Hani 20 RC 721 plakalı araç
“derin”lerde gizli olanı açığa çıkardığında,
“artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak”
coşkunluğu/halkın tepkisini
“sürekli aydınlık için bir dakika karanlık”
eylemleri ile ortaya koymasının hemen ardından,
-nereden türedikleri pek de belli olmayan-
Aczimendiler,
Müslüm Gündüzler,
Fadime Şahinler,
Ali Kalkancılar
türemişti de,
hedef bir güzel saptırılarak
ordu “irtica” tehlikesine karşı hükümeti devirmişti.
satır arasında da
“demokrasimiz hakkında kuşkulara yol açacak
ve yurtdışındaki imaj ve itibarı zedeleyecek
her türlü spekülasyona son vermek gerektiği”
(bkz. 28 Şubat MGK kararları)”
emri ile
balık hafızadan medet umulmuştu...
Balık hafızalı çoğunluklar,
bugün bile
o eylemlerin sözüm ona “irtica” tehlikesine karşı yapıldığını zannediyor,
Balık hafızalar
perde arkasındaki
ayan beyan “karanlık ilişkiler”i hatırlayamıyorsa
ne denmeli?
Liderlik Nedir? Küresel ısınma Nedir Komünist Nedir Komünizm nedir? Kapitalizm Kapitalist nedir
Ah keşke internet arşivinde olsaydı da
bugünkü darbe şakşakçılarının
28 Mayıs 1960,
13 Mart 1971,
13 Eylül 1980
sabahında neler yazdıklarına link verebilseydim...
Örneğin;
Hürriyet gazetesinin 13 Eylül sabahı
“Terörün sonucu:
Yönetim Milli Güvenlik Konseyi’nde. Atatürk yolunda devam”
başlığını gösterebilseydim...
Ayrıca ilk sayfadan
“Atam! Ne sağ ne sol...
Atatürk Türkiyesi doğrultusunda
bir ülkenin haysiyetli kişileri olarak
birlik içinde, dipdiri ve senin yolundayız.
Buna asla şüphen olmasın;
senin emanetin Cumhuriyet,
ilelebet payidar olacaktır.
Hainler,
gafiller,
tüm iç ve dış düşmanlar
hak ettiklerini bulacaklardır.
Müsterih ol Atam”
“İmza:Hürriyet”
yazdığını gösterebilseydim.
Ve sen
ey balık hafıza ile yaftalanmış okuyucu.
Sana bu ülkede
çok partili hayata 1946’da geçildiği,
ilk darbenin de 1960’ta yapıldığı öğretildi
-- gerçekten araştırdın mı hiç? --
Ve sana
1960’ta Demokrat Parti’nin dikta rejiminden,
satır arasında demokrasiden,
1970’lerde sosyalizmden
korkman emredildi.
1980’de zorla din dersi alman gerektiği söylendi,
henüz 17'sinde çocuklar idam edilirken.
---Asmasaydık da beslese miydik ya?---
saydam zarflarla Anayasa oylaması yapıldı (1982).
Sonraki yıllarda .............................(sansürlenmiştir),
son on yıldır da
yoğun bir şekilde artan irtica tehlikesinden
korkman emrediliyor.
70'lerde bıyıklılardan ve parkalılardan korkmalıydın!
Sonra sakalllılardan
Bir ara sakalsızlardan
Şimdi sıra kimlerde?
Hiç merak ettin mi ey okuyucu?
İrtica tehlikesi ne zaman başlamış?
En basmakalıp ifadesi ile
“Türkiye kritik günler yaşıyor”
uyarısını duyuyorsun sürekli,
1950’lerde de
60’larda da
70’lerde de
80’lerde de
90’larda da
2000’li yıllarda da.
aynı sözü duymaktan bıkmadın mı?
Sormanın sırası mı şimdi:
Türkiye’nin
kritik bir dönemeçten geçmediği bir dönem hatırlıyor musun?
Dönemeç dönemeç bir hal olduk!
Velhasıl,
Anadolu cephesinde değişen bir şey yok!
