Serinin ilk yazısında kendimden biraz bahsetmiş, biraz da konuya girmiştim. Tarihsel olarak ilerleme niyetindeyim. Bu yüzden önce benim aklımda bu işe girişme fikri oluşmadan önceki arka planı anlatmam lazım.
Ben: Düzenli bir işim ve düzenli bir maaşım vardı; yapmamın elzem olduğunu düşündüğüm yatırımlarımı yapmıştım; kendimi finansal olarak güvencede hissediyordum; bir de galiba bana batan bir miktar da param vardı. Sanırım hep “biz bu kadar okuduk ettik, ama şuradaki esnaf ilkokul mezunu iken para kesiyor” tarzı düşüncenin biraz etkisindeydim. Benim neyim eksik, hem o kadar işletme okudum, param batsa da bir şeyler öğrenirim, içimde kalmamış olur diye düşünüyordum. İçinde 150 liraya kiracısı bulunan bir dükkanı 10000 TL’ye alasım gelmemişti, ki şimdikinin yerine çok daha iyi bir yatırım olurdu.
Dükkan: Yapıdan bahsediyorum. Dükkan, bir odun fırını ve yaklaşık 5-7 arasında masa ile 20-30 arası sandalye alabiliyor. Doğup büyüdüğüm şehrin eski şehir denen kısmındaydı. Artık odun fırını yapılmasına müsaade edilmeyen bir yerdeydi. Aile bireylerimden birisinindi (İleride kendisinden Ortak veya Dayım diye bahsedeceğiz). İçinde Dedem yaklaşık 50 yıl çalıştıktan sonra 2 yıl kapalı kalmıştı, 8 yıldır da kiradaydı ve aylık kira geliri 400 liraydı. İçindeki kiracıyı içine biz zorla sokmuş ve ilk yıl hiç kira almamıştık. Aradan geçen 8 yılda 2 çocuğunu evlendirdi, borçlarını ödedi, bir ev ve bir araba satın aldı, en son devlet memuru olan damadını istifa ettirip işin başına geçirdi. Dükkanı satın almak için ortağıma teklif götürdü.
Ortak: aka dayım. “Aile ile işe girilmez, aman okumamızın anlamı yokmuş, dayısıyla danasıyla iş kurup yürüten mi var ki” demeyin. İşlerin iyi gitmemesinin nedeni ortağımın dayım olması değil. Bilakis aslında o kadar da kötü gitmemesinin nedeni belki bu. Arka plan dediğimiz zaman diliminde birisi sezonluk olarak az da olsa kar eden, diğeri ise benim hesaplarıma göre zarar eden, onun hesaplarına göre “para döndüren” iki adet dükkanı ve sezonluk olsa da aslında epey iyi para getiren üçüncü bir işi vardı (hizmet sektöründe). “Para döndüren” işe hiç girmemiş olsa diğer iki işi pekala da kendisini geçindirirdi. Dükkanın üzerindeki kendi evinde oturuyordu. Dükkanın yanında metruk halde olduğundan kullanılamayan bir dükkanı daha ve buların arkasında oldukça büyük bir arsası vardı. İlk dükkanına 250, ikinciye 300 lira kira ödüyordu. Kira alması gereken dükkan için ise hep önceden avans aldığı için düzenli kira alamıyordu. Toplamları 60000 TL eden 2 konut kredisi ödüyordu. Kredi ve Kredi kartları, elden borçlar, vergi, SGK ve diğer borçlarıyla birlikte toplam 90-100 bin lira borcu vardı. Aylık ödemeleri yaklaşık 4000 TL idi. İkinci dükkanının cirosu 10000 TL, toplam cirosu sezona göre 12-30 bin Tl arasında değişiyordu. 3 iş, kiralar vs derken dediğim gibi “borç ödemiyor”, yani borcunu azaltmıyor ancak “para döndürüyordu”. Şöyle dersem tablo daha netleşir sanırım: 17000 TL'lik borcu 8 yılda 100000 TL'ye çıkmıştı. Bu kavramı sık sık duyacaksınız, ve derinlemesine incelememi okuyacaksınız bu yazı dizisinde. Türk esnafının neden para kazanamayacağını, neden büyüyemeyeceğini, neden sorunlu bir nakit akış mantığı olduğunu göreceğiz hep birlikte. Ortağıma dönecek olursak, [benim tanıdığım] en dürüst adam olduğunu da eklemeliyim. Yalan söylemez, malzemeden çalmaz, vergi kaçırmaz. Arlıdır. Çalışanlarıyla polemiğe girmez, onları ezmez, “işçinin teri soğumadan” yevmiyesinin verilmesi gerektiğine inanır ve bunu uygular. Borç isteyemez, ya da çok zor ister. Bu yüzden de bankalarla al-ver yapar. Bugüne kadar herhangi bir borcunu (vergi ve SGK hariç) ödememişliği, veya gününü geçirmişliği yoktur. Daha fazla uzatmayayım, nasılsa ilerledikçe onu siz de tanıyacaksınız.
