Halkimiz ise hem duygusal hem de savasci, tehlikeli bir kombinasyona sahip. Akilci degiliz. Haftabasindan beri medyanin kiskirtmalari meyvelerini bati sehirlerimizde vermeye baslamis. Bursa'da sahipleri Mardinli diye mağaza yağmalandı. Ayvalık'ta, ataları Afrika'dan gelenler bile hedef oldu. Parti binaları taşlandı. Muğla'da tinerci adam bıçakladı, ülkücüler Doğululara saldırdı.
Ote yandan terorle mucadeleye yon veren pasalarimiz da halkimizdan cok farkli davranmiyor gibi gorunuyor. Mesela Buyukanit "Bize bu acıları yaşatanlara, o acıları hayal bile edemeyecekleri yoğunlukta yaşatacağız" diye gozdagi vermis. Bir okuyucumuz da zaten bu acilari yasata yasata bugunlere geldik diyor ve su uc linki (bir, iki, uc) gondermis. Yapilmasi gereken yakaladiklarimiza hayal bile edemeyecekleri yogunlukta acilar yasatmaktan ziyade, daha cogunu yakalamak ve daha azinin daglara cikmasini saglamaktir.
Subaylara karsi en ciddi elestiri Sedat Laciner'den gelmis:
Teröre karşı düzenli birlikleri kullanmak son derece hatalıdır, çünkü ordular terörle mücadeleye göre dizayn edilmemişlerdir. İlk önce kalabalık ve ağır hareket eden düzenli birlikler ile teröre karşı mücadele edilmez. ABD, Avrupa, daha doğrusu gelişmiş hiçbir ülke bu işi böyle yapmıyor. Diğer bir deyişle Türkiye terörle mücadelede kullandığı yöntem açısından dünyanın tersine bir yönde ilerliyor. Düzenli birlikler ile terörle mücadeleyi sadece Afrika ve Asya’nın az gelişmiş ülkelerinde görmek mümkün…Terör bölgesi olarak tanımlanan Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesindeki toplam asker sayımız 250.000’den fazla. Elbette bu askerlerimiz dış tehdit için de buralarda konuşlanmış durumdalar, fakat temel hedef PKK terörü. Askerlerin tamamına yakını dağda, ovada terörist kovalıyor. Peki, 250.000 askerin karşısında kaç terörist var? Son verilere göre Türkiye sınırları içindeki terörist sayısı 1.500 civarında. Örneği biraz daha spesifikleştirelim: Gabar Dağı Türk askerinin korkulu rüyası. Dağa çıkmak çok zor. Dağ teröristlerin yuvası durumunda ve sık sık şehit verilen bir nokta. Hatta bir siyasi parti, iktidara gelirlerse Gabar’ı teröristlerden temizleyeceklerini, Türk bayrağını dağın zirvesine çekeceklerini dahi söyledi. Şu anda da dağın çevresinde iki tugay teröre karşı görev alıyor. Akçay ve Siirt tugayları tamamen Gabar’a dönük olarak görevlendirilmiş durumdalar. Yani neredeyse 10.000 askerin Gabar’daki teröristlere namluyu doğrulttukları anlaşılıyor… Hal böyle olunca dağın bir tür Kandil Dağı olduğunu ve dağda 3.000-5.000 teröristin yuvalandığını düşünebilirsiniz. Hayır, yanıldınız… Dağdaki toplam terörist sayısı sadece ve sadece 35. Yani tüm bu düzenek 35 terörist için hazırlanmış durumda. Bu teröristler ellerinde silah, dağda neredeyse canları istediği gibi dolaşıyorlar. Dağa çıkışlar zorlu ve tuzak kurmaya müsait yollardan geçiyor. Dağın dört bir yanından sular akıyor… Meyve ağaçları dağı teröristler için ayrı bir ‘güzelliğe’ sokuyor. Dağda bol miktarda sığınak yapan teröristlerin silah ve yiyecek depoları da var. Asker özellikle kış aylarında teröristlerin dağda rahatça gezindiğini biliyor. Fakat operasyon yapamıyor. Operasyon yapacağı zaman da topluca, çok sayıda asker dağa doğru yürüyor. Bu tür operasyonlarda PKK kayıp vermiyor değil, fakat kayıpları çok az. Teröristlerin hepsini öldürseniz ne olur ki? Topu topu 30-40 terörist ölür. Yerlerine de yenileri gönderilir. Eğer bir dağı sadece 35 terörist kontrol edebiliyorsa, bu terör örgütü için kolay bir iş olur.