12 Yorum Var.:
ABD de dahil butun sistemler propaganda ve korkutma taktikleri ile halkini sindirip degisime direnir. Dusmanin kim oldugunun onemi yoktur. Tehlike ister 10 bin mil uzakta olsun isterse 100 yil geride kalsin farketmez; korkutacak bir sey bulmak yeterlidir.
irtica kelimesi eskiye geri donmek yani daha akilci olan demokrasi yerine kralligi istemek demekti. Yani taze kurulmus cumhuriyet yerine Osmanli hanedanindan birini getirirler mi korkusuydu. Yuz yil geride kalmis bir sistemden korkmak yerine yalanci medyanin, para babalarinin, toprak agalarinin, bagnaz hocalarin ve bunlarin pesinden kosan cahillerin oldugu bir ortamda gercek demokrasi nasil calistirilir onu konusalim.
Akif'in dedigi gibi: "Eski hal muhal, yani yeni hal ya izmihlal". Su anda 20. yy demokrasisi bile artik "eski hal" sayilir.
Haberlesmenin ve gelir dengesizliginin arttigi bir ortamda 21. yy demokrasi ne sekilde olacaktir? Bunlari konusalim.
Öncelikle “Ekonomitürk” adı altında faaliyette bulunan bir blogda bu içerikte bir yazının yer almasını anlamsız buluyorum. Eğer politik fikirlerinizi beyan etmek istiyorsunuz, bence “politikatürk” adında bir blog başlatmanız daha iyi olur.
Ayrıca, yazıdaki anti-militaristten de öte aşırı anti-TSK yaklaşımınıza katılmadığımı belirteyim. Evet, Türkiye’de asker rejime müdahelerde bulunmuş ve bulunmaktadır. Ancak, askerin tamamen kötü niyetle, toplum içerisindeki gücünü ve iktidarını korumak amacıyla bu müdaheleleri gerçekleştirdiğini düşünmek insafsızlık olur. Bu sadece doğal bir reflekstir ve takdir edersiniz ki, 60 sene içerisinde askerin de bakış açısı yumuşamış ve daha demokratikleşmiştir.
Evet Türkiye’de bugün için asker gelişmiş ülkeler düzeyinde bir depolitize yapıda değildir. Ama, Türkiye de gelişmiş bir ülke değildir, ve iktisadi anlamda geri kalmasında sivillerin yanında askerin rolü çok azdır. Olay büyük ölçüde 1946 yılında az gelişmiş bir ülkede, ABD’nin Marshall yardımı rüşvetiyle, vaktinden çok önce çok partili demokrasiye geçilmesinden kaynaklanmıştır. O gün için bizimle aynı gelişmişlik yapısındaki İspanya, Portekiz, Yunanistan ve benzeri pek çok ülke demokratik düzene ancak 70’li yılların ortasında eğitim ve ekonomik altyapı bakımından belirli bir noktaya geldikten sonra geçmişlerdir. Özellikle eğitim bakımından geri kalmış bir toplumda siyasetçilerin bu olguyu kendi çıkarları için istismar etmeleri çok doğaldır.
Askeriyenin kendi iç yapısı nedeniyle “irtica” refleksi çok kuvvetlidir. Emir-komuta zinciri içerisinde bir askerin kendi amiri dışında herhangi bir güç odağına biat etmesi düşünülemez çünkü bu askeri disiplini felce uğratır. Gül’ün cumhurbaşkanlığına gelen tepkinin asıl sebebi de eşinin türbanı değil, dini faaliyet nedeniyle ordudan uzaklaştırılan subaylarla ilgili YAŞ kararlarına şerh koymuş olmasıdır. Askerin kendi içsel demokrasisi içerisinde verdiği kararları kabul etmeyen bir Başkomutan’ın varlığı takdir edersiniz ki kabul edilebilir bir durum değildir.
Bu arada “hangi demokrasi?” sorusunu da iyi irdelemek gerekir. Örneğin, ABD’yi ele alırsak, tamamen çok uluslu şirketlerin lobicileri tarafından yönlendirilen bir meclisin, birbirlerinden sadece nüanslarla ayrılan 2 partiden oluşan bir parlamenter yapının ve seçmeninin sadece %50’sinin sandık başına gitmeye tenezzül ettiği bir sistemin ne kadar demokratik olduğu da son derece tartışmalıdır. Nihayetinde demokrasiyi bir spektrum olarak görebiliriz. Mesela daha az demokratikten, daha çok demokratiğe Mısır, Endonezya, Rusya, Türkiye, ABD, İngiltere, Fransa ve İskandinav ülkelerini sıralayabiliriz. Belki de “chef seattle”ın belirttiği gibi demokrasinin de yeni ve modern bir tanıma ihtiyacı vardır. Gelecekte ideal demokrasi belki de kararların vekiller aracılığı ile değil doğrudan vatandaşlar tarafından internet üzerinden verildiği bir demokrasi olacaktır (tıpkı Eski Yunan’da olduğu gibi – tabi kadınlar ve köleler de dahil edilerek!)
anonim bey, demokrasinin tanımı konusunda (benim kastettiğim liberal demokrasidir, soylememe gerek var mı bilmiyorum) bilgi eksikliğinizi görmezden gelerek yazımın hangi bölümünü anti-TSK bulduğunuzu öğrenebilir miyim?
