Ben diktatörün zeki, çevik ve ahlaklısını severim

Geçenlerde Barış'ın bir yazısına yorum yazan bir okurumuz şu iki soruyu sormuştu:

1- Türkiye bir süre daha tek partili sistemle devam etseydi, bugün daha az mı gelişmiş olurdu?
2- TSK'nın bugünkü ekonomik geri kalmışlığımızda ne gibi bir rolü vardır?

Yalnız bu soruları masumane bir şekilde yani konu hakkında bir fikri yokmuş da öğrenmek istiyormuş gibi sorduğunu sanmayın. Oradaki tartışmadan anladığımız kadarıyla bu arkadaş birinci sorunun cevabının hayır, ikinci sorunun cevabının ise hiçbir rolü yoktur şeklinde olduğunu düşünüyordu. Hatta Türkiye'nin otokratik bir yönetim altında bugünkünden daha gelişmiş bir ülke olacağına inanıyor gibiydi.

Devlet Nedir    UNESCO Nedir    Bono Nedir?    Reeskont Nedir    Enflasyon Nedir  Aritmetik Ortalama Nedir  Forex Nedir

Barış orada kendisine kısa ve net cevaplar verdi. Ben ise daha bu soruları görür görmez, bu konu ile bir ara ilgilenmiş olduğum için, daha ayrıntılı bir cevap vermeyi kafaya koymuştum. Fakat öncelikle bu konudaki bilgilerimi tazelemem ve ayrıca bazı hesaplar yapmam gerekiyordu. Bunun için ise o sırada zamanım yoktu. Neyse, kısmet bugüneymiş. Şimdi kendisine daha ayrıntılı bir cevap vereceğiz.

Geçenlerde benim bir yazıma yorum yazan bir okuyucumuz ise kısaca "Bütün yazarlar tukaka ve ekonomiden bir tek siz anlıyorsunuz öyle mi" diyerek bize çıkışıyordu. Valla bu konuda karar vermek bize değil okuyuculara düşer ama ben ülkemizdeki köşe yazarlarının çoğu ile bizim aramızdaki farkı kısaca anlatayım. Birincisi, biz dürüstüz. Ekonomi büyüyor ise büyüyor diyoruz. Yazı yazarken ekonomideki göstergeleri siyasi görüşlerimize göre eğip bükmüyoruz. İkincisi de bilgilerimiz hem daha taze hem de kendimizi sürekli yeniliyoruz. Ülkemizdeki köşe yazarlarının çoğunun yaptığı gibi okulda öğrendiğimiz modası çoktan geçmiş ve yanlış olduğu ortaya çıkmış fikirleri savunup durmuyoruz.

İşte bu okurumuzun kalkınmanın ancak otokratik bir yönetim ile olabileceği fikri de modası çoktan geçmiş fikirlerden biri. Bundan 20-30 yıl kadar önce iktisat (Iktisat nedir) literatüründe hakim görüş gerçekten de böyleydi. Bu görüş de temelini daha çok Güney Kore gibi otokratik rejimlere sahip Asya ülkelerinde görülen hızlı büyümeden alıyordu. Fakat özellikle Doğu Bloku'nun çöküşünden sonra bu konudaki görüşler değişmeye başladı. Çünkü yıllarca demokrasiden nasibini almadan yaşayan bu bloktaki ülkelerin ekonomik açıdan felaket bir durumda olduğu görüldü. Bundan sonra iktisatçılar kafalarını kaldırıp dünyanın diğer köşelerine de daha dikkatli baktılar ve Ortadoğu'da, Güney Amerika'da ve Afrika'da da demokrasiden nasibini almamış ülkelerin nasıl bir yoksulluk içinde olduğunu gördüler. Ve böylece sadece Asya ülkelerindeki duruma bakarak kalkınma için otokratik bir yönetim gerekir demenin pek de doğru olmayacağını anladılar. O zamandan beri yapılan ampirik çalışmalar genelde demokrasiden fedakarlık etmenin kalkınma açısından birşey kazandırmadığı şeklinde sonuç veriyor. Hatta demokrasinin kalkınmaya faydası olduğunu ortaya koyan çalışmalar da var. Bu konuda bilgi sahibi olmak isteyenler şu çalışmalara (bir, iki, üç) göz atabilir.

Bu konudaki literatürü böyle kısaca özetledikten sonra Türkiye'deki duruma gelelim. Gelişmişlik ve kalkınma aslında sosyal ve kültürel boyutları da olan bir kavramdır ama iktisatçılar bunu kısaca kişi başına milli gelirdeki artışla somutlaştırmıştır. Aşağıda Türkiye'nin kişi başına milli gelirinde cumhuriyet döneminde gerçekleşen değişim oranlarını görüyorsunuz. Grafikteki büyük gri alan tek parti iktidarı dönemini (1923-1949) gösteriyor. Diğer gri alanlar ise 1950'de demokrasiye geçildikten sonra gerçekleşen askeri müdahaleler sonrasında yeniden demokrasiye geçilene kadarki dönemleri gösteriyor. Bunlardan ilki olan 1960-61 dönemi ile üçüncüsü olan 1981-83 döneminde askerler resmen yönetime el koymuştu. 1971-73 döneminde ise askerler yönetime el koymamıştı ama verdikleri muhtıradan sonra parlamentoda çoğunluğa sahip olan AP hükümetten çekilmiş ve 1973 yılında yapılan seçimlere kadar ülkeyi teknotratların ağırlıkta olduğu hükümetler yönetmişti. 28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007'de ise askerlerin bizzat yönetime el koyması ya da teknotrat hükümetlerinin kurulması gibi bir durum olmadığı için bunları demokrasinin askıya alındığı dönemler olarak görmüyoruz.


