Durum 2: Bir Yıl Vadeli Tahvil Yatırımı
Gerçi Türk insanı bu tür konulara aşinadır, parasını genellikle 30 günden fazla vadede pek tutmaz ama biz yine de bazı kişilerin farkında olmadığı bir riskten bahsedeceğiz. Paranızı uzun vadeli olarak mevduata veya tahvile bağladığınız zaman kredi riskine ek olarak faiz riski de alırsınız. Siz parayı bağladıktan sonra piyasadaki faiz oranları sabit kalmayacaktır, oynayacaktır. Eğer bir kriz çıkar da faiz oranları zıplarsa sizin paranız düşük faizden bağlı kaldığı için yükselen faizlerden faydalanamayacaksınız ve vade sonuna kadar güdük bir faiz getirisi elde etmeye devam edeceksiniz. Olur da elinizdeki tahvili piyasada bozdurmaya kalkarsanız 100 liradan aldığınız tahvilin belki de 90 liradan ancak alıcı bulduğunu göreceksiniz. Tersi durum da olabilir ve faizler düşer, buna rağmen siz ilk tahvil aldığınız zaman geçerli olan yüksek faiz oranlarından faydalanmaya devam edersiniz. Ama elde edeceğiniz getiri tahvili aldığınız zaman elde edeceğinizi düşündüğünüz getiriyi aşamayacaktır. Ekonomistler bu riske faiz veya vade riski diyorlar. Genellikle bu riski aldığınız için ve likiditenizden feragat ettiğiniz için piyasalarda vadeler uzadıkça faiz oranları da artar. Şu an Türkiye’de de böyle bir durum var. Gecelik faiz oranları %6,5 iken 1 yıllık faiz oranları bugün %8,5.
Bizim Azerbaycan’lı Rüstem diyelim ki vade riskini göze aldı ve parasını bir yıl vadeli hazine tahvillerine yatırdı. Kriz çıkmadığını ve herşeyin beklediği gibi yolunda gittiğini varsayalım. En iyi ihtimalle bir yıl sonunda eline %8,5 nominal getiri geçecektir. Hazinenin enflasyon vergisi aldığını biliyoruz, yani Rüstem’in hazineye maliyeti 8,5 eksi enflasyon oranı kadar olacaktır. Bu görünen bir vergi değil , gizli bir vergi ve çoğu kişi de ellerindeki paranın değerinin zamanla azaldığını bilse de kaybettikleri miktarın nereye gittiğini bilmezler. Enflasyondan dolayı kaybedilen satınalma gücü TL borçlananlara yani çoğunluğu hazineye gider. Bir yıl sonra da enflasyon oranının en iyi ihtimalle %6, muhtemelen de %8’e yaklaşacağını varsayarsak Rüstem’e hazinenin ödediği reel faizin %0,5 ile %2,5 arasında bir yerlerde olacağını söyleyebiliriz. Sizin yaşınız kaçtır bilmiyorum ama Türkiye çift basamaklı reel faizleri 20 yıldır ödüyordu. Nihayet riskimizin düşük olduğunu küresel krizde cümle aleme kanıtladık, kredi notumuz ardı arkasına arttırılıyor. Ödediğimiz reel faiz bir nesildir ödediğimiz en düşük seviyelere gerilemiş, neredeyse Amerika’nın ödediği cücük seviyelere düşmüş, Yiğit Bulut ise bu seviyelere razı olan üç beş tane yabancı yatırımcıyı da kovalamak için ne yapacağını bilemiyor.
