Bursa’nın en eski yerleşim birimlerinden olan Yeşil Mahallesi’nde, belediyeye ait tuvaleti işleten Özbek uyruklu Nuriyet Gulomzhon, Rusçanın yanısıra Türkçe, İngilizce ve Arapça biliyor.
[...] Türkiye’ye geliş öyküsünün Özbekistan’da yaşanan ekonomik sıkıntılara dayandığını ifade eden Gulomzhon,göç kararı aldıktan sonra 2004 yılında geldiği Türkiye’de çeşitli işlerde çalıştığını anlattı. Ardından gazete ilanları sayesinde tuvalet işletmeciliği işini bulduğunu belirten Gulomzhon, 4 yıllık Türkiye yaşamını ve hedeflerini şöyle özetledi:Bir başka haberde şahsın geleceğe dönük planlarını da öğreniyoruz:
"İyi ki buralara gelmişim ve burada bir yaşam kurmuşum. Türk vatandaşlığını kazanma konusunda başvuruda bulundum. Evraklarımı hazırladım, bekliyorum. İki yıl önce belediyenin vatandaşlara yönelik sanat ve meslek edindirmek amacıyla açtığı kurslara katıldım. İngilizce ve Arapça dil eğitimi ile bilgisayar kurslarına gittim. Şu anda İngilizcemi oldukça ilerlettim. Tuvalete gelen turistlerle rahat rahat konuşuyorum. Arapçada ise İngilizce kadar seriliğim yok. Ama okuyup, yazabiliyorum. Sanırım biraz daha pratiğe ihtiyacım var. Ayrıca ulusal bir gazetenin yurt dışı dil eğitimi için verdiği kuponları biriktiyorum. Eğer bir sorun çıkmazsa İngiltere’ye gidip İngilizcemi geliştirmeyi hedefliyorum."
Kazancıyla 200 YTL kira verdiğini, kalan para ile eşi ve çocuğuna çok iyi baktığını söyleyen Gulomzhon, İtalyanca ve Çince öğrenmeyi de düşündüğünü belirtti. Temizliğe çok önem verdiğini söyleyen Gulomzhon, tuvalet ihtiyacını gideren turistlerin, hijyen bir ortam sağladığı için kendisine teşekkür etmesinden son derece memnun olduğunu ekledi.İlk anda Özbek göçmenle ilgili 'aferin, bak kendini geliştirip meslek sahibi olmaya, ekmeğini helal yoldan, birilerinin sırtından geçinmeden kazanmaya çalışıyor' şeklinde düşünülmesi mümkün olmakla birlikte Nuriyet beyin Türk insanına kötü örnek olduğunu ileri süren de çıkabilir. Zira Türkiye'de esas olan minimum, hatta mümkünse hiç çalışmadan para kazanmanın yoluna bakmaktır. Üstelik bunun meşru olduğu konusunda neredeyse tüm toplumda gizli bir ittifak vardır. Okullardaki talebelere bakın, iktisat (iktisat nedir), işletme, ıvır, zıvır okuyanların yüzde 99'u ilaveten KPSS diye bir kursa giderler. Öğrencilerle biraz sohbet etseniz 'dört yıl okuduktan sonra devlet bize iş vermeli' kanaatinde olduklarını fark edersiniz. Yine öğretmenlikle ilgili okulda okuyanlar mezun olup devlet okulunda işe giremediklerinde 'dört sene emek verdik, haksızlığa uğradık' diye şikayet ederler. Zira bu mantığa göre ÖSS sınavında 4 yıllık bir okul kazanan her Türk vatandaşı aynı zamanda doğrudan devlete memur olmaya da hak kazanmış demektir. Okulda okumak ise 'emek vermek' olarak görülür.
Elbette burada bir kabahat varsa devlet memurluğunu ortalama öğrenciler için çok cazip avantajlarla donatan hükümetlerdedir. Öğrenci elbette ömür boyu istihdam, nisbi dokunulmazlık, çok az çalışma yahut hiç çalışmadan, sorumluluk yüklenmeden özel sektöre göre daha iyi para alma, cazip emeklilik hakları karşısında doğru olanı yapmaktadır. Memuriyetteki bu cazibe oldukça bir adama 'dur, yahu git kendi işini kur' demek abesle iştigaldir, doğru da değildir. Çok kalburüstü okullarda okumuşların bir kısmı ve babasının işini sürdürecek tuzu kurular dışında manzara üç aşağı beş yukarı budur.
