Liberal Daltonlar

Küresel alemin zenginleri liberalizm adı altında geri kalmış ülkeleri, pardon gelişmekte olan ülkeleri sömürmek için kafa yorarken, yerli liberaller de sürü halinde dolaşarak yandaş medyadan seslerini duyurarak kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar.

Özellikle liberal daltonlar bu işin öncülüğünü yapıyorlar. Kimler mi? Tabi ki Mehmet Altan-Eser Karakaş ve Şahin Alpay. Dördüncü ise değişken.Bir gün Gülay Göktürk olur bir gün Emre Aköz. Mevsimine ortamına göre değişir. Zaten bizdeki liberalizm de aslından farklı değil mi? Ordu düşmanlığının, vatan sevgisini ırkçılık olarak pazarlamanın, taşeron terör örgütüne özgürlük savaşçısı adı altında masumiyet kazandırma ve meşrulaştırma çabalarının liberal etiketi almak için kriter olarak algılanması bu deformasyonun sonucu değil mi?

Batıdaki liberaller son krizle ilgili mahcubiyet içinde, devletin sistemi zamanında kontrol etmemesine ve geç müdahale etmesine atıfta bulunarak bir anlamda öz eleştiri yaparken bizim daltonlar kraldan çok kralcı kesilerek, finansal serbestliğe devlet müdahalesini eleştirerek faturayı yine devlete çıkarıyorlar.

Eee taklit liberallik de ancak bu kadar olur. Zaten şimdiki popüler liberaller geçmişin hızlı sosyalistleri değil miydi? Şimdi moda liberalizm. Bakarsınız yakın gelecekte batıdan yeni bir rüzgar eser bizimkiler de yeni bir çakma ideoloji ile karşımıza çıkarlar. En kötü ihtimal muhafazakar etiket cepte. İçerdeki rüzgar böyle kuvvetli esmeye devam ederse bir gün karşımıza takkeli de çıkabilirler.

Son bir hatırlatma hafta sonu liberal düşünce kongresi İstanbul’da. İlgilenenler e-konomist.net’ten takip edebilirler. Konuşmacılar arasında Murat Hoca gibi değerli akademisyenler de mevcut.

27 Yorum Var.:

hakan dedi ki...

Liberaller en azından düşünüyorlar. Ulusalcılar gibi düşünmeyi bir kenara bırakıp duygularıyla hareket etmiyorlar. Orduyu sevmek ordunun bizi yönetmesini istemek midir? Vatan sevgisi Kürtlere haklarını ısrarla vermemek midir? Kim PKK'yı destekliyormuş, liberaller mi? Nerde? Ekonomide devlet kontrolü herşeyi devletin işletmesi ve bütün kuruluşların verimsizleşip çiftlik haline getirilmesi midir? Kuzey Kore mi olmak istiyoruz. Kapıları kapatalım kendi başımızın çaresine mi bakalım? 1980 öncesini mi özlüyorsunuz?

Ulusalcılık çakma ideoloji değil mi? Atatürk batı ülkelerinden aynen kanunları alıp uygulayınca modernlik olacak, ulusçuluk olacak ve onlar "çakma" olmayacak ama birileri dışarıda kökleri olan bir ideolojiyi benimseyince "çakma" olacak. Bunlar ucuz polemikler. Fikren karşı çıkabiliyorsanız çıkın yoksa böyle ucuzluklarla taraftar toplamanız pek zor.

Adsız dedi ki...

Sitenin çoksesliliğine katkılarımdan dolayı kendimi kutluyorum.
Patrondan bir ricam var.
Eksi yıldızları da getir, yeni rekorlar kırmak istiyorum.
Böyle takım tutar gibi okuyucular varken.

Adsız dedi ki...

Rüyamda görsem, bir gün ekonomitürkte böyle saçma sapan bir yazı okuyacağıma inanmazdım.

Daha krizin sebebinden bihaber yazar liberalizm eleştiri yapıyor.

Çok seslilik iyi güzel de böyle temel noktalarda çuvallayan argümanlarla çok seslilik değil olsa olsa kakofoni olur.

http://dusunceler.org

Adsız dedi ki...

Bir gözlemimi daha aktarayım.
Çakma liberallerin en zayıf noktaları sanırım tahammülsüzlük.
Her zaman duymak istenilenler duyulmuyor.
Derin düşünce müdavimlerinden genel değil somut eleştiriler bekliyorum.

Santiago dedi ki...

Varlığı ve temelleri yüzyıllara dayalı bir ideoloji nasıl çakma olabilir sormak gerekir...

Ağzına gelen yalan yanlış saçma sapan argumanlarla soylenecek itiraz eden olunca da tahammulsuz denecek...Ne kadar kolay iş...

Tahammulsuz değilim Kardeşim sadece cevap veriyoruz yazdıklarına
Cevap vermeyi tahammul gostermemek olarak adlandırmak Nasıl soktum ozaman suscaksınız saplantısını gosterir..Kendince dogru olabilirsin ama bizce değilsin bu kadar basit...

Adsız dedi ki...

Okuduğunu anlamayana tabi ki diyecek sözüm yok.Çakma olan bizdeki sonradan olma liberaller.Belki yorum yazan çoğu genç bu liberallerin hızlı sosyalist olduğu dönemde kısa donla geziyordu bilmemeleri doğal ama belli jenerasyondan olanlar oldukça iyi hatırlarlar.Adam doğma büyüme liberalse rüzgara karşı yön değiştirmiyorsa o tabi ki ayrı bir konu.Şartlar gerektirdiği için bugün liberal olanlar yarın şartlar değiştiğinde elinde tesbih başında takke ile karşımıza çıkabilir.Çakma olan bu zihniyet.Farkı anlamayana ne diyeyim.
Bundan sonra yazılara prospektüs de ekleyeceğim.

rdynk dedi ki...