Not: Blogumuzu okuyup okumamak, yazıları beğenip beğenmemek sizlere kalmış. Ancak izin verin de hangi konularda yazacağımı kendim belirleyeyim. Yakında televole ve didkodu yazıları da yazmayı düşünüyorum. Okumak okumamak sizin kararınız.
bu da anononim beyin anonim saçmalıklarına ithaf...
öncelikle ekonomi ve politikanın ne denli birbirleriyle içli dışlı sosyal bilimler olduğunu "bilmekten anlamaktan ve kavramaktan" yoksun başladıgı yazısını 1945 model ismet inönü cümleleri ile sürdürerek ne yapmaya çalıştıgını açıkça anlamış değilim...
gelelim anti militaristlik ya da anti tsk lık meselesine...
evet ben anti militarist, aynı zamanda anti tsk taraftarıyım. var mı ötesi ?
yani bir atanmışın kendisini milletin iradesi ile seçilmişlerin üzerinde görüp belirli zamanlarda(10 yılda bir) yine millet adına hareket ettiğini söyleyip milletin ocağına incir ağacı diken bir tsk nın karşısındayım.
emekli olduktan sonra milletin maddi manevi değerlerine hakaret eden , siyasete yön vermeye çalışan, erke dönergeci adı altında sallama işlerle "asker" kelimesin deki saygınlıgı ve ciddiyeti zedeleyen , ve bu zihniyette olacak tsk ya karsıyım abi....
21. yy da hala darbe çığırtkanlıgı yapan ve 10 yılda bir darbe arzusu-talebi olan sizin gibi postal aşığı insanların bir takım rantları için bu anti demokratik uygulamaya kalkışan bir tsk ya karşıyım...
başkasının ordusu interneti icat ederken bizimkilerin internetten muhtıra vermesine karşıyım...
var mı ötesi ?
neymiş efendim 60lardan sonra askerin bakış açısı yumuşaklaşmıştır ve demokratikleşmiştir... bu nasıl bir cümledir bu nasıl tezatlıktır...
çok partili sistem Türkiyeye erken gelmişmiş...milli şef (tek adam) iktidari devam etseydi bari.. ne farkı var o zaman padişahlık sistemiyle..? bu millete bu kadar hakaretler yetmedimi ? kimisi çıkar demokrasi bu ülkeye lüks der kimisi cumhurbaşkanını halk seçecek olgunlukta değildir der kimiside şekilde oldugu gibi çok partili sistem Türkiyede erken gelmiş...zamanı değilmiş...
bu zihniyete göre cumhurbaşkanını rektörler taburu - bürokratlar zümresi ve zenginler tayfası seçmeli... genel seçimde ise 10 vatandaşın oyu bir rektörün oyuna denk olmalı..10 yılda bir darbe yapılmalı milyona yaklaşık insan fişlenmeli...ekonomi tepetaklak gitmeli....
sonrada ekonomi blogunda politika konusulmamalı...
başka?
Bu Yazı da Kapak Olsun
Birde hasan cemal in bugünkü güzel bi yorumu ile sonlandıralım
Barış Bey,
Yazınızın ilk cümlesindeki (Adnan Menderes’in, Deniz Gezmiş’in, Erdal Eren’in –ve bilcümle tüm postal mağdurlarının aziz ruhlarına ithaf) postaldan kastınız herhalde kart-postal değil.
İkra(h) kod adlı arkadaşa ise açıkçası cevap veremeyeceğim çünkü kendisinin ciddi anlama özrü var. Yalnız sosyal bilimlere olan holistic yaklaşımını pek sevdim. Diyorum ki oldu olacak antropoloji, paleontoloji ve psikoloji konularında da atıp tutun.
Neyse, hoşlanmayacaksınız ama buyrun size 2 adet ekonomi sorusu:
1- Türkiye bir süre daha tek partili sistemle devam etseydi, bugün daha az mı gelişmiş olurdu?