Reeskont Nedir Bütçe Nedir Aritmetik Ortalama Nedir Hisse Senedi Nedir Bilanço Nedir Akreditif Nedir Tahvil Nedir Broker Nedir Portföy Nedir Tutumluluk Nedir Varlık Barışı Nedir Evrim Teorisi Nedir Reyting Nedir
Arka planın son gününün, yani benim bu işletmeyi kurma fikrimin ilk kez aklıma geldiği günün dükkandaki kiracının dükkanı 30-40 bin lira karşılığında dayımdan almak istediği ve dayımın da buna temayül ettiğine dair işaretler aldığım gün olduğunu söyleyebilirim. Üstüme vazife olmadığı halde şiddetle karşı çıktığım bir fikir oldu. Evvela yılık 4800 lira kira geliri olan bir gayrimenkulün o fiyata satılmaması gerektiğini düşünüyordum. Saniyen ev, 2 dükkan, arkadaki büyük arsa ve müştemilatın tek tapusu vardı ve 100 yıllık bu ev (eski bir ermeni köşkü – ki bu bambaşka bir yazımın konusu) tapuda arsa olarak görülüyordu. Bu tek arsanın paylı ortağı olacaktı kiracı (yüzde 25) ve aralarında sözlü veya yazılı başka anlaşmalar olsa da pratikte dükkanı kullanacak ancak diğer dükkanın, evin ve arsanın hem yüzde 25 ortağı olacaktı, hem de satılmasını engelleyebilecekti. Salisen dayım düzenli bir gelirden kısa vadede bir para için vazgeçecekti ve bunun başlangıç olacağını sanmıyordum. Son olarak bir de evin bizim için manevi değeri vardı, aile dışına çıkmasını tamamen duygusal sebeplerle de istemiyordum.
Dükkanı satmaması için haber saldım. İlla birine satması gerekiyor idiyse benim talip olabileceğimi, kısa süreli maddi sıkışıklıktaysa borç verebileceğimi belirttim. Benden başka, kiracının işçisi bile “Kiracı ne veriyorsa 2 fazlasını ben veriyim, bana sat” diye ortalığa çıkması dayımın fikir değiştirmesine yetti.
“Nasıl olur acaba bu dükkanı biz işletsek” düşüncesi sanırım ilk o gün aklıma düştü. Düşünme sürecimle, etrafımla istişarelerimle ve field research’ümle devam edeceğim.
Ben: Düzenli bir işim ve düzenli bir maaşım vardı; yapmamın elzem olduğunu düşündüğüm yatırımlarımı yapmıştım; kendimi finansal olarak güvencede hissediyordum; bir de galiba bana batan bir miktar da param vardı. Sanırım hep “biz bu kadar okuduk ettik, ama şuradaki esnaf ilkokul mezunu iken para kesiyor” tarzı düşüncenin biraz etkisindeydim. Benim neyim eksik, hem o kadar işletme okudum, param batsa da bir şeyler öğrenirim, içimde kalmamış olur diye düşünüyordum. İçinde 150 liraya kiracısı bulunan bir dükkanı 10000 TL’ye alasım gelmemişti, ki şimdikinin yerine çok daha iyi bir yatırım olurdu.
Dükkan: Yapıdan bahsediyorum. Dükkan, bir odun fırını ve yaklaşık 5-7 arasında masa ile 20-30 arası sandalye alabiliyor. Doğup büyüdüğüm şehrin eski şehir denen kısmındaydı. Artık odun fırını yapılmasına müsaade edilmeyen bir yerdeydi. Aile bireylerimden birisinindi (İleride kendisinden Ortak veya Dayım diye bahsedeceğiz). İçinde Dedem yaklaşık 50 yıl çalıştıktan sonra 2 yıl kapalı kalmıştı, 8 yıldır da kiradaydı ve aylık kira geliri 400 liraydı. İçindeki kiracıyı içine biz zorla sokmuş ve ilk yıl hiç kira almamıştık. Aradan geçen 8 yılda 2 çocuğunu evlendirdi, borçlarını ödedi, bir ev ve bir araba satın aldı, en son devlet memuru olan damadını istifa ettirip işin başına geçirdi. Dükkanı satın almak için ortağıma teklif götürdü.