"Küresel alemin zenginleri liberalizm adı altında geri kalmış ülkeleri, pardon gelişmekte olan ülkeleri sömürmek için kafa yorarken..." bu yuzden mi uzakdogu ulkeleri o kadar gelisti bu kafa yorma mı japonya hongkong singapur v.b. ve son donemde cin orneklerini olusturdu. bu kafa yorma nedeni ile mi biz FDI diye inliyoruz...Yada milletin tasarruflarını istiyoruz. Bunu biraz acarsan sevinirim.

Adsız dedi ki...

Japonya hariç Uzakdoğu ülkelerinin refah seviyelerinin son dönemde iyileştiğini düşünmüyorum.Buna Çin de dahil.Özellikle son dönemde Çin'de köle düzeninde üretimde bulunan fabrikalardaki insanlık dışı görüntüler birçok blog ve sitede de mevcut.Mutlaka rastlamışsınızdır.Bu ülkelerdeki üretim artışı ve döviz girdisi ucuz işçilik modern kölelik sistemi ile sağlanıyorsa ve getirisinden de üretimde bulunanlar refah olarak faydalanamıyorsa benim bildiğim bunun adı sömürü olur.Esasında konu çok derin ve girift ama genel tablo böyle.
Kağıt üzerinde bir zenginleşme mevcut ama kaynağı 15 saatlik çalışmaya 2.5 $ işçilik ile.Bu gelişmişlik mi?

flatline dedi ki...

dün sosyalistken bugün şartlar gerektirdiği için liberal olanlar hakkında doğru söylüyosunuz.fakat yazının geri kalan kısmı çok yetersiz.türkiyedeki liberaller şeklinde genelleme yapmanız ve yapıldığını iddia ettiğiniz bazı davranışların bu liberal düşünceyi savunan herkes tarafından desteklendiğini söylemeniz de çok yanlış.

Adsız dedi ki...

"Derin düşünce müdavimlerinden genel değil somut eleştiriler bekliyorum."

Neyini somut olarak eleştireceğim, baştan aşağı saçmalık olan bir yazının..

Adsız dedi ki...

Suat çocum somut eleştirinin örnekleri yukarıda var.
Sayende entellektüel seviye yerlerde.

Dane dedi ki...

Tabi insan odun gelip odun gidince baskalarinin degisebilecegini fikirlerinin evrimlesip farklilasacagini anlayamaz.Gidip Hasan Cemal'in "Kimse kizamsin,kendimi yazdim" kitabini da okumaz.Birisi degistimi ancak ruzgara karsi yon degistirecek sekilde davranmistir onun nezdinde.

Adsız dedi ki...

Bir zamanlar da hızlı Kubi vardı DSP'den meclise giren.O da sık değişirdi.Gezmediği parti kalmamıştı.
Aradan yıllar geçti, hala dönekliğin erdem olduğunu savunan kazmalar ortalıkta kol geziyor.

Dane dedi ki...

Sen sakin donme Orpen,
Bulent oyle konusuyor
O da donekliginden.
Ama sen donme durdugun yerden.

Yasasin donmeler,
Kiskanmasin donemeyenler.
Yasasin dunyada degismeyen tek
Degisimdir diyenler.

Mister No dedi ki...

Bu yazıdaki liberalizm eleştirisini analitik bulmadım,yorum yazmaktansa izlemeyi tercih ettim.Orpen isimli yazarın bu artık bu sitede yazamayacağını öğrendikten sonra bir şerh düşelim,Orpen'in bütün yazıları siteden kaldırılmazsa burada bulunsun.Bu sitede 13 tane yazar var.Tugrul'un uzun süre önce bıraktığı hesaba katılırsa bu sitede "analitik "yazı yazan 5 kişi var.
Türk halkı mağdurun yanındadır. Orpen kısmen doğru söylüyor. Karakaş ve Göktürk dışındakiler için doğru. Orpen'e bir link armagan edeyim:
http://gercekgundem.com/?c=57251

milleplateaux dedi ki...

Yazıda bahsedilen kişiler, ya da “bizdeki liberalizm” ordu düşmanlığı yapmamaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetim kadrosunu modern demokrasilerdeki gibi sivil/siyasi denetimden muaf olmakla, sorunları kördüğüm eden çözüm yöntemlerini tartışmaya açmamakla ve açan herkesi vatan haini olarak yaftalamakla ve daha da önemlisi modern kurumsal yönetim mekanizmalarına sahip olmamakla eleştirmektedir. Devlet Su İşleri yönetimi, “konyadaki su sorununu ben çözerim, böyle çözerim, kimse de karışmasın” diye ortaya çıksa, 25 senedir konya susuzluktan kavrulsa ve bu konudaki her eleştiriyi “DSI’yi yıpratmak isteyen, memleketin çöl olması için çalışan hainler” olarak yaftalasa ne düşünürsünüz? Türkiye’de liberal düşüncenin dediği basittir: “Bir kurum eleştiriye açık olmakla ya da eleştirilmekle yıpranmaz, eleştiriye açık olmayan bir yönetimle ve bu yönetimin kendilerinin kurum yönetimine yönelik her eleştiriyi kurumun varlığına yönelikmiş gibi algılaması ve eleştiriye direnç göstermesi ile yıpranır” demektedir. Biriminde olan kötü bir olaydan sonra istifa etmesi gerekirken ödüllendirilen, her türlü ön uyarıya rağmen biriminin başına gelecek kötü bir olaya karşı yeterli önlem almadığı görülen her yönetim, ister DSI, ister hükümet, ister bir banka, ister bir sivil toplum kuruluşu olsun hesap vermek zorundadır. Bu yönetime yapılan bir eleştiri kurumun daha iyi ve daha güçlü olması için yönetime yapılan bir uyarıdır.