Şimdi de yaptığımız bazı hesapların sonuçlarını verelim. Cumhuriyet döneminin tamamında kişi başına milli gelirde yaşanan yıllık ortalama reel artış % 2.56 imiş. Bu oran tek parti iktidarı döneminde yani 1923-49 arasında % 2.46, 1950 sonrası dönemde ise % 2.60 olarak çıkıyor. Şimdi buradan birinci sorunun cevabı çıkıyor. Tek parti iktidarı döneminde kişi başına milli gelirdeki artış daha düşük olduğuna göre, demek ki bu dönem devam etseydi bugün Türkiye daha az gelişmiş olurdu. Ne kadar daha az? Onu da hesapladım. 2006 yılı itibariyle kişi başına milli gelirimiz % 7 daha düşük olacakmış.

Durun daha bitmedi. 1950-2006 döneminde kişi başına milli gelirde yaşanan yıllık ortalama reel artışın % 2.60 olduğunu biraz önce söyledik. Fakat bu dönemi demokrasinin askıda olduğu ve işlediği yıllar olarak ikiye bölersek karşımıza şu sonuçlar çıkıyor. Kişi başına milli gelirde yaşanan ortalama artış demokrasinin işlediği yıllarda % 2.75 iken, demokrasinin askıya alındığı yıllarda % 1.64'e düşüyor. Buradan da ikinci sorunun cevabı çıkıyor. Demek ki askeri müdahalelerin bugünkü ekonomik geri kalmışlığımızda bir etkisi varmış. Ne kadar etkisi varmış? Askeri müdahaleler olmasaydı bu dönemlerde de büyümenin demokrasinin işlediği dönemlerdeki düzeyde olacağını varsayarak hesap yaptığımızda 2006 yılındaki kişi başına milli gelirin % 9 daha yüksek olacağını buluyoruz.

Yine bitmedi. Bundan sonra bir de Türkiye'nin demokrasiyle yönetildiği dönemlerdeki % 2.75'lik kişi başına milli gelir büyümesini ele alarak cumhuriyet dönemi boyunca demokrasiyle yönetilseydik bugünkü kişi başına milli gelirimizin ne kadar olacağını hesapladım. Bu hesabın sonucu da eğer hep demokrasiyle yönetilseydik 2006 yılında kişi başına milli gelirin yüzde 18 daha yüksek olacağını gösterdi.

"Bize şöyle kodu mu oturtacak akıllı bir diktatör lazım" söylemi ben çocukken oldukça popüler bir söylemdi. Uzun zamandır duymadığım bu söylemi son zamanlarda yeniden duymaya başladım. Fakat maalesef dünyada öyle zeki, çevik ve ahlaklı diktatörlere pek rastlanmıyor. Saddam örneğinde olduğu gibi bazılarında bu vasıfların hiçbiri bulunmuyor ve bunlar macera peşinde koşarak ülkelerini mahvediyor. Bazıları da öyle büyük güçlere bulaşmayacak kadar zeki oluyor ama ahlaktan yana pek nasipli olmadıkları için ülkelerinin zaten kıt olan kaynaklarını İsviçre'deki kişisel hesaplarına akıtıyor. Velhasıl ne kadar sorun yaratırsa yaratsın genelde en kötü demokrasi bile otokratik rejimlere 5 çekiyor.

26 Yorum Var.:

Adsız dedi ki...

Kemalistler soyle bir ekonomi istiyorlar:

http://www.derinsular.com/ansiklopedi/2007/05/kemalizm_4_devletcilik.php

Adsız dedi ki...

peki 1923-1950 arasındaki 2. dünya savaşı etkisi nasıl olmuş olabilir?? sistem çok parametreli olduğundan etkilerin sadece tek parti-çok parti kısmını ölçmemiz biraz daha zor heralde

Adsız dedi ki...

Biraz neo-classic görmek isteriz sizleri, free from all ideological concerns and precommitments...
Yok diyorsanız ki ideolojik yazılar olacak bu blogda, en azından çeşitliliği sağlayın...

Adsız dedi ki...

Yazınızda rakamları kullanmanın büyüsüyle okurları etkileme yöntemine gitmişsiniz. Sayılar ortada ama gerekçeler önemli. 1950 öncesi 2. Dünya Savaşı'nı etkilerini okuyucudan saklamışsınız. iktisadi büyümeyi yalnızca bir bağımsız değişkenle "demokrasi" ile ilişkilendirmişsiniz. Yaptığınız çalışma da ekonometrik olamaktan ziyade ,betimleyici (descriptive), yani demokrasi ile büyüme arasında bir korelasyon var mı? bunların arasındaki R^2 kaçtır? Demokrasi ile büyüme arasındaki ilişki pozitifse hangi yönde? Demokrasi mi ekonomik büyümeyi sağlıyor, ekonomik büyüme mi demokrasiye neden oluyor?emek istediğim X ve Y aynı yönde hareket ediyorsa, X i Y etkiliyor olabilir ya da Y' X'i. Ya da bu değişkenler bir başka Z'ye bağlı olarak hareket ediyordur. Z arttıkça hem X hem Y artıyordur.
Velhasıl : Siz siyaset yazın!
(diktatörlük savunucusu değilim. Demokrasi ile iktisadi büyüme arasında pozitif korelasyon olabileceğine inanıyorum)

Adsız dedi ki...

Yukarıda sorduğum soruların cevaplarını yazıda bulamadığım için bana bir şey söylemiyor yazınız. İstatistikler önemli tamam da siz istatistik yapmamışsınız zaten. Hadi yaptınız varsayalım, arka planladaki gerekçeleri okuyucucuya göstermemiş olmanız benim aklımda sorulara neden oluyor.

ekodok dedi ki...

Deniz Bey,

Yazımda rakamların büyüsünü kullanarak okuyucuyu etkilemeye çalıştığım falan yok. Dikkat ederseniz öncelikle bu konudaki literatür hakkında bilgi verdim. Konu hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isteyen gider o literatürü inceler, kendisi bilgi sahibi olur. Yazımda rakamları kullanmamın nedeni, Türkiye'nin otokratik bir yönetimle daha fazla kalkınacağını ve de askeri müdahalelerin ekonomiye zarar vermediğini iddia eden okuyucumuza durumun öyle olmadığını göstermekti. Aksini iddia eden varsa buyursun kanıtlasın. Takdir edersiniz ki bir blog yazısında öyle ekonometrik analizlerle uğraşacak durumumuz yok. Siz bunları söylerken bizden çok şey beklediğinizi düşünmüyor musunuz? O kadar uğraşacak olsam bir makale yazar gider bilimsel bir dergide yayınlardım. Fakat bu konuyla ilgili olarak yapılmış ampirik çalışmalar var. Merak edeyorsanız onları inceleyin. Türkiye üzerine de bir ampirik çalışma siz yapın da biz de bilgi sahibi olalım.