Değerli dostlarım, bakınız burada örnekleme yaparak verdiğim Rüstem ufak bir yatırımcıdır, piyasalarımıza girmesi faiz oranları üzerinde bir etki yapmaz. Yiğit Bulut’un sizlerden gizlediği, söylemediği çok önemli bir finansal gerçek var. Büyük yatırımcılar büyük miktarlar kullanarak piyasalarımızdan tahvil alımı yaptıkları zaman hazinenin ödediği faiz oranları düşer, herkes daha düşük bir faize razı kalmak zorunda olur. Bu nasıl olur anlatalım. Hazine bir ihale açtığı zaman borçlanacağı miktar aşağı yukarı sabittir. Ihaleye büyük bir yatırımcı talep gösterdiği zaman artan rekabetten dolayı birileri hazineye istediği kadar borç veremeyecek (bu yerli bir yatırımcı da olabilir, diğer yabancı bir yatırımcı da). Siz ne yapardınız bu durumda? Tabii ki faiz oranlarını ufak bir miktar düşürerek diğer alıcıların önüne geçerdiniz değil mi? Böylece bu yatırımcılardan bir kısmı talep ettikleri faiz oranını bir miktar düşürerek ihalede hedefledikleri kadar kağıt alabileceklerdir. Bunun neticesinde de ihalede gerçekleşecek faiz seviyesi normalde gerçekleşeceğinin bir miktar altında olacaktır. Yani hazine yabancı bir alıcının piyasaya girmesiyle herkese daha düşük faiz ödeyecektir. Yabanci yatirimci ne kadar buyukse, faizdeki düşüş de o kadar fazla olacaktir.
İşte Yiğit Bulut’un sizlerden gizlediği gerçek budur. Eskiden faizlerin şimdikine kıyasla çok daha yüksek olmasının bir sebebi de bu idi. Piyasada sadece yerli alıcılar vardı ve rekabet düşük olduğu için hazine yüksek faiz ödemek zorunda kalıyordu. Yiğit Bulut o günlere özlem duyuyor olmalı. Yabancı alıcıların sayesinde hazinenin daha düşük faiz verdiğini ya bilmiyor ya da sizlerden gizliyor. Hangisi daha kötü bilemiyorum.
Özetleyecek olursak Yiğit Bulut piyasadaki faizlerin daha da düşmesine katkı sağlayacak yabancı alıcıları size “sıcak paracı, kan emici vampirler” olarak takdim edip kaçırmaya çalışıyor. Ayrıca geçmişte Türk lirasının değer kazandığı, doların değer kaybettiği bir dönemde yabancı yatırımcıların döviz spekülatörlerinin sırtından para kazanmasına da oldukça gocunmuş. Kendisi döviz çıkacak diye spekülasyon yapmıyorsa bundan neden gocunduğunu da anlamış değiliz. Neticede biz dışarıdan petrol ve doğalgaz gibi ekonomimizin çarklarını döndüren enerji hammaddelerini ithal etmek zorundayız. Varili $50 da olsa ithal edeceğiz $150 da olsa ithal edeceğiz. Dolar değer kaybederse en azından Araplara ve Ruslara daha az TL ödeyerek bu malları satın alacağız. Üstüne üstlük Türkiye hala dışarıya bir ton dolar borcu olan bir ülke, borç aldığımız paranın değeri düşüyorsa bundan iyi ne olabilir ki? Madem Türk lirası aşırı değerli, o zaman bastır liraları, al ucuzdan dolarları, kapat borcunu. Dünyanın başka neresinde borçlu adam borcunun değeri azalıyor diye üzülür yahu? Nedir bunun sebebi, cehalet mi, art niyet mi, saflık mı?
İşin IMF boyutunu atladığımı veya o konuyu tartışmaktan sakındığımı zannetmeyin, en güzel konuyu en sona sakladım. Türk insanının IMF konusu kadar bilgisiz ve duygusal olduğu konu çok azdır, siz de böyle biriyseniz yazının bundan sonrasını hiç okumayın, sinirleriniz bozulmasın, kurduğunuz hayal dünyası yıkılmasın, yabancılardan nefret ederek hayatınızı yaşamaya devam edin.
IMF kredilerine çok talep olmasının üç nedeni vardır. Birincisi vadeleri kaynak sıkıntısı çeken ülkelerin kendi başlarına bulabileceklerinden çok daha uzundur. İkincisi, çok büyük miktarlarda borç bulabilirsiniz. Üçüncüsü, IMF’nin sizden talep edeceği faiz oranı başka yerde bulabileceğiniz faiz oranlarından daha düşüktür. Ne kadar düşüktür söylemeden önce sizden IMF’nin uyguladığı faiz oranını tahmin etmenizi isteyeceğim.