Vatan sevgisi yani bir insanın doğduğu, yaşadığı toprakları insanlarından, onların zaman zaman hoşuna gitmeyecek farklılıklarından soyutlamadan sevmesi ile ırkçılık, yani ya şu şu şu özelliklere uyarsın ya da gidersin, ölürsün vs… demek farklı şeylerdir. Türkiye’de ırkçıların ırkçılıkları ile çoklukla eleştirilmelerinin sebebi hem kendilerini vatan sever olarak gösterme azimleri, hem de kendileri gibi olmayan insanlar için hemen “vatan haini” sıfatını kullanmalarıdır.

Geçenlerde Murat Belge çok güzel yazdı: “PKK, bu çağın genel entelektüel iklimine uyum sağlamış bir örgüt değildir. Önce uluslararası ortamda, varoluşunu silâh ve ölüm üstüne kurmuş bir örgütün, birtakım marjinal kesimler dışında kimsenin “hayranlığı”nı kazanmasına imkân yoktur. Yurt içinde Kürt halktan aldığı destek de genellikle bir “namus borcu” olarak ödenen sessiz kabullenmenin pek ötesine geçmemektedir. Bunlara rağmen bu örgütün bunca yıldır bu mücadele gücünü gösterebilmesi ve dünyada da, isteksizce olsa dahi, Kürt sorununun zorunlu sözcüsü gibi kabul edilmesi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin şimdiye kadar uyguladığı politikaların sonucudur. Her türlü itirazı kan ve şiddetle bastırmaktan başka hiçbir anlayışa varoluş hakkı tanımayan devlet politikalarının. Ayrıca, genel olarak devletin çeşitli kolları arasında ve bu politikaların oluşturulmasında hangisinin her zaman ve en fazla ağır bastığını hepimiz gayet iyi biliyoruz.” Türkiye’de liberal düşüncenin de belirttiği budur, ben öne çıkıp da PKK gibi insan öldürerek, toplumsal varlıklara karşı sabotaj düzenleyerek işleyen bir terror örgütüne özgürlük savaşçısı diyeni duymadım. Yazar özellikle daltonlar dediği insanların bu konuda bu şekilde yazıları var ise bunlardan alıntı yapmalı. Maalesef, PKK gibi aslında kendi haline bıraksan bile varolamayacak bir terör örgütü, doksanlı yıllarda çoğu çocuk olan şu anki teröristlerini nasıl edinmektedir sorusuna liberal düşüncenin cevabı olan “kürt sorununa yönelik devletin ayrım göstermeksizin uyguladığı şiddet”, birçok insanda PKK özgürlük savaşçısı gibi gösteriliyor olarak algılanmaktadır. PKK’nın özgürlük savaşçısı imişçesine hareket etmesi konusunda tam tersi geçerlidir. Sürekli olağanüstü hal uygulamaları, insan hakları ihlali, asimilasyon baskısı PKK’nın kendisini özgürlük savaşçısı gibi göstermesine yardım etmektedir. Bu bölgede bu insanların sadece kendi dillerini konuşabilmeleri, şehirlerine kendi dillerinde isim vermeleri, kendi dillerinde eğitim hakları olması ve insane hakları ihlalerinin olmaması bile PKK’nın özgürlük savaşçısıyız propogandasını geçersiz kılacaktır. Oysa yıllardır bunca baskıya rağmen %80’I PKK’ya yakın bir partiye ısrarla oy vermeyen bölge insanı toptan cezalandırılmakta, sırf bu oy sonuçları ile bile çoğunluğu PKK’ya mesafeli olduklarını ısrarla gösteren bir topluluk toptan ayrılıkçı diye yaftalanmakta. Toplumun temel iletişim kanallarından biri olan demokratik oy sisteminden gelen mesajlar işine gelmeyince "yahu çobanla profesörün oyu bir olur mu" diye sızlanan kesimden farklı olarak bu oyların verdiği mesajlara bakabilen “liberal daltonlar”, bu yüzde 80’e temel bazı hakları verilirse, PKK marjinalleşir, yokolur gider diyebilmekte. Buna karşı geliştirilen mantık “çözüm özgürlükler diyorsunuz, yani PKK özgürlük savaşçısı diyorsunuz”! Çok başarılı(!)

Batıdaki son krizle ilgili bazı insanlar, “bakın devletçilik iyi imiş, marx baba haklı çıktı” diyebilmekte, bunu gören türk tipi ulusçu-devletçi kesim de türk tipi ispat mantığı ile “bak adamın gol diyor” noktasına gelmekte. Oysa 1930’lu buhran yıllarında “kapitalizm, liberalizm dediniz de ne oldu” diye toptan ulusçuluğa, devletçiliğe soyunanların, bir sonraki on yılın başında hem kendilerini, hem memleketlerini hem de dünyayı nasıl bir ateşe attıkları sanki görülmedi! 1935 yılında liberal düşünceye karşı ulusçu-devletçi politikalarla büyük bir zenginliğe açıldığını, dünyayı kendileri için mükemmel bir yer yapacaklarını düşünen yığınlara, tam on yıl sonra ölmemişlerse sığınaklarda fareler gibi nasıl saklandıklarını gösteren bir sihirli küre yoktu ama bugün biz neler olup bittiğini biliyoruz.

Yazıda bahsi geçen kesim liberal düşünceden once faydacı bir kesim, yani once kendilerinin, sonra toplumun ilerlemesi ve toplumun yararına yönelik düşünce sistemlerine gore kendini değiştirip-geliştirebilen bir kesim. Bu kesime sıklıkla “döneklik” eleştirisi getiren kesim gibi bir fikir kendisine ve insanlara zararlı olsa bile takım tutar gibi o fikre yapışan, “yensek yenilsek kalbim hep senle” tarzında bir kesim değil. Bugün bu nedenle toplumu başka bir şekilde dünyaya kapatma potansiyeli olan “takke takmak” ile belirtilen düşünceye sarılmaları mümkün değil. Ama kapitalizmin içindeki endüstri çağı dinazorlarının yarı devletçi, yarı elitist müdahaleleri ile artık yürümeyen şimdiki kapitalizm, başka bir şeye evrilecek ise ve bu şey topluma daha yararlı ise onun peşinden gidebilirler.

