Makro Iktisat Sorulari - II

Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Önce kaale alınabilecek okuyucu şikayetlerine değinelim. İki konuda itiraz ve sitem gelmiş. Birincisi kullanılan üslup çok ağır ve ölçüsüz bulunmuş. İkincisi de matematiğe yapılan aşırı vurgu nedeni ile edebiyatı küçümsüyorsunuz demişler. Ne diyorsunuz?

Öncelikle üslup konusunda kimse kusura bakmasın. Ortaya konulan diz boyu cehalet karşısında insanın sinir sistemlerinin ayağa kalkmaması mümkün değil. Hasbel-kader opinion-maker pozisyonunda yer kaplayan insanlar “kamu finansmanı yine vergilerle mi yapılacak” yahut “Enflasyon artar ama fiyatlar artmaz” gibi zırvaları söylemekten utanmıyorsa, bizim ölçüyü kaçırdığımız nasıl iddia edilebilir? Matematik konusunda ise, bizim vurgumuz analiz fukaralığının nedenlerini açıklamak içindi. Matematikten anlamayanlar edebiyatı çok iyi yapar gibi bir iddiamız yok. Aksine, “matematikten anlamıyorsunuz bari kompozisyonu becerin” gibi bir sitemdi. Ancak ne yazık ki cehalet, ve özellikle kasıtlı/bilinçli cehalet o kadar yaygın ki bu konuda da sınıfta kalıyoruz. Bilemediğini bilmeyen kimseye bir şey öğretemezsiniz. Bu kişilerden uzak durmak gerek. Sonra, bir paragrafta 10 kez arttı kelimesi geçip, bir kez azaldı kelimesi geçiyor ve başlıkta, sırf negatif olduğu için, bu azalma kelimesi ön plana çıkartılıyorsa, kusura bakmayın, matematiği edebiyatı bırakın, ben burada art niyet ararım. Bizim burada yapmaya çalıştığımız bilginin ve analizin önemini vurgulamak, değerinin altını (bkz. altın yorumları) çizmek. Cehaletle savaş bu açıdan önemlidir. Tutarlı yorum için, bilgi donanımı ve analiz gücü şarttır. Maalesef Türkiye’miz bilgisi olmadan fikri olan insanlarla dolu, ve ulusça analiz fakiriyiz. Bilgi dediğiniz şey gökten vahiy olarak inmez. Çaba gerektirir. Aynı şey analiz için de gerekli. Bunun için matematiğe ve kitap okumaya vurgu yapıyoruz. Bunun için kitap okumayan kişilerin gazete okuması yasaklanmalı gibi son derece faşizan bir yöntem dile getirebiliyoruz.

Geçen röportajda kaldığımız yere geri dönelim. Cari açık meselesine bayılıyoruz. Sizse enflasyonu en önemli sorun olarak gördüğünüzü ısrarla belirttiniz. Cari açık sorunu daha önemli bir sorun değil mi?

Cari açık sorununu sürekli dile getirenlerin açıklaması gereken durum, bu cari açığın gökten zembille inmediğidir. Dolayısıyla, daha önce bu sitede de dile getirildi, cari açık bir sonuçtur. Tekrara girmeden bir benzetme yapalım. Türkiye’nin cari açığı en önemli sorun olarak görmesi Fenerbahçe’nin yenilen gollerin faturasını Kerim’e çıkarmasına benziyor. Fenerbahçe’de, aslında diğer takımlarımızda da, asıl sorun, mücadele eden bir orta saha ve forvet nosyonunun olmaması, oyunun tek tarafını yarım yamalak oynayan oyuncuların “yıldız” kategorisinde değerlendirilip (örnek: Alex, Tümer, Tuncay, Kezman, Deivid), fizik gücü sağlam takımlar karşısında tuş olmasıdır. Orta saha ve forvetteki bu fiziki direnç sorununa çözüm bulunmadıkça Fener defansında ister Kerim, Can oynasın (aslında ikisi de takım içindeki alternatiflerinden daha iyi), isterse Önder, Lugana, Edu hatta Roberto Carlos oynasın Fener bol gol yemeye devam edecektir. Sorun defans kurgusu sorunu değil, yapısal bir sorundur. Cari açık da bunun gibi ekonomideki yapısal bir durumun sonucudur.

Nedir bu yapısal durum?