Binlerce askerin 20-30 teröristin, bazen 3-4 teröristin peşinden koştuğu olaylara bizler ‘operasyon’ diyoruz. Son derece verimsiz bir yöntem. Çoğu zaman hava desteğinin zayıf olduğu, gerekli teçhizatın askerde olmadığı bir yöntem. Tam bir balyozla sivrisinek avlama örneği… Oysa ki 35 teröristi ortadan kaldırmak için en az onlar kadar esnek hareket edebilen, emir-komuta zincirinin olabildiğince gevşetildiği, ileri teknoloji ile donatılmış, en önemlisi profesyonel ve işinin ehli en fazla 100, bilmediniz 150 komandoya ihtiyaç vardır. Yani 100-150 rambo türü askere ihtiyacınız var. Sadece teröre karşı eğitilmiş birimlere ihtiyacınız var. Dağların çevresinde yine askeri birimler bulundurarak bu nokta vuruşu yapabilen terör ekiplerine destek olabilirsiniz. Ancak asıl mücadeleyi terör timleriyle, yani ‘sineklik’le yapmak zorundasınız. Aksi takdirde 10.000 askeri, eli silahlı 35 kişinin karşısına dizmek demek felakete davetiye çıkarmak demektir.
Subaylarimiz iyi niyetli, ancak terorle mucadelede iyi niyetten ziyade akil ve teknoloji kullanmak gerekiyor. 3-5 aylik egitimli askerleri yillarini daglarda gecirmis terorist komandolarin onune surmeye devam edersek simdikinden cok farkli bir resim gorebilecegimizi zannetmiyorum.
1 Yorum Var.:
Linklerde verilen bilgileri okuyanlar, meselenin 25 yıllık bir geçmişi olmadığını artık anlamışlardır sanırım. Bazılarımız için bu bilgiler yeni olabilir. Resmi tarihin gizlediği, ancak toplumun geniş bir kısmında derin izler bırakan bu olaylar soğukkanlılıkla dikkate alınmalıdır. Derinsular'da yer alan makalenin kapsamının "Cumhuriyet ve Kürtler" olmasından belki de, bu konuda eksik kalan, ancak eklenmesi gereken önemli bir şey daha var kanaatimce. Bu konuya yeni olanlar, ayrılıkçı Kürtçülük akımının Cumhuriyet'le başladığı izlenimini edinebilirler. Evet ayrılıkçı Kürtçülük akımı Cumhuriyet'ten sonraki uygulamalara bir tepki olarak güçlenmiştir. Ancak meselenin tohumu 19. yy. ve özellikle 20. yy.'ın başlarında Avrupa'da açılan Kürdoloji enstitüleri/kürsüleri ile yine bu dönemde bölgede faaliyet gösteren ve sayıları neredeyse 500'ü bulan misyoner/ecnebi okulları ile atılmıştır. Bu okulların bir kısmı da Amerikan menşelidir . Osmanlı'nın son dönemlerinde misyonerlik faaliyetleri kapsamında açılmış bu okullara Ermenilerin ve diğer gayrimüslim tebanın yanısıra müslüman öğrencilerin devam ettiğini de hatırlatalım. Cumhuriyet'in bu okulları kapatma isteğinde olduğu ve konunun Lozan Anlaşması görüşmelerinde de yer aldığını biliyoruz. Bu anlaşmaya taraf olmayan ABD ile, bu okullarla ilgili olarak daha sonra ayrıca bir anlaşma bile yapılmıştır. Cumhuriyet döneminde bu okulların çoğu kapatılırken, bazıları hala faaliyetini sürdürmektedir. Özetle, Ermeni meselesinde olduğu gibi Kürt meselesinde de bu kurumların başrolü oynadığını söylemek pek abartılı olmayacaktır. Konu geniş ve pek mühim, vaktim olursa kendi blogumda bu konuda birşeyler yazmayı düşünüyorum.
Yorum Gönder