“Çakma” diye tabir edilmeye çalışılan liberalizm “john stuart mill”’in belirttiği şu ilkelerden başka birşey değil:

“Bütün toplum eksi(-) 1 kişi bile bir fikre karşı ise, geri kalan topluluğun o sesi susturması yanlış olur, çünkü o kalabalık hatalı, 1 kişi de doğru düşünüyor olabilir, böylelikle diğer kalabalığı susturacak materyali bile bulunabilir.”

“eger tüm insanligin, farkli düsünen tek bir kisiyi susturmasini hakli buluyorsaniz, gün gelip o tek kisinin iktidari ele gecirdiginde tüm insanligi susturmasina karsi cikma hakkiniz da olmaz.” (on liberty).

Liberalizm, bu tür kişilerin bir “mutasyon” olduğunu ve mutasyonu toptan zararlı görüp öldüren bir topluluğun ilerleme potansiyelini de kesip attığını farkedebilmiş bir düşünce. Fakat aynı zamanda bu tür mutasyonlardan zararlı olanları ayıklamaya ve yararlı olanı öne çıkarmaya yönelik mekanizmaları da öne çıkaran bir akım. “Dünya ayın çevresinde dönüyor”, “dünya boğanın boynuzlarında”, “dünya güneş çevresinde dönüyor” diyen kişileri toptan susturan bir topluluk, binlerce yıldır gönülden inandığı “herşey dünya etrafında dönüyor” fikrini korumayı ve boğa ve ay saçmalıklarını öldürmeyi başarabilirler. Fakat bunu başarırken(!) arada Copernicus’u da öldürüp tek bir adım ilerlemeden aynı cahilliğin içinde sürünmeye devam edip giderler. Yaşadığı toplumda bu tür ilerlemeye yönelik kişileri seçmeyi ve öne çıkarmayı sağlayan bir düşünce akımını (liberalizm), bir siyasi oluşumu (demokrasi) ve bir ekonomik örgütlenmeyi (serbest piyasa) istemeyenler, yaşadıkları toplumu geride bıraktıklarının farkında değil mi? Ya da bizim bu insanların “vatanımızı çok seviyoruz” inançlarına bıyık altından gülmekten başka ne yapmamızı bekliyorlar?

hostrans dedi ki...

Sorun özelikle de internet ortamında kişileri kategorize etmek istememizden kaynaklanıyor.

Her insan muhtelif görüşlerin alaşımı gibi.Bu alaşım türklerde daha da renkli oluyor.Örneğin alabildiğine liberal ekonomik görüşleri benimsemiş biri aile hayatında son derece muhafazakar biri de olabiliyor.Tanıdığım bir emekli memur serbest piyasa kurallarını en iyi bilen kişilerden biri ve bunu pratikte de uyguluyor.Ancak aynı zamanda özelleştirme karşıtı ve CHP li de.

Ekonomiturk un insanları aydınlatmaya devam etmesi relax bir ortamda yazan ve okuyan insanların ortamı mı olacak yoksa müesseseleşecek mi konusuna açıklık getirmesine bağlı.Her ikisinin de avantaj ve dezavantajları var.

Ancak orta ve uzun vadede bu soruyu yanıtlamaktan kaçınamayacakmış gibi görünüyor.

milleplateaux dedi ki...

Sayın Oprhen,

“Japonya hariç Uzakdoğu ülkelerinin refah seviyelerinin son dönemde iyileştiğini düşünmüyorum.”

Uzakdoğu ve güneydoğu asya’da, ülke ekonomilerini dış dünyaya, özel teşebbüse, serbest ticarete açan ülkelerin hepsi refah seviyelerini iyileştirmişlerdir. Bugün bu konuda daha devletçi ve serbest piyasa ekonomisine odaklı ülkelerle, bunu yapmayan ülkeler arasındaki gelişmişlik farkı oldukça yüksek.

- 1960 yılına Türkiye’den bile daha köylü olarak giren iki koreden bugün hangisi daha gelişmiştir?

- Tatmadaw (Myanmar ordusu) askeri darbe ile ülkeyi dış dünyay kapatmadan once, Myanmar uzakdoğu’da japonyadan sonraki en zengin ikinci ülke iken, bugün bölgenin en fakir ülkesidir. Görece daha açık olan komşusu tayland ondan daha zengin. Neden?

- En küçük problemde ilkin yabancıların işini kaybettiği, her özelleştirme girişimi “vatanı satıyorlar” diye engellenen, kendi çinli ve hintli vatandaşlarına bile maley kökenli ortağı yoksa şirket açtırmayan, bir endonezyalı, singapurlu gidip ev alsa “memleketi satın ala ala ele geçiriyor bunlar” diyen malezyayı ele alalım. Kişi başı milli geliri kendisinden 40 yıl once kopan, emlak stoğunun yarısı malezya ve endonezya vatandaşlarına satılmış, ilk ekonomik problemde once yabancıların değil, az çalışan ve niteliksiz elemanların işini kaybettiği, iyi bir fikirle gidip sizin de şirket açabileceğiniz singapur’un beşte biridir.

“Buna Çin de dahil.”

Değil. Mao’nun komunist politikalarını attıktan sonra hızla gelişen, gelişmenin motoru dış ticaret olan, ser sefil yaşayan köylülerden ve lüks bir hayat süren komunist parti üyelerinden oluşan nüfusu artık hızla çoğalan bir orta ve üst sınıf barındıran çinden bahsediyoruz değil mi?