A. Senelik faiz oranı %0 - %1,5 arasındadir
B. Senelik faiz oranı %1,5 - %3 arasındadır.
C. Senelik faiz oranı %3 - %5 arasındadır.
D. Senelik faiz oranı %5 - %7 arasındadır.
E. Senelik faiz oranı %7’den fazladır.
Cevabı bilmediğinizi biliyorum. Türkiye kendi başına dolar cinsi borçlanmaya kalksa ödeyeceği faiz oranı %3 civarında olacaktır. Bundan 6 ay önce ise bu rakam %5’lerin üzerinde idi (bahsettiğimiz 2-3 yıl vadeli dolar cinsi faizler). Ancak dış piyasalardan $20-$30 milyar borçlanmak o kadar kolay değil. Oysa IMF ile anlaşmamız durumunda ödeyeceğimiz faiz oranı sadece ve sadece %1,25 olacak. İnanamıyorsunuz bu rakama değil mi? Bankadan borçlanırken ödediğiniz aylık faizden bile daha düşük neredeyse. İşkembeden sallamıyorum bu rakamı, kaynağı burada. Yani $20 milyar borçlansak üç senede ödeyeceğimiz toplam faiz miktarı şimdiki oranlarla $750 milyon dolar olacaktır. Oysa piyasalardan borçlanmaya kalksak bu parayı, ki çok zor, üç yılda ödeyeceğimiz toplam faiz miktarı bundan 1 milyar dolar daha fazla olacaktır.
Neymiş işin doğrusu? IMF bize $1 milyar dolar para vermek istiyor. Bunun karşılığında bizden ne talep ediyor peki? Buna cevap vermeden daha önemli bir konuya değineceğim. İnsanlarımızın yabancılardan borçlanma konusunda bu kadar duygusal davranmalarının arkasında yatan neden bana kalırsa şerefli Türk devletini yabancı bankaların ve devletlerin önünde el açmış para dilenirken tasavvur etmeleridir. Yani kendilerine soruyorlar, neden biz gidip onlardan para dileniyor konumundayız da onlar bu konumda değiller. Bunun verdiği acıyı ise IMF gibi bize yardım etmeye çalışan yabancı kurumlara karşı nefret kusarak dışarı vuruyoruz.
Burada eğer bir suçlu aranıyorsa kendimizde aramalıyız. Her fırsatta hepimiz devleti öyle ya da böyle soymaya kalkışıyoruz. Politikacılarımızın, idari yöneticilerimizin altlarında yabancı arabalar eksik olmuyor. Aldığımız akılsız risklerin faturasını kendimize bir “zede” yaftası yapıştırarak devlete ödetmeye çalışıyoruz. Seçimlerden önce halkın parasını oy uğruna sokaklara döküyoruz, bunu yapan politikacıları da seçimlerde ödüllendiriyoruz. Devlette yüzbinlerce işe yaramaz memuru istihdam etmekten kaçınmıyor, çalışanlardan yeterince faydalanmıyor, daha sonra ise çok genç yaşlarda emekli ederek hepsine ortalama 30 yıl bakıyoruz. Insanların ibadetlerini düzenlemek için kurduğumuz diyanet işleri başkanlığına her sene $1 milyar dolardan fazla harcıyoruz, sonra bu kurum bünyesinde çalışan memurlar (imamlar) fazla mesai ücreti talep edince gıkımızı çıkarmıyoruz. Fındıkçılara, pamukçulara, önüne kim gelirse taban fiyatı adı altında rüşvet vererek halkın parasını peşkeş çekiyoruz. Sokağa atılan, israf edilen paraları saysam bitiremem. Neticede bunların hepsinin bir bedeli var. Bu paralar havadan gelmiyor, vergi kaçıran fırıncıdan, doktordan, serbest meslek erbabından da gelmiyor. Bu paraların bir kısmı vergi kaçıramayanların ödediği yüksek vergilerden geliyor, bir kısmını da borçlanıyoruz. 2009 yılında 60 milyar TL açık vermişiz ve bu kadar parayı fazladan borçlanmışız. Mümkün mü buna kaynak yetiştirmek? Kızacaksanız ülkenin bu duruma düşmesine neden olan kendinize, diğer seçmenlere ve politikacılara kızın. IMF’ye neden kızıyorsunuz? Adamlar gelip bizi bu saçma sapan harcamaları yapmaya mı zorluyorlar sanki? Tam aksine.
