Ben yine basitleştirilmiş bir masal ile konuya bir kıyısından gireceğim. Önce bir ekonomi (ekonomi nedir?) düşünelim. İnsanlar burada balık tutarak geçimlerini sağlıyor olsun. Bu ekonomide eğer herkesin elinde ortalama olarak aynı imkanlar varsa, balık tutma işine en fazla vakit ayıranın, kazandığı birikim, ustalık, tecrübenin de katkısı ile daha az çalışan insanlara göre daha fazla balık tutacağını, dolayısı ile daha zengin olacağını kestirmek zor değil. Bu ekonomide sağlıklı işleyen bir ödül ceza sisteminden bahsedebiliriz.
Bir de geçim kaynağının define avcılığı olduğu başka bir ekonomi düşünelim. Burada da tecrübenin, çok çalışmanın, ustalığın kısmi etkisinden bahsedebiliriz. Ama burada zenginlik, daha çok toprak kazma ile değil, daha çok şans ile belirlenecektir. Siz herkesten fazla çalışıyor olabilirsiniz, ama şansınız yaver gitmezse, bu çalışmanızın karşılığını (ödülünü) hiç bir zaman alamayabilirsiniz de. Buna karşılık “şanslı” kişi, hayatında tek bir kez toprak kazıp, bulduğu define ile hayatının geri kalan kısmını hiç çalışmadan “zengin” bir kişi olarak geçirebilir.
Iflas Nedir Borsa Nedir Hisse Senedi Nedir Risk Nedir Libor Nedir Ikame Etkisi Nedir
İkinci ekonomideki bir yoksulun “talihsiz” olduğunu, makus kaderini yenemediğini, şansının yaver gitmediğini iddia edebiliriz. Ancak ilk ekonomide yoksul kalmış bir kişinin “şanssız” olduğunu aynı tutarlılıkla iddia edebilmek zordur. Daha az çalıştığı için yoksul kalmış bir kişi ikinci ekonomide çok çalıştığı halde define bulamadığı için yoksul kalmış kişi ile karşılaştırılamaz. Aksine bu kişi ya yeterince çalışmıyor (dolayısıyla yeterince kazanamıyor), ya da kazandığından fazla harcıyor, ayağını yorganına göre uzatmıyordur. Burada isteyerek, bilerek yapılan bir tercih söz konusudur. Her insan da sonuçlarına razı olmak kaydıyla tercihlerinde özgürdür.
Türkiye özelinde yoksulluk temelinde yapılan tartışmalar, Türk ekonomisini yukarıdaki iki örnekten hangisine yakın gördüğünüzle yakından alakalı. Ekonomiyi algılamanız da sizin kendi dünya görüşünüz çerçevesinde şekillenecektir. Sorduğumuz soru: Türk ekonomisini yukarıdaki iki tip ekonomiden hangisine yakın buluyorsunuz? Define avcılarının hakim olduğu, sadece “şanslı” kişilerin “yırttığı” bir ortam mıdır, yoksa herkesin karşısındaki bir takım seçenekler, fırsatlar arasından tercih yapabildiği bir ekonomi midir? Burada benim fikrim herkesin karşısında (eşit-aynı olmasa da) belirli seçenekler, fırsatlar olduğu, buna dayalı olarak da herkesin özgürce bir takım tercihlerde bulunduğunu düşünüyorum. Yani balık tutulan ekonomiye daha yakın görüyorum. Tamam, yüzde yüz örtüşme söz konusu değil, ama define avcılığının da bir hayli uzağında. (Siz tam tersi düşünebilirsiniz)
Örneğin, bugün Türkiye’de çalışabilir durumdaki (15 yaş üstü) yaklaşık 50 milyon kişiden sadece yarısı çalışmak istiyor. Kabaca 25 milyon kişi şu ya da bu nedenle çalışmak istemiyor. Dikkat edin, iş bulamıyor demedim. Bu kişiler, çalışmak isteseler ama iş bulamasalar “işsiz” sayılacaklar. Sanıldığının aksine asıl sorun, “işsizlik” sorunu da değil. Bu yirmi beş milyon kişinin arasında ancak çok az bir kısmı iş bulmaktan umudunu kesmiş olduğu için iş aramıyor. Daha önce bu konuyu yazmıştık. Çeşitli bahanelerle çalışmak istememek, şu ya da bu şekilde başkalarının üzerinden geçinmek gibi bir tercihte bulunan yaklaşık yirmi beş milyon insan var. Nüfusunun yarısının çalışmadan başkalarının sırtından geçinmeye karar verdiği bir toplumda yoksulluk tartışması yapmayı mantıklı buluyor musunuz?