“Özellikle son dönemde Çin'de köle düzeninde üretimde bulunan fabrikalardaki insanlık dışı görüntüler birçok blog ve sitede de mevcut.Mutlaka rastlamışsınızdır.Bu ülkelerdeki üretim artışı ve döviz girdisi ucuz işçilik modern kölelik sistemi ile sağlanıyorsa ve getirisinden de üretimde bulunanlar refah olarak faydalanamıyorsa benim bildiğim bunun adı sömürü olur.”

Bu argumanın varsayımı şu: Çin daha once kooparatiflerde karın tokluğuna eşekler gibi çalışmaktan son derece mutlu yoldaşlardan oluşur iken, serbestleşme ile bu zavallı insanlar pis kapitalistlerin kölesi durumuna düşmüştür. Bu argümanın ikinci varsayımı da bir çocuk ailesinin tarlasında kopek gibi çalıştırılınca evinin ekonomisine katkıda bulunan bir hayırlı evlat, pis kapitalist bir fabrikada ise köle. Burada köle gibi adam çalıştırılmasını savunan yok, serbestleşen ve endüstrileşen çindeki fakirlik ve sömürü hemen yok olamıyor maalesef. Ama serbestleşme ve endüstrileşme ile çindeki kölelik artık türkiyede bile bilinen birşey. Orda da tartışılıyor, çözüm bulunmaya çalışılıyor ve şehirli ve daha insanca yaşayan bir orta sınıf hızla oluşuyor. Çin dünyaya açılmadan once beijingli bir işçi ve bir bürokrat için milyarlarca köylü pastoral bir şiir, göz yaşartıcı romantik bir imge olabilir, ama siz onu bir de o sefil yaşamı yaşayan köylülere sorun.

“Kağıt üzerinde bir zenginleşme mevcut ama kaynağı 15 saatlik çalışmaya 2.5 $ işçilik ile.Bu gelişmişlik mi?”

“Efendim 15 saat çalışmanın ücreti çinde ayda 200 USD, vietnamda 150 USD.”

Bunu eleştirir iken nasıl bir kıyaslama yapıyorsunuz ve nasıl bir değişim olduğunu düşünüyorsunuz? Yani ekonomik reform öncesi ayda eline ailecek 50-100 USD’den az para geçerken ve devletin kendine bıraktığı ürünü yiyerek hayatta kalan çinli ile onun ailecek çalışıp toplamda 800USD ve fazlasını kazanan oğlunu kıyaslıyor olamazsınız. Ha yoksa devletin yılların sefaletini para basıp millete hemen asgari 1000 USD iş yaratmasını mı bekliyorsunuz?

Çine hiç gitmedim ama vietnama çok gittim. İnşallah yolunuz düşer de şimdi en azından kıt kanaat geçinebilen bir vietnamlı size 90’li yıllara kadar (vietmanda ticari serbestleşme doksanlarda başladı) neler yaşadıklarını bir anlatır. Kimseyle konuşmasanız bile şöyle bir sokakta durup 95 yılından sonra doğmuş veletlerle analarının babalarının boylarını karşılaştırın yeter.

Olay basit aslında. Siz sadece çin komunist partisinin 50 yıl 900 milyon insanın boğazından alıp şehirlerde devletçi kurumlarında beslediği memur, bürokrat, asker vs… çinlilerin “kapitalizm geldi fakirleştik” sızlanmalarını dinlerseniz, "Küresel alemin zenginleri liberalizm adı altında geri kalmış ülkeleri, pardon gelişmekte olan ülkeleri sömürüyor" olur. Liberal ekonomik politikalar ile artık kimse gelirin %80’ini nüfusun %10’una dağıtmadığından, sesi çok çıkan bu %10 herkesin kendi gibi fakirleştiğini sanır. Sonra da gelirin %20'sine razı olup uslu uslu oturmak varken liberal politikaların peşinde giden insanlar, daha eğitilmemiş, bilinçlenmemiş aptallar olur.

Kadir dedi ki...

3h hareketinde ve liberal gençlik derneginde faaliyette bulunan bir genç olarak liberal kelimesinin daltonlar gibi hırsızlık yapan, suçlu olan kişilerle yan yana getirilmesi tamamen bir talihsizlik.zira biz liberaller olarak soygunu yapanın esasında devlet oldugunu ve bunu elinde bulundurdugu güç ile legal hale getirmiş oldugunu düşünüyoruz.
şimdi kazandıgımız maaşımızdan yuzde 35 lere vergi alan bir devletin bizim verdigimiz maaşlarla esasında zengin olupta yeşil kart çıkaranları desteklemesine itiraz etmemiz mi daltonluk oluyor ?
Bu konuda yazacak bir çok söz var, dün istanbulda liberal düşünce kongresi vardı.bir çok yazar ve akademisyen oradaydı, liberaller para basma tekelinin devletten alınması gerektigini düşünürken ki asaf savaş akat hocanın para işinin pis bir konu oldugu bassan bir dert basmasan ayrı dert gi,bi sözleri ile konu hakkında daha sonra bilgi vermesi ile çeşitli konular hakkında konuşuldu.keşke siz de gelseydiniz.
Ama sorun değil, liberal düşünce kongresine gelemediyseniz de haftaya yani 7 -8 kasımda frederick naumann vakfında hürriyet mektebi var, ögrenci arkadaşlar da gelebilir, yol ve kalacak yer için bursta veriliyor.hem de liberal bir kurum süper..
herkesi başta orpeni bekleriz.
ayrıntılar www.3hhareketi.org ana sayfasında çıkan pop-up ta.

Mert Nuhoglu dedi ki...