IMF ile bugüne kadar anlaşılmamasının gerçek nedenini biliyor musunuz? Bilmediğinizi biliyorum. Ben söyleyeyim. IMF Türkiye’den iki şey istiyor: birincisi bu gereksiz israfların kısılmasını, ikincisi vergi gelirlerinin vergi kaçıranların durdurulmasıyla ve kayıtdışının kökünün kazılmasıyla arttırılmasını istiyor. Hükümetin de bu konuda politik davranacağını bildiği için de vergi idaresinin özelleştirilmesi vasıtasıyla vergi toplamada daha verimli olunacağını belirtiyor. Hükümetin de direndiği nokta burası. Bunu yapmamız için de bize düşük faiz şeklinde $1 milyar dolar para veriyorlar. Bizim bunları IMF istemese dahi yapmamız lazım değerli dostlarım. Adamlar bizim zararımıza olacak bir şeyi istemiyorlar. Siz ekonomiden anlamadığınız için IMF’ye şüpheyle yaklaşıyorsunuz, bunu anlayışla karşılıyorum. Peki Yiğit Bulut? Onun mazereti nedir?
5 Yorum Var.:
Cok cok guzel bir yazi! Yazinin basliginda aslinda alay falan yok. Yigit Bulut ulkesini gercekten hic sevmiyor. Ulkenin tepesine coreklenmis, koselerini tutmus, kendisi gibi insanlari seviyor. Bu insanlar, islerine karisan herkesten (ornegin IMF) nefret ediyor.
IMF ile bugüne kadar anlaşılmamasının gerçek nedenini biliyor musunuz? Bilmediğinizi biliyorum. Ben söyleyeyim. IMF Türkiye’den iki şey istiyor: birincisi bu gereksiz israfların kısılmasını, ikincisi vergi gelirlerinin vergi kaçıranların durdurulmasıyla ve kayıtdışının kökünün kazılmasıyla arttırılmasını istiyor.
İMF'nin üçüncü bir isteği siyasi olabilir mi?
Dün CHP milletvekili Faik ÖZTRAK bir kanalda şöyle dedi:"Başbakakan'ın ABD gezisinden
sonra İMF anlaşmasına yönelik, yetkili ağızlardan daha çok olumlu haberler gelmeye başladı. Bunuda bekleyip göreceğiz"
Yiğit Bulut kendini ekonomist olarak görüyor Yiğit Bulut ile Ekonomix yada Dr. İnan Doğan veya Orhan Karaca arasında kimin daha iyi ekonomist olduklarının sorgusu yapılsa Tabiki en kötü ekonomist olarak Yiğit Bulut seçilir.
Fakat toplumun bakış açısını en iyi gözlemleyen ve en iyi albeniyi sağlayan ekonomist kim derseniz bu sorunun cevabı tabiki Yiğit Bulut çünkü taban dediğimiz toplumun çekirdek katmanlarına iyi empoze yüklüyor. Toplum cahilliğini fakirliğini veya caresizliğini kendinde değil diger nedenlerde aradığı için bu ülkede kim digerlerine saldırırsa o pastayı kapar.
Siz neden Deniz Baykal'ın Tekel işçisine veya Ergenekon davasına sahiplendiğini düşünüyorsunuz. Burada Deniz Baykal mesela diger taraflara vuracağına diger tarafta kaldığı için zaten bu ülkede en başarısız siyasetci olarak taban onu muhalefete itmiş.
Şimdi bilgisi diger ismini saydığım ekonomistlerin içinde en kıt olan ekonomist olmasına rağmen halkın begenisini sağlamakta büyük başarı bence isterseniz genel seçimlere bağımsız aday olarak katılın en cok oyu kim alacak bu yüzden değilmi ülkede çapsız cuvalsız siyasetcilerin neden türediği sorusunun cevabı bu
çok güzel bir yazı olmuş. yiğit bulut' un kesin okuması gereken bir yazı.
acaba tüfe endeksli tahvilleride anlatabilirmisiniz?
Yorum Gönder