Deniz Bey ve Muhammet Bey,

2. Dünya Savaşı'nın 1923-1949 dönemindeki büyüme performansı üzerinde elbette etkisi var. Peki ama 2. Dünya Savaşı sırasında Türkiye'nin ekonomik performansı neden acaba o kadar düşmüştü bu konuda bir fikriniz var mı? Acaba bunda da zamanın otokratik yönetiminin yaptığı hatalar etkili olmuş olamaz mı? Acaba aynı dönemde Avrupa'da savaşa giren ve girmeyen diğer ülkelerdeki ekonomik performansla Türkiye'nin ekonomik performansı kıyaslanınca nasıl bir durum çıkıyor? Alın size bir sürü soru. Bütün cevapları bizden beklemeyin. Siz de bu sorulara cevap verin, ondan sonra 2. Dünya Savaşı'nın etkilerini analizden çıkarıp çıkarmayacağımıza karar verelim.

Gencer Bey,

Eğer ideolojik olduğunu iddia ettiğiniz yazılarımızdan hoşlanmıyorsanız sizi şöyle dış kapıya doğru alabiliriz. Başka da yapabileceğimiz birşey yok, kusura bakmayınız.

Adsız dedi ki...

Sizden çok şey beklemiyorum ama bu sitede başka yazılar da okuduk ekonometrik olmayan ,gerekçeleriyle verilmişti. Rakamlarla da yalan söylemek mümkün,Siz bunu yapıyorsununuz demiyorum ama oluyor böyle şeyler. Benim demek istediğim de bu işte, olay o kadar basit değil. Demokrasi olduğu için mi büyüme oluyor, büyümemi demokrasi getiriyor? Birisi şöyle bir iddia ortaya atabilir, demokrasi iyi değildir çünkü istikrarsızlık yaratır.(4 yılda bir seçim, populizm vs). Demokrasiyi rakamlarla ölçemedeğimiz için yargıya varmak zor.

Adsız dedi ki...

siz bu sayfanın sağında Erinç Yeldan başlıklı "inciye" tıklayın,anlayacaksınız ne demek istediğimi. Trabzonspor ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki başlıklı.

ekodok dedi ki...

Deniz Bey,

Size katılıyorum, olay gerçekten de o kadar basit değil. Fakat zaten biz de çok basit olduğunu söylemiyoruz. Diyoruz ki bu konuda oldukça gelişmiş bir literatür var gidin onu inceleyin. Ben inceledim. Sonuçta demokrasinin mutlaka kalkınma getireceği konusunda tam ikna olmasam da demokrasiden fedakarlık etmenin mutlaka kalkınma getirmeyeceği konusunda ikna oldum. Kalkınma getireceği kesin olmayan birşey için de temel hak ve özgürlüklerimden feragat etmeye beni kimse ikna edemez. Söylemek istediğim bu.

Adsız dedi ki...

"2. Dünya Savaşı'nın 1923-1949 dönemindeki büyüme performansı üzerinde elbette etkisi var. Peki ama 2. Dünya Savaşı sırasında Türkiye'nin ekonomik performansı neden acaba o kadar düşmüştü bu konuda bir fikriniz var mı? Acaba bunda da zamanın otokratik yönetiminin yaptığı hatalar etkili olmuş olamaz mı? "
Şu aşamada bunlarla ilgilenmiyorum. Benim farklı bir hipotezim var: Fenerbahçe'nin şampiyon olduğu yıllarda Türkiye ekonomisi Galatasaray'ın şampiyon olduğu yıllara göre daha iyi büyüme performansı göstermiştir. Henuz tam veri toplayamadım,ama üzerinde düşünmeye değer. Merak ettiğim şey bu. İleride yukarıdaki soruları cevaplarım.
İdeolojik yorum yapmadığınızı kendiniz iddia ediyorsunuz. Yorumların ideolojik deyip kurtulun biz de kapidan hiç girmeyelim.

ekodok dedi ki...

İdeolojik yorum nedir? Bir arkadaş bunu açıklarsa ben de ideolojik yorum yapıp yapmadığımı söyleyebilirim.

Adsız dedi ki...

Yazınızı başlatan soruları yönelten şahıs olarak cevabım biraz uzun olacak, mazur görün.

Deniz adlı yorumcunun da çok doğru bir şekilde belirttiği gibi yaptığınız basit dönemsel kıyaslamalarla ciddi bir sonuca varmak ve “causality”nin yönünü bulmak çok zor. Bu şekilde örnek verilen Erinç Yeldan yazısı gibi her konuda bir ilişki yaratılabilir.

Yazınızı biraz “deconstruct” edersek (parantez içindekiler sizin yazdıklarınız):

[İşte bu okurumuzun kalkınmanın ancak otokratik bir yönetim ile olabileceği fikri de modası çoktan geçmiş fikirlerden biri.] – Kimse bugün otokratik bir sistemin savunuculuğunu yapmıyor. Söylenmek istenen her ülkenin dışarıdan müdahelelerle değil, kendi beşeri, fiziksel ve kurumsal altyapısını belli bir noktaya getirdikten sonra demokratik açılımlara hız vermesi gerektiğidir. Doğal olan budur. Yoksa, bağnaz bir şekilde, “her durum ve şartta demokrasi en iyi yönetim tarzıdır” demek tam neo-con tarzı bir düşünce anlayışı. Ayrıca, ilk yorumumda da belirttiğim gibi: Hangi demokrasi?