Başka bir soru daha sorayım: Asgari ücret düzeyinde gelir sahibi olup 3-5 çocuk yapan, üstüne üstlük de İstanbul’da yaşamakta ısrar eden, sonuçta da devletten yardım bekleyen kişilerin “talihsiz” olduklarını mı düşünüyorsunuz? Yoksa yanlış tercih yaptıklarını mı? Bu ailenin beşinci çocuğu olarak doğmuş bir kişiyi doğuştan şanssız olarak görebilirsiniz, o ayrı. Bu kendi tercihi değildir. Ancak şefkat gösterip bu aileyi yardımlara boğarsanız, en büyük adaletsizliği yapmış, herkesi bu şekilde davranmaya teşvik etmiş olursunuz. Şayet bu anne-baba yaptığı yanlış tercihin cezasını çekmezse, altıncıyı da yaparlar, yedinciyi de.
Gelelim beşinci çocuk olarak doğan şanssız kişiye. Ne kadar zor, kısıtlı şartlar altında doğmuş, büyümüş olursa olsun, bugün Türkiye’de yetişkin düzeye gelmiş her insanın karşısında sınırsız seçenek olduğunu, bu kişilerin de yoksulluğu yahut zenginliği, kendi tercihleri ile belirlediğini düşünüyorum. Yanlış anlaşılmasın, sıkıntısını yok sayıp, bir eli yağda bir eli balda demiyorum. Ama kim hayatta hiç bir zorlukla karşılaşmamıştır ki? Doğa (Tanrı da diyebilirsiniz) insanın karşısına zorluklar çıkardığı kadar fırsatlar da sunmaktadır. Gelecekteki hayatınız, Tanrının ya da doğanın iradesine değil, yoksul bir ailenin beşinci çocuğu olarak da doğsanız, sizin kendi tercihlerinize bağlıdır. Doğuştan 5-0 mağlup başlayabilirsiniz hayata. Ama 5-5 yapmak, hatta 6-5 öne geçmek sizin kendi elinizde.
Yazı uzadı, sadede gelelim. Eğer insanlar isteyerek yoksulluğu tercih ediyorlarsa bunda yoksulluğu tercih etmeyenlerin bir suçu yoktur. Yani fakirliğin nedeni bazı insanların fazla çalışması, yani fazla kazanarak, yahut zeki davranarak, zengin olması değildir. Tam aksine, fakirliğin nedeni fakirlerdir. Fakirlik ve yoksulluk da bir kader değil, tercih meselesidir.
Sizin fikriniz, bunun tam tersi olabilir. Türk ekonomisinin tam anlamı ile define avcılığı ile örtüştürebilir, yoksul kişileri kurban, talihsiz, şanssız görebilirsiniz. Bu durumda ekonomiyi, define avcılığından kurtarıp, nasıl daha adil bir rekabet ortamına dönüştüreceğimiz sorusuna cevap aramanız gerekiyor. Yoksulluğu teşvik edici politikalarla yoksulluğa çözüm bulamazsınız.
