Türkiye bir 'zede'ler ve 'zade'ler cenneti. Paşazadeleri, vekilzadeleri, asilzadeleri bir yana bırakalım, esas konumuz zedeler. Depremzede, krizzede, dövizzede, İmarzede, kazazede ne ararsan var. Elini sallasan bir zedeye çarpıyor. Bir sorunla karşılaşan hemen kendini zede ilan ediyor. Sözgelimi ben uyuyakalıp işe geç kalsam, sorunu kendimde arayacağıma kendimi bir 'uykuzede' olarak ilan edebilirim. Patron bunu yer mi yemez mi bilemiyorum. Her soruna pratik bir neden bulmak sözkonusu. Bu zede kelimesinin (ki aslında Farsçadan gelmiş bir son ek) Türk'ün tipik kıvrak zekasının bir eseri mi, yoksa sorunlar karşısında analitik fakirliğimizin bir simgesi mi olduğunu anlayamıyorum. Nasrettin Hoca bu durumda yıllar önce 'Hırısızın hiç mi suçu yok?' diyerek güzel bir noktaya parmak basmış.
Bazılarına göre Türkiye aslında IMFzede bir ülke. Başımıza gelen krizlerin, sorunların tek kaynağı o. Biz Türkler'in hiç bir suçu yok. Benzer bir bakış açısıyla Galatsaray'ın bu sezon şampiyon olamamasında sorumlu takım personeli değil, çünkü aslında Cim Bom bir rakipzede, yahut Fenerzede. Alt tarafı, bir maçta yenilmeyip Fenerle beraber kalsalar bugün puan olarak öndeydiler. Hoş, bir Galatasaraylı olarak aslında bu sene takımımı başarılı buluyorum. Ama fanatik taraftarlarımıza göre CimBom bu sene 'hakemzede'. Yoksa her şey tıkır tıkır işliyor kulüpte.
Neyse, futbol geyiğini bırakıp konumuza dönüyorum. Radikal'den Avni Özgürel yazmış. Sülün Osman yukarıda 'zede' olgusu çerçevesinde anlatmak istediğimizi başka bir açıdan değerlendirmiş. Sülün Osman deyip geçmeyin, kendisi hapisteyken 'Alınteri ile Yaşamak' konulu konferans vermiş bir kişidir.
"Benim dolandırdığım insanlar dolandırıcıydı aslında. Yani bana yaklaşma sebepleri beni dolandırmaktı. On tane bilezikle geliyorum adamın önüne akşam vakti. Kuyumcunun kapısındayız. Ve dükkân kapalı. Karımın hastalığını anlatıyorum, acilen bilezikleri bozdurmam gerektiğini, o an nöbetçi eczaneye gidip hastaneden istedikleri ilaçları almamın şart olduğunu söylüyorum falan. Hakiki olsalar bileziklerin fiyatı bin lira. Diyorum ki 300 liraya ihtiyacım var. Paranın gerisi umurumda değil, yeter ki karım ameliyat masasında kalmasın... Adam sabah kuyumcuya gidip bilezikleri bin liraya bozdurabileceğini ve birkaç saat içinde havadan 700 lira kazanacağını düşünüyor. O arada benim ayakçım da ortaya çıkıyor ve o almak istiyor bilezikleri. Telaşlanıyor adam kazanç imkânı kaybolacak diye. 300 lirayı verip alıyor bilezikleri, be de kayboluyorum ortalıktan. Adam ertesi sabah kuyumcuya gidip de bileziklerin sahte olduğunu öğrenince, dolandırıldım, diye karakola gidiyor. Ben aranıyorum. Demiyorlar ki ona, be adam 1000 liralık bileziği 300 liraya almayı düşünürken aklında ne vardı, diye. Gayet açık ki, beni dolandırmayı planlamıştı. Ben hayatım boyunca beni dolandırmaya kalkışmamış tek bir kişiyi dolandırmadım."
Şimdi sormak lazım o dövizzedelere, bankazedelere, İmarzedelere: Birikimlerinizi, tasarruflarınızı, paralarınızı, gelirlerinizi akla zarar faiz oranları vaat edenlere götürüp teslim ederken aklınızdan ne geçiyordu? Bir akıllı siz miydiniz? Bir de bunların bankerzede versiyonu vardı seksenlerin başında. Kastelli diyeyim şıp diye hatırlarsınız. Şimdi ben desem ki, 'bak birader bende bir kaç kasa ucuz rakı var, gel sana bunları piyasanın dörtte bir fiyatından vereyim', bunu alan ahmağı bir rakızede olarak mağdur sıfatıyla mı değerlendirmek lazım, yoksa 'salak' sıfatıyla mı? Cevap ve yorum sizin...
5 Yorum Var.:
Bu yazıda elmalarla armutların bir arada değerlendirildiği kanaatindeyim. Banka mağdurlarının (off shore hariç) dediğiniz salaklar olduğuna inanmıyorum, zira bankacılıktaki yapısal düzenlemeler öncesi bankalardaki sermayeye sınırsız devlet desteği vardı. Buda demekki devlet siz bankalara güvenebilirsiniz arkasında ben varım gibisinden bir yaklaşım içindeydi Neden? Çünkü devletinde paraya ihtiyacı vardı ve bankalardan bu paraları iç borç senetlerine mukabil topluyordu. Ayrıca bankalarıda denetliyorduki sistemde tıkanıklık olmasın. Ancak gerek banka içi kötü yönetimlerden gerekse kaynak ihtiyacı olan devletin kaynak musluklarını kesmek istememesinden denetimlerdeki zayıflıkların bir sonucu olarak bu süreç bankaların batmasıyla son buldu. Şimdi burada suç devlet garantisinde olan bir bankadan daha fazla getiri bekleyen halkınmı?