2- TSK'nın bugünkü ekonomik geri kalmışlığımızda ne gibi bir rolü vardır?
Anonim bey/hanım,
"Yazınızın ilk cümlesindeki (Adnan Menderes’in, Deniz Gezmiş’in, Erdal Eren’in –ve bilcümle tüm postal mağdurlarının aziz ruhlarına ithaf) postaldan kastınız herhalde kart-postal değil."
Evet değil, anlamışsınız. So what?
Türk tarihine kara birer leke olarak geçen bu üç idamı savunmuyorsunuz umarım. Yanılıyor muyum?
1- Türkiye bir süre daha tek partili sistemle devam etseydi, bugün daha az mı gelişmiş olurdu?
Evet.
2- TSK'nın bugünkü ekonomik geri kalmışlığımızda ne gibi bir rolü vardır?
Bal gibi rolü vardır.
Başka sorunuz?
Ufak duzeltme:
Surekli duydugum bir cumle oldugu icin kaynagini arastirmadan yazdim. Bu soz Mehmet Akif'e ait degil, baska bir dusunure aitmis. Kusura bakmayiniz.
"Ayrıca, yazıdaki anti-militaristten de öte aşırı anti-TSK yaklaşımınıza katılmadığımı belirteyim."
Ikra gibi ben de anti militaristim, gururla belirteyim.
"Evet, Türkiye’de asker rejime müdahelerde bulunmuş ve bulunmaktadır. Ancak, askerin tamamen kötü niyetle, toplum içerisindeki gücünü ve iktidarını korumak amacıyla bu müdaheleleri gerçekleştirdiğini düşünmek insafsızlık olur."
Hayir olmaz.
"Bu sadece doğal bir reflekstir"
Askeriye doğal bir yapı mıdır? Bu bir ayçiçeği midir de doğal olarak güneşi takip edecek? Bu doğal yapı omuriliken mi ibarettir? Önbeyin denen organ yok mudur hiç? Eğer öyleyse çözüm kolay. Sivillerin emri altına girsinler bilinçsizce ota boka reflekslenmesinler.
"ve takdir edersiniz ki, 60 sene içerisinde askerin de bakış açısı yumuşamış ve daha demokratikleşmiştir."
TSK'nın kendi kendine demokratikleşmesinibekleyecek sabrımız yok.
"İspanya, Portekiz, Yunanistan ve benzeri pek çok ülke demokratik düzene ancak 70’li yılların ortasında eğitim ve ekonomik altyapı bakımından belirli bir noktaya geldikten sonra geçmişlerdir."
O saydığın ülkeler içinde faşist tek particileriyle, darbecileriyle yüzleşmeyen tek ülke Türkiye. Bu ülke demokrasiye tek parti dönemi ile başlamadı. Önce çok parti vardı sonra tek partiye indi.
"Emir-komuta zinciri içerisinde bir askerin kendi amiri dışında herhangi bir güç odağına biat etmesi düşünülemez çünkü bu askeri disiplini felce uğratır."
Sanki dinsizken çok disiplin içinde olacaklar da dindarlaşırlarsa disiplin bozulacak. 60 ihtilali yapılırken ordunun disiplini dinci olduklarından mı bozuldu? Talan Aydemir olayı da mı dincilikten yoksa? Ya şu Şener Eruygur? O da dinci Özkök'ün disiplini elden bırakması yüzünden mi emir komuta zincirini bir tarafa bırakıp darbe planlarına başladı? Türkiye'de askerden daha dindar olan herkes eşi başörtülü olan herkes brisine biat mı etmiştir? Peki bu insanlar açık seçik biat çindeyken neden TSK bu biatları ısrarla mahkemeye taşımamaktadır?
"Askerin kendi içsel demokrasisi içerisinde verdiği kararlar"
Yorum yok.
"Askerin kendi içsel demokrasisi içerisinde verdiği kararlari kabul etmeyen bir Başkomutan’ın varlığı takdir edersiniz ki kabul edilebilir bir durum değildir.
Ne zaman ki TSK maaşını TC hazinesinden değil de başka bir yerden alır o zaman baş kumandanının da kim olacağını seçer. Eğer bu halkın seçtiği başkumandanı beğenmiyorsa gitsin beğeneceği kumandanı seçecek halkı bulsun.
