 yılında çalışabilir durumda olan nüfusun kabaca yarısı (17.2 milyon=yüzde 51) adam gibi bir işte çalışırken bu oran 2006 yılında yüzde 44’e inmiş (21.2 milyon). Yani çalışabilir durumdaki nüfus 14.4 milyon artarken, çalışan kişi sayısı sadece 4 milyon artmış. Hemen belirtelim, bu çalışan nüfusa garsonluk yapan avukatlar, ayakkabı boyayan muhasebeciler, tarlada çalışan bankacılar, şoförlük yapan doktorlar dahil değil. Bunlara eksik istihdam (under-employment) diyoruz. Ancak, şimdi okurlarımız “bir de köşe yazarlığı yapan kapıcılar var, bunlar da dahil mi?” diye sorarsa cevap verelim maalesef bunun istatistikleri elimizde yok.
Kalan nüfus (1990’da 16.5, 2006’da 27 milyon) ne yapıyor peki? Boru değil, 1990’da çalışabilir nüfusun yüzde 49’u, 2006’da yüzde 56’sı bunlar. Bakalım ne yapıyorlar. 1990’da bunların 1.3 milyonu yukarıda bahsettiğimiz saçma sapan işlerde çalışıyorlarmış. O yüzden bunları çalışmıyor kabul ediyoruz (şimdi moda böyle). İşleri küçük gördüğümüzden ya da aşağılamak istediğimizden değil. Sadece bir doktorun ayakkabı boyacılığı yapması (uç örnek verdim) hakikaten de saçma geliyor. (Eksik istihdamın tam tanımı için TÜİK’in hanehalkı işgücü anketi bültenine bakınız.) Ama eksik istihdamda iyi bir haberimiz var: 2006’ya geldiğimizde bu tür çalışan insanlar 897 bine düşmüş. Yani 1990’da çalışabilir nüfusun yüzde 3.9’undan, 2006’da yüzde 1.9’una. Bu iyi bir gelişme!
Iflas Nedir Borsa Nedir Hisse Senedi Nedir Risk Nedir Libor Nedir Ikame Etkisi Nedir
Gelelim, yarım yamalak da olsa çalışmayanlara. Bunlar 1990’da 15.2 milyonken 2006’da 26 milyona çıkmış. Yani çalışabilir nüfusun yüzde 45’inden, yüzde 54’üne. Bunların 1990’da 9.4 milyonu, 2006’da 12.9 milyonu ev hanımı (yüzde 28’den yüzde 27’ye ufak bir düşüş var). Bir açıdan bakınca aslında bu kişilerin çalışmadıklarını iddia etmek doğru değil. Çünkü ev işleri ile meşguller. Ancak beni asıl rahatsız eden konu Türk’ü Türk yapan prensiplerden biri olan “Erkek adam karısını çalıştırmaz” anlayışı. Üniversite mezunu da olsa kocası istemiyor diye çalışmayan bir çok tanıdığım var. Bu anlayıştan vazgeçip kadınları da işgücüne kazandırmamız lazım. İşgücüne dahil toplam kadın sayısı 6.3 milyon, yani çalışabilir durumdaki toplam kadın sayısının yaklaşık dörtte biri. Ev hanımlarının dışında, 3.6 milyon öğrenci, 3 milyon da emeklimiz var. Öğrenci sayısı 1990’da 1.8 milyonmuş, emekliler de 1.3 milyon. Emekli sayısının iki kattan fazla arttığına dikkat çekelim. Yaşlı nüfusu ilk başta zaten çıkarmıştık hatırlarsanız. Bunun kibar ifadesi: 3 milyon kişi yan gelip yatarak diğerlerinin kazandıklarından otlanıyor. Bir de mevsimlik çalışanlar var. Bunlar da 1990’da 114 bin kişi iken 2006’da 448 bin kişiye çıkmış.
Geriye kalıyor benim kaygısızlar dediğim, TÜİK’in de “ailevi ve kişisel nedenler ve bunun dışındaki diğer nedenler ile iş aramayan ve iş başı yapmaya hazır olmayan kişiler” olarak tanımladığı 1.7 milyonluk kitle. Bunların bir şekilde tuzu kuru, ya da dünya umurlarında değil. Ne iş arıyorlar, ne çalışmak istiyorlar. Ne de o taraklarda bezleri var. 1990’da kaygısızılar grubu 707 bin kişi imiş. Bunlar da iki kattan fazla artmış.
Hemen Türkiye’nin işsizlik sorunu (!) diye atlayacaksınız. Ama durum öyle değil. Çalışabilir durumda olup da çalışmayan toplam 26 milyon kişiden sadece 2.5 milyonu iş arıyor, yani aktif bir şekilde çalışmak istiyor. 2 milyonu da iş aramıyor ama olsa çalışırım diyor. Yani çalışmaya gönüllü sadece 4.5 milyon kişi var. 1990’da 15.2 milyondan 1.6 milyonu iş arıyormuş, 252 bin kişi de aramıyorum ama olsa çalışırım diyormuş. Toplam 1.9 milyon kişi.
Bakınız, hiç işsizlik oranı vermeden, bir resim çektim. Benim gördüğüm şu: Türkiye’de işsizlik sorunu değil işgücü sorunu var. Malzeme bu olunca, sonuç da bugünkü gibi oluyor. Bir yanda kalifiye eleman diye kıvranan şirketler var, diğer yanda çalışmaya pek de niyetli olmayan bir nüfus var. Nazlana nazlana kendisine iş verilmesini bekliyor. Bu kişiler çıkıp işgücü piyasasına dahil olmadığı için de işgücü piyasasında "esneklik" sağlanamıyor. Rekabeti zaten sevmeyiz. o ayrı konu
Son olarak, kişisel olarak işsizlik ve istihdamı ölçtüğüm bir yöntemi de sizlerle paylaşayım. 2001 krizi sonrası, Hürriyet gazetesinin İnsan Kaynakları ekine (Pazar günleri yayınlanır, ve en çok tercih edilen İK gazetesidir, Doğan Yayın Holding de bu beleş reklam kıyağımı unutmasın) baksaydınız, toplam iş ilanlarının (yarım sayfalık ilanlar dahil) 2 gazete sayfası olduğunu görürdünüz. Ara ara bu eke bir göz atın. Hatta önümüzdeki hafta bir Hürriyet alın, bakın bakalım İK gazetesinde eleman arayanlar kaç sayfa ilan vermiş.
Son not: Orhan Karaca, kendi blogundaki son yazısında benden daha oturaklı bir analiz yapmış. Bunu okuduysanız onu da okuyun.
(Altın Yorumları)
0 Yorum Var.:
Yorum Gönder