[yıllarca demokrasiden nasibini almadan yaşayan bu bloktaki ülkelerin ekonomik açıdan felaket bir durumda olduğu görüldü] - 90 başlarında, bu ülkelerde rejim değişiklikleri gündeme gelince çok bilmiş bazı amerikalı ekonomistler onlara sizin de bugün hararetle savunduğunuz çok akılcı(!) ultra-liberal politikalar önerdiler (Bunlardan biri de o günlerde pek bir havası olan ve Türkiye’ye de çok gelip giden Jeffrey Sachs’dı. Şimdilerde esamesi okunmuyor.) Tabii bu politikalar altyapı bakımından hiç de hazır olmayan bu ülkeleri perişan etti ve örnekleri Rusya ve Ukrayna’da görüldüğü gibi bir süre sonra “derin devlet” duruma müdahele etmek zorunda kaldı. Bugün, Rusya oldukça “zayıf” bir demokrasi, ama oldukça “güçlü” bir ekonomiyle yoluna devam ediyor.

[Hatta demokrasinin kalkınmaya faydası olduğunu ortaya koyan çalışmalar da var.] – Peki, nerede o çalışmalar? Cımbızla çekip örneklediğiniz çalışmalarda bile “conclusive” bir sonuç elde edilememiş gözüküyor. Neden biliyormusunuz? Çünkü kullanılan metod külliyen yanlış. Tarihsel dönemleri, global konjonktürü, ülkelerin ekonomik ve kültürel altyapılarını dikkate almadan yapılan basit cross-country analizlerinden hiçbir sonuç elde edemezsiniz (sizin de elde edemediğiniz gibi). Halbuki, bir ülkenin belirli bir döneminde daha fazla demokrasinin elbette kalkınmaya faydası olabilir. (Benim söylemek istediğim de o dönemin 1946 olmadığıydı, o kadar).

[Bu oran tek parti iktidarı döneminde yani 1923-49 arasında % 2.46, 1950 sonrası dönemde ise % 2.60 olarak çıkıyor. Şimdi buradan birinci sorunun cevabı çıkıyor. Tek parti iktidarı döneminde kişi başına milli gelirdeki artış daha düşük olduğuna göre, demek ki bu dönem devam etseydi bugün Türkiye daha az gelişmiş olurdu.] - Valla, üniversitede sadece istatistik 101 dersi almış biri bile 23-49’un %2.5’i ile, sonrasının %2.6’sı arasında istatistiki açıdan anlamlı bir fark olamayacağını anlar. Ayrıca, aynı dönemlerde dünyanın, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızlarına da bakmak gerekir. Örneğin 1923-49 dönemi aynı zamanda Büyük Buhranın ve 2. dünya savaşının yaşandığı ve bütün dünyada çok ciddi ekonomik daralmaların görüldüğü yıllardır. Bu şartlar altında ortalama %2.5 büyüme bile başarıdır.

[Kişi başına milli gelirde yaşanan ortalama artış demokrasinin işlediği yıllarda % 2.75 iken, demokrasinin askıya alındığı yıllarda % 1.64'e düşüyor.] - Darbe dönemlerinin çok kısa olması nedeniyle gene istatistiki bakımdan anlamlı bir sonuç çıkmaz. Kaldı ki, 1980’de askerler 70 cent’e muhtaç ve moratoryum ilan etmek üzere olan bir ekonomiyi devir almışlardı. Keza 1960’da da kısa süre önce ciddi bir devaluasyon yaşamış Türkiye ekonomisinin durumu hiç parlak değildi. Ayrıca zaten askerler Türkiye’de hiçbir zaman ekonomik sistemi değiştirme iddiasında olmadılar. Türkiye’de Endonezya benzeri faşist bir ekonomi modeli de uygulanmamıştır. Belki, OYAK olmasa daha iyi olurdu ama OYAK’ın ekonomi içerisinde payı ve etkinliği dikkate değer oranlarda değildir.

[Saddam örneğinde olduğu gibi bazılarında bu vasıfların hiçbiri bulunmuyor ve bunlar macera peşinde koşarak ülkelerini mahvediyor.] İşte, gene tipik bir neo-con argüman daha. Evet, Irak’a demokrasi geldi durumları şimdi süper oldu! Ülke bölünüyor, ekonomi zortlamış vaziyettte, bütün ihaleler Halliburton’a peşkeş çekiliyor ve çoluk çocuk 1.5 milyon kişi ölmüş, ve belki de bir o kadar da sakat kalmış vaziyette. Kusura bakmayın ama ben böyle demokrasiyi (şimdilik) almayayım.

Asıl problem son yıllarda “demokrasi”nin ABD ve diğer gelişmiş ülkeler açısından az gelişmiş ülkeleri kendi hükümranlıkları altına almak için kullandıkları bir bahaneye dönüşmüş olması. Ne de olsa bugünün dünyasında demokrasi daha “politically correct” bir kavram. Bunun sonucunda o ülkeler ya iyice tek taraflı olarak açılıp Meksika gibi “loser” hizmetçi devletlere dönüşüyorlar, ya da Rusya ve Çin gibi başkaldırıp kafa tutuyorlar. Bizim ne yolda olduğumuzu söylemeye gerek yok sanırım. Üyelerinin %90’ı ilk kez seçilmiş (yeni seçimde de öyle olacak sanırım), devlet adamlığı vizyonu ve bilgisinden yoksun, çoğu kendi bölgelerinde ağa, aşiret reisi, tarikat lideri vs. olan, yönetime işin ehli teknokratları atamaktan aciz, elle tutulur hiçbir ciddi özgün ekonomik planı olmayan, dar görüşlü, ümmetçiliği ve kadrolaşmayı ön plana çıkaran zihniyetlerden oluşan bir temsili demokrasiyle nereye gidilirse oraya gidiyoruz. (Ancak bütün olumsuzluklara rağmen, bu noktada otokratik bir rejime geri dönmenin tabii ki bir faydası olmaz. Neyse başımıza gelen çekiyoruz ve çekeceğiz.)

ahmet dedi ki...

