Hayır, konum futbol değil. Çünkü bu komedi sadece spor sayfalarına özgü bir durum değil. Mayıs başından beri aynı gazetelerimizin ekonomi sayfalarını karıştırırsanız, anlı şanlı çok bilmiş profesörlerimizin, ekonomistlerimizin, köşe tutmuş yazarların ne dediklerine göz atarsanız benzer bir listeyi yapmanız mümkün. Peki bu sadece kötü bir rastlantı mı? Kesinlikle değil. “Aşağı mahallede bir yalan uydurdum, yukarı mahallede başkasından duydum ben de inandım” misali, ekonomik kriz senaryoları üretenler, böyle dalgalı kur mu olur diye soranlar (evet böyle dalga olmaz, dalga dediğin ip gibi dümdüz olur, di mi?), perde gerisinden kıs kıs gülenler, bozuk plak misali ‘ben dememiş miydim’ papağanları, yüksek faizle talep balonu yaratanlar, aylardır kurlar yükselsin diye faiz indirilmesini savunup da kurlar da faizler de yukarı gidince pişmiş kelle gibi sırıtanlar, Merkez Bankası’na akıl hocalığına soyunanlar, yok AB meselesi, yok Kıbrıs sorunu, yok türban, yok laiklik, yok Merkez Bankası başkanı ataması, yok erken seçim, yok Danıştay saldırısı, yok Mehmet Ali Erbil’in pipi felaketi, yok devenin pabucu....
Eskilerin deyişiyle: Edep Ya Hu!
Ezberler bozulacak ama biraz geriye gidelim. Ezber nedir? Türkiye ekonomisi 1994 ve 2001 yıllarında iki ciddi krize girmiştir. Peki mesela 1999 yılında ne olmuştur? 1999’da Türkiye ekonomisi yüzde 6.1 oranında küçülmüş, kamu dengesi GSMH’nın yüzde 25’i kadar açık vermiş (faiz dışı fazla diye bir şey yok, faiz dışı açık yüzde 2), enflasyon yüzde 69, hazine faizi yüzde 105, cari açık yüzde 1 civarı, kamu net borç oranı yüzde 45’den yüzde 62’ye zıplamış. Peki 1999’da kriz var mıdır. Hayır, yoktur. Neden? Çünkü dolar 1 Ocak 1999’da 313,475 TL imiş, 31 Aralık 1999’da 541,400 TL olmuş. Yani dolar, yüzde 73 oranında, yani enflasyon oranının biraz üzerinde değer kazanmış (nominal bazda). Bütün yıl genelinde de öyle dikkat çekici bir zıplama falan olmamış. Dolayısı ile kriz falan yok. 1999 deprem yılıdır, kriz yılı değil. 1994 ve 2001’de ise ekonominin diğer değişkenlerinin yanında döviz kurunda ani zıplama yaşanmış. Yani kriz kelimesi bizde dolar kuru ile doğrudan ilişkilendirilmiştir. Dolayısı ile Mayıs başından beri yaşadığımız türbülans kriz midir diye sorarsanız cevabımız hazırdır. Başka hiç bir değişkene bakmaya gerek yok, dolar 1.3’den 1.8’e kadar hızlı bir şekilde geldiğine göre yaşananlar tabi ki bir krizdir. Ne diyelim? Hayırlı krizler beyler!
Hisse Yorumları Marjinal Nedir Fiyat Kazanç Oranı Nedir? Fraktal Nedir Borsa Nasıl Oynanır
Kusura bakmayın ama seksen yaşındaki ninem “dolar bugün ne oldu” diye soruyorsa, bu milletçe döviz spekülatörü olduğumuzun resmidir. Tanrı sonumuzu hayreylesin!
Evet, yaşananlar bir krizdir. Yaşananlar, bilgisizliğin, cehaletin, döviz fetişizminin, (bazen kasıtlı bazen bilgisizlik sonucu) yalan-yanlış haber yazmaktan bıkmayan, utanmayan, Goebbels’e rahmet okutan güdümlü medyamızın krizidir.
Hatırlayalım: Bu ülke Dünya şampiyonu olmuş Brezilya’dan Fenerbahçe’nin başına teknik direktör getirip de (1994-1995: Parreira) ona soyunma odasında sigara kağıdı arkasında takım tertibi uzatan Ali Şen’lerin ülkesidir. Adamcağız Fener’i şampiyon yaptıktan sonra sessiz sedasız giderken bunu pek izlenmeyen HBB kanalındaki röportajında söylemişti de ekran karşısında benim yüzüm kızarmıştı mahcubiyetten. (Hiddink’i de sopayla kovalamıştık ama o bir kaç yıl daha önce.)