Orpen, liberalleri eleştirdiğini söylüyor ve kendisine yapılan itirazları çok sesliliğe karşı tahammülsüzlük olarak algılıyor.
Benim gördüğüm kadarıyla, Orpen yazısında somut deliller getirmiyor. İnsanların Orpen'e itiraz etmesinin sebebi, delilsiz bir şekilde yapılan hakaretvari eleştirilerin dışında yazının hiçbir yeni bilgi sunmaması. Yoksa liberal düşünürlere yönelik sağlam bir eleştiri yazılsa, sanmıyorum ki bu kadar itiraz çıksın.

ulas dedi ki...

Şu yazın için helal sana Orpen, bu devletin okullarında sana harcadığı her liradaki bana ait pay helal olsun.

Bir arkadaş diyor ki"Liberaller en azından düşünüyorlar. Ulusalcılar gibi düşünmeyi bir kenara bırakıp duygularıyla hareket etmiyorlar."

Bu çakma liberallerimiz düşünmüyor ki ısmarlama gelen fikirlerin pazarlamasını yapıyor. Ulusalcılar hiç değilse kafa yorup olası Avrasya ittifakını dillendiriyor, sizin gibi Batı'ya aşık bir şekilde her dediklerine tamam olur demiyorlar.

Yine bir yorumda ordunun sivil denetimden geçmesi konusundan bahsedilmiş. Ortadoğu'nun yandığı bir dönemde sizin bu sevdanız yüzünden MGK iki ayda bir toplanmak zorunda kaldı. Ama sivil denetiminiz gerçekleşti. İlker Başbuğ o gün Bakanlar Kurulu'na brifing vermiş. Aileden sorumlu devlet bakanı Nimet Çubukçu ne anlarsa askeri brifingden... Artık sayın Başbuğ tezkeresini de 2010 Ağustos'unda Nimet Çubukçu'nun elinden alır.

Yine bir arkadaş, parti sömürünce Çin'deki işçilerin durumunun fenalığından ama sermaye sömürünce şıklığından, gelişiminden bahsetmiş. Güzel kardeşim biz ne parti, bürokrat elit sömürüsünü ne de sermayenin sömürüsünü kabul ederiz. İkisininde birbirinden farkı yok. Somut olan şey Çin'deki insanların insan dışı seviyede yıllardır sömürülmekte olduğudur.

Yorumlardan birinde verilen Murat Belge'nin yazısından alıntı:

"Bu bölgede bu insanların sadece kendi dillerini konuşabilmeleri, şehirlerine kendi dillerinde isim vermeleri, kendi dillerinde eğitim hakları olması ve insane hakları ihlalerinin olmaması bile PKK’nın özgürlük savaşçısıyız propogandasını geçersiz kılacaktır."

Şehirlerine kendi dillerinde isim verilmesinden bahsediyor. Sanki o şehirlerde sadece Kürtler yaşıyormuş gibi...

Kendi dillerinde eğitim diyor. bu memlekette Türkçe konuşan yazan öğretmen, akademisyen açığı varken bir de Kürtçe eğitimi ekleyeceksiniz. Sizin maksadınız Kürtler'i daha da cahilleştirip emperyalizmin kucağına atılmasına sebep olur. Bu ülkede Kürtçe eğitim verebilecek değil üniversite, bir İ.İ.B.F kurmayı başarın ben eşek gibi anırırım. Kürtçe eğitim verecek profesörü, doçenti vb. nasıl bulmayı düşünüyorsunuz. Sonra hadi buldunuz, ilk eğitimden başlayarak üniversite bitene kadar Kürtçe eğitim alan biri Batı'da hangi Türkçesi ile iş bulacak, ona hangi işveren iş vermek isteyecek. Kürtçe eğitim aldığı için Türkçesi yalap şalap olan birini kim iletişimde etkinlik gereği almak isteyecek. Al ondan sonra böldün memleketi, adam gidecek Barzani'nin kucağına düşecek, Irak'ın Kuzeyine kültürel ve ticari olarak yaklaşacak... Bu pratik gerçeklikleri hiç düşündünüz mü?

Yine bir yorumda faşist devletlerin çıkmasının sebebi olarak liberalizmden sapış gösterilmiş. Faşist devletlerin ortaya çıkışının bir sebebi Avrupa'daki tarihi jeopolitik mücadeledir. Bu sömürüye, paylaşım savaşına dayanmaktadır. Bu paylaşım, emperyalist bir paylaşım çabasıdır. Emperyalizm, liberal felsefenizle kardeş kapitalizmin tekelci yapısından kaynaklanmıştır. Almanya'da 1. paylaşım savaşından sonra ilk önce komünistler iktidara gelmiştir. Ama bu ezici ve sürekli bir çoğunlukla olmamıştır. Orta sınıfların desteğini almışlardır, sonra bozuşmuşlardır. Faşizmin gelişine sebep olan unsur tekelci yapı, orta kesimin yeterli kar marjını bu yüzden ve ağır tazminatla güçsüzleşmiş ekonomi yüzünden yakalayamaması. Bu durum ticari hayatın, serbest müteşebbisliğin lanetlenmesine devlet katında yer edinmenin sağlayacağı sürekli sabit gelir seviyesine ulaşmanın arzusuna yol açmıştır. Aynı bugün ve ilerleyen zamanlarda Türkiye'de göreceğimiz bir olgu.

Peki bahsettiğimiz 1. dünya savaşı nasıl bir sürece dayanmaktadir? 1904 yılı ile başlayan yıllar dünya tarihinde küreselleşmenin en yoğun olduğu yıllardır. Bugünkü küreselleşmeden bile daha yoğun bir küreselleşmeden bahsedilmektedir. Sonucunda jeopolitik çekişmeler, kapitalizmin vahşi, açgözlü yapısı ve tekeliyet düzeni küresel bir savaşa sebep olmuştur. Nasıl bugünden yarını anlamamıza sebep oluyor değil mi?