Arkadasların otokratik sistemleri canla başla savunmaya çalışmalarını nasıl karşılamalıyız ?

Ekodok'un demokrasilerin üstünlüğü tezi bizleri derinden yaralamış gibi gözüküyor. Bunca yıldır biz farkına varmamış olsak bile 'ideal diktatörlük' hayaliyle yanıp tutuşmuşuz meğersem. Öyle değil mi ya ? Demokrasilerde her kafadan bir ses çıkıyor, halkın kimi seçeceği belli olmuyor.

Aslında 'otokratik sistem' talebi, biraz abartmamı mazur karşılayın lütfen, değişen dünyaya ayak uyduramama korkusu ve ana karnına geri dönme güdüsünden kaynaklanmaktadır.

Kapitalizmin de yenileyebilmek için mekanizmalara ihtiyacı var. Aksi takdirde sosyalist sistemler gibi çürüyüp yok olacaklar. Bir zamanlar sosyalist sistemler de kartaldi. Şimdi nerdeler ?

Kısa dönemlerde 'mükemmeli' yakalamış olsanız bile yok olmaktan kurtulamassınız. Çünkü dünya dönmeye devam ediyor. Değişimlere ayak uydurmak zorundasınız. Diktatörlüklerle bu mekanizma yok. Buna karşın kapitalizmin yenilenme ihtiyacı demokrasi tarafından karşılanıyor. İşte bu yüzden kapitalizmle demokrasi bir bütünün ayrılmaz parçaları. Demokrasi olmadan kapitalizmi uzun dönem ayakta duramaz. Bunun tersi de geçerli. Kapitalizm olmadan da demokrasi olmaz.

Detaylarda boğulup kalmayalım, dünya ölçeğinde demokrasilerin ezici üstülüğünü tartışmayalım. Ekodok'un verilerini sorgulayanlar bilimin sorgulayıcı metodojisine mi sadık kalmaya çalışıyorlar ? Hayır. Birisi kalkıp ' yarın şeriat gelecek, koşun meydanlara' diyor, sorgusuz sualsiz gereğini yerine getiriyoruz. Laikliği cumhurbaşkanının eşinin başörtüsüne indirgenmiş durumdayız. Daha fazla analize kafamız basmıyor. Sonuçlarını uzun uzadıya düşünmeden anayasal sistemi hülle sistemine dönüştürmekte hiç bir sakınca görmüyoruz. Şimdi de karşımıza 'Irak'a girersek terör sorunu kökünden hallederiz' argümanı var. Kaç kişi kalkıp 'o kadar kolay mı' sorusunu yöneltebiliyor ?

Lütfen ne kendimizi ne de başkalarını kandırmaya çalışmayalım. Bize söylenenleri 'akıl süzgecinden' geçirmek gibi bir alışkanlığımız yok.

A. Çavuşoğlu

ekodok dedi ki...

Sayın R. Mutt

1) Sorduğunuz sorular ile Türkiye'nin bir müddet daha tek parti ile yönetilmesi halinde daha gelişmiş bir ülke olabileceğini ve askeri müdahalelerin de bugünkü ekonomik geri kalmışlığımızda rolü olmadığını ima eden kişi sizsiniz. Ben bu iddianızın doğru olmadığını gösterdim. Şimdi kurnazlık yapıp sanki beni demokrasiyle yönetilseydik daha gelişmiş bir ülke olurduk diye iddia etmiş gibi göstermeye çalışıyorsunuz. Yemezler. Önce siz şu iki sorunuzda ima ettiğiniz iddiaları kanıtlayın. Haa, ben öyle bir iddiada bulunmadım diyorsanız, burada keselim, o zaman tartışmayı daha fazla sürdürmenin anlamı bulunmuyor.

2) Bir önceki yorumda şunu demiştim: "Diyoruz ki bu konuda oldukça gelişmiş bir literatür var gidin onu inceleyin. Ben inceledim. Sonuçta demokrasinin mutlaka kalkınma getireceği konusunda tam ikna olmasam da demokrasiden fedakarlık etmenin mutlaka kalkınma getirmeyeceği konusunda ikna oldum. Kalkınma getireceği kesin olmayan birşey için de temel hak ve özgürlüklerimden feragat etmeye beni kimse ikna edemez." Her durum ve şartta demokrasinin en iyi yönetim biçimi olması kesin değilse de öyle olması ihtimali otokrasiden çok daha yüksektir. Neo-conlarda böyle diyorsa yapabileceğim birşey yok. Bu tukaka adamlar da böyle düşünüyor o zaman ben farklı düşüneyim diyecek halim yok.

3) 1923-49 ile sonraki dönemin büyüme oranları hakkında söyledikleriniz için ilk maddede söylediklerim geçerli. Bu oranların istatistiksel olarak farklı olmaması sizin iddianızın geçersiz olduğunu gösterir. 2. Dünya Savaşı'nın etkileri konusunda ise sizden de biraz zahmet edip konuyu kendinizin araştırmanızı istiyorum. Ben baktım ama sonuçları söylemeyeceğim. Yalnızca Türkiye'deki daralmanın Avrupa'da savaşa bulaşmamış diğer ülkelerden inanılmayacak kadar daha fazla olduğunu bunun da o dönemki yönetimin hatalarından ve çoksesliliğin olmamasından kaynaklandığını düşündüğümü söyleyeyim yeter.

3) Ben Doğu Bloku ülkelerinde komünizmin çökmesinden sonra yaşanan ekonomik gerilemeden değil, kömünizmin çökmesine yol açan ekonomik sefaletten bahsediyorum. Siz Rumen halkının Çavuşesku çiftini refah seviyesinin üst noktalarına tırmanmış olmanın getirdiği doyumsuzluktan kurşuna dizdiklerini sanıyorsanız birşey diyemeyeceğim. Rusya'nın bugün oldukça zayıf bir demokrasiyle fakat oldukça güçlü bir ekonomiyle yoluna devam etmesinde petrol fiyatlarındaki artışın etkisi nedir acaba hiç düşündünüz mü? Petrol fiyatlarındaki artış 1970 ve 1980'lerde sıfır demokrasiye sahip Arap ülkelerini de coşturmuştu. Fakat 1990'larda petrol fiyatları düşünce bu ülkelerde kişi başına gelir düzeyinin ne olduğuna hiç baktınız mı bilmiyorum. Demokratik bir ülkede petrol kaynağının nasıl akılcı bir şekilde kullanılabileceğine örnek olarak ise isterseniz bir Norveç'e bakın.