Şimdi, Engin Ardıç gibi herkese saldırmayalım da, yazıya biraz içerik katalım:
1- Öncelikle altını (altın yorumları) çizmemiz gereken şey bugün piyasalarda olanlar hakkında en geniş bilgi birikiminin, veri setinin Merkez Bankası’nın elinde olduğudur. Normal bir ülkede ipini koparan herkes Merkez Bankası şunu yapmalı, bunu da şöyle yapmalı ama şunu da şu saatte yapmalı gibi akıl hocalığı yapacağına, Merkez Bankası’nın ne yaptığını anlamaya çalışır, MB şunu yapabilir, satır arasında şunu demek istedi, tarzı bir yaklaşım içinde olur. Bütün dünyada merkez bankacılar ketum insanlardır. Ne dediklerini anlamak zordur. Hep anlatılır, kendisine “sizi çok iyi anladım” diyen kongre üyesine Greenspan “demek ki yanlış ifade etmişim” diye karşılık verir. Merkez Bankasının ne yaptığını anlamak uzmanlık ister, bilgi birikimi ister, emek ister, en azından üzerinde kafa patlatmak gerekir. Ama Türkiye’de herkes Fenerbahçe teknik direktörü olduğu gibi herkes aynı zamanda Merkez Bankası başkanıdır. Her şeyi daha iyi bilmektedir. Yani kısacası, bu ülkede bilginin, birikimin, uzmanlığın bir değeri yoktur. Herkesin her konuda ötmeye, atıp tutmaya hakkı vardır, hesap verme sorumluluğu yoktur.
2-Türkiye’de Merkez Bankası bağımsızlığının, politikalardaki şeffaflığın, hesap verilebilirliğin anlamı nedir? Türkiye’de Merkez Bankası bağımsızlığı, MB başkanının evinin önündeki ayakkabılarla ve karısının neresini ne kadar örttüğü ile ölçülür. (Laf aramızda, ben de şirketimin başına adam ararken karısının oral seks performansını soruyorum, çünkü evinde tam tatmin olamamış bir insan iş hayatında asla başarılı olamaz.) Merkez Bankası gerek web sitesinden, gerekse basın duyurularıyla sürekli bilgilendirme yapar, veri yayınlar, bilançosu günlük bazda izlenebilir ama kim uğraşacak bunlarla? Sayfalarca açıklama yayınlıyorlar okumak uzun iş. Hem kim okuyor ki? Salla gitsin, sayfayı doldur. Yazdığının doğru olmasının ne önemi var. Nasıl olsa halk kerizdir, ne verirsen yer. Merkez Bankası neredeyse her duyurusunda “döviz kurunun nereye gittiği umurumda değil, benim işim enflasyonla” der, ama boş ver, dolar yukarı gittiyse MB işi bilmiyordur. Herkes bilir ki faiz kararları en az 6-9 ay içinde etkisini gösterir, boşversene sen, iki haftada manşet yaparsın Merkez’in faiz artırımı işe yaramadı diye. Vatan gazetesi utanmadan manşet atmış “Durmuş doları durduramıyor” diye. Altında da “yüzde 30 devalüasyon” başlığı var ama bunun komikliği çok yazıldı çizildi değinmeye gerek yok. Ronaldinho da Fener’de di mi?
3-Artık resim iyice berraklaşmaya başladı ki, bu türbülansın Türkiye’de olanlarla hiç bir alakası yok. Yeni Zelanda’dan Brezilya’ya, Güney Afrika’dan Rusya’ya herkes aynı potanın içinde. Amerika’da enflasyon yüzde 4.2 olmuş, Türkiye’de yüzde 5’lik hedefin tutup tutmayacağı kimin umurunda? Japonya yıllarca yüzde sıfır ile para verirken şimdi faiz artıracak, Türkiye’de stopaj kalkmış ne önemi var? Tekrar edelim. Türkiye’de finansal piyasalar hala çok sığdır. Global denizde bir damladır. Ne hükümet, ne MB başkanı Yılmaz bu türbülansa karşı bir şey yapamaz. Yapmasını beklemek, yabancı çıkışları engellenemiyor diye feryat figan ağlamak cehalet değilse aptallıktır. Bu arada Salih Neftçi dahil kimsenin ben demiştim deme hakkı yoktur. Global risk algılaması ve likidite koşulları hakkında herkes bir şeyler söylüyordu ama kimse zamanlama veremedi, kimse bu büyüklükte bir türbülans öngöremedi. Geçiniz hepsini bir kalem!
