Bu blogda 5-6 sene önce biyo yakıt denilen güya çevreci embesilliğin nasıl da çevrecilerin bugüne kadar icat ettiği en büyük çevre katliamı olduğu çeşitli yazılarda belirtilmişti. (bkz. Ethanol, Biyoyakıt). O yazılardan birinde ekodok "biyoyakıt üretimi, atmosfere daha az gaz salınımına imkan verdiği için, hükümetler tarafından sağlanan sübvansiyonlar sayesinde sürdürülebiliyor" yazmıştı. İşte o sübvansıyonları, yakıt üreten sirketlere biyoyakıt kotasını ve suratında salak bir sırıtışla çevreci birşey yaptığını sanarak deposuna biyoyakıt koyanları teker teker alıp bugün Singapur'un merkezine koyabilmeyi çok isterdim.
Dün yüksekçe bir binadan hemen 500 metre ötedeki devasa gökdelene doğru bakıyordum. Gökdeleni görebilmek mümkün değil. Havada odun kokan, sağlık için oldukça tehlikeli, berbat bir duman vardı. Bugün durum daha kötü. Havadaki parçacık miktarı "zehirli" kategorisine vardı varacak.
Bu berbat duman hemen güney batıdaki devasa orman yangınlarından geliyor. Marmara Denizi genişliğinde, Bursa'dan Antalya'ya kadar derinlikte kocaman bir alanda yangın olduğunu ve de bu nedenle İstanbul'da Galata Kulesinden baktığınızda Yeni Camii'yi göremediğinizi düşünün!
Bu durum, devlet desteğinin istenmeyen yan etkilerine en güzel örneklerinden biri.
Efendim Endonezya'lı palmiye yağı üreticileri yağmur ormanlarını yakarak tarla açma konusunda her zaman oldukça hızlılardı ama özellikle günümüzde biyoyakıt denilen zımbırtının yarattığı devasa talep sayesinde işin tamamen suyunu çıkarmış vaziyetteler. Bu talep öyle serbest piyasa talebi falan da değil. Palmiye yağı üretimini körükleyen talep, Batıda devletlerin koyduğu yapay kotalardan kaynaklanıyor. Yoksa yemeklik yağdan yakıt yapmak ekonomik birşey değil.
Endonezya ve bazı diğer tropik kuşak ülkelerinde yakılan ormanlar öyle sıradan ormanlar değil. Çoğu 10 milyonlarca yıllık, tabanlarında devasa miktarda karbondiyoksit hapseden tarih öncesinden kalma yağmur ormanları (Endonezya bu nedenle dünyanın en büyük üçünücü karbon diyoksit kirleticisi). Yani deponuza koyduğunuz her litre biyoyakıt ile deposuna fosil yakıtı koyan bir sürücünün atmosfere saldığından kat be kat daha fazla miktarda karbondiyoksit ve bilimum zehir salıyorsunuz doğaya. Ha o zehri orada değil de burada salıyorsunuz: Gözden ırak, gönülden ırak. Bonus olarak da dünya mirası, milyonlarca yıllık, orangutan'dan kaplana türlü türlü hayvan ve zengin bir bitki örtüsü barındıran yağmur ormanlarının katledilmesine katkıda bulunuyorsunuz.
Ha benim depoma koyduğum yakıt Endonezya'dan değil, halis Almanyamın ayçiçeğimden, canım Amerikamın mısırından diyen olursa da iyi bir sopalayın. Midelere yemeklik yağ olarak gireceğine senin depona giden yağın boşluğunu ne dolduruyor sanırsın? Palmiye yağı!
Ben Batı'nın en çok da bu tür iki yüzlülüğüne hayranım (!) Hayır Avrupa'da ne zaman Singapur'da yaşadığımı söylesem biri mutlaka "aman Singapur'dasın, sakın köpekbalığı yüzgeci çorbası yeme, köpekbalığı nesli, sadece yüzgeci kesip balığın gerisini suya atan vahşi uzak doğulular, vs. vs." Tamam abi anladık da bunu bana ton balığı yerken söyleme bari. Senin o yediğin ton balığını avlayanlar, yüzgeci için köpekbalığı avlayanlardan daha az köpekbalığı katletmiyor ki!