4) Demek Irak'ın başına gelenlerde Saddam'ın hiçbir suçu yok, bütün suç Neo-conların. ABD işgalini bırakalım da ondan öncesine bakalım. Ben Saddam yönetiminde Irak'ın savaştan savaşa koşarak kaynaklarını heba ettiğini sanıyordum. Galiba öyle değilmiş. Siz gerçeği anlatın da hep beraber bilgilenelim. Ayrıca şu anda Irak'ta demokrasi olduğunu iddia ettiğimi de hatırlamıyorum. Bu iddiayı nerede zikrettiğimi lütfen hatırlatır mısınız?

5) ABD'nin demokrasiyi az gelişmiş ülkeleri hükümranlığı altına almak için kullanıp kullanmaması beni ilgilendirmez. ABD böyle yapıyor diye ben iyi o zaman biz başımıza bir diktatör getirelim diyecek değilim. ABD böyle yapıyor diye ben demokratik hak ve özgürlüklerimden vazgeçecek de değilim. Biz burada ABD'nin güdümündeki bir demokrasiden değil gerçek bir demokrasiden bahsediyoruz. Bu arada son paragrafınızda yazdıklarınız sizin Bekir Coşkun ekolünden olduğunuzu gösteriyor. İyi de göbeğini kaşımayan adamların hep doğruyu yapacaklarının garantisi nerede? Göbeğini kaşımayan adamların partisi CHP'nin seçim vaatleri ile üçkağıtçının önde gideni Cem Uzan'ın partisi GP'nin ve dinci Haydar Baş'ın partisi BTP'nin seçim vaatleri arasında bir fark görebiliyor musunuz? Ben göremiyorum.

Adsız dedi ki...

Yazilanlar harfiyen dogrudur ancak bunun disinda benim gorebildigim tek bir ornek var.. Sozde demokrasi olan ancak "benevolent democracy" denebilecek Singapur, iyi kalpli bir diktator tarafindan yirmi senede adam edilmistir..

Son secimlere muhalefetten girecek aday bulamadilar.. Daha once girenleri de basin ve yargi yoluyla evirip cevire dovduler..

Batu

Adsız dedi ki...

Ahmet,
Ben siyasi anlamda demokrasi yanlısıyım. Ekodok'un yazısı benimle aynı ana fikirde ,ancak benim yöntem konusunda şüphelerim var ve sadece bunları söyledim. Bilimsellik, dürüstlük, unbiasedness diyoruz.Bunların bu sitede sözde olmadığını varsayıyorum.Anti demokrat-otokrasi yanlısı filan değilim.
" Ekodok'un demokrasilerin üstünlüğü tezi bizleri derinden yaralamış gibi gözüküyor."
Böyle bir şey yok. Akıl süzgeci dediniz güzel, salim kafayla bu yazıyı bir daha okuyun.Akıl süzgecinden geçirin. Sizin yorumlarınızı severim ancak kendinizi tekrarlamaya başladınız,tehlikenin farkında mısınız?
Fenerin şampiyon olduğu yıllardaki büyüme oranlarına da bakın:)

Adsız dedi ki...

Ekodok Bey,
Sizin iktisadi ideolojiniz liberalizm ve siyasi ideolojiniz de aynı şekilde liberal demokrasi.Siz liberal demokrasininin üstünlüğünü savunmak için bir kesit almış sunmuşsunuz.Belki büyük resim böyle değildir.(belki diyorum bakın) İşte ideolojik yazı budur

Adsız dedi ki...

İLAVE:
AUGUSTO JOSÈ RAMÒN PINOCHET UGARTE

Sili'nin kanli diktatoru Pinochet sonunda oldu.

Pinochet halk destegi ile iktidara gelen Salvador Allende'yi 1973 yilinda bir darbe ile devirerek yonetimi ele gecirmisti. Darbenin ardinda Amerika vardi ve mimari Amerika'nin o donemki disisleri bakani Henry Kissinger'di.

Kendisi ulkede serbest piyasa ekonomisini uyguladi. Bu esnada, iki nobel odullu liberal iktisatci Milton Friedman'dan ve Friedrich von Hayek'den destek aldi. Hatta Hayek verdigi destekte ipin ucunu kacirarak "Personally I prefer a liberal dictator to a democratic government lacking liberalism." dedi. Friedman ise ekonomik gelismeleri "Sili Mucizesi" olarak adlandirdi. Destekcileri arasinda o donem Ingiltere basbakani olan Margareth Thatcher da vardi. Buna karsilik olarak, Pinochet'in Sili'si Falkland Adalari Savasi esnasinda uslerini Ingiltere'ye acti.

Pinochet'in Iktidarda oldugu 17 yil boyunca Sili'de 3000 kisi olduruldu, 30.000 kisi iskence gordu. Sili'nin bu donemi, binbir yaratici iskence yonteminin bunlari yansitan adlar altinda uygulandigi bir donemdir. Ornegin, "kuru denizalti" veya "izgara" gibi adlarla uygulanan yontemler, karavanlarla Latin Amerika'nin birkac diktatorlugunu dolasarak yurutulen iskence uygulamalari ya da unlu "Esmeralda" egitim gemisindeki iskenceler ...

2004 yilinda Pinochet'in yurt disindaki bankalarda 26 milyon dolarinin oldugu ortaya cikti.

kaynak: Bliyaal.blogspot.com

Adsız dedi ki...

Ekodok Bey sorum şu olacak:
"Personally I prefer a liberal dictator to a democratic government lacking liberalism"
Siz şahsi olarak hangisini tercih ederdiniz?