Nihayet diyeceğim şu ki dalton liberallerin amacı, Türkiye'yi Batı'nın kucağına oturtup ileri zamanda yaşanacak küresel savaşta onun hizmetine sunmak, paramparça etmek, ordusunu Limon Van Sanders yönetimindeki orduya çevirmektir.

bliyaal dedi ki...

Orpen bey,

İyi demişsiniz gerçekten. Nitekim Türkiye’de ciddi anlamda liberal yok. Aralarında liberal olduğunu söyleyip TRT’de program yapan, karısını iktidar partisinden milletvekili yapan, iktidar destekçisi gazetelerde köşe yazarlığı yapan bir sürü üçkağıtçı var.

Murat hocayı şahsen tanırım, iyi hocadır. Onların arasındaki samimi birkaç kişiden biridir.

Mehmet Altan’ı liberaller dahi takmıyor. Bunu şahsen liberal bazı kişilerin ağzından işittim. Hem liberal hem de Marksist tezlerin aynı anda doğru olduğuna inanan bir adamı kim takar ki zaten? Yine liberallerden şahsen işittiğime göre, Mehmet Altan adamı kullanır, işi bitince de bir kenara atar diyorlar.

Eser Karakaş ile 4 sene kadar önce, bir Avusturya iktisatçısının Türkiye’de verdiği seminerde aynı ortamda bulunma talihsizliğini yaşadım. Arkamdaki koltukta oturuyordu ve seminer boyunca sürekli olarak garip garip sesler çıkararak koltuğumu sallandırdı. Konuşma yapan iktisatçıya kimi zaman benim ve etrafımdakilerin duyabileceği kadar yüksek bir sesle hakaret etti. Böylelerini adamdan sayanlara yazık.

Şahin Alpay’ı da kimse takmıyor. Solcuyken de takan olduğunu sanmıyorum.

Gülay Göktürk birkaç sene kadar önce çocuk pornosunu savunmuyor muydu? Hafta sonu liberallerin kongresinde gördüm. Saçını boyatmış, gelmiş, soru da sordu. Ama ne dediğini duyamadım. Biraz kibirli bir kadın izlenimi verdi.

Emre Aköz de aynı kongredeydi. Kendisini arkadan gördüm. Ensesi amma kalın adammış – kat kat.

milleplateaux dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
milleplateaux dedi ki...

"Somut olan şey Çin'deki insanların insan dışı seviyede yıllardır sömürülmekte olduğudur."

ve somut şey daha liberal ve açık bir ekonomik ortama geçerek çindeki sömürü düzeninin yavaş yavaş yok olduğudur.

bir ülkede ikinci bir ana dilde eğitimin olması o ülkede asıl ana dilin öğrenilmemesi anlamına gelmez. ulusçu-devletçi bunu kötü niyetli bir şekilde çarpıtıyor ama tüm pratikler tam tersini gösteriyor. sanki almanyada türkçe öğrenen türk almanca öğrenmiyor. singapur'da sokağına çince isim veren, okulunda çince eğitim alan çinli ingilizce bilmiyor. endonezyada bir hintli kendi dilinde eğitim alıyor, kendi bölgesine kendi dilinde isim veriyor, ama endonezya dilini bilmiyor. ama doğru ya türkiyenin özel koşulları var değil mi?

türkiyeye zarar veren, asıl parçalanmaya götüren, türkiyeyi bürokrat-memur kucağına oturtan , sivil denetimden mgk'yı anlayan bir zihniyete avrupa tarihi anlatmanın da pek gereği yok. milli endoktrinasyon bakanlığı ne kadar övünse az.

Dane dedi ki...

Kendi dillerinde eğitim diyor. bu memlekette Türkçe konuşan yazan öğretmen, akademisyen açığı varken bir de Kürtçe eğitimi ekleyeceksiniz. Sizin maksadınız Kürtler'i daha da cahilleştirip emperyalizmin kucağına atılmasına sebep olur.

Kendi dillerinde egitim ha ne hadlerine daha mektup yazamiyorlar dilleriyle bile:
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=690027

Ortadoğu'nun yandığı bir dönemde sizin bu sevdanız yüzünden MGK iki ayda bir toplanmak zorunda kaldı.

Kurulun Toplanması
Madde 5 - (Değişik: 7/8/2003-4963/25 md.) Kurul, iki ayda bir toplanır. GEREKTIGINDE KURUL, BASBAKANIN TEKLIFI VEYA DOGRUDAN CUMHURBASKANIN CAGRISI ILE DE TOPLANIR.


Ama sivil denetiminiz gerçekleşti.

Keske dedigin gibi soyle kendilerinin birlikleri denetledikleri gibi siki bir denetimden oncelikle de mali denetimden gecirilebilseler:
http://www.taraf.com.tr/makale/2027.htm

bilyaal;bence sen de mahalle kadinlari gibi 'su soyle demis bu boyle demis' dieyecegine o hakkinda atip tutugun insanlarin hangi fikirlerini yazdiklari soyledikleri neyi begenmiyorsun elestiriyorsun onu soyle.

ulas dedi ki...

Cüneyt ve Milleplateaux Bey,

Ulusalcıların bir kısmı, Kürtçe'nin vermiş olduğunuz linkteki örnekte olduğu gibi kullanımına bile karşıyken benim gibi bir kısmı Kürtçe yayın, kitap, dergiye karşı çıkmamaktadır. Sanıyorum bu konuda anlaştık. Benim karşı çıktığım şey başka bir dilde eğitimdir. Sadece Kürtçe değil ben bu ülkenin üniversitelerinde İngilizce, Almanca dillerinde Fizik, İktisat vb. eğitimi verilmesine de karşıyım. Bence eğitimin dili tek olmalıdır. Türk kültürünün sağlam kalabilmesi için Türk dili geliştirilmelidir, iyi konuşulmalı, iyi yazılmalıdır. Türk dili aramızdaki ortak bir bağdır, birliğimiz için bu korunmalıdır. Bu bağ, dikkat edin, kana dayanan bir bağ değil, dolayısıyla isteğimiz ırkçı bir istek değildir.