4- Peki şimdi ne olacak? Şu anda uluslararası piyasalarda ne olacağını belki Tanrı bile bilmiyor. Dolayısıyla burada kehanet vahiy yoluyla bile mümkün değil. Peki Türkiye’de ne olacak? Global piyasalar durulana kadar, Türk piyasalarında gerginlik sürecek. Ne güzel açıkladım değil mi? Ben bile beğendim. Efendim, Türkiye’nin son 4-5 yılda yakaladığı trendi göremeyenler, yapısal değişimi ıskalayıp her şeyi sıcak paraya bağlayanların “çok kötü şeyler olacak” demelerinden doğal bir şey yoktur. Tekrar edelim: Aslolan bütçe davranışıdır. Bütçede disiplin sürerse, kamunun ekonomideki baskınlığı azalmaya devam ederse (özelleştirmeler), piyasa koşulları yerli yerine oturmaya devam ederse (yapısal reformlar) bırakın sıcak para istediği gibi girsin istediği gibi çıksın. Türkiye’den ne kadar sıcak para çıktığı umurumda bile değil. Efendim dolar kuru 2002 seviyelerine geri dönmüş. E napalım, madem 2002 seviyelerine meraklısınız bir de o günlerde euro-dolar paritesi nerelerdeymiş bir de onu söyleyin bakalım! Bir zahmet ona da biraz kriz yorumu şeeettirseniz, nasıl olur? Elalem (Dexia, NBG, Lukoil, TuranAlem) Türkiye’ye yatırım yapmaya geliyor, onlar aptal bir tek siz akıllısınız? Ronaldinho da Fener’de di mi?
5-Körlük ayrıdır, görme bozukluğu ayrıdır. Kör olan birisinin miyop (yakını görememe) ya da hipermetrop (uzağı görememe) olma durumu yoktur. Dolayısıyla bir kaç sağlam kalem dışında Türk medyası körelmiştir. Ne yakını ne uzağı hiç bir şeyi görememektedir. Şimdi biz yakına bakarsak: Haziran ayında piyasa beklentilerinin üzerinde bir enflasyon, Temmuz ayında ise piyasa beklentilerinin altında bir enflasyon oranı bizi şaşırtmayacak. Ağustos’tan sonra Merkez Bankası enflasyonun düşeceğini öngörüyor. Bakalım bugünkü (Pazar) toplantıdan nasıl bir görüntü çıkacak. Ama daha önemlisi bu ay sonunda birinci çeyrek GSMH büyümesi açıklanacak. İkinci çeyrek ise Eylül sonunda. İlk çeyrek büyümesi ne kadar yüksek çıkarsa çıksın, bu kötümserlikte pozitif etki yaratmayacak gibi görünüyor. Ama Eylül’de açıklanacak rakama dikkat edin derim. Enflasyon da beklendiği gibi düşüş trendine girerse pozitif sürprizler hiç de az olasılık değil. Enflasyonda yıl sonu tek basamak olacak, muhtemelen yüzde 7’lerin hafif üzerinde. Büyüme konusunda hala hedefin üstünde bir rakam bekliyorum. Eh, çeyrekler bazında yüzde 10’lar civarında büyüme trendine girmiş bir ekonomiden yılın ikinci yarısında yüzde 3-4’lere ineceğiz. Bu enflasyonun düşüşü açısından olumlu. Yıllık büyümeyi de 5.5-6 civarında bir yere çekecek. O meşhur “iç talep balonu(!)” da patlamış olacak. Allah bütçemize zeval vermesin.
6-Son olarak, yanlış bilmiyorsam transfer dönemi 1 Eylül'de sona erecek. O tarihte Fenerbahçe’nin aldığı yabancılar da kesinleşmiş olacak. Hep beraber göreceğiz, kimler gelmiş, kimler gitmiş. Ama bunun piyasalar üzerinde etkisi olacağını sanmıyorum. Medya ahlakı mı? Geçiniz efendim bir kalem....
0 Yorum Var.:
Yorum Gönder