Tabii burada şöyle bir problem ortaya çıkıyor, maalesef yüzbinlerce öğrenci mezun oluyor ama bunların pek az kısmı, şansı olan, adamı olan devletteki imkanlara kavuşurken büyük çoğunluk iki paragraf yukarıda belirttiğim 'devlet bize niye iş vermiyor, biz de 4 yıl okuduk' gerekçesiyle şikayetleniyor. Bu durum toplumda ciddi gizli çatışmalara da sebep oluyor. Ailelerimiz -istisnalar hariç- çocuklarına küçük yaşlarda çalışma, para kazanma konularında nasihat etme yerine 'bir yere kapak atma' yönünde telkinde bulundularından ve özel sektörümüz de bir iki istisna dışında iş ahlakı, iş hukuku konularında zafiyet yaşadığından devlete yönelme kaçınılmaz oluyor. Anadolu aslanı filan denilen yeni nesil burjuvalardan tanıdıklarım var, adamlar çalışanlarına köpek gibi davranıyorlar, kasaba esnafı mantığıyla fabrika yönetmeye kalkıp batanı, zor duruma düşeni çok. Minimum bir etik, hukuk, fizibilite nosyonu olmayan birçok girişimci özel sektörün adının kötüye çıkmasına da hizmet ediyor.
Özbek arkadaşın durumuna geri dönersek, göçmenlerin çeşitli zorluklar sebebiyle daha girişimci oldukları gerçeği bir yana, kendisini geliştirmek için meslek kurslarına gitmesi, bir iki idil öğrenmesi, insanlarla olumlu ilişkiler kurmaya çalışması, sağa sola ağlamadan kendi başının çaresine bakması, gazetelerdeki ilanları, başka fırsatları dikkatle takip edip değerlendirmeye çalışması kendisinin üniversitelerde, aslında daha doğrusu ortaokul ve liselerde örnek insan olarak gösterilmesini gerektirmektedir. Hatta ekmek parası için gerekirse gurbete gitmenin de pek çok örneğinden biridir Nuriyet bey.
Öğrencilere bu vesileyle önemli olanın lise, üniversite diploması değil bir yeteneğe, vasfa, mesleğe sahip olmak olduğu, para kazanmanın hırsızlık, erdemsizlik olmadığı; kendi başına iş yapmanın, alın teriyle sonuca ulaşmanın enayilik değil takdire şayan bir başarı olduğu dikkatle anlatılmalıdır. Elbette bu girişimden sonuç alınabilmesi için şu an hükümette olan AKP'nin yaptığı gibi sürekli memur alım müjdesi vermek, memurların haksız kazanımlarını daha da arttırmak yerine, peyderpey memurluğun cazibesini azaltıcı politikaların uygulanması gerekir. Memur çok az sayıda tutulmalı, işlerin çoğu dış kaynaklara gördürülmeli, üstün ahlaki ve teknik vasıftaki insanlara bazı imtiyazlar tanınmak suretiyle devlet memurluğu görevi yüklenmelidir. Elbette siyasi ve bürokratlar tamamen kendi çıkarları için ne memur sayısı azaltma ne de memur haklarını kırpma yönünde hareket etmek istemezler ama milyonlarca vasıfsız, mesleksiz genç yarın yönetilmesi mümkün olmayan başka problemlere sebep olduğunda herkesi memur, kamu işçisi yapıp sosyalizme dönmeye kalkmak bile sorunu çözemeyecektir.
Çözüm insanların kendi işini kurmalarını kolaylaştıracak, istihdama imkan sağlayacak müteşebbis dostu ılıman bir iklimin, yani makul ekonomik ve politik kuralların, kurumların oluşturulmasında yatar. Müteşebbisin de yanında çalışanların kendisinin ekmek verdiği bir sokak köpeği değil, sözleşmelerle birtakım haklara sahip olan, psikolojik, sosyolojik ihtiyaçları olan onurlu bireyler olarak görmesini sağlamak gerekir. Bu işlerin okulları var, televizyonlarda abuk subuk programlar yanında girişimciliği teşvik edecek, aynı zamanda onu ahlaki açıdan düşünmeye sevk edecek mesajlar vermek hiç de zor değildir. En azından Türkiye'de yaygın şekilde girişimciye, tüccara hırsız, sahtekar, üçkağıtçı, insafsız ithamları yapmanın önüne geçmek için çaba harcanabilir.