Yapısal durum şudur. Çok kaba bir varsayımla ekonomide üretilen ve tüketilen iki tür mal olduğunu düşünelim. Örneğin ekmek ve su. Ülkede bir kısım insanlar ekmek, diğerleri de su üretiyor olsun. Şayet diğer ekonomilerde de aynı ürünler üretiliyorsa dışarıdan ekmek veya su alma ihtiyacı içinde olmazsınız. İyice basitleştirelim. İki ekonomide aynı sayıda insan aynı miktarda ekmek ve aynı miktarda su üretiyor olsun. Toplam arz ve toplam talep birbirine eşit olacağı için iki ekonominin birbiri ile ticaret yapmasının bir önemi, ya da avantajı yoktur. Ama örneğin, bir ekonomide içeride su kaynakları kıt olsun, veya hiç olmasın. Bu ekonomideki insanlar dışarıdan su ithal etmek zorundadırlar. Bunu da suyun karşılığında ekmek vererek yapabilirler. Bu da ihtiyacından daha fazla ekmek üretmekle mümkün olur. Veya bir ekonomide bir insan günde iki ekmek üretiyor, diğer ekonomideki bir insan günde dört ekmek üretiyor olsun. Bu durumda dengesizlik ortaya çıkacaktır. İkinci ekonomideki insanlar daha fazla ekmek üretecek Gayri Safi Milli Ekmek Üretimi ve gelirleri artacak, veya ilk ekonomideki insanlardan daha fazla dinlenme zamanına sahip olacakları için daha mutlu olacaklardır. Bu durumda ikinci ekonomideki insanlar ilk ekonomideki insanlara göre daha iyi durumdadır, çünkü daha verimlidirler. Bu durumda birinci ekonomideki insanlar verimliliği artırmak zorunda kalacaklar, eğer bunu yapamazlarsa ithal ekmek daha ucuz olacağı için, kendileri daha pahalı ekmek üretmek yerine dışarıdan ekmek ithalat edeceklerdir. Dikkat ederseniz, her iki ekonomide aynı para birimi kullanıldığı için ortada döviz kuru ile ilgili bir problem yoktur. Problem, bir ekonomideki insanların daha verimli olmasının ortaya çıkardığı dengesizlik durumudur.

Devalüasyon Nedir    Verimlilik Nedir    Altın Yorumları    Hedge Fon Nedir    Resesyon Nedir    Nükleer Santraller

Toparlarsak, ihracat ithalat yapabilmek için yapılır. İthalat yapmayacak olsaydık ihracat yapmamıza gerek kalmazdı. İthalat ise ya içeride var olmayan ürünleri tüketmek için, yahut da içeride üretim olsa da daha ucuza tüketmek, yahut aynı fiyata daha kalitelisini tüketmek için yapılır. Bunların hiçbirisi de kötü şeyler değildir. Örneğin, madem bilgisayar üretemiyoruz, bilgisayar ithal etmeyelim, kuru üzüm ve pamukla idare ederiz demek aptalcadır, salaklıktır. Türkiye’de petrol yok, petrol ithal etmeyelim diyemeyiz. Veya aman Türkiye’de bir iki üretici ayakta kalsın diye tüketicileri aynı fiyata daha kötü, daha kalitesiz araçlara mahkum etmek eziyettir. Bu normal şartlarda verimlilik artışına yöneltebilecek olan şartları suni tedbirlerle yumuşatmak ve geçici bir refah sağlamaktır. Türkiye’de uzun dönem boyunca yapılan budur. Bu da uzun dönemde bize fakirleşme olarak geri dönmüştür.

Ama Türkiye’de durum bu şekilde algılanmıyor? Cari açık etrafında yapılmayan spekülasyon yok. Nedir bunun sebebi?

Bunu daha önce de belirttim. Türkiye’nin temel sorunlarından biri, bu topraklar üzerinde yaşamış olan dinozor ve fosillerin başka yerlerdeki gibi petrole dönüşmemesi, onun yerine gazetelerde birer köşe ve televizyonlarda birer koltuk kaparak ekonomi yorumculuğu yapıyor olmasıdır. Bununla şunu kastediyorum. Türkiye 70’li yıllarda yaşadığı olumsuz tecrübeleri, ve DPT önderliğinde uygulanan devletçi politikaların sonuçlarını iyi analiz edemedi. Dolayısıyla da basında bulunan çoğu organik olarak olmasa bile anlayış olarak DPT-kökenli ekonomi yorumcuları 1980’den sonra Türkiye’deki ve Dünya’daki değişimleri algılayamadı. Buna bir de bilinçli ve kasıtlı cehaleti ekleyin. Hala 80 öncesinin karabasan ve kabusları ile günümüz politikalarını yorumlamaya kalkarsanız sonuç bu olur. “70 cent’e muhtaç” deyimi ile özetlenebilecek bu karabasanlar, bir gün döviz bitecek, petrol alamayacağız, ithalat yapamayacağız, devlet borç bulamayacak, vs vs... şeklinde yankı bulur. Felaket bizim ülkemizde daha fazla müşteri bulduğu için de satar.

Korkunun en büyük nedeni cehalettir. İnsan bilmediğinden korkar. DPT’nin Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülüklerden biri bu cehalet üzerinde tesis ettiği güdük anlayıştır. İthal ikameci sistemin ve planlama stratejilerinin Türkiye’deki en büyük sorunu da bu olmuştur. Halbuki bugün ne dünya 1980’lerdeki dünya, ne Türkiye 1980’lerin başındaki Türkiye.
(Devam edecek)

4 Yorum Var.:

Adsız dedi ki...