Demek istediğim dolandırıcılık örneğinden yola çıkarak, banka mağdurlarınıda ahmak olarak değerlendirme takdiri bence kimseye ait olamaz.
http://iktisat.wordpress.com
"Şimdi burada suç devlet garantisinde olan bir bankadan daha fazla getiri bekleyen halkınmı?" diye sormuşsunuz.
Evet, halkın. Ornegin, ben neden gidip paramı yatırmadım da onlar yatırdı?
Hırsızın hiç mi suçu yok derseniz, evet tabiki var, ama o ayrı konu.
Baris
baris bey yorumlariniz cok tanidik geliyor. her yorumunuzda basbakani hatirliyorum. basbakan politika yapiyor bu tarzda cevap verebilir. Deniz Gökce de artik sizi kösesinde yazdiginda sizden yeni bir seyler bekliorduk acikcasi. "ben mi yatir dedim kardesim bak ben yatirmadim" Holdingzedelere de "ben mi dedim parani holdinglere ver diye bak ben verdim mi" bunlari aynen basbakan da söylüyor. sizi niye okuyalim o zaman. cevabiniz hazir biliyorum "okuma kardesim ben mi oku diyorum bak ben okuyor muyum?".
Saygilar
Sahin K.
Sahin Bey,
Nasıl bir beklenti ile yazılarımı okudugunuzu bilmiyorum. Ben onları yazarken, hic bir zaman "sapkadan tavsan cıkarma" iddiasında bulunmadım. Altını cizmeye calistigim dogruların baskalari tarafindan soylenmesinden de (ister ben yazmadan once, isterse ben yazdıktan sonra olsun) hic rahatsizlik duymuyorum. Aksine, "Et-Tekraru hasen ul hasen, velev kane yuz seksen" prensibiyle bazı dogruların tekrar tekrar soylenmesinde fayda goruyorum. Bu noktada, dogrularin kimin tarafından soylendigi benim icin ikincil onem tasıyor. Sizin soylediginiz sekliyle ister basbakan olsun isterse Deniz Gokce... Yanlısları ortaya koyarken de kimseyi elestirmekten cekinmedigimizi de gozlemlemis oldugunuzu dusunuyorum. Arsivimizi incelerseniz (ki eski yazılarım da sagdaki listede gordugunuz Ters Açı linkinde yer alıyor) yazılarımızın çerçevesini genelde gundemde olan, ya da baska mecralarda tartışılan argümanların değerlendirilmesi oluşturuyor. Şahıslara endeksli bir yorum yapmıyoruz. Doğru gördüklerimizi onaylıyor, hatalı bulduklarımızı da eleştiriyoruz. Zaman zaman, ilgi çekeceğini düşündüğümüz hikayelere de, Sülün Osman hikayesinde olduğu gibi, atıf yapıyoruz. Eski yazılarımızı okursanız kendi pozisyonumuzu da ortaya koymaktan çekinmediğimizi göreceksiniz.
Şayet yanlış anlamadıysam ve iddianız başka eksende ise, kısaca belirteyim: partizan tavırlardan hoşlanmam, ekonomi yönetimini politik görüşlerin üzerinde tutarım. AKP'ye oy vermedim, zaten tipik bir AKP seçmeni profiline de uygun değilim. Dinle falan bir alakam yoktur, pek milli-manevi duyarlılığım da yoktur. Bana dokunmadığı sürece başkalarının bu yönde duyarlılığı olmasına saygı duyarım. Serbest piyasa dinamiklerine, hukuk ve demokrasi ilkelerine inanırım, bağlıyım. Türkiye'de laik-anti laik eksenine oturtulan siyasi çekişmeleri anlamsız buluyorum. Diyeceğim o ki, yazılarımın arkasında herhangi bir politik angajman yoktur, ama siz isterseniz aramaya devam edebilirsiniz, hiç gocunmam.
Öte yandan, yazdıklarımı okumanıza tabiki önem atfediyorum. Onemli bulmasam gunlugume yazar kapagini da kapatirdim. Hem mutlak doğrulara ulaşmış bir "ermiş dede" değilim. Her noktada yanılabilir olmak gibi bir özelliğim var (dikkat edin zaaf demedim). Kendime surekli olarak sınırsız hata yapma marjı tanıyorum. Eleştirilerinizi de, kişisel olsun olmasın, pozitif buluyorum. Yukarıda değindiğim, ideoloji eksenli ve siyasi görüşlere angaje eleştirilere ise sadece gülüyorum.
Lütfen eleştirilerinize devam edin.
baris
Tekrar Merhaba Baris Bey,
Yanlis anlasilmak istemem. Size yaranmak amaciyla da yazmiyorum bu satirlari ama Deniz Gökce'nin yorumlariyla karsilastirildiginda sizin yazdiklariniz birkac gömlek daha üstün! Deniz Gökce kendini bilim adami kabul etse de kusura bakmayin ben yazdiklarinda pek bilimsellik göremiyorum. Iktisat politikalari anlaminda sizinle taban tabana zit görüslere sahip olsak da yazdiklarinizi takip etmemin nedeni en azindan bu anlamdaki doyuruculuk. Eh böyle olunca da beklentiler farkli oluyor.
Saygilar
Sahin K.(Yanlis anlasilmasin Sahin Kilinc)
Yorum Gönder