Sonuç olarak halkın vergisiyle halkın başına Ali kıran baş kesen kesilenlere karşıyım. Karşı olmamayı da namussuzluk bilirim.
[Yorum - Doç. Dr. Furkan Aydıner] - 'Dostlarımın arasına çıkamaz oldum!'
DOÇ. DR. FURKAN AYDINER
23/05/2007
Doğrusu e-muhtırayı okuduğumda gerçek olduğuna inanamadım. Olsa olsa birileri Genelkurmay'ın web sitesini hack etmiştir dedim. Çünkü, darbelerin Güney Amerika ülkeleri gibi üçüncü dünya liginde yer alan ülkelere mahsus olduğunu sanıyordum. Ne yazık ki, yanılmıştım. Websitesi hack edilmemişti, hack edilen demokrasiydi...
Türkiye'den beş bin km uzakta yaşıyorum. Ancak 27 Nisan'daki e-muhtırayı beş km ötede olmuş gibi kendi dünyamda hissettim. Yıllardır uzaklardan hasret ve hayretle Türkiye'de olup bitenleri takip eden biri olarak bir defa daha aklım allak bullak oldu. Sinir felci geçirdim. Amerikalı dostlarımın içine çıkamaz oldum. Doğrusu e-muhtırayı okuduğumda gerçek olduğuna inanamadım. Olsa olsa birileri Genelkurmay'ın web sitesini hack etmiştir dedim. Çünkü, darbelerin Güney Amerika ülkeleri gibi üçüncü dünya liginde yer alan ülkelere mahsus olduğunu sanıyordum. Avrupa Birliği'ne üye olmanın eşiğine gelmiş modern bir ülkede böyle bir şeyin hayal bile edilemeyeceğini düşünüyordum. Ne yazık ki, yanılmıştım. Web sitesi hack edilmemişti, hack edilen, demokrasiydi. Hack edilen, hukukun üstünlüğüydü. Hack edilen, insan haklarıydı. Hack edilen, gariban Anadolu insanının küresel dünya vatandaşı olmaya yönelik çabalarıydı. Hack edilen, Türkiye'nin son birkaç yılda kıskanılan gelişmişliğiydi.
Amerikalı dostlarım, demokratik bir ülkede askerin nasıl sivil otoriteye muhtıra verebileceğini anlamakta zorluk çekip benden yardım istiyordu. Oysa, ben de onlar gibi cevapsız birçok soruyla dolaşıyordum birkaç gündür: Demokratik ve hukuk devletinde nasıl böyle bir şey olabilirdi? Babasının hayrına değil, milletin verdiği vergilerle millete hizmet eden ve vatanı düşmandan koruyan "vatan bekçileri" nasıl olur da millete silahını yöneltip, onu tehdit edebiliyordu? Dininin gereğini yaşayanları tehdit görüp onları düşman ilan ediyordu? Milletin özel yaşamından rahatsız olup, onu tenkit ediyordu? Anayasa'nın bir ilkesini korumak bahanesiyle, Anayasa'yı katletmeye yelteniyordu? Demokrasi içinde doğan ve çok sesliliğe, tarihte eşine rastlanmayan bir oranda, imkân sağlayan modern bir aracı kullanıp, demokrasiyi yok etmek ve farklı sesleri kısmak istiyordu? Bilgi çağının otobanı olan interneti, toplumu ileriye götürecek maksatlar için kullanmak yerine, otuz sene geriye götürecek çağdışı bir maksat için kullanıyordu? Nasıl olurdu da, küresel dünya vatandaşları yirmi ışık yılı ötede keşfedilen yeni bir gezegene gidilip gidilemeyeceğini konuşurken, Anadolu insanı bir kere daha askerî darbe tartışmalarıyla meşgul oluyordu?
Hacklenen demokrasi...