Ortak: aka dayım. “Aile ile işe girilmez, aman okumamızın anlamı yokmuş, dayısıyla danasıyla iş kurup yürüten mi var ki” demeyin. İşlerin iyi gitmemesinin nedeni ortağımın dayım olması değil. Bilakis aslında o kadar da kötü gitmemesinin nedeni belki bu. Arka plan dediğimiz zaman diliminde birisi sezonluk olarak az da olsa kar eden, diğeri ise benim hesaplarıma göre zarar eden, onun hesaplarına göre “para döndüren” iki adet dükkanı ve sezonluk olsa da aslında epey iyi para getiren üçüncü bir işi vardı (hizmet sektöründe). “Para döndüren” işe hiç girmemiş olsa diğer iki işi pekala da kendisini geçindirirdi. Dükkanın üzerindeki kendi evinde oturuyordu. Dükkanın yanında metruk halde olduğundan kullanılamayan bir dükkanı daha ve buların arkasında oldukça büyük bir arsası vardı. İlk dükkanına 250, ikinciye 300 lira kira ödüyordu. Kira alması gereken dükkan için ise hep önceden avans aldığı için düzenli kira alamıyordu. Toplamları 60000 TL eden 2 konut kredisi ödüyordu. Kredi ve Kredi kartları, elden borçlar, vergi, SGK ve diğer borçlarıyla birlikte toplam 90-100 bin lira borcu vardı. Aylık ödemeleri yaklaşık 4000 TL idi. İkinci dükkanının cirosu 10000 TL, toplam cirosu sezona göre 12-30 bin Tl arasında değişiyordu. 3 iş, kiralar vs derken dediğim gibi “borç ödemiyor”, yani borcunu azaltmıyor ancak “para döndürüyordu”. Şöyle dersem tablo daha netleşir sanırım: 17000 TL'lik borcu 8 yılda 100000 TL'ye çıkmıştı. Bu kavramı sık sık duyacaksınız, ve derinlemesine incelememi okuyacaksınız bu yazı dizisinde. Türk esnafının neden para kazanamayacağını, neden büyüyemeyeceğini, neden sorunlu bir nakit akış mantığı olduğunu göreceğiz hep birlikte. Ortağıma dönecek olursak, [benim tanıdığım] en dürüst adam olduğunu da eklemeliyim. Yalan söylemez, malzemeden çalmaz, vergi kaçırmaz. Arlıdır. Çalışanlarıyla polemiğe girmez, onları ezmez, “işçinin teri soğumadan” yevmiyesinin verilmesi gerektiğine inanır ve bunu uygular. Borç isteyemez, ya da çok zor ister. Bu yüzden de bankalarla al-ver yapar. Bugüne kadar herhangi bir borcunu (vergi ve SGK hariç) ödememişliği, veya gününü geçirmişliği yoktur. Daha fazla uzatmayayım, nasılsa ilerledikçe onu siz de tanıyacaksınız.
Reeskont Nedir Bütçe Nedir Aritmetik Ortalama Nedir Hisse Senedi Nedir Bilanço Nedir Akreditif Nedir Tahvil Nedir Broker Nedir Portföy Nedir Tutumluluk Nedir Varlık Barışı Nedir Evrim Teorisi Nedir Reyting Nedir
Arka planın son gününün, yani benim bu işletmeyi kurma fikrimin ilk kez aklıma geldiği günün dükkandaki kiracının dükkanı 30-40 bin lira karşılığında dayımdan almak istediği ve dayımın da buna temayül ettiğine dair işaretler aldığım gün olduğunu söyleyebilirim. Üstüme vazife olmadığı halde şiddetle karşı çıktığım bir fikir oldu. Evvela yılık 4800 lira kira geliri olan bir gayrimenkulün o fiyata satılmaması gerektiğini düşünüyordum. Saniyen ev, 2 dükkan, arkadaki büyük arsa ve müştemilatın tek tapusu vardı ve 100 yıllık bu ev (eski bir ermeni köşkü – ki bu bambaşka bir yazımın konusu) tapuda arsa olarak görülüyordu. Bu tek arsanın paylı ortağı olacaktı kiracı (yüzde 25) ve aralarında sözlü veya yazılı başka anlaşmalar olsa da pratikte dükkanı kullanacak ancak diğer dükkanın, evin ve arsanın hem yüzde 25 ortağı olacaktı, hem de satılmasını engelleyebilecekti. Salisen dayım düzenli bir gelirden kısa vadede bir para için vazgeçecekti ve bunun başlangıç olacağını sanmıyordum. Son olarak bir de evin bizim için manevi değeri vardı, aile dışına çıkmasını tamamen duygusal sebeplerle de istemiyordum.
Dükkanı satmaması için haber saldım. İlla birine satması gerekiyor idiyse benim talip olabileceğimi, kısa süreli maddi sıkışıklıktaysa borç verebileceğimi belirttim. Benden başka, kiracının işçisi bile “Kiracı ne veriyorsa 2 fazlasını ben veriyim, bana sat” diye ortalığa çıkması dayımın fikir değiştirmesine yetti.
“Nasıl olur acaba bu dükkanı biz işletsek” düşüncesi sanırım ilk o gün aklıma düştü. Düşünme sürecimle, etrafımla istişarelerimle ve field research’ümle devam edeceğim.
3 Yorum Var.:
iyi güzel has da insallah editor bir yerden cıkıp az sonra... işte surada.. ekonomiturk blog2 de paralıııı demez yoksa üye olmak zorunda kalıcaz gibi görünüyor:):)
Tam dergide yayinlanacak cinsten bir yazi dizisi oluyor gercekten. Dolar faiz enflasyon geyikleriyle vakit israf edeceklerine bu tur yazilarla insanlara ekonominin ne demek oldugu gosterilse cok daha fazla okuyucu cekerler ama bu tur yazi yazacak tecrubesi olan cok adam da yok...
Bir de bizim meyvecilik isine giren diger bir yazarimiz da bu tur bir yazi yazsa cok guzel olur...
Arkasını merakle bekliyoruz.
Yorum Gönder