Aynı şey kaplanlar için de geçerli mesela. Efendim Çinliler barbar, sırf iyileştirici etkisi falan olduğu için kaplanın her tarafını yiyip içiyorlar, kaplanları öldürüyorlar, falan da filan. Doğru, hiç hazzetmem bu barbarlıktan. Ama adamlar senin depona koyduğun biyoyakıttan daha çok kaplan katletmiyor ki. Sumatra Adasında, Malezya'da, Borneo Adasında kaplanlara yaşayacak alan kalmadı sayenizde.
Dün yüksekçe bir binadan hemen 500 metre ötedeki devasa gökdelene doğru bakıyordum. Gökdeleni görebilmek mümkün değil. Havada odun kokan, sağlık için oldukça tehlikeli, berbat bir duman vardı. Bugün durum daha kötü. Havadaki parçacık miktarı "zehirli" kategorisine vardı varacak.
Bu berbat duman hemen güney batıdaki devasa orman yangınlarından geliyor. Marmara Denizi genişliğinde, Bursa'dan Antalya'ya kadar derinlikte kocaman bir alanda yangın olduğunu ve de bu nedenle İstanbul'da Galata Kulesinden baktığınızda Yeni Camii'yi göremediğinizi düşünün!
Bu durum, devlet desteğinin istenmeyen yan etkilerine en güzel örneklerinden biri.
Efendim Endonezya'lı palmiye yağı üreticileri yağmur ormanlarını yakarak tarla açma konusunda her zaman oldukça hızlılardı ama özellikle günümüzde biyoyakıt denilen zımbırtının yarattığı devasa talep sayesinde işin tamamen suyunu çıkarmış vaziyetteler. Bu talep öyle serbest piyasa talebi falan da değil. Palmiye yağı üretimini körükleyen talep, Batıda devletlerin koyduğu yapay kotalardan kaynaklanıyor. Yoksa yemeklik yağdan yakıt yapmak ekonomik birşey değil.
Endonezya ve bazı diğer tropik kuşak ülkelerinde yakılan ormanlar öyle sıradan ormanlar değil. Çoğu 10 milyonlarca yıllık, tabanlarında devasa miktarda karbondiyoksit hapseden tarih öncesinden kalma yağmur ormanları (Endonezya bu nedenle dünyanın en büyük üçünücü karbon diyoksit kirleticisi). Yani deponuza koyduğunuz her litre biyoyakıt ile deposuna fosil yakıtı koyan bir sürücünün atmosfere saldığından kat be kat daha fazla miktarda karbondiyoksit ve bilimum zehir salıyorsunuz doğaya. Ha o zehri orada değil de burada salıyorsunuz: Gözden ırak, gönülden ırak. Bonus olarak da dünya mirası, milyonlarca yıllık, orangutan'dan kaplana türlü türlü hayvan ve zengin bir bitki örtüsü barındıran yağmur ormanlarının katledilmesine katkıda bulunuyorsunuz.
Marina Bay Sands Otelinin tepesindeki havuzdan Singapur şehir merkezi. Havadaki sis değil, buram buram odun kokan bir duman. Kaynağı ise özellikle biyodizel talebi ile iyice revaçta olan palmiye yağı için yanan tarihi yağmur ormanları. |
Ben Batı'nın en çok da bu tür iki yüzlülüğüne hayranım (!) Hayır Avrupa'da ne zaman Singapur'da yaşadığımı söylesem biri mutlaka "aman Singapur'dasın, sakın köpekbalığı yüzgeci çorbası yeme, köpekbalığı nesli, sadece yüzgeci kesip balığın gerisini suya atan vahşi uzak doğulular, vs. vs." Tamam abi anladık da bunu bana ton balığı yerken söyleme bari. Senin o yediğin ton balığını avlayanlar, yüzgeci için köpekbalığı avlayanlardan daha az köpekbalığı katletmiyor ki!
Aynı şey kaplanlar için de geçerli mesela. Efendim Çinliler barbar, sırf iyileştirici etkisi falan olduğu için kaplanın her tarafını yiyip içiyorlar, kaplanları öldürüyorlar, falan da filan. Doğru, hiç hazzetmem bu barbarlıktan. Ama adamlar senin depona koyduğun biyoyakıttan daha çok kaplan katletmiyor ki. Sumatra Adasında, Malezya'da, Borneo Adasında kaplanlara yaşayacak alan kalmadı sayenizde.
0 Yorum Var.:
Yorum Gönder