5 Yorum Var.:
Merhaba,
yoksulluk ile ilgili degil ama diger katkisi olan arkadaslara da yondendirirseniz. Bir sorum olacakti. Dunyada Merkez bankalari ve hazineler arasindaki iliski ne kadar bagimsizdir? ya da ne kadar bagimsiz olmalidir? cunki fiyat istikrari ile maliyetleri azaltmanin celistigi yerler var..Turkiye'de henuz tam bagimsiz MB yok..peki dunyada MB'lari tam bagimsiz mi acaba? bu konuda Amerika icin ne soyleyebiliriz? onlardaki sistem nedir?
Merhaba,
yoksulluk ile ilgili degil ama diger katkisi olan arkadaslara da yondendirirseniz. Bir sorum olacakti. Dunyada Merkez bankalari ve hazineler arasindaki iliski ne kadar bagimsizdir? ya da ne kadar bagimsiz olmalidir? cunki fiyat istikrari ile maliyetleri azaltmanin celistigi yerler var..Turkiye'de henuz tam bagimsiz MB yok..peki dunyada MB'lari tam bagimsiz mi acaba? bu konuda Amerika icin ne soyleyebiliriz? onlardaki sistem nedir?
Pes billah! Robinson Crusoe ekonomisinden hareketle, fakirligin nedeninin fakirlik oldugunu cikarmissiniz. Cocuklu aile ornegi cok talihsiz bir ornek olmus. Ailenin sucunu cocuga yuklemissiniz. Eger herkes esit kosullarda rekabete dahil olsaydi, insanlarin fakir olmalari belki onlara yuklenebilirdi. Yaziyi okuyunca aklima Friedrich Hayek'in dedikleri geldi. Merhum da bunlara benzer seyler soylerdi.
Sayın bliyaal,
Yazıda da belirttim. Siz tam tersi düşünebilirsiniz. Tekrar ediyorum, ben herkesin karşısında eşit olmasa bile bir sürü fırsatın var olduğunu düşünüyorum Türkiye'de. İnsanların fazla çocuk yapmaları da kendi tercihleridir diye düşünüyorum. Başkasının suçu değil. Fazla çocuk yapmak ile yoksulluk arasındaki ilişkiyi göremiyorsanız boşuna tartışmayalım.
Ama dediğim gibi, siz ekonomiyi define avcılığına daha yakın bulanlardan olabilirsiniz. Bu durumda herkesi "eşit" koşullar altında rekabete dahil etmek için nasıl bir çözüm öngörürdünüz? Sakın bana "toprak altına gizlice bol bol hazine gömerdim ki herkesin bulma şansı eşit olsun" gibi bir çözüm ileri sürmeyin.
Sevgiyle,
Baris
3 küsur yıllık bir yazıya yorum yazmak biraz garip ama ilk ekonomideki 5. çocuğun önündeki fırsatlara bir örnek vermek isterim. 5. çocuk ilkokuldan sonra okumaz, mendil satar, biraz dilenir. Birkaç uyduruk işte çalışır, sonra askere gidip gelir, gelince hemen evlenip devlet arazisine bir gecekondu diker. Çocuk yapmaya başlar. 6-7 yapıncaya kadar İstanbul'da dağ başındaki devlet arazisi merkezi yerde kalır. Yıkıma gelen ekiplere taş,kiremit atıp, damda en küçük çocuğunu kesmeye kalkar. Ev yıkılmaz, birkaç sene sonra belediye seçimlerde tapu dağıtır. Bir dönem sonra yine yıkım yapmaya gelenlere aynı şeyler yapılır, baktı belediye yıkamıyor, para ile almaya kalkar. 2 trilyonu bayılıp devlet arazisini geri alır. Yoksul ailenin 5. şanssız çocuğu olan adam da senelerce çalışan adamdan 10 kat fazla parası ile huzur içinde yaşar...
Günümüzden bir örnek olduğu için verdim. Bunun gerçekçi olmadığını söyleyecek kimse yoktur sanırım.
Yorum Gönder