E-bildiriyi okurken yukarıdaki sorularıma cevap bulacağımı umuyordum. Oysa, sorularıma cevap bulmak şöyle dursun, e-bildiri başka birçok soru getirmişti aklıma. Bildiride, laikliğin çiğnendiği iddia ediliyordu. Aslında bildirinin kendisi laikliği çiğniyordu. Çünkü, laiklik dinsizlik değil, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıydı. Dinin devlete, devletin de dine karışmamasıydı. Oysa, bildiriyi yazanlar dinini yaşayanlara karışıyordu. Benzer bir bildiriyi Pentagon yayınlasaydı, eminim buradaki mahkemeler, laiklik ilkesine aykırı diye, bildiri sahibini mahkum ederdi. Bütün gazeteler, din ve vicdan hürriyetine müdahale diye, bildiriyi tenkit ederdi. Bütün siyasi partiler, demokrasi katili diye, bildiri sahibini millete şikâyet ederdi. Oysa, gariplikler ülkesi Türkiye'de mahkemeler, darbe planları yapan suçlulara ceza vermek yerine, onları ifşa ve ihbar edenlere ceza veriyordu. Birçok gazeteci, milletin sesi olup, hak ve hürriyetleri savunmak yerine, darbecilere dellallık yapıp, hürriyetlerin kısıtlanmasına zemin hazırlıyordu. Yaşamını demokrasiye borçlu olan siyasi partiler, demokrasinin darbeyle katline destek veriyordu.
e-bildirideki muhtıra gerekçelerini okuyunca, laiklik ilkesini anayasal güvence altına alan ve dünyanın en güçlü ordusuna sahip olan Amerika'da gördüklerim ve yaşadıklarım gözümün önünden film şeridi gibi geçti. Niye burada benzer bir muhtıra hayal bile edilemiyordu? Oysa, Amerikan ordusu, isterse, darbenin en âlâsını yapabilirdi. Ancak, şu garabete bakın ki, Amerikan ordusu kendi toplumunun ilim ve teknolojideki liderliğine, her gün yeni keşifler yaparak, internet başta olmak üzere, katkıda bulunurken, Türk ordusundaki darbe ihtiraslıları her seferinde darbe yapmanın başka bir yolunu keşfediyordu. Doğrusu, e-bildiride muhtıra sebebi sayılan şeylerin yüzlerce kat daha katmerlisi yaşanıyor Amerika'da. Hıristiyan, Yahudi, Müslüman cemaatler, ilkokuldan üniversiteye kadar her seviyede okullar açıp, çocuklarını kendi inançlarına göre yetiştiriyorlar. Laik sistem, dindar insanların bu teşebbüslerine engel olmadığı gibi, bu okullarda verilen eğitime, okutulan kitaplara, görevlendirilen öğretmenlere hiçbir şekilde karışmıyor. Öğretmen ve öğrencilerin kıyafetine müdahale etmiyor. Üniversiteler cemaat okullarından mezun olan öğrencilere kapılarını kapatmıyor. Laik ordu, dinî cemaatlerin örgütlenip, kendi inançlarına uygun faaliyetler düzenlemesine karışmıyor. Laik devlet, farklı din mensuplarının dinlerini bireysel olarak yaşama ve toplumsal alana taşıma faaliyetlerini laikliğe karşı bir tehdit görmüyor. Aksine, bu tarz faaliyetleri laikliğin verdiği din ve vicdan özgürlüğü teminatının parçası olarak algılıyor.
Türkiye'yi üçüncü lige reva görenler
O halde niye "darbe", "muhtıra" gibi kavramlar Amerikalının lügatinde bile yokken, Türkiye'de herkesin ağzında ciklet gibi dolaşıyordu? Amerika'da insanların büyük ekseriyeti genelkurmay başkanının ismini bile bilmezken, nasıl oluyor da Türkiye'de çocuklar bile genelkurmay başkanının adını sayıklıyordu? Amerika'da rütbesi ne olursa olsun, milletin vergileriyle millete hizmet edenler "milletin hizmetçisi" olarak görülürken, nasıl oluyordu da, Türkiye'nin devrim yasalarına aykırı olduğu halde, başbakan bile beş yıldızı olan bir generale "paşam" deyip emri altındaki bir askerî bürokratı kendine paşa yapıyordu? e-muhtıradan sonra bu gibi sorular da geldi aklıma. Doğrusu Amerika'ya geldiğim ilk günden beri kendime sorup duruyorum: Amerikalıları dünyanın hiper gücü haline getirip, Anadolu insanını asırlarca üçüncü ligde bırakan nedir acaba? Amerikalıların neyi fazlaydı? Ya da insanımızın neyi eksikti?