Zevkle okudum. Bu tür aydinlatici yazilari gazetelerde bulmak pek mümkün olmuyor. Gerisi gelir umarim.

ahmet çavusoglu

e-recep dedi ki...

Cari açığın bir sonuç, bir gösterge olduğuna sonuna kadar katılıyorum. Ancak bunun yapısallıktan ziyade "yüksek faiz - düşük kur" sisteminin bir ürünü olduğunu düşünüyorum. Düşük giden kurlar sayesinde aramalı ithalatı, aramalı imalatından daha karlı hale geliyor, hem istihdam düşüyor, hem de cari açık patlıyor.

Cari açık önemsiz mi? Haşa! Ekonomimizde çok büyük bir sorun olduğunun göstergesi. Hadi sorunu ve sebebini geçtik, peki nedir bu cari açık tehlikesi? Herkes diline dolamış bir cari açık riski gidiyor.

Açıklayayım.

Cari açık yolunun sonu BÜYÜK KUR DÜZELTMESİ'dir. Buna BÜYÜK DEVALÜASYON da diyebilirdim ama bazı kesimler, dalgalı kurda devalüasyon olmaz şeklinde bir itiraz getirdiği için adına 'düzeltme' diyorum. Benim için hava hoş.

Evet, cari açık yolunun sonunda kur seviyeleri başdöndürücü bir hızda artar. Tehlike budur. Açık pozisyonda yakalanlar büyük zarar yazar veya iflas eder. Onların iş yaptığı diğer bireyler, şirketler ve finans kuruluşları da kendini bu girdabın içinde bulur.

Cari açığı pek önemsemeyen, onu sorun olarak görmeyen bir ekonomi köşeyazarı, Mayıs-Haziran aylarında kurlar yukarı doğru hızla hareket ederken ne yaptı, biliyor musunuz?

Kurlar düşmeye başlayana dek ekonomi yazılarına ara verdi. :-)

Adsız dedi ki...

Her görüs mutlaka elestirilmelidir. Ancak yazari anlamak için ona bir sans da verilmelidir.
Ben biir örnek vermek istiyorum. Bildiginiz gibi Çinliler, herkesin canina okuyorlar. Üstelik kalitesiz, ucuz olmaktan baska niteligi olmayan ürünlerle değil. Son derece teknolojik ürünlerle de. Asya'da Avrupa'lilari söküp attilar, atmaya devam ediyorlar. Bizlerse cografi yakinligimizdan dolayi henüz 'direniyoruz'. Top ortada belki bizim de yasamamiza izin vermeyecekler. Görevim geregi ürünlerini inceliyorum. Görüyorum ki sorunumuz asla 'kur' degil. Onlar bizden 'ucuz' da degil.
Yazida anlatilmak istenen su olabilir: Bir ülkenin 'üretim gücü' o ülkenin vatandaslarinin üretkenliginin toplamidir. Eger bizim vatandaslarimiz niteliklerinde YETERSIZLIK varsa kuru söyle yapmakla faizi böyle yapmakla ASLA BIR SONUCA VARAMASSINIZ.
Son derece yanlis bilinen bir konu var: Dünyadaki pek çok sektörün talep ettigi 'ucuz emek' degil. Kullandiginiz isgücü ne kadar ucuz olursa olsun rekabet edemeyebilirsiz. Çünki vasifsiz iscilere yapabildireceginiz isler çok ama çok sinirli. Özetle vatandaslarimizi niteliklsizlikleri oldugu gibi korumak suretiyle onlara adam gibi is bulmak mümkün degildir.

ahmet çavusoglu

e-recep dedi ki...

Çin Halk Cumhuriyeti, yuanın dolar ve euro karşısındaki seviyesini cansiperane şekilde koruyor. ABD ve AB'den gelen 'paranı değerlendir' yani 'revalüe et' telkin ve tehditlerini görmezden geliyor. Neden? Çünkü "iş"i biliyor. IMF'nin danışmanlık yaptığı ülkelerdeki komik büyüme artışlarının yanında, ortalama yılda %10 gibi başdöndürücü bir hızla senelerdir büyüyor. Cari fazlanın keyfini sürüyor.

Ya biz ne yapıyoruz?

Dünya Bankası ve IMF telkinleri doğrultusunda yüksek faiz - düşük kur sistemi uygulayarak, YTL'mizi aşırı değerlendiriyoruz, ondan sonra da aramalı ithalatı patlıyor, cari açık korkunç seviyelere geliyor.

Yoksa cari açık ne bizim genlerimizde var, ne biz beceriksiziz, ne de verimsiziz. Bizim faiz ve borçlanma politikalarımız yanlış. Böyle giderse sonumuz Arjantin 2002.