Almanya örneğine ilişkin şunları söyleyebilirim. Orada iki dil ve kültür arasında kalan çocukların eğitimde başarısızlığında bunun önemli bir etken olduğu çokça savunulmaktadır.

Siz Kürtçe eğitim verebilecek değil Mühendislik Fakültesi, İİBF bile kurulamaz sözüme katılıyor musunuz, katılmıyor musunuz. Zaten olan eğitimci açığı daha da artacak mı artmayacak mı? Hakikat budur, gerisi sizin teorik fikir masturbasyonunuzdur.

Alıntı : Kurulun Toplanması
Madde 5 - (Değişik: 7/8/2003-4963/25 md.) Kurul, iki ayda bir toplanır. GEREKTIGINDE KURUL, BASBAKANIN TEKLIFI VEYA DOGRUDAN CUMHURBASKANIN CAGRISI ILE DE TOPLANIR.

Sorun bu ya, Dağlıca Baskını olduğunda bu konuyu bir ay sonra ABD başkanı ile görüşeceğim diyen bir adam yani başbakanın stratejiden ( ne stratejisi stratejik mtratejik yok konuşmasını hatırlayın)ve güvenlikten anlamaması, MGK'yı ancak bu iki basiretsizin büyük bir baskın olduğunda gaz almak için çağırmasıdır. Artık MGK'ya gerek kalmamıştır. Zaten İlker Başbuğ, Bakanlar Kurulu'nda askeri brifingler vermektedir. Nimet Hanım da pek yararlanmaktadır. Cunhurbaşkanına gelince zaten kendileri İngiliz Kraliyet Savaş Gemisi'nde bağlılığını ispatlamıştır. Ancak Batı'nın çıkarları ve küreselcilerin emri olduğunda olağanüstü MGK'yı toplayacaktır.

Askerin ve sivilin mali denetimden geçirilmesine aklı başında kimse karşı çıkmaz. Ben de çıkmıyorum. Ama bu memlekette orgeneral zimmetten ceza yerken, naylon faturacının Maliye Bakanı olduğunu hergün yazmayan ( ergenekonu her gün yazıyor ya) Taraf denen küresel sermaye metresine ne demelidir?

Verdiğiniz linkte bile yazının sonunda Ergenekon davası devam ederken hanımefendinin hükme varması, hakimin yetkisini elinden alarak yetki gaspı yapması ilginçtir. İlginç olduğu kadar kanunun hakimiyeti ilkesini temel ilkesi olarak alan liberalizmin şakşakçılığını yapanların ne kadar liberal olduklarını gözler önüne sermektedir. Taraf'ın sivil denetim diye tutturmasının amacı orduyu Batı'nın kuklası etmektir, özellikle yayın politikasının diğer unsurlarından bu anlaşılmaktadır. Bunlar nedir, kendilerine servis edilen sahte askeri yazışmaları yayınlamak, sahte görüntüleri herkesi enayi yerine koyup gerçek diye yutturmaktır.

EY Taraf gazetesi ve onu okuyan siz liberal takımı, Özden Paşa günlük yazıyor kabak başkalarına patlıyor, herkesi soruşturmaya çeken savcı kendisini neden soruşturmaya almıyor.

Savcının başka marifetleri için;
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7896

cagdas dedi ki...

ben bu konuda ulas ve orpen beye katılıyorum.Türkiye bu çakma liberaller sayesinde günden güne batının avuçlarının içine giriyor.özellikle bu taraf gazetesi ve bu tip görüşleri destekleyenleri anlamak mümkün değildir.bir ülkenin ordusuna aynı ülkenin birgazetesi bu kadar yüklenirse bunun altında birşeyler aramak zorunlulugunu hissetmeliyiz.kürtçe eğitim meselesinde kesinlikle taviz veremeyiz.ülkemize karşı pkk gibi bir yapılanma söz konusuyken bunun bir taviz oldugunu sanırım herkes kabuleder.su an dil konusunu tartısıyorsak,dil-kültür ve dil-millet ilişkilerinin sonuçlarını iyi düşünmemiz gerekiyor.kültür;toplumların maddi manevi asgari ortak değerlerinin kuşaktan kuşağa aktarılmasıyla oluşabilen bir kavramdır.takdir edersinizki kuşakta kuşağa aktarma işlemi dil sayesinde gerçekleşir ve toplumları yansıtan kültür bu sayede oluşur ve gelişir.her miletin bir dil bilinci vardır.milletin ortak özelikleri dile yansır ve dili de bunlar belirler.burada şu soru akla geliyor?dil mi öncedir millet mi?dil mi milleti belirler,millet mi dili?unutmayın ki biz tarihten silinen devletleri dilleri sayesinde tanıyoruz.görüldüğü gibi her toplum için dil çok önemlidir ve bunu gören Atatürk bu sebeplerden dolayı türk dil kurumunu kurmustur.bunları biraz düşünür ve belki dil konusunda biraz daha araştırma yaparsanız,ana dilin yanında kürtçe eğitimin(özelliklede şu anki şartlarda) ülkemize ne derece faydalı olacağına daha rahat karar verebilirsiniz.ben bu yorumumda sadece dil konusuna değinmek istedim.sevgili liberal demokrat arkadaşlar ülke menfaati için atılacak adımların sonuçlarını iyi düşünmeliyiz.attığımız adımların demokrasi veya liberal ekonomi açısından uygunluğu ve önemi değil,bu adımların ülke geleceği üzerindeki sonuçlarını ve etkilerini önplanda tutmamız gerekir.