Elbette bu sorunun tek bir cevabı yoktur. Birçok farklı cevap verilebilir. Ancak şimdiye kadarki gözlemlerim ve okumalarım iki faktörün çok belirleyici olduğu kanaatini verdi bana: 1) Bireysel ve sosyal alanda sağlanan düşünce ve teşebbüs hürriyeti. 2) Bilimsel, teknolojik ve ekonomik gelişmenin lokomotifi olan üniversiteler. Birincisi, Amerika'nın ilerlemesine zemin hazırlayan tren rayları fonksiyonu görürken, ikincisi de, Amerika'yı, küresel yarışta önde götüren lokomotif foksiyonu görüyor. Tren ve rayların birbirini tamamlaması gibi, bu iki dinamik de birbirini tamamlayarak, Amerika'nın hızlı ilerlemesini sağlıyor. Düşünce ve teşebbüs hürriyeti ile üniversiteler karşılıklı etkileşim içinde Amerikan toplumunu liderliğe taşıyor.
Amerika'da düşünce ve teşebbüs hürriyeti, ailede başlayıp, okulda verilen eğitimle kuvvetleniyor. Hem ailede, hem de okulda, dayatmacı bir anlayış yerine, bireysel farklılığın zenginlik sayıldığı, çoğulcu ve katılımcı bir anlayış hakim. Bunun en açık örneği, anne-babanın bile evladı üzerinde zor kullanarak kendi doğrularını empoze etme hakkına sahip olamamasıdır. Kimileri bu özgürlükçü kültürü, şahsi arzularını her türlü şekilde tatmin etmek için bir araç gibi kullanırken, kimileri de, bunu fıtratlarındaki sonsuz kabiliyetleri filizlendirmek için mümbit bir zemin olarak değerlendiriyor. Bu hürriyet zeminine ekilen kabiliyetler, dünyanın dört bir yanını saran ilim ve teknoloji ürünlerini netice veriyorlar. Bu hürriyet zemininin üzerinde yürüyen Amerika hızlı treninin lokomotifi olan üniversiteler ise, dünyanın her tarafından ithal ettiği "beyin yakıtını" kullanarak, ilim ve teknoloji yarışında yüksek hızla ilerliyor. Türkiye gibi ülkeler ise halen eski raylar üzerine yürüttüğü kömür treni ile yarışı en geride takip ediyor. Daha da kötüsü, toplumu peşinden sürükleyen lokomotif olması gereken üniversiteler, toplumun ilerlemesine mani olan hantal vagonlar gibi Türkiye treninin hızını kesiyor. Oysa Amerika'da üniversiteler, her türlü düşünce ve inanç hürriyetini tesis ederek, öğrencilerin hür bir zeminde kabiliyetlerini geliştirmesine yardım ediyorlar. Aslında modern toplumlarda inanç hürriyeti, düşünce hürriyetinin parçası haline gelmiştir. Çünkü inancını özgürce yaşayamayan insan zihnen kilitlenir, etkin olarak ilim ve teknoloji meyvelerini verecek düşünceler de üretemez. Yasaklara karşı düşünceler geliştirmekle meşgul eder zihnini. Kabiliyetlerini inkişaf ettiremez. Başta Einstein gibi büyük beyinler olmak üzere, kendi öz yurdunda baskı altında tutulduğu için çorak kalan kabiliyetlerin, Amerikan toprağında ekildiğinde ilim ve teknoloji ürünü vermesinin sırrı budur. Aslında Anadolu insanı, kabiliyeti ve zekâsı itibarıyla, Amerikalılardan geride kalmaz. Azim ve gayreti yönüyle de fersah fersah ileridedir. Ancak, insanımızı muasır medeniyetin gerisinde bırakan şey, düşünce ve teşebbüs hürriyetine her on senede bir inen darbe ve muhtıralardır. Lokomotif olması gerekirken, bozuk vagonlar olup, Türkiye trenini raydan çıkarmaya çalışan üniversitelerdir.
Ne mutlu Türk'üm 'diyebilene'...
