Şimdi döndüğümde görüyorum ki bizim ekonomi blogunun yerinde yeller esiyor. Madem politika blogu olduk, hatta patron yerimize adam aramaya bile başlamış, biz bu kahvehane muhabbetinin alasını yaparız. Fethi Sipahi Tan kardeşimiz kusura bakmasın aralara biraz izlenimlerimi de katacağım.
Daha bir hafta (8 gün diye düzelteyim) öncesine kadar cumhurbaşkanı adayı bile olmayan bir ülkede –Metin Uca ve Ersönmez Yarbay’ı saymıyorum- bugün erken seçim kararı alındı. Ülkede iki ay içinde genel seçimler yapılacak. Üstelik normal zamanlarda yapılamasını pek mümkün görmediğim anayasal değişikliklerin de yapılacağını varsayarsak, ülkenin siyasal sistemini yapısal olarak değiştirecek bir süreç bizi bekliyor. 1 Mayıs Salı gecesi geç saatlerde Başbakan Erdoğan tarafından açıklanan bu kararı “çamurlu sahada rövaşatadan atılan bir gol” gibi görüyorum.
Yaşanan saçmalıklar, bir kaşık suda kopartılan fırtına, arkasından gelen baskın seçim beni ister istemez 1987 sonbaharına götürdü. 1987 yılında, Eylül ayıydı sanırım, ülkede Türk milletinin kendine güvensizliğini tescil eden en gereksiz ve en saçma referandumlardan biri yapıldı. Yaşı tutmayanlar hatırlamayabilir, referandumun konusu 1980 ihtilali sonrası siyaset yapması yasaklanan kişilerin siyaset yasaklarının kalkıp kalkmaması idi referandumun konusu. Bu referandumda Türk seçmeninin yüzde 49’u “aman bu kişiler yasaklı kalsın, yasak kalkarsa biz bunlara gidip oy veririz” korkusu ile yasakların kalkmasına “hayır” oyu verdiler. Zamanın başbakanı Özal kıvrak bir hamle ile, daha referandum sonuçları açıklanmamıştı sanırım, “buyurun seçime” dedi. İki ay içinde seçimler yapıldı, Özal’ın ANAP’ı meclis sandalyesini artırarak seçimden çıktı. Özal’a da cumhurbaşkanlığı yolu açıldı. Hoş Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararla Özal’ın cumhurbaşkanlığı geçersiz hale geldi, ama Allahtan Anayasa Mahkemesi kararları o kadar geçmişe uygulanmıyor. Şimdi, o gün ana muhalefet partisi SHP’nin Genel Sekreteri olan Deniz Baykal, o gün neden mahkemeye gitmedim diye üzülüyor mudur bilmiyorum.
VOB nedir? Taksi Şöförü Borsa Tüyoları? Olasılık nedir? Enformasyon Nedir
Cuma günü meclis oylamasını birlikte izlediğim, yaşça da benden bir hayli genç olan bir dostum seçimi mahkemeye götürdüler, dünyaya rezil olduk şeklinde yakınırken, ona “dua et mahkemeye götürüyorlar, önceden kışlaya götürürlerdi” şeklinde takılmıştım. Korkarım şom ağızlıyım. Cuma gecesi hiç beklenmeyen bir şekilde ülkenin postal giyen memurları gecenin karanlığını haki renge boyadılar (bu kısım Can Dündar belgeseli gibi oldu galiba, ama ben Can Dündar değilim.) Cumartesi günü olayın şokunu atlatamamışken, bir tatil beldesinde kaldığım otelde yan masada telefonda “komutanım komutanım” şeklinde konuşan kişinin e-muhtıranın keyfini çıkarışına şahit oldum. Bu arada e-muhtırayı kimin tarafından hangi amaçla yapılmış olabileceği konusunda özellikle Mehmet Barlas tarafından dile getirilen iddiaların yabana atılır olmadığını düşünüyorum. Ancak gerçeği ne yazık ki öğrenemeyeceğiz. Bu noktada önümüzdeki Ağustos ayındaki YAŞ kararlarını (özellikle yüksek rütbeli subayların emekliye sevk edilmesi kararlarını) dikkatle incelemek bir ipucu verebilir. Ancak bu da düşük bir ihtimal.
Spekülasyonu bırakıp gerçeklere dönelim. Önümüzde muhtemel bir kaç senaryo var. Ancak şahsen önümüzdeki seçimlerin Türkiye’de Özal döneminden itibaren filizlenen, yer yer kesintiye uğrasa da evrimini sürdüren, muhafazakarlarla yenilikçiler arasındaki kıyasıya yarışın şiddetlendiği bir hesaplaşmaya sahne olacağını düşünüyorum. Toplumda var olan ve gittikçe belirginleşmeye başlayan bir kamplaşmanın da bu sürecin sağlıklı işlemesine katkıda bulunduğunun altını (bkz. altın yorumları) çizmek istiyorum.