Adsız dedi ki...

Öncelikle Deniz Beyin araya koymuş olduğu yorumları son derece yerinde bulduğumu belirterek bana yönelttiğiniz karşı soruları sayılarına göre cevaplıyorum.

1- Benim 1. sorum “Türkiye bir süre daha tek partili sistemle devam etseydi, bugün daha az mı gelişmiş olurdu?” Sizin yönteminizle (ki bu yöntemi ben bile doğru bulmuyorum) iki dönem arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulamadığınıza göre bu sorunun size göre cevabı “hayır”dır. 2. sorum ise “TSK'nın bugünkü ekonomik geri kalmışlığımızda ne gibi bir rolü vardır? Buradaki cevap da TSK hiçbir zaman ekonomik rejimi değiştirme çabası içinde olmadığı, hatta 1980 darbesinden sonra Turgut Özal’ı ekonomiden sorumlu bakan olarak atayarak 24 Ocak liberalizasyon kararlarını da devam ettirdiği için “menfi rolü yoktur” olacaktı.
2- Kusura bakmayın ama analizleriniz olayları siyah-beyaz olarak kategorize eden ve maalesef bizim gibi az gelişmiş ülkelerde çok sık rastlanan bir tarzda. İlla tek bir doğru olsun istiyorsunuz değil mi? Fazla karışık ve üzerinde kafa yormayı gerektiren gri durumlardan hoşlanmıyorsunuz, değil mi? Welcome to Turkey.
3- Valla, ekonomik ve demografik yapısı bize benzer ve savaşa karışmamış demokratik ülke örneği pek bulamadım. İspanya olabilirdi ama diktatörlüktü. İskandinav ülkeleri belki ama o zaman bile nüfus olarak bizden çok çok azlar. Ayrıca 1950 öncesi ile ilgili sağlıklı bir database belki vardır ama ben bilmiyorum.
3a- Siyah-beyaz yaklaşımınızın bir devamı da dünyadaki tüm rejimleri otokratik ve demokratik olarak ikiye ayırmış olmanız. Halbuki otokratik olarak kategorize ettiğiniz pek çok rejim halkın isteklerini hayata geçirmek bakımından çok daha duyarlı, demokratik olarak kategorize ettiğiniz pek çok rejim de çok daha duyarsız olabilir. Ayrıca burada kimse komünist rejimlerin savunuculuğunu yapmıyor. Sonuçta şu ya da bu şekilde serbest piyasa ve mülkiyet hakkı olan rejimleri tartışıyoruz. Ahmet Beyin “demokrasi ile kapitalizm ayrılmaz ikilidir” savı da reel dünyada pek geçerli değil maalesef.
4- Demokratikleşmenin, per se, ekonomiyi daha iyi bir noktaya getirebileceği iddiasının önemli bir dayanağı (sizin de yazıda zımni olarak belirttiğiniz gibi) “rogue” hükümdar riskini azaltmasıdır. Evet, Saddam “rogue” bir yöneticiydi ama Bush daha az “rogue” bir yönetici mi? Öte yandan, Irak’ta demokrasi yok diyorsunuz. Eh, o zaman bir zahmet bize bir liste çıkarın da biz de kim demokrat, kim otokrat bilelim. Mesela Mısır, Cezayir, Kore ve Tayland resmi olarak demokrasi gözüküyorlar. Ama bilelim hangileri demokrasi. Yoksa kağıt üzerinde demokrat gözüküp otokrat olan rejimler de olmasın sakın. Ama biz böyle gri bölgeler istemeyiz tabii ki.
5- Son paragrafı aslında sizi sınamak ve gerçek yüzünüzü göstermek için yazmıştım. Paragrafı lütfen bir daha okuyun. Bugünkü hükümet veya AKP ile ilgili en ufak bir referans var mı? Ben Türkiye’deki demokratik yapının genel durumu ile ilgili yorum yapmıştım. Kendi kendinize senaryolar kurup insanları ve fikirleri kategorize etmeyelim lütfen.

Son olarak bir yanlış anlama olmaması için ana fikrimi tekrarlayayım: Her ülke dışarıdan müdahelelerle değil, kendi beşeri, fiziksel ve kurumsal altyapısını belli bir noktaya getirdikten sonra demokratik açılımlara hız vermelidir.

Robert D. Kaplan - “If a society is not in reasonable health, democracy can be not only risky but disastrous”.
Fareed Zakaria - “although democracy has in many ways opened up African politics and brought people liberty, it has also produced a degree of chaos and instability that has actually made corruption and lawlessness worse in many countries”.
Amy Chua - “(…) in the numerous countries around the world with a market-dominant minority, adding democracy to markets has been a recipe for instability, upheaval, and ethnic conflagration”.

Adsız dedi ki...

"hatta 1980 darbesinden sonra Turgut Özal’ı ekonomiden sorumlu bakan olarak atayarak 24 Ocak liberalizasyon kararlarını da devam ettirdiği için “menfi rolü yoktur” olacaktı."
İyi yakalamis R.mutt. 12 Eylul darbesi neo-liberal ekonominin önünü açmıştır,(mesela sendikaların gücünü kırarak işgücü piyasalarını esnekleştirmek gibi) bir demokraside sendikaların gücünün kırılamayacağı anlaşılınca, bu cebri yönteme gidilmiştir.
12 Eylülcülerden nefret ederim bu ama darbenin ekonomiye etkisi geciklmeli olarak (lagged) olumludur. Ekodok'un yaptığı bir başka hata ise değişkenleri anlık gözlemlemektir. Bir darbenin getirdikleri lagged olarak ekonomik büyümeyi olumlu etkilemiş olabilir,ancak sonra demokratik yönetime geçildiği için bu lagged etki demokrasinin hanesine yazılmıştır. 12 Eylul müdahalesi gibi.
Ben demokratım ve hiç bir şekilde otoriter, totaliter, proletarya diktası, liberal dikta, teokrasi, militarizm v.b. gibi şeyleri savunmak için yazmıyoum bunları.İktisadi kalkınma için kimse benim demokratik haklarımdan vazgeçmemi talep edemez, Ekodok'la mutabıkız. Ancak insanla demokrasi altında aç ve özgür yaşamaktansa , despotizm altında tok yaşamayı tercih ederler, halka sorun.

mr. brooks dedi ki...

sayın r.mutt, demişsiniz ki:

"Her ülke dışarıdan müdahelelerle değil, kendi beşeri, fiziksel ve kurumsal altyapısını belli bir noktaya getirdikten sonra demokratik açılımlara hız vermelidir."