İşte, e-muhtıra Türkiye'de düşünce ve teşebbüs hürriyetine bir tehdit olduğu için beni rahatsız etmişti. Küresel yarışta ilerlemeye başlayan Türkiye treninin yoluna dinamit koyduğu için sinirlerimi tahrip etmişti. Türkiye trenini önde götürecek enerjiyi boş yere heba ettirdiği için canımı sıkmıştı. Anadolu'daki gariban insanın servetinin yarısını, yeni bir ekonomik krizle, elinden çalacağı için beni mutsuz etmişti. Ne gariptir ki, e-muhtırayla birlikte olup bitenlerin bana verdiği acıyı dışarıya yansıtıp, mutsuz olduğumu söyleme hakkımı da elimden alıyordu. Çünkü, e-muhtırayı yazanlar, "Ne mutlu Türk'üm" demeyen herkesi düşman olarak gördüğünü ilan etmişti. Ancak, Amerika'da yaşayan biri olarak iki sebepten dolayı "Ne mutlu Türk'üm" diyemiyordum. Birincisi, e-muhtırayı dinlesem, ya her gün karşılaştığım Amerikalı dostlarıma "Ne mutlu Türk'üm diyene" sözünü ezberletmeli veya onları düşman ilan etmeliydim. Çünkü, e-muhtırayı yazanlar, etnik olarak Türk olmayan herkesi, Amerikalılar da dahil olmak üzere, düşman ilan etmişti. İkincisi, etnik aidiyetimden dolayı mutlu olmamı emreden e-muhtıra, paradoksal bir şekilde, mutluluğumu alıp götürmüştü.
Üzülerek belirteyim ki, e-muhtıradan sonra, Amerikalı dostlarımın arasına çıktığımda, Türkiyeli olduğumdan gurur duymak şöyle dursun, utanıyorum. Çünkü, Anayasa'yı koruma gayesiyle Anayasa'yı çiğnemenin ne demek olduğunu izah edemiyorum. Çünkü, milletin vergisiyle millete hizmet etmesi gerekenlerin süngü gücüyle millete kendi ideolojilerini dayatmasını izah edemiyorum. Çünkü, Hz. İsa'nın (as) doğum gününü resmi tatil yapıp (Christmas günü) özgürce peygamberlerinin doğum gününü kutlayanlara, Türkiye'de Peygamber'inin doğum gününü kutlayanları bahane ederek muhtıra vermenin nasıl mümkün olabildiğini izah edemiyorum. Çünkü, laikliği dinsizlik olarak algılayıp, laikliği koruma adına, dinini yaşayanlara müdahale ederek laikliği çiğneyen sözde laiklerin çelişkisini izah edemiyorum. Çünkü, evladına bile zor kullanarak kendi inanç ve ideolojisini dayatmanın hapis sebebi olduğunu bilenlere, dipçik zoruyla topyekun bir millete kendi ideolojisini dayatanların çağdışı zihniyetini izah edemiyorum. Çünkü, kendi yaşam tarzına müdahale eder paranoyasıyla, başkasının yaşamına müdahale edenlerin riyakârlığını izah edemiyorum. Çünkü, elinden servetini ve hürriyetini alıp, insanları sözde mutluyum demeye mecbur eden zihniyetin çarpıklığını izah edemiyorum. Çünkü, Amerika'ya gelince farklılıkları zenginlik olarak gören, Türkiye'ye dönünce herkese tek tip elbise giydirmeye çalışan sözde aydınların menfaatperestliğini izah edemiyorum. Çünkü, vatan ve millet edebiyatı yapıp, ülkenin enerjisini boş yere harcayıp, temel dinamiklerine bomba koyanların, sahte vatan sevgilerini izah edemiyorum. Çünkü, "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözünü diline pelesenk yapıp, içerde ve dışarda çatışma çıkarmak için uğraşan sözde barışseverleri izah edemiyorum. Çünkü, "Ne mutlu Türk'üm diyene" sözünü söylemeyen veya söyleyemeyen milyarlarca insanı düşman ilan eden ve onların ebediyen düşman kalacağını söyleyen kafatasçıları izah edemiyorum.
Üzülürek itiraf ediyorum ki, e-muhtıradan sonra, "Ne mutlu Türk'üm" diyemiyorum. Bütün bu olanlardan sonra, sözde değil, özde "ne mutlu Türk'üm DİYEBİLENE!" Ne mutlu Türkiye'de yaşananları kendi dünyasına taşımayana! Ne mutlu, bilişim teknolojisindeki devrimle, avuç içi kadar küçülen dünyada, ufkunu dünya kadar büyütene! Ne mutlu etnik, dinî ve kültürel farklılıkları zenginlik olarak görüp, küresel dünya vatandaşı olmaya çalışana! Ne mutlu, kendisinden farklı olanı düşman görmeyi bırakıp, herkesi, hatta her şeyi dost görene!
--------------------------------------------------------------------------------
FLORIDA AGRICULTURAL AND MECHANICAL ÜNİV. ÖĞRETİM ÜYESİ
Yorum Gönder