Bu hesaplaşmaya konservatif (muhafazakar) kanat, reformist kanada göre daha hazırlıksız yakalandı. Ekonomide içe kapalı, planlamacı, devletçi politik olarak da yer yer ırkçılığa varan milliyetçilikle baskıcılık arasında sıkışan konservatif (muhafazakar) kanadın önde gelen temsilcileri CHP ve MHP (GP, İP ve diğer ufak tefekleri saymıyorum) henüz elle tutulur bir proje, program, strateji ortaya koyamadıkları gibi henüz ortak bir oluşum da sergileyememişlerdir. Sanki son günlerdeki GP-CHP ittifakı ile ilgili spekülasyon, Tuncay Özkan tarafından dile getirilen “sağcılar MHP’ye solcular CHP’ye” yaklaşımı, iki hafta arayla yapılan (devam etmesi de bekleniyor) iki miting bu evrimleşme sürecinin belirtileri olarak görülebilir. Ancak muhafazakar kanadın tek bir çatı altında olgunlaşması için en azından bir sonraki seçimlere kadar beklememiz gerekiyor kanaatindeyim. Eğer Anayasa değişikliği gerçekleşirse, cumhurbaşkanını iki turlu bir seçimle halkın seçecek olması, bu muhafazakar kanadı tek bir adayın etrafında birleştirebilir. Bu da pozitif bir katkı olacaktır.
Bunun karşısında oluşumunu tamamlamış, hatta –Ecevit’ten sonra-, tepeye saltanat kurmuş liderini devirmeyi başararak rüştünü ispat etmiş tek siyasi hareket olan piyasa yanlısı, özgürlükçü, değişim yanlısı, reformist kanat oldukça hazırdır. Öncelikle, yaşanan bütün bu fırtınada AKP ve Erdoğan meşru ve legal zeminin dışına çıkmayarak ne kadar hazırlıklı olduğunu gösterdi. Bunun yanında meşru daire sınırlarının hemen yakınlarında dolaşarak -belki de isteyerek- muhtemel çatışma noktalarında seçmen nazarında puan toplayacak bir tavır sergiledi, bazen de mağdur duruma düşerek stratejisini gayet doğru bir şekilde uyguladı. Erdoğan’ın uzun süre aday olacakmış gibi yapıp son anda Abdullah Gül’ü aday göstermesi (bence en az 6 ay önce verilmiş bir karardı), zırt pırt TV’lere çıkma sevdalısı bir çocuk gibi gözüken Erkan Mumcu gibilerine karşılık, oldukça seyrek, ama sadece gerektiğinde kamuoyu karşısına geçerek, hiç de heyecanlanmadan gayet net, yumuşak mesajlar vermesi, ama aynı anda da dik durması (Gül adaylığını çekmedi), eteğindeki taşları hiç dökmeden, elini göstermeden son hamleyi beklemesi bu stratejinin örnekleri olarak gösterilebilir.
AKP’nin burada önemli bir avantajı karşısındaki sözüm ona parti liderlerinin taşra-kasaba politikacı tavırları sergilemeleri, eteğindeki taşları hemen boşaltmaları, yani ellerindeki kağıtları açık etmeleri olmuştur. Baykal’ın bilmem kaç ay önce Erdoğan’a “sen olma da kim olursa destekleyeceğim” tarzı konuşması, ama daha sonra buna uymaması, hatta şimdi şaşılacak gibi ama, halkın seçmesine de karşı olduklarını açıkça söylemeleri, erken seçimin çözüm olmayacağını söyleyerek kıvırtması, Mumcu’nun “halk seçerse destekleriz”i çok önceden söylemesi, Ağar’ın elindeki dört milletvekiline bile hakim olamaması, birkaç örnek olarak sıralanabilir. Hatta askerin bile elini açık etmesini buna ekleyebiliriz. Erdoğan’ın bu noktada baskın erken seçim-cumhurbaşkanını halkın seçmesi fikri bu açıdan rövaşatadan atılmış bir goldür. Hatta zaten iki hafta sonra fesh olacağı artık belli olan bir parlamentoda -daha muhalefetin bunu farketmeden- baskın seçim kararı alınacak olması, yani Erdoğan’ın “Şah!” hamlesi, oldukça güzel tasarlanmış bir rövaşata golüdür.
Pek kahvehane muhabbeti gibi olmadı, pek hiciv de yapamadım. Ekonomix beni işten atmazsa, bir sonraki yazıda kaldığımız yerden, önümüzdeki dönem beklentileri ile devam edeceğim. Ama malum, pek tutturamıyorum, fazla bir şey beklemeyin.
4 Yorum Var.:
Çok iyiydi.
son zamanlarda gündeme dair okuduğum en iyi değerlendirmeydi, ekonomix' in Barış' ı aynı zamanda aradığı Politika yazarı olarak atayıp çift maaş vermesini öneriyorum..
Bu arada bir de cumhurbaşkanlığını halkın secmesi konusunda düşüncelerinizi merak ettim, biliyorum bu konuda daha cook konusulur ama, İnsanlrın "c. Başkanı, Başbakan, Meclis Başkanı aynı partiden olur mu, böyle demokrasi sağlanır mı" gibisinden görüşleri varken, halkın C.Başkanı secmesi her dönemde aynı görüntünün oluşmasına sebep olmayacak mı??
Baris bey,
Bu yazınızı kopyalayıp (blog'un adresini vererek tabi) birkaç mail grubuna atabilir miyim?
tabi ki... kaynak gösterdikten sonra sormanıza gerek yok
Yorum Gönder