Soru:
Belli bir nokta neresidir? Belli bir noktayı kim tanımlar? O noktayı tanımlama, o noktaya gelindiğini onaylama selahiyetini elinde bulunduran kişi ya da grubun, vakti geldiğinde bencillikleri tutup demokratik açılımlara hız veresi gelmezse çözüm öneriniz nedir?

Bu yönleriyle ifadelerinizin muğlak olduğunu düşünüyorum.

Adsız dedi ki...

Cüneyt Bey,

Neden hep bir lider, selahiyet verici, onaylayıcı merci peşindesiniz ki? Acaba, toplumun patriarkal yapısı mı bizi böyle düşündürüyor?

Biz ev ödevimizi yapalım, o “belli” nokta ansızın beklemediğiniz bir anda toplumun kendi içinden gelir. Ev ödevimiz nedir? Eğitim, kanun hükmünün tesisi (rule of law), vergi adaleti ve yatırım ortamının iyileştirilmesi. Bu 4 konuda Türkiye hala benzeri ülkelerin çok gerisindedir. Geniş kesimlere yayılmış bir refah demokrasiyi getirir, demokrasi refahı değil!

ekodok dedi ki...

Sayın R. Mutt

1) Ben sizin sorularınıza karşı rakamlarla ortaya birşeyler koydum. Siz ise laf salatası yapmaya devam ediyorsunuz. Daha fazla uzatmaya gerek yok. Kararı okuyucu versin.

2) ??? Burada yazdıklarınızla benim 2'nci maddede yazdıklarım arasında doğrusu bir bağlantı kuramadım.

3) Bizim rakamlarımızı beğenmiyorsunuz ama sizden istediğimiz 3-5 rakamı da bulup gelemiyorsunuz. Ya çok tembelsiniz ya da kabiliyetsiz. Yine de size bir ipucu vereyim. Eğer üşenmezseniz Google'da Angus Maddison diye arama yapın. Bu şahsın internet sitesini bulursanız bu tür araştırmalarda en çok kullanılan veri setine de ulaşırsınız. 2. Dünya Savaşı'na hangi ülkelerin girmediğini öğrenmek istiyorsanız da yine Google'ı kullanacaksınız.

3a) Halkın isteklerine duyarlı olan otokratik bir rejim. Ben duymadım. Siz biliyorsanız söyleyin. Ayrıca burada 1-2 örnek üzerinde durmadığımızı otokratik ve demokratik rejimlerin genel vasıflarını ortaya koymaya çalıştığımızı söylemeye bilmem ki gerek var mı?

4) Yahu herşeyi de bizden bekliyorsunuz. Ne olur yani gidip 1-2 rakamsal veri de siz bulsanız. Demokratik rejimlerin listesi için eğer üşenmezseniz Freeodom House'ın internet sitesine bakın.

5) Hakikaten kendinizi çok kurnaz mı sanıyorsunuz? Son paragrafı beni sınamak için yazmışmış. E gerçek yüzüm neymiş anlatın da herkes öğrensin bari. Siz de 5'nci maddeyi bir daha okuyun bakalım orada bugünkü hükümet ve AKP hakkında bir cümle var mı? Ayrıca olsa ne olacak olmasa ne olacak onu da pek anlayabilmiş değilim.

Son paragrafınızla ilgili olarak Cüneydyasin gerekli cevabı vermiş. Sizin karşı cevabınız ise yine laf salatası. Otoriter bir rejim ama lider yok. Otoriter bir rejim ama kanun hakimiyeti var. Eğitim, kanun hakimiyeti, yatırım ortamının iyileştirilmesi ve vergi adaleti konusunda Türkiye benzer ülkelerin çok gerisindeymiş. Nereden biliyorsunuz, hani rakamlar? Böyle laf salatasıyla yorum yapmaya devam edecekseniz benden artık cevap beklemeyin. Ortaya rakamlar koyun onların çerçevesinde tartışalım.

Deniz Bey,

İki gündür atıp tutuyorsunuz ama sizden de henüz laf salatası dışında birşey görmedik. İki tane rakam istedik, ben onlarla değil ekonominin sporla ilişkisiyle ilgileniyorum dediniz. E gidin o zaman o konuları tartışın. Bu konuyu tartışmaya devam etmek istiyorsanız, madem askeri müdahalelerin etkisi gecikmeli olarak çıkıyormuş, öyleyse onun analizini yapın. Ya da demokrasi ile kalkınma arasındaki ilişkiyi nedensellik analizi bazında inceleyen bir araştırma bulun, getirin onun sonuçlarını tartışalım. Böyle kısır bir tartışmaya devam etmenin anlamı yok. Bunları yapmayacaksanız siz de benden artık cevap beklemeyin.

Adsız dedi ki...

No Comment!

Adsız dedi ki...

Madem çok partili sistem bize yaramıyor. Çözüm basit. AKP dışında bütün partiler kapatılır, ordu baştan aşağıya AKP kadrolarıyla doldurulur ve tek parti iktidarıyla devam edilir. Türkiye de böylelikle düze çıkar. Neden mi tek parti olarak AKP'yi seçtim? Tek parti taraftarı olanların böyle bir soru sormaya hakları yok zira onlar zaten kendilerinin böyle bir seçime katkılarının olmaması gerektiğini düşünüyorlar. Çok parti taraftarı olanlar böyle bir soru sorabilirler ama buradaki retoriğin muhatabı onlar değil.

K. T.