Hasılı, Nuriyet Gulomzhon az sayıda ve kalitesiz işletmeye karşılık yığınlar halinde mesleği, yeteneği olmayan ama devlet babadan merhamet bekleyen, aksi gibi çalışmaktan da hiç hoşlanmayan işsiz ordusuna örnek olabilir belki diyeceğim ama bir yandan da aklıma şu geliyor: Entel Tuvaletçi tamlamasında bile tuvalet işletmeciliğini küçümseyen bir kafa yapısının yansıması yok mu? Tuvalet işletmeciliği öğretmenlik, bankacılık, nüfus dairesinde memurluk karşısında hakir görülüyor. Parlak gözlüklü, bembeyaz dişli bankacı, sert bakışlı vakur öğretmen, vurdumduymaz doktor, dokunulmaz hakim, savcı çok önemli, yüce bir iş yapmakla entelliği doğal olarak hak etmekte, azmiyle çalışıp tuvaletten parasını kazanın Nuriyet ancak dört dil bilerek, o da dudak bükülerek, entel olabilmektedir. Bizde öğretmenin günü vardır da sayelerinde rahat bir hayat sürdüğümüz marangozların, su tesisatçılarının günü yoktur malum.
Gençler, siz benim dediklerime bakmayın, dil öğrenmeyin, meslek kursuna, çeşitli eğitim seminerlerine katılmayın, KPSS'ye hazırlanın, bu devirde devlet işi gibisi yok, hatta bir torpil ayarlayalım da Nuriyet Bursa'da adliyede odacı olsun, boşa dil kursuyla filan zamanını kaybetmesin, eziyetten kurtulsun. Nasıl olsa hepimize ödenecek para gökten bol miktarda yağmaktadır.
5 Yorum Var.:
yazıyı okurken izlenimler'in yazısı oldugunu hemen anladım, çok teşekkür ederim.
ayrıca devlet memurlugu hakkında şunu söylemek isterim.maliye bakanlıgının son zamanlarda muhasebecilere o kadar çok iş yükü bindirdiki muhasebeciler isyan derecesine geldi.bundaki temel sebepte artan iş yüküne karşın gelir artışı olmaması bunları mükelleflere anlatamaması, bunlar yazı ile alakalı değil , yazı ile alakalı olan kısmı ise muhasebecilerin bu kadar çok çalışmaya başlamasına karşın vergi dairelerinde memurların işlerinin azalması ve geyik moduna girmeleri ayrıca vergi dairesine gidilince de sohbetlerinin bölünmesinden dolayı sinirli sinirli muhasebecilere bakmaları, bütün memurlar bir değil muhakkak.
Kadir,
Bence bir an evvel maliyeye girmeye bak, kendini niye yoracaksın? Hem de maliye memuru olunca esnafı, muhasebeciyi, vatandaşı azarlayıp stres atma şansı da yakalarsın.
Bu arada bütün memurlar olmasa da çoğu birdir.
azizim
Kendisine entel süsü verenler de dahil olmak üzere binlerce kişiye bunları benzer mealde anlattım.Sonuç ne oldu biliyor musunuz?
Kocaman bir sıfır.
Üstelik bozgunculukla bile suçlandım bu parazitler tarafından.Kanımca bu iş için bir sivil toplum örgütü gerekiyor.
Son zamanlarda bloglarda memurların bu durumu ile ilgili çok yzılıp çizilmeye başlandı.Demek ki bu tabloyu farkedenler artmış.Ancak daha önce de yazmıştım yukarıda da benzer bir yorum var.Entellektüel kesimden bu konu ile ilgili müspet menfi çıt yok çok ilginç.
Orpen, Hostrans,
Yazmakla klavye aşınmaz, bakarsınız gençler bu konularda daha dikkatli olur, siyasete filan girdiklerinde hassasiyet gösterirler.
Yorum Gönder